Yükleniyor...
29.12.2010
Onun ardından söylenecek en manalı söz budur: Kerkük türküleri yetim kaldı. Çünkü o, Kerkük türkülerinin hâmisi idi, babası idi; o göçtü, türküler yetim kaldı. Belki sesini duymaya devam edeceğiz, belki görüntülerini de kasetlerde, televizyonlarda görmeye devam edeceğiz; fakat artık onun sıcak nefesini, türkülere, horyatlara can veren nefesini hissetmeyeceğiz. Dağlar yeşil boyandı / Kim yattı kim oyandı / Kalbime ateş düştü / İçinde yar dayandı / Su serptim ateş sönsün / Serptiğim su da yandı. Abdurrahman ağam, kalbimizdeki ateş nasıl sönsün; baksana Kerkük alev alev; içinde yar da yanıyor, bizim diyar da yanıyor, Türk de Türkmen de yanıyor. Su serpsem, su hardadı? Su tapsam (bulsam) su da yanmadadı; bu ne ğam ağam? Ağa bugün / Yardı ğam/ Deldi bağrım, yardı ğam / Vallah vefalı yar ararsan / En vefalı yardı ğam!
“En vefalı yar gamdır” diyerek bizi bugünlere mi hazırlıyordun Abdurrahman ağam? 1938’in gamlı Kerkük’ünde, Musalla denen mahallede doğdun; 2010 Aralığında Ankara’nın Kocatepe’sindeki musalla taşından uğurladık seni ebedî âleme. Oradan da seslenecek misin Mülayim’e? Altın hızmav Mülayim / Seni Hak’tan dileyim / Yaz günü Temmuz’da / Sen terle ben sileyim. Belki de orada Mülayim ile buluştun ve onu gördün beg oldun.
1959’da bir gün Bağdat Radyosu’ndan sesini duyan Irak Türkleri o gün nasıl da sevinmişlerdi! Bizim de sesimiz yankılanıyor bu âlemde diye. Abdülvahid Küzecioğlular, Reşit Küle Rızalar, İzzettin Nimetler Kerkük’ün, Erbil’in, Tellafer’in, Tuzhurmatı’nın, bütün Irak Türklüğünün sesi olmuşlardı. Sonra Türkmen Kardaşlık Ocağı kuruldu; Kardaşlık dergisi çıkmaya başladı. Sesimiz, dileğimiz, arzumuz oralardan da kalplere doğru yol buldu. Sen Abdurrahman ağam, o yıllarda Türkiye’ye yol buldun; Türkiye anadır, Türkiye hür vatandır, Türkiye ay yıldızlı al bayrağın serbestçe dalgalandığı kutsal varlıktır dedin. Hani giderdiniz ya Türk elçiliğinde asılan bayrağın gölgesine sığınmaya; sen hayır demiştin; bana bu kadarı kâfi değil; al bayrağın serbestçe dalgalandığı topraklarda kanatlanacağım ben. Öyle de yaptın; Ankara Devlet Konservatuvarı’nda sesin daha bir güzelleşti; elin daha bir maharet kazandı. Senin parmaklarında inledi, feryat etti, canlandı ut. Abdurrahman Kızılay artık bir ut virtüözü idi, bir ses virtüözü idi. Kerkük türküleri onun sesinde, onun udunda hayat buluyor, sonsuzluğa doğru yol alıyordu. Onun sesindeki türkülerle Irak Türkleri de ümit doluyor, hayat buluyor, hasret gideriyordu. Belki de bütün Türklük onun sesiyle Kerkük’te yoğunlaşıyor, yoğunlaşıyor, patlamaya hazır bir atom çekirdeği hâline geliyordu. Fakat heyhat! Bu ses, kalpleri yangın yerine çeviren bu ses artık yok!
Başın sağolsun Mehmet Özbek! Başınız sağolsun Suphi Saatçı, Ziyat Akkoyunlu, Mahir Nakip! Ve başınız sağolsun bütün Irak Türkleri! Gönül verenler, hizmet verenler Türklük için, başınız sağolsun!
Ve müjdeler olsun size Kerkük şehitleri Abdullah Abdurrahman, Necdet Koçak, Rıza Demirci, Adil Şerif… Ve daha niceleri… Müjdeler olsun, Abdurrahman Kızılay yanınıza geldi. Ruhlar âlemi, Kerkük havalarıyla üzerimizde kanat çırpıyor. Ömer Öztürkmen de orada, Abdurrahman Çelik de. Biraz geride Osman Mazlum, Mustafa Gökkaya, Mehmet Sadık… Daha geride horyatçılar, Muçıla, Şerife, Delliheseni… Ötede Osmanlı libaslarıyla Nevres, Ruhî, Hicrî Dede… En geride Fuzulî… Ruhlar âleminin şairler sultanına yol açıyor sıra sıra şairler. Fuzulî ağır adımlarla yürüyor ve Abdurrahman Kızılay’ın alnından öpüyor.
* * *
Ağa bugün…
Kızılay,
Göçtü gitti Kızılay
Vallah yetim kaldı Kerkügüm
Gamlıdır yıldız ve ay (a yar, a yar, a yar aman!)