Yükleniyor...
Türkiye 21. yüzyıla büyük problemlerle girdi. Bu problemlerin bir kısmı hayatın içinde yaşanabilecek şeylerdi… Mesela ekonomik krizler ya da üst üste vuran büyük depremler gibi afetler böyle meselelerdi. Elbette, depreme ya da ekonomik krize karşı tedbirler alınmış olsaydı bu kadar ağır sonuçlar yaşanmazdı da. Ama hiçbirisi de git gide ağırlaşan ayrışma ve bu kutuplaşmanın derinleşmesi kadar olmamıştı.
Ekonomi çok önemli çünkü ekmek meselesi. Bilinen en büyük hız, ışığın, saniyede üç yüz bin km’lik hızı. Ancak insan acıktığında midesinin haykırışını ışıktan daha hızlı algılar. Milyarlarca dolar harcayarak ışığın hızını aşmak için bilimsel araştırmalar yapan insanoğlu, açlığın duyulma hızını aşamamaktadır. Çünkü açlık insan hayatını doğrudan tehdit eder. Yaşama hakkı da Tanrı’nın insana bahşettiği ilk ve en önemli haktır. Dolayısıyla ekmek bunun için çok önemlidir.
Ekmeğin varlığı kadar, onu yerken ağız tadının olması da çok önemlidir. Kişi hasta ise bir bardak su veya bir kaşık çorba içmesi çok zordur. Bazen hasta değilken de bir yudum su veya bir lokma ekmek de boğazından geçmez. Bunu anlatmak için deyimler devreye girer.
Düğünler bu dualarla yapılır. Ağzının tadı bozulmak (kaçmak) deyimi, “bir kimsenin kurulu düzeni, dirliği bozulmak” anlamına gelir. Ağzının tadını kaçırmak da “neşesini, keyfini bozmak, bir kimsenin kurulu düzenini bozmak.” demektir.
Deyimlerin manalarından da anlaşılacağı gibi insanın huzuru, düzeni, dirliği ya da neşesi bozulduğunda canı bir şey istemez. Bu her zaman yemekten içmekten kesilmek demek değildir. Bazen ağzından bir kelime bile çıkmaz, ağzından kerpetenle laf alınamaz hâle gelir… Gönlünde fırtınalar kopar. Kafası karmakarışık olmuştur. İşte o zaman da ağzının tadı olmaz.
İnsanlar yalnız olduğu zamanlarda bu hâletiruhiyeye daha çabuk kapılırlar. Çünkü yalnızlık zor, taşıması ağırdır. Onun içindir ki en ağır cezalar yalnızlığa mahkûm edilerek verilen cezalardır. İnsan birlikte yaşamak için kodlanmıştır. Önce kendilerine eş ararlar. Bir kadın ve bir erkek bir araya gelir ve aile kurar.
Aile, tıpkı moleküller gibidir. Molekül, elementleri ya da bileşikleri oluşturan ve onların özgül niteliklerini taşıyan en küçük birimdir. Atomlar birleşip molekül oluştururken kendi özgün niteliklerinin dışına da çıkarlar. Su, iki Hidrojen bir oksijen atomundan meydana gelmiştir. Hidrojen yanıcıdır, Oksijen de yanmayı sağlar. Ama su yangın söndürücüdür. Yanmak ölüm, su hayattır. İşte aile de böyle bir fonksiyon üstlenmektedir.
Aile iki kişi ile kurulduktan sonra yeni canlar ortaya çıkar, büyümeye başlar. Aile fertleri birbirine benzerler. Genetik bilimi açısından bir yaratılışındaki benzerlik dışında kalan davranış benzerliklerinin çoğu bir tercihtir. Artık küçük bir birim olsa da düzen gerekmektedir. Tarafların üzerinde anlaşacağı, kural denebilecek kabullerle kurulacak bir düzen içinde yaşar. İhtiyaçlara ve hayata bakışa göre belirlenir. Çünkü aynı zamanda insanların birbiri ile ilişkisi söz konusudur. Anlaşılacağı üzere aile devletin bir prototipidir de.
Ağız tadı sadece vücut hasta olduğunda kaçmaz. Eğer evde huzursuzluk olursa da boğazdan lokma geçmemeye başlayacaktır. Aileye dışarıdan müdahale, müsamahasızlık, anlaşmazlık, felsefî farklılıkların büyümesi/büyütülür hâle gelmesi, fertlerde tatminsizlik, hastalık gibi hususlar ailenin ağzının tadını kaçıracaktır. Daha önce sofradaki kuru bulgur pilavına büyük bir iştahla kaşık sallayanların eli, sofradaki envâi çeşit yiyeceğe uzanmaz hâle gelir. Çünkü ailede huzur bozulmuş, hayatı birlikte yaşama iradesi zarar görmeye başlamıştır.
2020 yılında ilerlerken Türk Milletinin ağzının tadı tamamen kaçırılmış bir hâldedir.
Kadir Has Üniversitesinde yapılan Türkiye (Türkiye’deki olmalıydı H.P) Eğilimleri 2019 araştırmasında, Kutuplaşma ekseninde Laik-Dindar ayrışmasının olduğunu düşünenler %43,5 olarak verilmektedir. Bu oran 2018’de %51,8 iken din devleti tartışmalarının zirveye yol aldığı 2019’da bunu düşünenlerin azalmış olması biraz manidardır. Ancak buna rağmen yine de toplumun ortadan ikiye ayrıldığına dair fikir vermektedir.
Türkiye’yi Dindar veya Laik Olarak Değerlendirme şeklindeki benzer değerlendirme de %50,1 – %49,9 oranı verilmektedir. Burada da toplumda ikiye ayrılma olduğu görülmektedir.
Aslında birbirine benzemeyen, birbiri ile mukayese edilemeyecek farklı kavramların karşılaştırılması doğru da değildir. Laiklik, devletin inançlar (dinler) karşısında davranışı anlatır. Bireyi laiklikle tarif edip bireyin başka bir özelliği ile karşılaştırmak, dindarlık karşısında dinsizlik gibi algılanacak bir şekilde vermek doğru değildir. Araştırmanın bilimselliğini oldukça zayıflatmaktadır. Araştırmayı yapanların laiklik ve dindarlığa kendi yükledikleri manalara göre çalıştıkları anlaşılmaktadır.
Benzer bölünme başka sonuçlarda da kendini göstermektedir.
Türkiye’yi Batılı veya Doğulu Olarak Değerlendirme %45,8 – %54,2
Türkiye’yi Avrupalı veya Ortadoğulu Olarak Değerlendirme %45,7 – %54,3
Türkiye’yi Demokratik veya Otoriter Olarak Değerlendirme %55,7 – %44,3
Türkiye’yi Modern veya Geri Kalmış Olarak Değerlendirme %56,1 – %43,9
Çalışmada Siyasî ve Etnik Yapı bölümü var ve Türk kimliğini de etnisite olarak görüyor. Türk bir etnisite değil milletin adıdır. En büyük yanlış bu yaklaşım ancak başka bir yazının konusu. Diğer bir bölümde de komşu tercihinde farklı dinî kimlik sorgusunda Aleviliği ve dindarlığı dinî kimlik, içki içmeyi farklı sosyal kimlik kabul ediyor. Böylesi kabullerle yapılan araştırma Türk Milletinin gerçeğini yansıtmaz. Ama bu hâliyle bile sonuçlar çok düşündürücü.
Türk Milletini bir arada tutan duygu, düşünce, hayata bakış, dünyaya bakış, birbirine bakış… hâsılı felsefi birliktelik büyük ölçüde çatırdamaktadır.
Milletin ağzının tadı kaçırılmış bir hâldedir. Ortada, tercih edilmiş bir sonuç olarak sebep olanlara da yaramayacak bir Türkiye fotoğrafı görülmektedir.