Bekirağa Bölüğü Ve Silivri’de Adalet…

Önümde değerli gazeteci, yazar ve mücadele adamı Müyesser Yıldız’ın “Vatan yahut Silivri” adlı kitabı var. Eser; devleti, ülkeyi ve milleti yakından ilgilendiren “Silivri” adaletini anlatıyor. Sadece yargılananları, ailelerini ve bu günü değil, dünü de dehşet verici örneklerle ele alıyor. 90 yıl önce yaşanan acılarla kıyaslayıp bazı sonuçlara varıyor. Yani “mülkün temeli olan adalet”e, tarih şuuru […]


Paylaşın:

Önümde değerli gazeteci, yazar ve mücadele adamı Müyesser Yıldız’ın “Vatan yahut Silivri” adlı kitabı var. Eser; devleti, ülkeyi ve milleti yakından ilgilendiren “Silivri” adaletini anlatıyor. Sadece yargılananları, ailelerini ve bu günü değil, dünü de dehşet verici örneklerle ele alıyor. 90 yıl önce yaşanan acılarla kıyaslayıp bazı sonuçlara varıyor. Yani “mülkün temeli olan adalet”e, tarih şuuru içinde bakıyor. Bu yönüyle çok farklı, ibret dolu ve önemli bir eser.

Bilindiği gibi, temel meselelerin kökleri tarihin derinliklerindedir. Bunu dikkate almadan, sorunu ve sebeplerini anlayamaz, çözümlerini bulamayız.

Konuya kitaptan bazı örneklerle bakalım.

90 yıl önce: Sultan Vahdettin “Demokrat ve liberal” Sadrazam Damat Ferit hükümetinin yemin töreninde şu uyarıyı yapar: “Küçük hesaplarla, aşağılık bir intikam ve menfaat duygusuyla, gizli bir düşmanlık yapmayacağınıza ve adaletten ayrılmayacağınıza eminim…”

Bugün: Gazetecilerin tutuklandığı ilk günlerde, “demokrat ve özgürlükçü” Cumhurbaşkanı Abdullah Gül şöyle konuşur: “Bazı tutuklular gazeteci diye geçiniyor. Ama yasadışı örgütleri, silah kullanan, şiddete başvuran ve kendileri de şiddetin içinde bulunan  insanlar bunlar.”

90 yıl önce: “Hükümete ihbarlar gelir. Çoğunun aslı yoktur, ama buna rağmen tutuklamaların gerekçesi yapılır. İş çığırından çıkar, Soruşturma Komisyonu’na şifreli uyarı gönderilir:  İddialar araştırılırken, delil olmadıkça hiçbir kimsenin onur ve şahsiyetine yönelip suçlamalarda bulunup, devletin rencide edilmemesi…”

Bugün: Adalet Bakanı Sadullah Ergin 2011 yılında savcılara gönderdiği genelgeyle şu uyarıyı yapar; “Soruşturmaları bizzat yapın, lehte delilleri de dikkate alın.

***

Çark dönmeye devam eder. Ünlü Bekirağa Bölüğünde kurulan “Nemrut Mustafa” Divanı, yalancı şahitler ve uydurma delillerle birçok muhalifi, İttihat Terakkiciyi,  sadrazam, vezir, önemli devlet adamı, tanınmış gazeteci ve fikir adamını tutuklar. Önemli bir kısmını ağır cezalara çarptırır; Boğazlayan Kaymakamı Kemal bey gibi vatanseverlere idam cezası verir ve infaz eder.

90 yıl önce: Hükümetin ve işgal kuvvetlerinin “yandaş” basını korkunç hukuksuzluk ve zulümlere fetvayı verir: “Hükümetin hızlı ve şiddetli hareket etmesi için bazen kanun dışına çıkılması caiz ve gereklidir. Bu, ülkenin geleceği ve güvenliği ile ilgilidir.”

Bugün: Durumun çok farklı olduğu söylenebilir mi?

90 yıl önce: Ağır hukuksuzluklara karşı İstanbul Barosu Başkanı Celalettin Arif Bey şu uyarıyı yapar: “Mahkemede verilecek kararlar, sadece bugünkü nesli değil, Osmanlı’nın gelecek nesillerini de ilgilendiriyor. Bu mahkemede, ülkede adaletin her türlü kin ve şaibeden arınmış bir biçimde uygulanıp uygulanmadığı ölçülecektir.”

Bugün: İstanbul ve Ankara Baro Başkanları da, aynı uyarıyı yapmıyor mu?

90 yıl önce: İşgal dönemi mahkemelerinin tutumunu, İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Somerset Arthur Goug-Calthorpe, Londra’ya; “Tehcirle ilgili yargılamaların maskaralığa dönüştüğünü…İngiliz hükümetinin itibarına gölge düşürdüğünü, müttefik güçler bakımından da utanç verici olduğunu” bildirir.

Amerikan Yüksek Komiseri Lewis Heck raporunda; “Yargılamaların şahsi intikam amacıyla veya İtilaf Devletleri yetkililerinin ve özellikle İngilizlerin kışkırtmasıyla yapıldığına” dikkat çeker.

Bugün: Silivri’nin dayanağı olarak bilinen ABD ve AB şimdi, kantarın topunun kaçtığını, hukuka ve kişi haklarına saygılı olunması gerektiğini söylemiyor mu?

Sonuç: Ülke gerileme sürecine girmişse seviye düşer. Zihni sapma ve bölünme, sosyal bünyede çatlama, sürtüşme ve çatışmalar meydana gelir. Gücü eline geçiren, ülkenin kendine ait olduğu duygusuna kapılır. Meşruiyeti kendinden menkul bir “diktatörlük” kurulur. “Benim adaletim” devri başlar. İntikam, kin, garaz, düşmanlık, zulüm ve aşağılık menfaat duygusu öne geçer. Milleti ve devlet düzenini mahveden bataklık oluşur. Adeta sosyal bir cinnet yaşanır. Kısır döngü başlar.

Kısır döngü neden görülemiyor? Seviye meselesi. Eğer adalet yoksa felaket var gerçeği iman meselesi yapılmamışsa, zulüm başlar. Doktor hastalığı tedavi edeceği yerde, hastalığın esiri olur. Bu medeniyetin çocukları birbirine düşman olamaz, gücün kaynağı millette, birlikte ve insanca uzlaşmada denemez de ondan.

İş ehline geçinceye kadar bu böyle gider.

Yazar

Sadi Somuncuoğlu

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar