Yükleniyor...
Yapımcı Erol Avcı’nın şirketinin (Turkish Media Corporation-TMC Film) prodüksiyonunda çekilen dizinin yönetmenliğini Hakan İnan yapıyor.
Dizi, Kıbrıs Türklerinin varoluş mücadelesi üzerine kurulu… Anlatılan olaylar, ana çizgileri bakımından bizim için yabancı değil. Tarihî kaynaklardan öğrendiğimiz hâdiseler…
Dizinin merkezinde, Lefkoşa’da sakız tüccarı Kemal Dereli (Ahmet Kural) ve çevresi var.
Dizinin olay örgüsüne geçmeden önce, olaylara eşlik eden tarihî fonu hatırlamakta yarar var.
1960’larda Kıbrıs
Savaş sonrasında anlaşmayla İtalyanlardan on iki adayı alan Yunanistan, gözünü Kıbrıs’a çevirmiş, adayı kendisine katmak için faaliyete geçmiştir. Yunanistan, konuyu Birleşmiş Milletler’e taşıyarak milletlerarası bir sorun haline getirmiştir.
İngiliz sömürgesi olmaktan kurtulan Kıbrıs’ta, yapılan uluslararası anlaşmalar sonucu 1960’ta bağımsız bir cumhuriyet kurulur. Kıbrıs Cumhuriyeti, Türk ve Rum cemaatlerinin eşit egemenliğine dayanan bir devlettir. Cumhurbaşkanının Rum, yardımcısının ise Türk olması anayasa gereğidir. Bu sebeple, aynı zamanda Kıbrıs Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu olan Makaryos, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilk Devlet Başkanı olarak seçilir.
Cumhuriyet yönetimi 120 bin civarında bir nüfusa sahip olan Türk toplumuna, çoğunluğu oluşturan Rumlarla beraber eşit haklar tanımıştır.
Ancak Kıbrıslı Rumlar, Türklere güvence sağlayan cumhuriyet idaresinden memnun değildir. Adayı Yunanistan’a bağlama hayalleri (ENOSIS) devam etmektedir. Makaryos, 1963 sonlarına doğru Anayasa değişikliği teklifi getirir. Yönetimde Türklerin haklarını sınırlandıran bu teklifi Türk toplumu kabul etmez. Böylece, adadaki gerginlik had safhaya ulaşır.
Böyle bir atmosferde başlayan dizinin ilk ve ikinci bölümünde olaylar 1963 yılında geçiyor.
Kanlı Noel
21 Aralık 1963 günü, Rum milislerden kurulu EOKA teşkilatı, Türk köylerine planlı ve sistematik bir şekilde saldırı başlatır. Silahsız ve masum insanlar katledilir, evler yakılıp yağmalanır.
Kemal Dereli’nin ve ailesinin yaşadığı Tahtakale mahallesi yanında, başka köy ve kasabalar da EOKA’nın zulmüne uğramıştır. Yaşananlar, Kıbrıs Türklerinin imha planının bir parçasıdır.
Gördüğümüz manzara içler acısıdır. Türklerin evleri yakılıp talan edilmiş, kundaktaki bebekten hamile kadınlara kadar pek çok savunmasız sivil öldürülmüş, kadınlar, çocuklar ve ihtiyarlar kamyonlara bindirilerek götürülmüştür. Adadaki Türkler güvenli bölgelere göç etmek için yollara düşmüşlerdir.
Kanlı Noel adıyla tarihe geçen bu olaylar, dizide çok dramatik ve acılı sahnelerle veriliyor. Bu sahneler, yaşanmış, gerçek olaylarla neredeyse bire bir örtüşüyor ve Kıbrıs Türklerinin yaşadığı dramın boyutlarını ve içine düştüğü korkunç tabloyu ortaya koyuyor.
Ancak işte tam da burada, dizinin ilk bölümünde, eksik bırakılan bir hususa dikkat çekmek gerekiyor.
Türk Mukavemet Teşkilatı ve Mücahitler
Adada 1950’lerde kurulan ve Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakını hedefleyen Rum terör örgütü EOKA’nın şiddet eylemlerine karşı Türk toplumu da örgütlenmiş, Dr. Fazıl Küçük ve Rauf Denktaş’ın önderliğinde Türk Mukavemet Teşkilâtı (TMT) adıyla bir teşkilât kurmuşlardır. TMT bünyesinde mücadele eden Türklere Mücahit denilmektedir. Zaten TMT’nin yayın organının adı da Mücahit’tir.
İlk bölümde, Mücahit adı bir sahnede, o da belli belirsiz bir şekilde ve geçiştirilerek veriliyor. 8 Nisan günü yayımlanan ikinci bölümde, Mücahitlerin Rum tedhişçilerine karşı savunmalarına yer veriliyor. Fakat Mücahitlerin tasvirinin tatminkâr olduğunu söylemek zor.
Diğer yandan, her nedense Türk Mukavemet Teşkilâtı’nın varlığından ve faaliyetlerinden hiç bahsedilmiyor. Ancak biz şunu biliyoruz ki, Kıbrıs Türkleri saldırılar karşısında oturup beklemedi. Adadaki Türk toplumunu imha etmek isteyen silahlanmış Rumların vandallıklarına, kalleşçe saldırılarına karşı direniş gösterdi. Namusunu, varlığını ve topraklarını savundu.
Kıbrıs Türk mücahitlerinin direnişinin eksik bırakılması, görmezden gelinecek bir hata değil. Onların şanlı direnişi, haklı mücadelesi güçlü bir şekilde seyirciye ulaştırılmalıydı.
Öte yandan, dizide Dr. Fazıl Küçük’ün (Hakan Güner) konumlandırıldığı yer, ilk iki bölüm itibariyle, tatmin edici gözükmüyor. Kıbrıs Türklerinin Millî Mücadelesinin sembol isimlerinden biri, sadece bir sahnede ve bizce zayıf bir şekilde görünüyor.
Buna mukabil, Rauf Denktaş’ın (Devrim Saltoğlu) rolü biraz daha kuvvetli. Geçmişte avukatlık ve başsavcılık yapan Denktaş, olayların başladığı tarihlerde adadaki Türk cemaatinin başkanıdır. Saldırılar sırasında o da kurşunların hedefi olmuştur. Olayları günü gününe telsizle Anavatan Hükûmetine ulaştırmaktadır. Kanlı Noel saldırıları başlayınca Denktaş, Ankara’ya şu mesajı geçer:
“Anavatan Hükûmeti! Kıbrıs Türkü zordadır, ateş altındadır, katliama uğramaktadır. Türk yerleşim yerleri arasındaki iletişim kopmuş, bir araya toplanma ihtimali kalmamış, katliamdan kurtulmak için anavatandan başka güvencemiz yoktur. Kıbrıs Türkünü Rumların insafına terk etmeyeceğinize olan inancımla vaziyet takdirinize arz olunur.”
Denktaş’ın Türkiye’ye duyduğu güveni ve saygıyı gösteren mesajının ardından, mekân değişiyor. Ankara dekorunda yeni karakterlerle tanışıyoruz. Bu sahnelerle birlikte hikâye yeni bir yola evriliyor.
“Fevkalbeşer” bir karakter: Ankaralı
Ankara’da evlilik hazırlığı yapan genç bir çifti görürüz. Daha sonra öğreneceğimiz gibi, Sovyetler Birliği’nde ve Yunanistan’da devlet adına farklı görevler almış, zeki, becerikli bir genç adam (Serkan Çayoğlu) ve nişanlısı (Doktor Ayşe) seyirciye tanıtılır.
Aslında birkaç sahne öncesinde, Rauf Denktaş ile Dr. Fazıl Küçük arasında geçen diyalogda, seyirci Ankaralı karakterine hazırlanmıştır. Denktaş, Ankara’dan gizli bir devlet görevlisinin geleceğinin haberini verir.
“Yirmi bin kişi göç yoluna düzülmüş, kontrol noktalarında mezalim gırla. Tek bir kişi neyi çözecekmiş?” diyerek tepkisini gösteren Dr. Fazıl Küçük’ün son sözü ilginçtir: “Fevkalbeşer olsa, pelerininden asılıp düşürürler.”
“Fevkalbeşer”le Ankaralı karakterine vurgu yapılıyor. Böylece, bu gizemli karakter hakkında seyircide merak duygusu yaratılıyor. Ama daha önemlisi, gelecekte bu ‘fevkalbeşer’ kişinin neler yapabileceğine dair bir ön bilgi de verilmiş olur.
Ankaralı karakterinin görevi verilirken, belge görüntülerden yararlanılıyor. Siyah beyaz arşiv görüntüleri eşliğinde bilgilerin verildiği kısım, başarıyla hikâyeye eklenmiş. Görsel bütünlüğü hiç bozmuyor.
Dizinin ilerleyen bölümlerinde, öyle anlaşılıyor ki, Kemal Dereli tek ana karakter olarak kalmayacak. Başka kişi ve olayların yanında, Ankaralı karakterinin de anahtar bir karakter olarak ön plana çıkacağını tahmin edebiliriz.
Dizide, Kıbrıs Rumlarından üç önemli karaktere dikkat çekilmiş. III. Makaryos (Emre Törün), Albay Yeoyos Gravias (Nebil Sayın) ve Nikos Sampson.
Tayanç Ayaydın’ın canlandırdığı EOKA komutanı Nikos Sampson, geçmişte Kemal Dereli’nin karısı İnci ile olan ilişkisinden dolayı entrika unsuru olarak, belli ki gelecek bölümlerde karşımıza çıkacak.
“Bir Zamanlar Kıbrıs” dizisi şurası muhakkak ki, zorlu emeklerin ve yüklüce bir masrafın sonucunda meydana getirilmiş. Yapımcıların iddialı bir dizi yapmak niyetinde oldukları anlaşılıyor.
Bölümler ilerledikçe, dizi değişik değerlendirmelere de konu olabilecektir. Genel olarak dizinin başta senaryo, yönetmenlik ve oyunculuk olmak üzere standartların altına düşmediği söylenebilir.
Bu arada, popüler yerli dizilerimizde gözlenen bazı alışkanlıklar, burada da karşımıza çıkmakta. Bunlar arasında, detaylara ait unsurları öne çıkarma çabası, bazı duyguları vurgulamak için müziğin baskın şekilde kullanılması, dramatik sahnelerin ağırlığını dengelemek için duygusal ve mizahî unsurlara yer verilmesi gibi örnekler sayılabilir. Özelikle, heyecan ve gerilim unsurlarını belirtmek için kullanılan müzik, zaman zaman diyalogların önüne geçiyor. Popüler yerli dizilerimizde müzik kullanımı konusunda görülen tuhaflıklar burada da karşımıza çıkıyor.
Tarihî gerçekler ve tarafsızlık
İlk iki bölümü itibariyle, “Bir Zamanlar Kıbrıs”ın Türk-Rum çatışması üzerinden şekilleneceğini düşünebiliriz.
Diğer taraftan, Kıbrıs Türklerinin mücadelesi konusunda tarafsız olamayacağımız da ortadadır. Ancak hissî ve rasyonel temellere dayanan bu tarafsızlık, olaylara objektif bir şekilde yaklaşmamıza engel teşkil etmemeli.
Türkiye’nin millî davası olan Kıbrıs tarihiyle ilgili uzun bir süre sonra ilk defa bir dizi hazırlanırken, birtakım hassasiyetler gözetilmeli, tarihî gerçeklere özenle yaklaşılmalı. Meselâ, henüz hafızalardan silinmemiş olaylar anlatılırken, tarihteki kişi ve olaylar yerli yerinde ve tutarlı bir şekilde yansıtılmalı. Özellikle, kurgusal olayların ve kişilerin gerçek kişilikleri perdelemesine veya tahrif etmesine izin verilmemeli. Olayları taraflılık yönüne değiştirmek veya bu yönde bazı gerçekleri görmezden gelmek, tarihî dizi yapmanın sorumluluğu ve namusuyla da bağdaşmaz.
Aksi takdirde, “Bir Zamanlar Kıbrıs” dizisinde gördüğümüz gibi, Türkiye’den gizli bir görevle gönderilen ‘fevkalbeşer’ bir adamın yardımıyla, Kıbrıs Türklerinin kurtarılması gibi bir yanlış algıya sebep olunmuş hem de Kıbrıs Türk mücahitlerinin haklı mücadelesi ve özgürlük savaşı gölgelenmiş olur. Öyle sanıyoruz ki, dizi yapımcıları kamuoyunda böyle yanlış bir algının ortaya çıkmasını hiç ama hiç arzu etmezler.