ÜNİVERSİTE OLAYLARINA DİKKAT

Son günlerde bazı üniversitelerimizde milliyetçi gençler ile bölücüler arasında bir mücadelenin su yüzüne çıktığını gözlemlenmekteyiz. Sık sık dile getirilen bir gerçek vardır. Anadolu ve Ortadoğu coğrafyası dikenleri bol gül bahçesi gibidir. Artıları olduğu gibi artı gözüken eksi etkisi yapan etmenlerde mevcuttur. Anadolu coğrafyasında yılda dört mevsim yaşanması, yeraltı ve yerüstü kaynaklarının bol olması,coğrafyanın stratejik açıdan […]


Paylaşın:

Son günlerde bazı üniversitelerimizde milliyetçi gençler ile bölücüler arasında bir mücadelenin su yüzüne çıktığını gözlemlenmekteyiz. Sık sık dile getirilen bir gerçek vardır. Anadolu ve Ortadoğu coğrafyası dikenleri bol gül bahçesi gibidir. Artıları olduğu gibi artı gözüken eksi etkisi yapan etmenlerde mevcuttur. Anadolu coğrafyasında yılda dört mevsim yaşanması, yeraltı ve yerüstü kaynaklarının bol olması,coğrafyanın stratejik açıdan önemli bir konumda bulunması,kara hava ve deniz yolları açısından dünyada önemli özelliklere sahip olması artı olan ama aynı zamanda eksi etkilerini beraberinde taşıyan ve sık sık sıkıntılar çıkmasına sebep olan özelliklerdir.

Dünya toplumu içinde yaşayan milletlerden en fazla düşmanca darbelere maruz kalan millet Türklerdir. Bu coğrafyada yaşamaları, Allah’ın insanlar için gönderdiği son din olan İslamiyet’in asırlardır bayraktarlığını yapmaları sıkıntı hanelerinin temel taşlarındandır.

Rahmetli Yılmaz Öztuna,  “Büyük Türkiye Tarihi” adlı önemli eserinde bu konu ile ilgili şöyle der.  “Anadolu, dünya çapındaki jeopolitik ehemmiyetini tarihin hiçbir devresinde kaybetmemiştir. Mısır ve Mezopotamya ile beraber en eski medeniyetler Anadolu’da kurulmuştur. Binlerce yıl sonrada bu ehemmiyetli vaziyeti devam etmiştir. Tarihte dağlar, istilalara set çeker, medeniyetleri birbirinden ayırır.Akarsular medeniyetleri birbirine yaklaştırır ve zengin yerleşme sahaları yaratır. Deniz, ileri medeniyetin en büyük amillerinden biridir. Cihan medeniyetinin etrafında teşekkül ettiği Akdeniz’de hiçbir ülke, Anadolu-Trakya’nın jeopolitik mazhariyetine malik olmamıştır. Bu mazhariyet Anadolu’yu medeniyetlerin beşiği yapmış pek çok kavmin ihtiraslarını üzerinde toplamıştır.

Bu toprakların jeopolitik ehemmiyeti Anadolu-Trakya, Asya ile Avrupa, Yakındoğu ile Balkanlar, Akdeniz ile Karadeniz arasında geçittir. Marmara bölgesine gidildikçe bu jeopolitik ehemmiyet son derecesini bulur. Boğazlar cihan hakimiyetine erişmek isteyen ve Cihan İmparatorluğunu elinde tutmak arzusunda olan devletlerin can noktası olmuştur.

Marmara denizi kadar küçük olup da bu derece ehemmiyet taşıyan bir su, yeryüzü haritasında mevcut değildir.”

Elbette bu coğrafyanın ve bu coğrafyada yaşayan Türklerin ve Arapların rahat bırakılması düşünülemez. Birde bunları yönetenlerin yönetilemeyecek karakterde bilgi birikimi, milli hüviyette olduğu anlaşılınca sıkıntı daha da artar. Dünyadaki etkin güçler, adları zaman zaman değişse de içerik olarak aynı inanç ve mantaliteye sahip olan toplulukların Rus, Fransız, Alman, İngiliz, Amerikan olarak değişse de, Hıristiyan veya Musevi inancına sahip etkin güçler bu konuda daha hassas olma yolunu tercih etmiş görünmektedir.

Önce yönetime gelenleri şu veya bu sebep veya yolla etkileyerek sonuca giderlerken/gitmeye çalışırlarken şimdi yönetime gelecekleri önceden tespit edip destekleyip yıllar sonrasını ihtiva eden planlarını uygulamaktadırlar.

Ortadoğu ve Türkiye’ye bu hakim olma, kontrol altına alma iştahları emperyalist politikaların sonuçlarıdır. Otuz yıla yakın bir zamandır Türkiye, bölücü bir tehlike ile karşı karşıyadır.

Korunan kollanan, desteklenen ve kullanılan bölücü Kürt unsurlarla devletin silahlı güçleri mücadele etmektedir. Bu süre zarfında milyonlarca dolar maddi ve binlerle ifade edilen insan kaybımız mevcuttur. Yüreklerdeki evlat, kardeş, baba acısı ise maddiyatla ölçülmesi mümkün değildir.

Bölücüler şehir yapılanmasına da başlamışlar, İstanbul, Diyarbakır,Şırnak,Hakkari, Van, Mersin, Adana başta olmak üzere İzmir gibi özellikli şehirler toplu yaşama merkezleri olarak kullanılmış ve kontrol altına almak için çaba gösterilmiştir/gösterilmektedir.

Egemen güçlerin taktiklerinden biri olan gençleri birbirine kırdırmak politikası yine sahneye konmuş gözükmektedir. Şimdide Üniversitelerde bu oyun oynanmaya başlanmıştır.  1960 yılı sonları 1970 lerin başlarında sağ-sol, Alevi-Sünni mücadelesi şimdide bölücüleri piyasaya sürerek başka bir kulvarda hayata geçirilmiştir. Dünkü komünistler gibi bugünün bölücüleri dün olduğu gibi bugünde kullanılmaktadırlar. Bunların yapacağı sözlü ve fiili eylemlere milliyetçi gençlerin tepkisiz kalmayacağını gayet iyi bilirler. 12 Eylül 1980 öncesinde de aynen böyle olmuş vatan ve istiklal müdafaası Türk milliyetçisi gençlerin üzerine bırakılmıştı. Gençler birbirleriyle kıyasıya mücadele verirken olayları başlatan ve planlamasını yapan egemen güçler parsayı toplamışlardı.

O dönemde de şimdide milliyetçi gençler vatan millet, din ve devlet sevgisiyle bu mücadelenin içine girmişler ve tam ortasında kalmışlar,  vatan, millet ve Allah rızası için yaptıkları bu çalışmalar sonucu ağır şekilde yıpranmışlardı. O dönemin travmaları halâ milliyetçi camia tarafından tam tedavi edilmiş, atlatılmış değildir.

Bu günlerde bölücülerce başlatılan bu kavga Ankara’da D.T.C. Fakültesinde, İstanbul’da İstanbul ve Marmara üniversitelerinde su yüzüne çıktı. Hem de bayrağa fiili tacizler yapılarak, istiklalimizin timsali bayrak yerinden çıkarılarak başlatıldı.İstanbul’da ki olaylarda yaralananlarda oldu. Zannediyorum ki eğer tedbir alınmazsa gelecek öğretim yılı başından itibaren korkarım ki, şiddetli ve kanlı bir mücadele başlayacak gözükmektedir.

Yönetenler gerçekten yönetmek istiyorlarsa başta onlar olmak üzere her ilgili kişi ve kuruluşlar ile öğrenciler yapılanları iyi analiz edip iyi strateji hazırlamalıdır.

Dün ve bugün mukayese edildiği takdirde bugünkü gençlerin bizim gençliğimizden daha şanslı olduklarını söylememek mümkün değildir.

Bugünkü gençlerin önünde dünkü büyüklerinin yaptığı örnekler vardır. Onlara bakarak ders çıkarabilirler. Milliyetçi gençler açısından bakarsak ekonomik imkanlar bugünkü gibi daha olumlu çizgide değildi. O dönemde şimdiki milletvekili sayısı kadar milletvekili, şimdiki iş adamı sayısı kadar iş adamı, bürokrasi kademesinde dünkü kadar bürokratı yoktu.  Bu sayılan gruplar içinde ben Türk Milliyetçisiyim diyen insan sayısı bir elin parmakları kadar dahi çıkmazdı. Dünde bugünkü gibi aydın, yazar, çizer, gazeteci sayısı kabarık değildi. Dikkat ederseniz bugün Türk Milliyetçiliğine şu veya bu tarzda hizmet eden gazeteler olduğu gibi pek çokta siteler yayındadır ve bunların hepsinde kendileri açısından güçlü olduğunu inanılan Milliyetçiler bulunmaktadır.

Dünkü gençler düşüncelerinden, inançlarından, imanlarından ve Başbuğlarından aldıkları güçle mücadele ettiler.

Bu gerçeklerin ışığı altında gençleri vatan koruma görevi adı altında canlarını ve istikballerini huzursuz edecek mücadeleye yönelmeleri mümkün olduğunca engellenmelidir. Başlatılan bu mücadelede bölücülerin istediği mücadele alanında kalmalarının önüne mutlaka ama mutlaka geçilmelidir.

Eğer vatan ve millet mefhumu gerçekten tehlikede ise ki öyledir, o zaman yapılacak iş ve işlem öğrencilerden önce devleti yönetenler, devletin güvenlik güçleri ve milliyetçiyim diyen partilerin başta genel başkan olmak üzere bu fikir desteği ile maaş alan milletvekilleri, siyasetçiler. Ve bu fikirden bu kimlikten faydalanarak önemli oranda gelir elde eden iş adamları ve yine bu kimlikle bir yerlere gelmiş iyi maddi geliri olan bürokratların öncülük yapması gerekir. Bu pek çok kişinin düşündüğü ama söylenmesinin bir türlü yapılmadığı fikir jimnastiğidir.

Kısaca eğer tehlike mevcutsa vatanın dört bir tarafından sadece okumak ve yarınlara hazırlanmak için gelen sınırlı geçim koşullarında idare eden öğrenciler yerine milletvekili, aydın, bürokrat, iş adamı, gazeteci, televizyoncu, sanatçı ve diğer siyasiler bu mücadelenin içine başta ve fiilen girmelidirler.

Eğer DTCF de Türk bayrağı indiriliyorsa önce bu devletin güvenlik görevlisiyim diyen vergilerimizle maaş alan hükümet ve güvenlik görevlileri gerekeni yapmalıdır. Eğer bunlar gaflet içinde ise Türk milliyetçilerinden oluşan siyasi kadro, aydın, gazeteci, bürokrat, işadamı önce vatandaşı uyandıracak propaganda ve buna dayalı eylem yapmalıdır. Anılan okulda yapılan bu vatansızlığa milletvekilleri Başbakanın, İç İşleri Bakanının, o üniversite rektörünün, dekanının, kolluk kuvvetlerinin siyasi ve sözlü anlamda yakalarından yapışmalı bu görev yapmayanları görev yapmaya mecbur bırakmalıdır. Saydığım gruplar tarafından bu ve bunun gibi tespit edilerek yasalar çerçevesinde yapılan eylemler 19-20 yaşlarında Anadolu’dan okumak ve istikbalini kazanmak için gelen kardeşlerimize rahat nefes aldıracaktır. Yoksa onları kabul etmek övündüğünü söylemek onları, onların ebeveynlerini yarınlar için tatmin etmez.

Sen mücadele et ben senin arkandayım, sen bıçak karşısında kahramanca dur ben seni taltif edeyim, ben mecliste veya devlette maaşımı almaya devam edeyim veya iş sahasında, gazetemde, televizyonda rahat ortamımda sana destek veririm anlamında olur ki bu da artık olmaması gerekenlerdir.

Gençleri başına taş yağarken ben onlarla beraber taşıdığım kimlikle kendi çocuklarıma daha rahat hayat standardı sunayım demek gibi garip bir durumdur.

Böyle düşünülmediğini böyle düşünülmeyeceğini çok iyi biliyorum ama yinede içimden bir ses ilk olsa da bunları sen söyle yaz dediği için duygularımı ve mantığımı sizlerle paylaştım.

 

Yazar

Fuat Yılmazer

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar