Âlem ehli bilin kim…

Biz ki Turan’ın meliki, Türkistan’ın emiriyiz. Biz ki milletlerin en eskisi ve en ulusu Türk’ün başbuğuyuz. Eğer bizim kudretimizden şüphe duyarsanız, kurduğumuz binalara bakın.


Paylaşın:

Taşkent’in genel manzarasında, Hive, Semerkand, Buhara, hatta Hokand gibi kum rengi tuğladan tarihî eserlerin ağırlığı yok. Yine de buradaki mimariyi de dört kategoride görüyoruz: Timurlu üslubu, Çarlık Rusyası, Sovyet Rusya ve 1991’le gelen Bağımsızlık dönemi. Dört grup da heybetli eserlerle kendini gösteriyor ama burada en azı Timurlu üslubunun eserleri. Taşkent, Çarlık Rusyası devrinde Türkistan Genel Valiliği’nin merkezi, Sovyet Rusyası’nda da Özbekistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin başkenti olduğundan gösterişli kamu binaları dikilmiş ki halen ayaktalar. Fakat bağımsızlık dönemi eserleri artık Taşkent’in manzarasına hâkim; gökdelenler, kongre binaları, iş hanları, alışveriş merkezleri, eğlence mekânları, oteller, lokantalar, kahveler, apartman blokları şehre modern, kozmopolit ve “kapitalist” bir hava kazandırmış.

Sovyet döneminde konmuş meydan, cadde, mahalle isimleri, millî kimliğin kuvvetlendirilmesi için Özbek tarih, edebiyat ve kültüründen isimlerle değiştirilmiş. Ama doğrudan Sovyet ideolojisi ile doğrudan ilgisi olmayıp Rus kültürünün unsurlarından kabul edilen bazı isimlere dokunulmamış. Meselâ “Puşkin Parkı” var. Meselâ metroda değiştirilmeyen bir isim, bilimsel çalışmaların uzayda attığı büyük adıma saygı olarak “Kosmonavtlar İstasyonu” var. Bazen de komünist ideolojiye hizmet ettiği halde Özbek halkı tarafından sevilip sayılan isimlerin de yerinde bırakıldığı görülüyor. Bir de artık, yabancı sermaye girişinin kaçınılmaz sonucu, dünyanın meşhur zincir şirketleri olan lüks otellerin, lokantaların adı olarak İngilizce -ve diğer bazı Batı dillerinden- isimlere sık sık rastlanıyor. 

Ali Şir Nevaî adına açılmış edebiyat müzesine giderken sevinmiştim ama ne yazık ki müzede tamirat vardı, kapalıydı. Park misali bir bahçenin içinde dört katlı gösterişli bir bina. Ancak dışarıdan görebildik, bahçesini gezebildik. Ortada bir havuzun başında Ali Şir Nevaî’nin heykeli. Edebiyat müzesi 1939 yılında açılmış.

Özbek soydaşlarımız Nevaî’yi hiç ihmal etmemiş. Şehirde çok büyük bir Ali Şir Nevai Parkı var, ki belki Taşkent’teki parkların en güzeli. Eski bir Sovyet parkının yerinde 2000’li yıllarda düzenlenmiş. Ağaçları, çiçekleri, fıskiyeleri, gölü, su kanalları, kuğu biçimli küçük gezinti tekneleri, yürüme yollarıyla ve heykelleriyle…

Nevaî, merdivenlerle çıkılan parkın yüksekçe bir yerinde, sekiz sütunlu, etrafı açık, yüksek bir firuze bir kubbenin altında ayakta. Kubbenin iç çeperinde Nevaî’den iki mısra. Latin harfli Özbek Türkçesi ile, Krill ile, Arap harfleriyle ve bir de İngilizce olarak yazılmış:

 

Olam ahli bilingizkim, ish emas dushmanlig, 

Yor olung birbiringizgakim, erur yorlig ish. 

Türkiye Türkçesi ile şöyle:

Âlem ehli bilin kim düşmanlık iyi iş değildir,

Birbirinize dost olun kim iyi iş budur.

Bu parkta bir de “Yazıçılar Hıyâbânı” var. Edebiyatçılar Yolu. 2017’de açılmış. Özbek edebiyatından şair ve yazarları otururken, yahut ayakta, ellerinde kitap ile, yahut düşünürken, her birini farklı bir komopozisyon içinde gösteren, çimenler, çiçekler ortasında heykeller. Yirmiden fazla edebiyatçı.

 

 

Bir tanesi kadın. Zülfiya. Kendisiyle burada tanışıyorum! Zülfiya Hanım… Sovyetler döneminde, daha çok kadınları, anneleri, çocukları konu edinen, fakat Sovyet ideolojisine uygun, Komünist Parti’nin isteği doğrultusunda propaganda şiirleri de yazmış bir şair olmasına rağmen, bağımsız Özbekistan yönetimi onu da Özbekistan’ın has evladı kabul ederek burada heykeline yer vermiş. Zaten ömrünün son yıllarında yazdığı şiirler çok farklı. Zülfiya Özbekistan’ın bağımsızlığına kavuştuğunu görecek kadar uzun yaşamış ve o zaman şu mısraları yazmış:

Hurriyat, keldingmi nahotki kelding, 

Pinhona soğindim, pinhona kutdim.

 

Türkiye Türkçesi’ne çevirirsek:

Hürriyet, geldin mi? Sahiden geldin mi? 

Gizlice özledim, gizlice bekledim.

Bu mısralar Sovyetler döneminde ülkeden kaçmayan ya da kurşuna dizilmeyen, kaçmayı ya da kurşuna dizilmeyi göze alacak kadar cesur olmayan kalem erbabının, hepsinin değilse de çoğunun, şiddetli bir baskı ve korku altında yazdığını gösterir bize. Sovyet ideolojisine gönülden inananlar da vardı elbet; ama bu grup bütün ülke coğrafyasında belli ki azınlıktı. Baskı ve korkuyla boyun eğdiren rejimler ne kadar ömürlü olabilir ki?! İşte yetmiş yıl….

Edebiyatçılar yolunda Nevaî’nin dışında tanıdığım sadece dört isim var: Babür, Çolpan, Furkat, Vahidov….

Babür

Furqat

Çolpan

Babür, onaltıncı yüzyılda Hindistan’da büyük bir Türk imparatorluğu kuran, Timurlu hanedanından Babür Şah. Orada imparatorluğu kurmuş amma…

 

Şåh Båbur yürdi Hindû üstige, şåir ve lek 

Yığladı Ferganadan tâ mülk-i Hindistan qadar

diyen, “şah” olarak fethe giderken, “şair” olarak vatan hasretiyle yol boyu ağlayan, hem şah hem şair Babür.

Çolpan:

Gözal Turkiston senga ne boldi,

Sahar vaqtida gullaring soldi.

şiiriyle -ve bestesiyle- âşina olduğumuz, Fergana Vadisi’nde Andıcan şehrinin hemşehrisi, bütün şiirlerinde Sovyet rejimine isyanını, feryadını, öfkesini haykıran, belki:

Ey tagları köklerge selam bergen büyük ölke

Neme uçun başında koyuk bulut kölenke

(Zor: Büyük. Bergen:Veren. Koyuk: Kara. Kölenke: Gölge)

dediği için, belki:

Külgen başkalardır, yığlagan menmen

Oynagan başkalardır inglegen menmen

….

Erkin başkalardır, kamalgan menmen

Hayvan katarıda sanalgan menmen

(Külgen: Gülen Yığlagan: Ağlayan. Erkin: Hür. Kamalgan: Hapse atılan. Menmen: Benim.)

dediği için, bütün dedikleri için genç yaşta Stalin’in “Büyük Temizlik”inde kurşuna dizilen Abdülhamid Süleyman Çolpan…

Yeni tanıdığım Furkat:

Figan kim gerdiş-i davron ayırdı öz diyorımdan

Gamım kop ey köngül sen behabarsın oh u zorımdan

diyen, yine Fergana Vadisi’nde Hokand doğumlu Zâkircan Furkat… Ya da Firkat… Ayrılık! O Bolşevik devriminden öncesinin şairi. Genç yaşında doğduğu topraklardan ayrılmış. Bu ayrılış Çarlık Rusyasının Türkistan politikasını yeren şiirler yazdığı için mecburî olmuştur. Almış başını gitmiş, Türk ve İslam diyarlarının önemli şehirlerini gezmiş, bu arada İstanbul’a da gelmiş, en sonunda Doğu Türkistan’da onbeş yıl yaşayıp genç yaşta orada, öz diyarından uzakta, 1909 yılında ömrünü tamamlamış Furkat.

Vahidov’u da Vadi’de tanıdım. Fergana Vadisi her bakımdan ne bereketli yer?!

Egerçi ismim Erkin, 

Erki yoq bende-kişen boldım, 

Közim bağlıq, dilim dağlıq, 

Tilim yoq, be-suhen boldım

diyen, Özbekistan’a ayak bastığım ilk gün, akşam karanlığında vardığımız, üzümleri, asmaları, asmalı avlularıyla bizi büyüleyen Altıarık kasabası doğumlu Erkin Vahid. Büyük Temizlik’ten çok yıllar sonra, rejim baskısının nisbeten azaldığı bir dönemde yazmaya başladığı için “Adım Erkin, (Özbek Türkçesi’nde hür, hürriyet demek) ama hür değilim, zincire vuruluyum. Gözüm bağlı, gönlüm yanık, dilim yok, konuşamaz haldeyim” mısralarını ve çok daha sert benzerlerini yazabilmişse de, yine de kovuşturmalar, soruşturmalar, tutukluluklar yaşamış ama hürriyeti de görmüş, 2016’da vefat etmiş Erkin Vahid.

Bu şiirli günün sonunda, Ali Şir Nevaî’nin divanını almak istedim. Özbekistan Millî Basımevi’ne gittik. Geniş bir satış bölümü var. Fakat Latin alfabeli kitaplar çok az! Şaşırdım. Ne Nevaî’nin divanını, ne Muhakemetül Lügateyn’i, ne Çolpan’ın bir şiir kitabını, ne Özbek şairleri bir araya toplayan bir antolojiyi bulabildim. Nevai’ye ve diğer şairlere ait bir çok kitap var elbette, resimlerinden anlaşılıyor ama okuyamadıktan sonra… Latin alfabesiyle basılmış Babür Şah’ın günlükleri Babürnâme vardı, bir de Nevaî’nin Lisan-üt Tayr, o ikisini aldım. Görünüşe göre, Millî Basımevi kitaplarının üçte ikisi hâlâ Krill ile. Alfabe konusunda Özbekistan gayretli ve epey mesafe katetmiş görünse de, yollardaki tabelalar, ilanlar, reklamlar, levhalar artık Latin alfabesi ile yazılıyor olsa da, Türk dünyasında alfabe birliğine daha epey zaman var.

Yalnız aramadığım halde Latin harfli bir kitap önüme geliverdi. Temurbek Turkiston Amiri. Xayriddin Begmatov isimli bir yazarın eseri.

Kitabı Timur’un bir sözü başlatıyor, imlâsına dokunmadan: “Biz kim Maliki Turon, Amiri Turkistonmiz…”

Sözün devamı da var: “Biz kim millatlarnıng eng qadimi va eng ulugi Turkning bosh boʻgʻinimiz. Agar bizning qudratimizga shubha qilsang, biz qurgan imoratlarga boq.”

Altı yüzyıl öncesinden gelen bu sesi, okuyucumuzun anladığını sanıyorum ama yine de bir kere de böyle yazalım:

“Biz ki Turan’ın meliki, Türkistan’ın emiriyiz. Biz ki milletlerin en eskisi ve en ulusu Türk’ün başbuğuyuz. Eğer bizim kudretimizden şüphe duyarsanız, kurduğumuz binalara bakın.”

 

Özbekistan’ı Timur’un bu cümlesiyle kapayalım. 

 

 

Yazar

Ayşe Göktürk Tunceroğlu

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar