Yükleniyor...
Dünya tarihi ve medeniyeti bakımından XV. yüzyıl çok önemli bir değişim eşiğidir. Türkler, eski dünyanın üç kıtası üzerinde Fâtih’in dâhiliği sayesinde XV. yüzyıldan itibaren farklı topraklar ve kıtalar üzerine yayılan bir imparatorluk kurma yolunu açar. Bu çağda Fâtih’in aklî ilimleri ve teknolojik düşünceyi devlet hayatının her alanına yerleştirmeye çalışması Türk tarihi için bir dönemeçtir. Devlet kurumları ve örgütlenme modeli, doğunun ve batının bilgi birikimi üzerine tesis edilmiştir. Fâtih böylece devleti yüzyıllar ötesine taşıyacak bir yapı ve birbiriyle uyumlu çalışacak bir devlet kurumları bütünü oluşturduğunu düşünmüş olmalıdır. Zihnî yaratıcılığın, ilmî dikkat ve tecessüsün egemen olduğu bu devlet yapısı ölümünden sonra gelenlerin tahribine uğramaya başlar. Akıl ve ilim, ilmî dikkat ve tecessüs devlet hayatında yerini taassuba, entrikaya, sarayda iktidar ve çıkar çatışmalarına, devlet kurumlarına tahakküme ve cehalete bırakır.
Fâtih’in ölümünden XVII. yüzyıla kadar geçen sürede onun kurmuş olduğu ilim yuvaları arkadan gelenlerce batırıldığı için, zihinlerde yeni atılımlar yapabilme yeteneği ve kapasiteleri de kireçlenme sürecine sokulup dumura uğratılmıştır.
II.Mahmud’un Avrupa‘yı üstün kılan kurumlar için yaptığı girişimler ve ardından gelen ‘Tanzimat’ atılımı, zamanı ve gelişmeleri idrak edip gereğini yapacak kadrolara sahip olmadığı için bu atılımın sadece geleceği kurtaracak eğitim kurumları kurmaya ve eğitimli insan gücü yaratmaya çaba gösterdiği göze çarpar. Batılı kolonyalistler, uzak denizlerde fethedilecek, sömürgeleştirilecek topraklar kalmayınca, hepsi birden gözlerini Türk imparatorluğu topraklarına dikmişlerdir. Tanzimat’la başlayan çabalar, güçlenmiş, gelişmiş denizci Avrupa devleri karşısında imparatorluğu ayakta tutmaya yetmez ve sonunda tasfiye kaçınılmaz olur.
Fâtih’in kurduğu devlet armadası, ihmal yüzünden dünya üzerinde ilmî dikkat ve tecessüsünü, zihnî yaratıcılığını yitirince, çağların gerisine düşerek kendi kendini ölüme mahkûm eden mirasçılar elinde, önünde sonunda erişeceği akıbete uğramış, ’Sevr’ antlaşmasını imzalayarak tarihe karışmıştır. Türk vatanperverleri, paylaşılan imparatorluk topraklarından kendilerine bir vatan çıkarma ve devlet kurma başarısı göstermişler, böylece Türk tarihinin geleceğe akışını sağlamışlardır.
Avrupa denizci ülkeleri ise, XV. yüzyılda Türklere vergi vermemek için kendilerine yeni deniz ticaret yolları aramışlardır. Açık deniz gemiciliği, uzak ülkelere erişme düşüncesi Avrupa ülkeleri aydınlarının zihninde kökleşmeye başlar ve bu yolda uğraş verirler. Yeni kıtalar, yeni topraklar, ülkeler keşfedilir. Büyük yarış başlar. Koloni ve sömürge yönetimleri kurulmaya çalışılır. Oralarda edinilen servetler, ham maddeler anavatana taşınır. Yeni bir ticaret, yeni bir hâkimiyet yarışı başlar. Denizci ülkeler yeni kıtalarda, yeni ülkelerde güçlerini sağlamak için oraların halkını idare edebilecekleri sayıya indirmek üzere ağır katliamlar, soykırımlar gerçekleştirirler. Afrika’dan topladıkları insanları Amerika ve başka yerlere taşıyıp kurdukları çiftliklerde köle olarak çalıştırırlar.Yüzyıllarca insanlığın yüz karası bir süreci onlara ve yerli halklara yaşatırlar. Amerika kıtasının her yerinde ve yeryüzünün pek çok yerinde pek çok toplumu sıfıra yakın bir sayıya indirmeyi başarırlar!
Avrupa bu tür bir sürecin sonunda insan canına susamış iki canavar yetiştirdi. Bunlardan biri A. Hitler, öbürü J. Stalin adını taşır. Türk tarihinde ne böylesi acımasız ağır katliamlar, ne soykırım denebilecek örnekler vardır. Bugün koparılan yapay yaygaraların bir psikolojik harp taktiği olduğu, bu yol ile toprak koparma zemini hazırladığı açıktır. Bu konuda utanmazlığın başını yine Avrupa denizci ülkelerinin çekmesi şaşırtıcı değildir. Yeniden eski mesleklerine dönmekte, yağma ve üleşme hırslarını dışa vurmaktadırlar. İçerden de bu durumu hazırlayacak adım atanlar da olunca tilkinin kargaya oynadığı peynir taktiği başarı ile sürüyor. El ağzına bakıp devlet idare etmeye çalışan Sadrazam Damat Ferid, kendilerini ve saltanatı kurtarma uğruna devleti feda eden Sevr’i imzalayıp her yeri paylaşıma açmamış mıydı?
Önümüzde Türk tarihinin en tehlikeli sürecini yaratmayı başaranlar, bu kez de hiç şüphesiz yerli işbirlikçileri ile birlikte elbette Türk milleti tarafından layık oldukları yere süpürülecektir. Türkiye’nin birliğine, dirliğine karşı çıkanlar, devletin, vatanın ve milletin birliğine aykırı hareket eden siyasete yol verenler, yarın bu vatanda yaşayacak çocuklarına ve torunlarına ne diyecektir, “mal gibi olanları seyrettik” mi diyecekler, bilemiyorum. Akıllarını, vicdanlarını kimseye emanet etmeyecek kadar şeref ve haysiyet sahipleri dün olduğu gibi bugün de hayâsız saldırıya karşı duracaklardır, o gün olduğu gibi Gazi Meclis’te şeref, haysiyet sahibi üyeler ayağa kalkacaktır, bu konuda şüphemiz olamaz. Yapamayanlar yerlerini yapacaklara bırakır, yine yapılacak yapılır. Türk milleti, dünya tarihine akış kazandıran, düzen kuran bir millet olduğu gerçeğini hatırlatacak yetenek ve kapasitesini gösterecektir. Aldatıcı durumlar kimseyi yanlış hesaplar ve heveslere sürüklememelidir.
Hangi amaçla olursa olsun, ne Adalar Denizi, ne de Akdeniz kıyılarında kimse Türkleri karaya hapsedeceği hevesine kapılmasın. KKTC kendini tanıtma faaliyetini, yerli ve yabancı engelleri bir yana itip, dizginleri doğrudan ele almalıdır. Çin, Rusya ve İran ile bu yolda görüşmeleri başlatmalıdır. Yardımcı olacaklara da deniz ve hava üsleri açmakta hiçbir beis yoktur. Bu tür girişimler behemehal başlatılmalıdır.’Yes be annem’’ peşinde koşturan yerli ve yabancı hainlere aldırılmadan bir an önce bu yola girilmelidir.
Türk milletine parmak sallayarak, azarlama cüretini hiç kimse gösteremez, gösterirse de misliyle cevabını alır. Ne demek ‘soykırım’ sözünü, tekrar yapmayasınız diye kullandık! Onu dinleyecek bir kul çıkabilir, sineye çekebilir. Efendi, hitap ettiğiniz Türk milleti olunca hizaya geliniz, derim. Bir milleti incitme yetkiniz olamaz; kaldı ki şu anda ‘müttefik’ kimliğimiz, ölüm pahasına ordunuzu Kore’de boğazlanmaktan kurtaran silah arkadaşlığı olan bir milletin çocukları birbirine daha saygılı olmak durumunda değil midir?
Bu bana, size kimi hatırlatmalarda bulunma hakkını verir. Bu hatırlatmaları yapmak istemezdim. Eminim tanıdığım pek çok Amerikalı güzel insan sizin bu çirkin sözlerinizden üzülmüştür; ben de öyle.
Size o zaman ben de hatırlatayım: Kızılderili denen ve Amerika’nın gerçek sahipleri olan insanların kökünü kazıyanlar sizin atalarınız değil mi? Türk milletine karşı ‘soykırım’ sözünü, üstelik bir azarlama ve tekrar edilmemesini hatırlatma edasıyla telaffuz etmeniz size hiç yakışmamıştır. Bu söz o kadar gülünç, dramatik bir suçlamadır ki Türk milletine yapışmaz. Soykırım üzerine hiç konuşmaya yüzü olmayacak durumda olan Avrupa ülkeleridir. Avrupa devletlerinin paylaşmak üzere Türk vatanına saldırmaları unutularak Türk’ü soykırım yapmakla suçlamak, onların dünya toplumlarına yaşattıkları mezalimi unutturamaz.
Türkiye’ye karşı yürütülen bu hayâsız propaganda, tam bir psikolojik savaş yöntemidir ve dünya toplumlarını Türkiye’ye karşı kışkırtma hedefine yöneliktir. Bundan başka bir anlamı yoktur. Densizce yapılmış ipsiz sapsız suçlamalar yığınıdır. Avrupa denizci ülkelerinin gittikleri, ayak bastıkları her ülkede soykırımlara bile rahmet okutacak ağır katliamlar yaptıkları, işgal ettikleri toplumların hafızasında rahneler açmış, zihinlerine çivi gibi çakılıp kalmıştır. En canlı örnek bugün Japonya değil mi? Soykırım konusunda Türklere söz söyleyenler, dönüp tarih aynasına baksın, orada toplumları yeryüzünden yok edenler ile yüz yüze geleceklerdir.
‘Soykırım’ sözünü bir daha tekerrür etmesin diye kullandık diyenler, acaba Kızılderili ‘insanları’ soykırıma uğratanları, göstermelik olarak geride bıraktıklarını da rezervasyon bölgelerine hapsedenleri dünyaya unutturmak için mi Türkleri suçlama yolunu seçmiştir? Doğrusu bu sözler Amerika Birleşik Devletleri’ne yakışmadı. Sineye çekmeye mahkûm insanlar olabilir ama bu psikolojik savaş taktiklerine Türklerin pabuç bırakacağını düşünmek yanıltıcı olur. Biz ”kürre-i arzı“ patlatıp yeryüzüne yürümeyi bilen bir kadim milletiz. Dosta ebedî dostluğu göstermekten mutluluk duyar, dostluğa sadakat gösteririz ama karşılığını da bekleriz. Kimse dostluğa ihanet yükünü taşıyamaz. İçeriden sizinle hareket edenler, işlerinizi sinsice yürütenler olabilir ama bilin ki Türk milleti ihanet eden olanları da unutmaz; bunu da size hatırlatmak ‘müttefik’lik ve askerlik geçmişine binaen bir borçtur.
Bu yazıyı, dünya sömürgecilik düzeninin geçirmiş olduğu dönüşümü anlatmak üzere yazmaya niyetlenmiştim. Yazının başlangıcında bunun izleri vardır. Ancak hak edilmeyen sözün Türk milletine edilmiş olması, yazıyı ‘adam olan adam gibi konuşur” düzlemine taşımıştır. Dünyanın yeniden yapılanması üzerine tasarladığım yazıyı geleceğe bırakıyorum. Densizliğe karşı, adam olan adam gibi konuşur, adam gibi yanıt verir. Benim de ruhumun derinliklerinden bu sözleri söylemek gelmiştir. Tarihleri soykırım ayıbıyla dolu olanlar, oturdukları yerde adam gibi oturmalıdırlar.
4 Yorum