YAPRAK DÖKÜMÜ

İzmir Türkçülerinden Ruhi Cebeci‘yle ilgili yazımı yazmıştım ki arka arkaya üç ölüm haberi geldi. Önce Rahmi Oruç Güvenç, sonra Mehmet Başbuğ. Başbuğ’u 4 Temmuz’da, Güvenç’i  4 Temmuz’u 5 Temmuz’a bağlayan gece kaybetmiştik. Bir hafta sonra da Nejat Diyarbekirli. Rahmi Oruç Güvenç Türk dünyası müziğini tanıtan adamdı. TÜMATA’yı, Türk Musikisini Araştırma ve Tanıtma grubunu daha 1975 yılında kurmuştu. Türk kamuoyunda […]


Paylaşın:

İzmir Türkçülerinden Ruhi Cebeci‘yle ilgili yazımı yazmıştım ki arka arkaya üç ölüm haberi geldi. Önce Rahmi Oruç Güvenç, sonra Mehmet Başbuğ. Başbuğ’u 4 Temmuz’da, Güvenç’i  4 Temmuz’u 5 Temmuz’a bağlayan gece kaybetmiştik. Bir hafta sonra da Nejat Diyarbekirli.

Rahmi Oruç Güvenç Türk dünyası müziğini tanıtan adamdı. TÜMATA’yı, Türk Musikisini Araştırma ve Tanıtma grubunu daha 1975 yılında kurmuştu. Türk kamuoyunda henüz Türk dünyasıyla ilgili bilginin bulunmadığı, bilincin oluşmadığı yıllarda. Azerbaycan’dan Batı ve Doğu Türkistan’a, oradan Kazak bozkırlarına, oradan da İdil kıyılarına, Başkurdistan ve Tataristan’a uzanan coğrafyanın özgün ve çarpıcı müziğini o yıllarda ondan ve onun grubundan dinledik. Gülten Urallı‘nın berrak, Bünyamin Aksungur‘un yanık seslerinden. Ali Özaydın‘lar, İrfan Gürdal‘lar gelmişti arkadan. Türk dünyası müziği Kültür Bakanlığı’nda resmîleşmişti.

Grubunun ortasında oturan Rahmi Oruç Güvenç, bir sazı bırakıp diğer bir sazı eline alarak bir şaman gibi hanende ve sazendelerini yönetiyordu. Müziğe kattığı o su şırıltısıyla bir büyücü gibi dinleyicilerini büyülüyordu. Bu işin bilimiyle uğraştığını neden sonra öğrendik. Ayhan Songar‘ın yanında müzikle tedavi doktorası yapmıştı. Avrupa’nın birçok ülkesinde etnomüzikoloji ve müzikle tedavi okulları açmıştı. Dünyanın her yerinde verdiği konserlerle Türk dünyası müziğinin tanınmasında büyük emeği geçmişti.

Mehmet Başbuğ… Diyarbakır’ın yiğit çocuğu… Büyük bir ressamdı. Biz Türk milliyetçileri 1970’lerde böyle bir ressama sahip olduğumuz için övünüyorduk. Eh, o yıllarda milliyetçiler ne de olsa sanata önem veriyorlardı. Türk’ün, Türk köyünün, Türk tarihinin, Türk efsanesinin resimlerini çiziyordu Başbuğ. Usta fırçasıyla Türk’ü yansıtıyordu tuvale. Renkler ışık ışık oynaşıyordu mintanlarımızın üzerinde. Börklerimizde, kaftanlarımızda. Arkada uluyan bozkurtların gök yelelerinde. Bayrağımızın alında ve beyazında.

Uzun yıllar Gazi Üniversitesi’nde çalıştı Başbuğ. Sonra Süleyman Demirel Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi ve Resim Bölümü’nün kuruluşunda görev aldı. Sonra ata yurtlara düştü yolu. Hayalini resimlerinde yaşattığı Tanrı Dağları’nın eteklerine gitti. Türkiye – Kırgızistan Manas Üniversitesi’nde görev aldı. Güzel Sanatlar Fakültesi’nin dekanı, Resim Bölümü’nün başkanı oldu. Tablolar artık tuvallere sığmıyordu, duvarlara taşıyordu. Fırçasından saçılan ışıltılı renkler üniversitenin duvarlarını süsledi. Bu Diyarbakır çocuğu orada, Tanrı Dağları’nın eteklerinde ruhunu Tanrı’ya teslim etti.

Ve Nejat Diyarbekirli. 13 Temmuz’da da onu kaybettik. 1979 yılının Bahar aylarıydı. Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü’nün çıkardığı Türk Kültürü dergisi, gök mavisi kapağıyla bizi büyülemeye devam ediyordu. Ama 1979’un Nisan-Mayıs sayısı bir başkaydı. 198-199. sayı. Dergi baştan sona sadece bir yazıya ayrılmıştı: “Orhun’dan Geliyorum”. Bir Türk sanat tarihçisi ilk defa Moğolistan’a gitmiş, Orhun vadisine uzanmış, Orhun anıtlarını, Türk’ün bengü taşlarını ilk defa resimlemişti. Anıtların tasviri resimlerle desteklenmiş, genel Türk okuyucusu ilk defa bir Türk bilim adamından anıtları ve yazılı taşların, heykellerin, barkın içinde bulunduğu anıtlığı öğrenmişti.

Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü’nün asli üyesi ve sanat tarihçisi olarak tanıdığımız Nejat Diyarbekirli’nin millî basketbolcularımızdan biri olduğunu neden sonra öğrenecektik. Hun Sanatı’nı ve Pazırık halısını da onun o görkemli eseriyle tanıyacaktık.

Türk dil bilgisinin büyük ismi, Türk dilinin büyük hatibi Muharrem Ergin de rahmet istedi. Nejat Diyarbekirli ve Muharrem Ergin. Bu iki yakışıklı adam İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin üçüncü katındaki o efsanevi koridora ne de güzel yakışırdı! O koridor bizim için Ergenekon gibi bir yerdi. Bozkurtların önderliğinde demir dağları erittiğimiz yer. Kapısından, dünyaya nizam vermek üzere çıktığımız bilim yuvası.

O güzel adamların hepsi şimdi Tanrı katında. Dünyada silinmez izler bırakarak gittiler. Ruhlarının, Tanrı’nın kuşatıcı rahmetiyle yıkandığından eminim.

Yazar

Ahmet Bican Ercilasun

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar