Yükleniyor...
“Beş Şehir’in asıl konusu hayatımızda kaybolan şeylerin ardından duyulan üzüntü ile yeniye karşı beslenen iştiyaktır.” der ve devam eder Ahmet Hamdi Tanpınar; “ ilk bakışta birbiri ile çatışır görünen bu iki duyguyu sevgi kelimesinde birleştirebiliriz.”
Evet, ilk bakışta kaybettiklerimizin üzüntüsü ve yeniye beslediğimiz kuvvetli istek birbiri ile çatışır görünüyor. Fakat usta anahtarı vermiş: “sevgi” kelimesi. Bütün zıtlıkları bu kelimenin potasında eritebilir insan. Gülü dikeniyle ya da dikenine rağmen sevmez miyiz mesela. Ya da sevdiğimiz insanların sevmediğimiz özelliklerine sırf ona duyduğumuz sevgiden dolayı katlanmaz mıyız? Tanpınar’dan dinlemeye devam edelim Beş Şehir için başka ne demiş: “Bu sevginin kendisine çerçeve olarak seçtiği şehirler, benim hayatımın tesadüfleridir. Bu itibarla onların arkasında kendi insanımızı ve hayatımızı, vatanın manevi çehresi olan kültürümüzü görmek daha da doğru olur.”
Bir şehir ne kadar yıkık dökük, ne kadar isli paslı, ne kadar durgun ya da ne kadar karmaşık olsa da “bizim” diyebildiğimiz müddetçe bağlanmaz mıyız ya da katlanmaz mıyız? Ya da en güzel örneği vatan ve millet sevgisi diyebiliriz belki de. Ne kadar acı çeksek, ne kadar bedel ödesek, uğrunda ne kadar canımızı, kanımızı, yıllarımızı feda edersek o kadar bizim olduğunu hissetmez miyiz? Kızarız, küseriz belki ama terk edip gitmeyiz. “Ne hâlin varsa gör” de diyemeyiz hâliyle. En azından kendini vatansever olarak tanımlayanlar diyemez diyelim. Ahmet Hamdi Tanpınar da diyememiştir, dememiştir ve Beş Şehir’i bu ruhla yazmıştır. Kitapta sancılı bir geçiş döneminin içine doğan, hayatı ve kişiliği bu ağır dönemde şekillenen yazarın müthiş gözlem ve analiz yeteneği ile anlattığı beş önemli şehrimizi görürüz. Kendi deyimi ile kaybettiklerimizin üzüntüsü ve yeniye karşı duyduğumuz hevesin birleştiği sevginin kendisine çerçeve olarak seçtiği şehirler. Tanpınar o güzel, akıcı cümleleri ile bizi Ankara, Erzurum, Konya, Bursa ve son olarak da İstanbul’da zaman yolculuğuna çıkarır. Bu beş önemli şehirde, Selçuklu’nun, Osmanlı’nın ve Anadolu coğrafyasında kurulmuş diğer medeniyetlerin izlerini görmek mümkündür. Bu şehirlerdeki mimari yapılar, sosyal hayat, insan ilişkileri ve toplumsal sorunlar ve tüm bunların yazarda bıraktığı etkileri görürüz. Yazar bu şehirlerdeki kadim mirasları kitaplardan okuyarak değil, bizzat görerek, gözlemleyerek aktarır bize. O yüzden samimidir, içtendir ve bir o kadar bizdendir. Anadolu kültürü ve insanı hakkında fikir verir bilmeyene. Bilenler zaten kendini bulur sayfalar arasında. Yine kendi deyimiyle “kendi insanımızı ve hayatımızı, vatanın manevi çehresi olan kültürümüzü” sergilemiştir bize. Bu açıdan önemli bir eserdir.
Tanpınar’ın yaşadığı dönemin tam bir geçiş dönemi olduğu düşünülürse geçmiş ve gelecek arasında köprü niteliğindedir diyebiliriz. Bizzat yaşadığı bu sancılı süreç elbette birçok şeyi değiştirmiş, dönüştürmüştür. Bu dönemlerin dramını toplum olarak ne şekilde yaşadığımızı ve bu kitabın yazılış amacını önsözünde şu cümleler ile ifade eder: “Gideceğimiz yolu hepimiz biliyoruz. Fakat yol uzadıkça ayrıldığımız âlem, bizi her günden biraz daha meşgul ediyor. Şimdi onu hüviyetimizde gittikçe büyüyen bir boşluk gibi duyuyoruz, biraz sonra, bir köşede bırakıvermek için sabırsızlandığımız ağır bir yük oluyor. İrademizin en sağlam olduğu anlarda bile, içimizde hiç olmazsa bir sızı ve bazen de, bir vicdan azabı gibi konuşuyor. Sade millet ve cemiyetlerin değil, şahsiyetlerin de asıl mana ve hüviyetini, çekirdeğini tarihilik denen şeyin yaptığı düşünülürse, bu iç didişme hiç de yadırganmaz. Mazi daima mevcuttur. Kendimiz olarak yaşayabilmek için, onunla her an hesaplaşmaya ve anlaşmaya mecburuz. Beş Şehir işte bu hesaplaşma ihtiyacının doğurduğu bir konuşmadır.”
Tanpınar’dan bahsetmişken o güzel Türkçesinden bahsetmeden geçmek olmaz kanımca. Tanpınar’ın dili o kadar duru, o kadar akıcı ve etkileyici ki; türü ne olursa olsun büyük bir ilgi ile kendine bağlamayı başarıyor. Bu bakımdan özellikle genç kuşağın Ahmet Hamdi Tanpınar’ın eserlerini okumasını tavsiye ederim. Osmanlının son dönemleri ve Cumhuriyetimizin kuruluş yıllarına dair çok önemli izler bulabilirler bu eserlerde.
Yazıma yazarın önsözü ile başladım, şu ümitli son sözleriyle bitireyim:
“En iyisi bırakalım hatıralar içimizde konuşacakları saati kendiliklerinden seçsinler. Ancak bu cins uyanış anlarında geçmiş zamanın sesi bir keşif, bir ders, hülasa günümüze eklenen bir şey olur. Bizim yapacağımız yeni, müstahsil ve canlı bugünün rüzgarına kendimizi teslim etmektir. O bizi güzelle iyinin, şuurla hülyanın el ele vereceği çalışkan ve mesut bir dünyaya götürecektir.”
Keyifli okumalar dilerim…
1 Yorum