Yükleniyor...
Doğa ve insan
Aristoteles’e göre, “Bütün insanlar doğal olarak bilmek isterler.”[i]
Bilgi, insan için önemli bir “var olma” koşuludur. Bilmek de insanın en temel gereksinimidir. İnsan, sadece kendi dışında var olanları bilmekle sınırlı bir bilgi alanına hapsedilemez. O, aynı zamanda kendini de bilmek zorundadır. İnsandaki bilme zorunluluğu, bir çeşit bilme isteği ve hatta daha da ileri götürürsek bir bilme çabası, bilgi arayışıdır. İnsan, evren kadar sonsuz bir doğal çevresi varken içine kapanıp yaşayamayacağını defalarca kez deneyimler ve kendi dışına döner. Tüketmenin yanında üretmeye başlar. Ürün, hizmet ve fikir üretir. Teknik sayesinde yaşamı kolaylaştırırken diğer yandan da sosyal hayatı düzenler.
İnsan, doğadan ayrı düşünülemez ama bir ve aynı da tutulamaz. İnsan bedeni, doğanın bir parçasıdır. Bunun yanında insan, gözlemlenebilir dünyadaki diğer her şeyden farklıdır. Organik değişim ve gelişim süreçlerine tabi olan insan, dinamik yapıdadır. Aristoteles, bitkilerin, hayvanların ve insanların kendiliklerinden hareket veya değişim yaratabilme yetisine sahipken taşların, kayaların bundan yoksun olduklarını vurgular. Bitkinin boyu uzar, hayvan yerini değiştirir ama taş sadece olduğu yerde durur. Dünyanın varlık düzeni kabaca bu sayede ayrılır: Canlılar ve cansızlar. Bu varlık düzeninde üstün olan canlılardır ve canlılar içinde de insandır. İnsanın en ayırıcı özelliği de bilinçli olarak bilgi edinmeye açık olmasıdır. Bilme merakı da bu özelliğin bir parçasıdır. İnsan, nerede yaşayacağını seçer, yaşayacağı yapının nasıl olacağını seçer, neler giyeceğini, neler yiyeceğini seçer. Maviyle uyumlu renkleri bilmek ister. Pencerelerin hangi yöne bakması ona tasarruf ve manzarayı bir arada verir diye merak eder. Avokadonun nasıl yetiştiğini öğrenmek ister. Domates yetiştirmek, ağaçlara hamak kurmak ister. Temiz su içmek, oksijeni bol bir yerde yaşamak, vahşi hayvanlardan korunmak ister. Elektrik sayesinde aydınlanmak, cihazlarla hayatını kolaylaştırmak, güneşle ısınmak, rüzgarla elektrik üretmek ister. Bilme merakı onu o fikirden bu fikre uçurur durur. Oysa bir ağaç nereye dikildiyse orada tamamlar ömrünü. Bir orkidenin beyaz yerine mor saksıda serpilmeyi istemesi söz konusu olamaz. Bir at, yelesine meç, toynaklarına pedikür yaptırmak gibi fikirlerle asla tanışmamıştır. Solucanlar bel ağrıları için masaja gitmezler. İnsanla diğer canlıları ayıran ve hatta insanı doğadan farklı kılan aklı, güdüleri, algıları ve duyularının yanında bir türlü bastıramadığı bir de bilme merakıdır.
Algısı dış dünyaya açık olan insanın bilme merakını yine bu algılar ve onlara eşlik eden duyular tetikler. Doğayı anlama çabası, taklit etme arzusu, duygularını anlatma isteği ve bir arada yaşamı sağlama çabasıyla insanî etkinlik alanları doğar. Gün doğumunun güzelliğini bir tuvale aktarıp ölümsüzleştirmek, bir aşkı dizelere döküp herkese duyurmak, gördüğü her şeyin ilk kaynağını ve yaradılışını merak etmek, insana düşünce ve duygu dünyasının kapılarını açar. Görüldüğü gibi her şeyin temelinde insanın bilgi açlığı yatar. İnsanı insan yapan bilgi açlığı ve bilme merakıyken insanın kendini bilip öğrenmesi kadar kolayı yoktur fakat tembellik insanı tüm bunlardan alıkoyar ve kaos fırtınaları yaratır. Kimi toplumlar koşaradım ilerleyip çağ atlarken diğerleri yaya kalır. Akıllı evler, insansız uçaklar, virüsler, aşılar, akıllı telefonlar, güneş enerjisi panelleri, rüzgârgülleri, mutfak robotları, tanklar, roketler, nükleer bombalar… İyi için de kötü için de olsa yol alan toplumlar, bilme isteğini besleyen toplumlar oldu. Bunu bastıranların önemsediği ise daha çok para kazanmak, doğayı tüketmeyi umursamamak, hayvanları hiçe saymak, insanları değersizleştirmek ve toplumu çökertmekti. Düşünemeyen zihinlerin kendini kıstırdığı kapanda hayatta kalma savaşı hiç bitmez. Oysa ilerleme, hayatta kalmanın ötesinde hayatı sürdürebilmeyle ilgili. Okumadan, yazmadan, araştırmadan ve akıl yürütmeden sadece kulaktan dolma bilgilerle hayatını geçiren insanlar kadar boş ve dünyaya yük olmak dışında işlevsiz bir varlık, bir toplum olmak ne acı.
İnsan, kalıcı olmak ister. Varlığını koruyabilmesi kalıcılığına bağlıdır. Kalıcılık adına insanın bilgiyle kurduğu ilişki, aslında tamamen kendini var edebilmek ve kendine bir dünya kurabilmekle ilgilidir. İnsan, kendine bu dünyayı kurabilmek ve kendini var edebilmek için bilim, sanat ve felsefe gibi etkinlik alanları oluşturur. Bunları, daha sonra siyaset, din ve hukuk gibi alanlar izler. Bir arada yaşamanın gereklerini planlayabilmek, bilme arzusuna tutkuyla bağlanmakla ilgilidir. Siyaset, sosyoloji, hukuk coğrafya ve tarih gibi alanlara sırt çevirmek yerine onları özümsemekle ilgilidir. Matematik, fizik, kimya ve biyolojiyle çevirmen yardımıyla dahi anlaşamayan toplumların işi zordur. Bu alanları ana dili yapamayan toplumlar, gelişmekte olan toplumlar arasına bile girmeyi başaramaz. Gelişme, bilmeye duyulan açlığın doyurulmasıyla doğru orantılıdır. Bilmekten korkmakla bilgiyi tek başına güç sanmak arasında fark yoktur. Bilmekle beraber önemli olan, bilgiyi yerinde ve doğru kullanabilmektir. İnsan, kendini bilmenin ötesinde kendini inşa etmesi gereken yegâne varlık olduğunun farkına varmalıdır.
Sokrates’in önemle vurguladığı ve “Delphoi”nin girişinde yazan “Kendini bil!”me çabası, insanı sürekli bilmeye ve keşfetmeye yönlendirir. Aksi durumda “bilgisizlik” güç kazanır çünkü insan, dünyayı kendinden yola çıkarak keşfedebilir ve bilgiye de kendinden yola çıkarak ulaşabilir. O halde Francis Bacon’ın “Bilgi güçtür.” sözü de insanın ve insanî dünyanın keşif yolculuğuna işaret eder. Sonuçta Descartes’ın “İnsan zihni boş bir levhadır.” düşüncesinden hareketle çıkılan bu yolda insanın tek arzusu, kendini keşfetmek ve kendine bir dünya kurmaktır.
İnsan çoğu zaman kendini bilme konusunda yetersiz kalır. Kökünde bilgi arayışını ihmal etmenin yattığı bu sorun, dünya üzerindeki pek çok soruna kaynaklık eder. İnsan, yaşadığı dönemin toplumunun, siyaset ve ekonomisinin koşullarını göz önünde bulundurarak kendinden uzaklaştığında sorunlar başlar.
Doğa bilimlerine dayanan insan ve yaşam anlayışlarının ön plana geçmesiyle insanın bilgi evreninin sosyal yanları ihmal edilir. Üstelik içinden çıkardığı bilim gibi nesnel ve kesin bilgiler vadetmediği için hor görülen ve dışlanan felsefenin yokluğuyla bir gözünü ve kulağını kaybetmiş gibi eksik yaşadığının farkına varamayan insan, kendi dünyasını kurmak isterken bütün dünyayı yok edecek bir anlayışa saplanır. Ekonomik kalkınmaya dayalı bir ilerleme grafiği, insanın kendine yönelik bilgi yönünden gelişmesinin durduğunun ve unutulduğunun nesnel ispatıdır.
İnsanın kendine yönelik bilgisinin ihmali sonucunda toplumlarda hızla artan ahlakî çöküntünün tesiriyle bugünkü dünyada genel olarak yaşamın her alanında ve her türlü insan ilişkisinde çok çeşitli sorunlar baş gösterir. İnsanların hem kendileri hem de genel olarak insan hakkındaki bilgi düzeyleri belirgin şekilde eksik, yetersiz, verimsiz, yüzeysel ve sığ kalır. Bu sebeple de toplumlar çöker ve yerlerine yenileri kurulur. Tarih böylelikle yazılırken insan da kendi keşif yolculuğunda çağlar açıp çağlar kapatır.
[i] Çev: Ahmet Arslan, Aristoteles, Metafizik, 1985, İzmir, Ege Üniversitesi Basımevi.