Yükleniyor...
Türkiye’deki yaşayan Ahmedcan İsmail isimli bir Uygur Türkünün Doğu Türkistan meselesi üzerine çözüm önerilerini yayımlıyoruz. Yazarın imlasına ve terimlerine mümkün olduğu kadar dokunmadık. Biraz daha kolay okunur hale getirdik. Bu önerilere lehte veya aleyhte kaleme alınmış kaliteli yazıları yayımlamaya hazırız. Yazının Çin ve DT siyaseti üzerine yapıcı bir tartışma başlatacağını umuyoruz.
İki ülke ilişkisi görünürde Türkiye Cumhuriyeti (Kuruluş 1923) ve Çin Halk Cumhuriyeti(Kuruluş 1949)ilişkisidir ama gerçekte bu ilişki 5000 yıla dayanan Türk-Çin ilişkisidir. Çünkü her iki millet aynı coğrafyada komşu ve rakip olarak yaşamıştır. Hatta bugünkü Çin Han milletinin büyük bölümü kuzeydeki Türk kavimlerinin kanını taşıyor. O bakımdan ikili ilişkiler yürütülürken, günümüzün ihtiyaçları ve mevcut aklımızla değil, çok eskilere dayanan tecrübe ve ferasetle davranmamız lazım, çünkü Çin her zaman böyle yapıyor.
1- Türk oldukları hiç tartışılmayan Uygur ve başka Türk kavımlarının Çin Halk Cumhuriyeti vatandaşı ve Uygur Özerk Bölgesi insanı sıfatıyla gereken muamele görememesiyle ilintili birçok siyasi, kültürel, milli ve dini sıkıntıların yaşanmakta olması. Bununla birlikte Uygurlar içindeki çok çok az bir kısım insanların da Orta Doğuda üretilmiş “Amerika-SUUD karışımı İslam” etkisiyle hayalet peşinde olay çıkarmasıyla ilgili sıkıntılar ve bunun yanlışlıkla bütün Uygurlara mal edildiği hazin bir durum.
2- Çin Halk Cumhuriyetinin bilerek ve ”Umrumda değil, ne yapabilir ki” tavrından dolayı yaratılmış Türkiye aleyhine ticaret açığı hem de iki ülkenin potansiyaline yakışmayacak ticaret hacmi.
1- Çin Halk Cumhuriyetinin bütün bölgelerinde uzun yıllardır birikmiş sosyal itirazların Uygur Bölgesine özgü ifadesi olarak, gelir dağılımındaki eşitsizlik, ‘’Şehirli ve Köylü nüfus ayrımı’’ ve bunun gittikçe yerel halkın aleyhine işlemesi(Şehir nüfus kaydı olan vatandaşa daha çok imkanlar verilecek, bir şekilde iş ve aş sahibi olabilecek),milletlere göre farklı istihdam kotası, azınlıkların yurtdışı seyahatlerine konulan sayısız sıkıntılar, onlara mahsus konulan üniversite ve yüksek okullara kabulündeki yüzde sekizi aşmayan öğrenci kotası, işe alımdaki yazılı olmayan her türlü ve fiilen engellemeler… gibi hem Çin’e ortak sorunlar hem de Uygur Bölgesine özel negatif siyaset ve yanlış uygulamalar.
2- Çin Halk Cumhuriyetinin yakın 30 yıllık sürekli büyümesinden biriken mali, askeri ve siyasi gücü ister istemez yeni Çin kuşağında iftiharla birlikte çok fazla kibir üretmiştir. Yanı Çince konuşamayan bütün dünyadaki insanları “Konuşamayan canlılar” gören zihniyet elbette Çin içindeki farklı dil, giyim, yemek, din ve anlayış içindeki insanlara tahammülsüzlük ve hatta onları süpürüp atma piskolojisini yeni nesil Han gençlerine aşılamıştır. Böylelikle farklı olmayı zenginlik değil düşman görüp bu reeliteyi kısa zamanda yok etmeye dönük fiili durum ortaya çıktı.
3- 1979.yılı sayın Deng Şiaoping ABD ziyareti sırasında Çin’in bütün devlet işleyişi, Pazar ekonomisine geçiş, büyük Amerikan şirketlerine Çin izni, SSCB’ye karşı ortak adımlar… gibi bir çok konu partiler üstü anlaşma sıfatında anlaşılmıştı, daha önemlisi bugüne kadar 2 milyondan aşan Amerika’da eğitim gören Batı eğitimli Çinli projesi… gibi asrın planları o ziyaret ve sonrasında uygulamaya konulmuştu.
Şimdi baktığımız zaman Çin Komünist Partisi Polit Büro üyeliğine kadar mercilere yükselen yüz binlerce memur hem de bu sayıdan kat kat fazla olan Batı hayranı Çinli iş adamları ülkede söz sahibi olmaya başladı. Bunların çoğu çoktan beri Hristiyan inancını benimsemişlerdi, yine az ama daha etkili kesim Evanjelist düşünceleriyle donanmış durumdalar.
Sonuçta şimdi ‘’Komünist Parti ve ABD karşıtlığıyla simgelenen Çin ama ABD’nin himayesinde ülke birliğini koruyan ve yine ABD’nin ekonomi açıdan ayakta kalmasını sağlayan bir güç’’ günümüzde ‘’Çin Halk Cumhuriyeti’’ olarak durmakta. Bunun geleneksel Çin ile organik ve doğal ilişkisi olmakla birlikte yakın 40 yıldır değişim ve dönüşümlerden geçirilen yeni tipteki ‘’Çin Halk Cumhuriyeti’’nin varlığını hiçbir zaman göz ardı edemeyiz. Yani kuruluşunda Han milliyetçiliği ile komünist düşüncelerin karışımından doğan ‘’Çin Halk Cumhuriyeti’’ şu an Batı eğitiminden geçen hem de Batı zihniyetini doğru bulan bir Cumhuriyete geçiş yapıyorlar, bunu anlamadan Çin ve Uygur Bölgesindeki olayların asıl nedenini anlayamayız ve anlayamamaktan dolayı hep arkadan geliyoruz.
Şimdi bu maddede asıl konuşmak istediğim konuya geliyorum: Bugünkü ‘’Çin Halk Cumhuriyeti’’ aslında
Evanjelist akımın özgürce yayılan cennetidir ve bu ülkede komünist görünen yönetim sosyal ve ekonomik sorunların nedenini mutlaka birilerine artıp dikkati dağıtması lazım, elbette bu düşman ve ‘’Neden’’ bir Müslüman hem de Türk olması lazım, işte ‘’düşman’’ ve ‘’kötülük nedeni’’ tam da bambaşka kültüre sahip Uygurlardır…
4- a) Yakın 40 yıldır elde edilen triliyonlarca gelirden,
b) Ortaya çıkmış istihdam fırsatlarından, üniversiteye yerleştirme imkanlarından,
c) Han milletine tanınan işe girme haklarından,
d) Kendi toprağından çıkan zenginliğin payından,
e) Yurtdışına çıkma-girme haklarından,
f) Yurtiçi-yurtdışı akrabalarıyla normal görüşme trafiğinden,
g) Dini ve milli değerlerini özgürce yaşamaktan,
h) Uygur kızlarının Uygur’la evlenme özgürlüğünden,
ı) İlçeden ilçeye giderken özel arama değil de her milletle aynı muameleden,
i) Şehirlere giderken otellerde kalabilmekten,
yararlanamayan ya da (insafla konuştuğumuzda) yararlansa bile olması gereken normal düzeyde yararlanamayan Uygurlar, gittikçe umutsuzluğa kapıldılar ve umut arama peşine düştüler. Aradıkları umut da umut değillerdi. Elbette Çin içindeki zenginleşen ve kendini hükümran zanneden kesim hiçbir öneri, tenkit ve itiraz istemeyen duruma geldiler, farklılıkların hepsini birer fiili düşmanlık ilan ettiler. Aslında bu manzara Çin kültürü ve Çin imajına hiçbir katkıda bulunmuyordu, aksine Çin’e dışarının müdahale yapabilmesi için ‘’Uygun’’ ortam yaratılıyordu fakat bu uyarımızı da dikkate alan olmadı, hepsi kibir ve tahammülsüzlükten yaşanıyordu.
1- Çin’den ibaret ülke ve milletin mizacını, huyunu, dilini ve stratejisini öğrenemediler hatta istemediler. Sırf Çin dilini bilen Uygur 1949’dan 2016’ya kadar olan süreçte yüzde 30’u geçemediler.
2- Uygur Bölgesi için en liberal 80’lerde, biraz rahatlamış 2000’lerde ve sonraki 2010’dan sonraki altı yıl olarak bu üç dönemde Uygurlar tepkisel olarak okullardan çocukları alma, özellikle kız çocukları çekme rüzgarı estirdiler. Tabi Uygurlarda görülen 80lerdeki okuldan uzaklaşma hareketi, iktisadi ve küçük aile menfaatından kaynaklanmış idi. Sonraki iki fırtına ise tamamen tepkisel ve didişme mahiyetinde oldu. Yani ‘’Bizim çocuklar okulda kalırsa bozuluyor, onun için okutmuyoruz, kızlar okusa daha da tehlikeli’’. ABD-Suud projesi cehaletten dolayı yaygınlaşan bu gerici görüş sayesinde sonraki bu iki dönemde en az 1.5 milyon(20 milyon Uygur için bu büyük rakam) 10-15 yaş arası Uygur çocuklar anne-babaları tarafından okuldan alındılar. Haksızlıklara tepki vereyim derken kendi milletini öldürmek (bilgisizlik ölüm demektir) bu olsa gerek.
3- Uygurların ideoloji ve sosyal alanlara daha duyarlı ama fen bilimlerine mesafeli hatta alaycı gözde bakması kendilerinin güncel hayatta pasif kalmasına, saygı ve gelir açısından geriye düşmesine doğrudan sebebiyet verdiler. Bu duruma düştükçe daha sinirlenmeye ve nedenini gittikçe başka yerlerden aramaya yeterli sebep ‘’buldular’’. Uygurların sürekli şikayetçi olma, kendilerine ufacık suçlama yönelttiği zaman daha da sinirlenme nedeni tam da budur.
4- Uluslar arası oyunlar ve ülkeler bazındaki siyasetlerden habersiz kaldılar hatta siyaset sözcüğünden tiksindiler.
Uygurlar devlet kuran halk olmasına rağmen yakın zamanlardaki sürekli yönetilme ve ezilme durumu onları ‘Her zaman mağduriyet yaşayacağız, her zaman haksızlığa uğrayacağız’ düşüncesine otomatik kapılmaya ittiler, neticede çözümsüzlüğü kader kabul ettiler.
Çözüm ararken eksikliklerinden söz açmamayı, hep başkaları suçlamayı ve eksikliğini gösterene sözlü saldırmayı mücadele sandılar’’.
Sonsuza kadar dost ve sonsuza kadar düşman’’ aradılar, diyalog ve barışmayı hainlik bildiler, yumuşak güç kavramını kabul görmediler, hükümetler ve milletleri ayrıt edemeden ya hepsini dost ya hepsini düşman hissettiler.
Devletlerin oyunları ve piskolojik harplarına yenik düştüler, birinden kurtulayım derken öbürüne tutuldular hatta bunu da mücadele zannettiler. Çin’in bir millet ve bir devlet olmasından öte onun bir büyük medeniyet hadisesi olduğunu hiç düşünemediler, onların varlığını kabullenemediler, dilini ve siyasetini öğrenemediler. Sovyetlerin ve Amerikalıların ve ya başka Uygur kozu oynayan ülkelerin bir-birinden farklı olmadığını hala düşünemiyorlar.
5- Yakın yirmi yıldan beri yüce İslam felsefesi ve sağlam yaşam görüşüne değil magazinleştirilen, gösterişli olan ve içi boşaltılan siyasi İslam’a, Türksüz Uygur düşüncesine hatta milliyetsiz İslam programına daha çok önem verdiler. İlk başta bu tip Uygurlar bu projenin sahipleri için ‘’Hesaba katmayan ve şaşırtan‘’ elemanlar olarak görüldüler, sonra proje sahiplerinin en başta işe koyacak namzetleri olarak dünyaya bilindiler. Onun için emperyalizimin örgütleri içinde bütün milletler gibi Uygurlar da görülmeye başlandı. Elbette bu Uygur o şanlı tarihimizdeki Uygur değildi.
Sonuçta Uygur, Türk-Çin ilişkilerinde engel değildir aksine bitmez tükenmez enerji kaynağıdır, itici güçtür, ilham kaynağıdır. Bunu başaramamak için özel neden ya da aklı eksiklik yoktur. Yeter ki Türkiye’de iktidar ve muhalefet bir birini yenmek değil, Uygur gibi öz be öz Türk’ün mutluluğu ve Türkiye’nin menfaatı için ortak akla gelebilsin.
Tabi ki bundan Çin de kazançlı çıkacaktır, yeter ki Çinli dostlarımız da endişe nöbetini Uygurlar ve kendilerinden atsınlar.
Saygılarımla
2019.07.30 Antalya