Ağaç niçin yaşken eğiliyor?

Okuma alışkanlığı çocuklara buluğ çağından önce verilmeli. Yetişkinlikte artık o kadar kolay olmuyor. İş işten geçiyor. İlk ve orta öğretim çağı ve evdeki okuryazarlık çocuğun geleceğini tayin ediyor. Ve ülkenin.


Paylaşın:

Geçen hafta, farklı milletlerin yabancı lisanlardaki bazı sesleri işitmediklerini anlatmıştım. Sonra, her zamanki gibi, “Niçin?” diye sordum. Bu ilk niçin sorumdu. Her sebep araması için en az beş defa niçin diye soracağımı söylemiştim ya; o sözü tutuyorum. Birinci niçinin cevabı, çocukların buluğ çağına kadar insan dilindeki 800 civarındaki sesi duyabildikleri fakat büyüdükçe bu kabiliyeti kaybettikleriydi. Dilciler bu seslere, fonem diyor.

Şimdi ikinci niçin: Çocukta ne değişiyor da küçükken duyabildiği sesleri birkaç yıl sonra duymuyor?

Dil hem donanım hem yazılım

Dil sadece insanda bulunan bir özellik. Yazı da öyle. Dilin insana has olmasının sebebi yalnız insanın hançere yapısı değil. Lisanın, beyinde organik karşılığı da var. Noam Chomsky, insanlarda bir Dil Edinme Aleti bulunduğu iddiasıyla bu konuda ilk ışığı yakanlardandır. Ona göre dil yeteneği insan beynindeki ve sadece insan beynindeki bir donanım gibidir ve genetiğimizde vardır. Bu donanımın üstüne hangi yazılımın yükleneceğine içinde bulunduğumuz topluluğun lisanı belirliyor. Dile bu yaklaşım ve benzerleri gittikçe gelişti ve bugün biyolinguistik denilen okul ortaya çıktı.

Pek güzel… Organik bir donanım ve onun üstüne kültürün yüklediği yazılım…

Ancak bu ikilinin içinde yukarıda sorduğumuz sorunun cevabını bulamıyoruz. Öyle anlaşılıyor ki, donanım ve onun üstüne yüklenen lisan, yani yazılım benzetmesi buluğ çağına kadar geçerli. Ondan sonra çalışmıyor veya daha zor çalışıyor.

Ağaç gerçekten yaşken eğiliyormuş

Niçin?

Bunun cevabını da daha önce de sözünü ettğim, Joseph Henrich’in Başarımızın Sırrı (The Secret of Our Success) kitabında buldum: Toplum kültürünün insanı mecbur tuttuğu bazı davranışlara, beynin doğma yeteneği yetmiyor. Yani doğuştaki donanım kâfi değil. Beyinde yeni yapıların şekillenmesi, yeni devrelerin kurulması gerekiyor. Bu yapılar, belirli işlevlerde uzmanlaşmış nöron demetleri. Organik donanıla lisan yazılımın arasında bir yapı. Yine beynin yapısı ama bunun planını içinde yaşadığımız kültür belirliyor. Bilgisayarcılar bilir, donanımla yazılımın arasında bir de bellenim (firmware) denilen bileşen vardır. Sonradan oluşan nöron demetleri işte bellenime benziyor.

Peki, yaş ilerledikçe sesleri öğrenme güçlüğü nereden kaynaklanıyor?

Beynimizdeki sinirlerin çevresinde, elektrik tellerinin yalıtkan plastik kılıflarına benzer kılıflar var. Bunlar, miyelin denilen bir maddeden oluşuyor ve sinirleri koruyor. Korumasına koruyor da miyelin zırhı kuşanmış sinirler kolay kolay yeni sinir demetleri oluşturamyor. “Ağaç yaşken eğilir” ata sözünün biyolojik ve toplum bilim karşılığı bu miyelin kılıfları.

Miyelin kılıfları oluştuktan sonra yeni fonemleri öğrenmek artık kolay değil. Mümkün değil demiyorum, kolay değil diyorum. Çünkü yetişkin insanda bile miyelinleşme ancak yüzde altmışlara çıkabiliyor. Çocukta yüzde bir civarında. Yetişkinin yeni sesler duyup söylemesi çocuğunkinden çok daha zor ama imkânsız değil.

Okuryazarlık da çocukken ediniliyor

İnsana dili toplum veriyor, toplumunun kültürü veriyor. Fakat bu hediyeyi almak için de insan beyninde yeni yapıların oluşması gerekiyor.

Tıpkı dil-beyin ilişkisi gibi bir ilişki daha var: Okuma- beyin ilişkisi. Buluğ çağından sonra yeni sesler öğrenmek nasıl zorsa, ilerleyen yaşlarda okuma alışkanlığı kazanmak da öyle zor. Burada da nöron demetleri ve onların miyelinleşerek zırhlanması söz konusu. Bu buluşlar önümüze bir gerçeği seriyor: Okuma alışkanlığı çocuklara buluğ çağından önce verilmeli. Yetişkinlikte artık o kadar kolay olmuyor. İş işten geçiyor. İlk ve orta öğretim çağı ve evdeki okuryazarlık çocuğun geleceğini tayin ediyor. Ve ülkenin.

Okuma merkezi sol gözümüzün arkasında bir yerde oturuyor. Bu konum, okur-yazar olmayanlarda gördüğümüz yüzleri tanıma merkezinin bulunduğu yer. Okuyanlarda bu merkez, kısmen, sağ beyne göç ediyor. Bu yüzden yoğun okuyanlar, yüz tanımada güçlük çekiyormuş. (Böylece benim bir beceriksizliğimin de bilimce izahını buldum!)

Yüz tanıma- okuryazarlık çelişkisi belki okumayan siyasîlere bir üstünlük sağlıyor. Siyasette bir kere gördüğünüz insanları yıllar sonra tanımak önemlidir ya! Okuyamayanları zorlamayın. Okuyamayışları organik bir sebebe dayanıyor. Tıpkı bazı seslerin ergenlikten sonra duyulmayışı gibi… Beyin yapısıyla ilgili. Bırakın okuyamayanlara danışmanları okuyup onlara anlatsın. Danışmanı olmayanlar da televizyon seyretsin.

Okuryazar bir toplum istiyorsanız bu işi ilkokulda, bilemediniz ortaokulda bitirmelisiniz. Daha sonra çok geç oluyor.

 

Yazar

İskender Öksüz

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar