Yükleniyor...
Şüpheye zerre kadar yer bırakmayacak kadar açık bir gerçeği yaşıyoruz: Her değeri aşındıran değersizlik, din üzerinden yürüyenlerin işi. Nasıl oluyor da din böyle bir kötülüğe yol açmak için kullanılıyor dediğinizi duyar gibiyim. Cevabını arayacağımız soru budur.
Artık hiçbir ölçü, ölçü değildir ve hayatımız baştan ayağa bu istismarın zehrinde debeleniyor. Artık, doğrular doğru, yanlışlar yanlış değil. Öyle de olabilir böyle de. Bugün bir türlüdür, yarın tam tersi. Bu kabulde ve vazgeçişte ne bilim, ne hayat, ne de din var. Çünkü ölçü yok. Geceye gündüz diyebilen ve bunu kabul ettireceğini düşünenlere kanan, hatta inanan bir hipnoza uğramışlar ordusuna hitap etmek mecburiyetindeyiz. Siyasette de hayatta da böyle.
Hatırlayın, yeni zamanların Damad’ı, “Aya dört şeritli yol yapacağız desek seçmenimiz inanır.” demişti. Boşuna uğraşmayın halk sizin söyleyeceğiniz doğruya inanmaz, bizim yalanımızı gerçek kabul eder demek istemişti. Bu zehirli söz ve din dışı din anlayışı yeni değildir. Muaviye, dişi deveye erkek deyip etrafına onaylatarak Hazreti Ali’ye haber göndermişti: “Söyleyin ona, ben istediğim için başkasının devesini benim kabul edecek ve dişi cinsiyetine erkek diyecek on bin adamım var”.
Muaviye siyaset diyerek bu ahlaksızlığı yerleştiren adamdır. İnsan hırslarının hakikati öldürmesine yol veren adamdır. Dini, yani hakkı-hukuku bozan adamdır. Yalnız, idarede başarıyı getirecek gerçeği ihmal etmemiştir: Her zaman iş bilenlerden oluşan iyi bir kadro ile çalışmış ve büyük fetihlere girişmiştir. Şimdikilerde o değer de devre dışıdır. Kötü gidişi kontrol edilebilir olmaktan çıkaran da budur. Şimdi Türkiye’de bilginin ve bilenin yerini, “sadakat” dedikleri körü körüne bağlılık almıştır. Ben ne dersem o. Dişi deveye erkek dediğimde, uzaya dört şeritli yol yapacağız dediğimde “Acaba?” demeyecek, soru sormayacak, sorgulamayacak ve tereddüt etmeden kabul edeceksin.
Bu durumda sorulacak soru bellidir: Muaviye’den 1400 yıl sonra, bugünün dünyasında böyle bir hipnoz nasıl oluyor?
Halk, eskiden de politikacılara, sanatçılara, öncü, önder cinsinden din kişiliklerine iman derecesinde bağlanabilirdi. Etkileri kendi çevreleriyle sınırlı kalırdı. Memleket çapında yaygınlık olsa da devlet idaresine egemen olması düşünülemezdi. Devlet objektif kurallarla ve dünyanın gidişine paralel değişmelere uygun yürütülürdü. Eksiği olur, yanlışı olur ama bu ölçü değişmezdi. Şimdi o grupları sihrine esir eden hipnoz devlet hayatımıza hâkim hale geldi.
Bu durumda bozulma ve bozgun kaçınılmazdı. Akıl devre dışı kalınca, aklı alan kurnaz akıllı, tarlayı istediği şekilde sürer, eker. Süreci gözden kaçırmamak lazım. İki şey önem kazandı. Önce halkı eskinin kötülüğüne inandırmak gerekiyordu. Bunu yaparken, vatandaş tahrik edildi. Seçkinlerin doğrusu yanlışı ayrı, konuşuruz. Yapılan görülmemiş bir iş: Onlar kadar siz de bilirsiniz. Sizden üstün bir tarafları yok. Okuyanları gözünüzde büyütmeyin.. dediler.
Bürokrasiyi yıkmadan bu düşünce yerleşemezdi. Onun da kolayı vardı. Çünkü halk devlet kapısından şikâyetçiydi. Doğru görünen bir yerden girdiler. Onlar sizin hizmetçiniz, dediler. Mesela, Memnun olmadığınız doktoru uyarın! Yoksa hakkından geliriz! Gaz verilmiş halkın yol yordam bilmezlerinin bu doğru gibi görünen, yanlış ifade edilmiş izni nasıl kullanacakları belliydi. Hoşuna gitmeyene hakaret-dövme-sövme memleket sathına hızla yayıldı. Ölümler yaşandı. Başka sebepler de itibar suikastini çekilmez hale getirince birçok doktor devlet hastanelerinden ayrıldı. Birçoğu, başka ülkelere gitmek için harekete geçti. Sadece doktorlar değil, ülkenin iyi yetişmiş on binlerce insanı içinden gidebilenler yurtdışına gitti.
Değerli insanların kaçışının bir tek sebebi var: Bilene düşmanlığın getirdiği baskı ve itibarsızlaştırma. Halk dalkavukluğu’nu zirveye çıkaran da bu düşmanlıktı. Değer bırakmayan da bu düşmanlıktır. İşin anlaşılmaz tarafı bunun devlet eliyle yapılmasıdır. Devlet, hiçbir devirde bilerek cehaleti teşvik etmez. Biz ettik. Düzensizliği ve karmaşayı teşvik etmez. Biz ettik. Halkı askerine, memuruna, devlet çarkını yürüteceklere düşmanlığa yöneltmez. Biz ettik. Kanunları kuralları aşındırmaya uğraşmak tercih edilmez. Biz ettik. Onlarca alan sayabiliriz ki olmayacak işlerdendi, oldu. Bunların temelinde değerlerden ve verdiği ölçülerden kaçış var.
İnsanlık, yüksek kültürü edinmiş seçkinlerin sürüklediği hayatın değerleriyle ilerler. Medeniyet ancak ve ancak yüksek kültürle olur. Dinler de yüksek kültür projeleridir. Cehaleti kutsayan ne din, ne fikir anlayışı vardır. Kör ideolojiler, soru ve sorgulamadan kaçan kof sloganlarla taşlaşır. Cehalete saplanmaları kaçınılmazdır. Orada din ve değerler sadece kullanılır. Her değerin sadece adı vardır. Biz, maalesef bunu yaşıyoruz.
Memleketi cehalette eşitlemeye ve istediği yere sürüklemeye çalışan bir kör sistem içindeyiz. Bilenin eteğinden asılan ve etkisine engel getiren bir cehaletin zoruyla karşı karşıyayız. Yahya Kemal’in “kör kazma” dediği, cehalet yolunun değişmez aletidir. İçine düştüğümüz bu kör kazma şehveti dehşettir. Yapıcı karakterde değildir, mutlaka yıkar.
1 Yorum