Yükleniyor...
Aslında söyleyebileceğim her şeyi geçen yıl söylemiştim. Hakkında söylenebilecekler bittiği için değil ama benim söz hazinem ancak o kadarına yettiği için.
Aradan koskoca bir yıl geçmiş, inanması güç.
Artık “Ne olacak bu memleketin hali?” diye bunaldığımızda, mutat köşesinde oturarak olayları irfan gözüyle tahlil edip de bizleri sakinleştirmesi mümkün değil. Evet bizi hak ettiğimizden daha büyük bir ilgi ve ciddiyetle dinlemeyecek belki.
Acaba onun gibi insanlar ölünce bedenleriyle beraber bütün varlıkları da toprağa mı karışır?
Sanmıyorum. Nereden mi biliyorum? Öncelikle bunu merhum babam Abdurrahman Çelik’ten biliyorum. O kitap yazmamıştı, meşhur biri de değildi ama ailesine, yakınlarına, hayatı nasıl anlamak ve kabul etmek gerektiğine, Türk Milleti’nin iyiliği için nasıl düşünülmesi gerektiğine dair pek çok değerli örnek bırakmıştı.
İşte o değerli adamın kadim dostu, Merhum Sadi Somuncuoğlu da böyle yaptı. O ayrıca usanmadan yazdı, konuştu, mücadele etti.
Memleketimizde siyaset bildiğiniz gibidir. Yerel menfaat dağıtımcılığından ibarettir. En muteber siyasetçi, seçmenlerine en çok menfaat dağıtan siyasetçidir.
Memleketimizde bu yüzden siyasetin içi boşaltılmıştır. O; felsefesiz, hissiz, hassasiyetsiz yürütülen bir zanaattir.
Sadi Somuncuoğlu, sığ siyaset esnafının elinde oyuncak edilmiş siyaseti; onurlu, ilkeli, namuslu ve tam anlamıyla milliyetçi bir tavırla icra etmişti.
Evine ne zaman gitseniz elinin altında bir kitap bulurdunuz. Çünkü o bütün olgunluğuna rağmen henüz “dolmadığını” düşünürdü. Ona göre öğrenilecek daha bir çok şey vardı. Ona göre Türk Milleti’ne yol gösterecek insanların önce kendi şuurlarını aydınlatmaları gerekiyordu.
Onu diğer milliyetçi siyasetçilerden ayıran da işte bu felsefi yönüydü.
Onunla konuştuğunuzda siyaset liginin maçları hakkında başlatılan yüzeysel bir sohbetin bir anda siyaset felsefesiyle ilgili bir derse dönüştüğünü görebilirdiniz.
Peki ama bu şimdi mümkün değil mi?
Belki yazdıklarına bir göz atarsanız aslında bize hâlâ o satırlardan nice dersler verdiğini görebilirsiniz.
Hayır…
İstediğim gibi yazamadım. Kabul ediyorum. Söylenebilecek çok daha duygulu, vurucu, bediî şeyler vardı.
Oysa ben akışına bıraktım.
Sanırım o da olsa aynısını yapardı.
Çünkü ırmaklar asla başkasının emrinde akmaz.
O da yalnız ve ancak içindeki Türklük sevgisinin çağıltısına kulak verdi ve başkalarına göre pek yüksek sayılan birçok makamı bu yüzden elinin tersiyle itti. İşte biz o yüzden onu, Anadolu bozkırlarına bir daha gitmemek üzere gelen Türk obalarına yol gösteren, güven veren bir bengütaş olarak Aksaray toprağına emanet ettik.
Hayır…
Bu yazı istediğim gibi akmadı.
Ama sanırım onun serinkanlılığıyla bilincime esen bir rüzgâr, onun tevazuyla çiseleyen bir yağmur, onun Türklük aşkıyla akan bir çay gibi aktı.
Bu yazı istediğim gibi akmadı.
Çünkü ne ben onun gibi Türk çerilerini hakkıyla anlatabilecek kadar mahirim ne de kelimeler onların hayatlarından örülmüş kilimleri tercümeye kâfi.
Yazı kendince aktı. Ben, çocukluğumun en şekerli yıllarından beri tanıdığım büyüğümün arkasından öylece baktım.
Daha ne demeli?
Herhâlde o olsa şöyle derdi:
TANRI TÜRK’Ü KORUSUN!
1 Yorum