Yükleniyor...
Çocuklarımızı yetiştirirken sağlıklı ortam talep ediyoruz. Parazitler olmayacak. Hava ve su temiz olacak. Kendi yaşadığımız ortam için de benzer taleplerimiz var. Fakat çocuklar her zaman daha önemli. Çünkü onları kendimizin devamı, bizi ölümsüzleştirenler diye görürüz. Kötülüğün onların başına gelmesindense bizim başımıza gelmesi evladır.
Şimdi soralım: Çocuklarımızın yetiştiği ahlâk ortamı temiz mi? Sağlıklı mı? Apış arasına sıkıştırılan ahlâktan değil, insan fıtratındaki ahlâk anlayışından bahsediyorum. Özü ile sözü bir olmak. Dürüstlük. Yalan söylememek. Çalmamak. Güvenilir bir insan olmak. Allah’ın bildiğini kuldan gizlememekten, gizlemek zorunda kalacağınız şeylerden kaçınmaktan söz ediyorum.
Çevreciler, ne dersiniz? Bizim çocuklarımıza ve gençlerimize sunduğumuz ahlâk çevresi temiz mi? Ahlâk çevresinin temizliği; toprak, su, mekân, ses çevresinin temizliğinden daha mı az önemli? Çevremizdeki maddenin kirliliği tehlikeli ve sakıncalı da ahlâkın kirliliği bunların yanında ikinci derecede midir?
Maddenin kirliliğini temizlersiniz. Sosyal ahlâkın kirliğini de temizleyebilirsiniz. Geri dönülmez noktaya gelene kadar. Nedir geri dönülmez nokta? Toplumun, sosyal ahlâksızlığı artık ahlâksızlık kabul etmediği çürüme düzeyidir. Belki o noktaya kadar ahlâksızlık yapmak tehlikeliydi. O noktadan sonra ahlâksızlığa ahlâksızlık demek tehlikelidir.
Mesela toplum, bütün siyasetçilerin yalan söylediğine, hepsinin yolsuzluk yaptığına inanmaya başlarsa. İnanmanın ötesinde, her gün böyle olduklarını görürse. En vahimi, “Siyaset böyledir. Herkes yapıyor. Çalıyor ama çalışıyor. Yalancı ama bizden.” diye düşünmeye başlarsa… Bizim bir siyasimiz, hâlen televizyon ekranlarında kudret mevkilerinin yakınlarında görmeye devam ettiğimiz bir siyasimiz, “Dünyanın hiçbir yerinde siyasetçinin seçimden önce söylediği ile seçimden sonra söyleyip yaptığı aynı olamaz.” demişti. Ya toplum bu düşünceyi de benimseyip normal sayarsa…
Mesela toplum, ticarette ve iş hayatında yalan söylemenin, hile yapmanın, insanları kandırmanın normal olduğuna; bütün iş insanlarının bu ahlâksızlıkları yaptıklarına, aksi takdirde başarılı olamayacağına inanmaya başlarsa! Bir büyüğümüzün, “Zenginse çaldığındandır. Fakirse çalmayı bilmediğindendir.” vecizesini hatırlıyorum. Kim olduğunu siz arayıp bulun. Bu anlayış yerleşirse… Hırsızların genel savunması, “Ama herkes çalıyor.”dur. İnanmazsanız hırsızlık masasından bir polise veya bir ceza hâkimine, avukatına sorun. Hırsız buna inanır. Ya toplum da buna inanmaya başlarsa!..
Mesela toplum, adaletin haklıdan değil, güçlüden yana olduğuna inanmaya başlarsa. Hatta parayı verenin mahkemede de düdüğünü çaldığına inanmaya başlarsa… Bir ülke için, “Davalar açık arttırmaya dönüştü.” diye yazıldığını hatırlıyorum. Açık rüşvet arttırmasına veya açık siyasi güç bilek güreşine… Ve bu kanıksanırsa. Artık o mahkeme, mahkeme midir? O hâkim hâkim midir? O devlet, devlet midir?
Okullarda öğrenciler için kopyanın, öğretim üyeleri için intihalin olağanlığına; hatta imrenilecek bir marifet, hayatın normal seyri olduğuna inanılmaya başlanırsa? O diplomalar diploma mıdır? O üniversite, üniversite midir?
Daha önce de sormuştum: Kopya ile mezun olmuş bir doktora ameliyat olmak ister misiniz? İstemezsiniz herhâlde. Peki, intihalle profesör olmuşsa? Eh, profesörse olabilir herhâlde!
On yıllar önceydi, bir ülkede (adı lazım değil) bir mesleğin (adı lazım değil) mensupları arasında en dürüstün seçilip ödüllendirilmesi için bir gazete yarışma açtı. Fakat adayların gerçekten ahlâklı olduklarını garantiye almak için bir de anonim ihbar hattı verdi… Sonunda, yüzlerce adayın hepsinin aslında sosyal ahlâktan yoksun olduğu, sağlam ihbarlarla ortaya çıkmış ve yarışma, açıkça bu gerekçeyle iptal edilmiş.
Makamlara kopyayla, intihalle, torpille gelinebilir. Dünyanın her yerinde olur. Fakat çoğu toplum bunları bulur, basın bunlara işaret eder ve bunlar hızla topluma zarar verebilecekleri yerlerden uzaklaştırılır. Fakat bir nokta vardır ki o nokta geçildiğinde artık hırsızlar, sahtekârlar, kişiliksizler uzaklaştırılamaz. Tam tersine, hırsız olmayanlar, dürüstler, şahsiyet sahipleri ahlâksızların hışmına uğrar. Buna kimse ses çıkarmamaya, bunu kanıksamaya, olağan görmeye başlar.
O noktadan sonra ahlâksız değil, ahlâksıza ahlâksız diyen cezalandırılır.
İşte kritik nokta odur. İşte ülkenin batışı seçtiği nokta o noktadır. İntihar ettiği nokta o noktadır.