Cumhuriyete İslam Adına Karşı Çıkmak

Bir takım çevreler güya İslam adına Cumhuriyet rejimine, Cumhuriyet bayramına muhalefet ettiler, ediyorlar. Hâlbuki Cumhuriyetin İslam’la çelişen bir tarafının olmadığını bilmiyorlar. Nitekim Hz. Muhammed’in vefatından sonra iş başına gelen dört halife de seçimle halife oldular. Bu sistem “seçim, biat, şuara” çerçevesinde işledi. Yani o dönem şartlarında mesela Hz. Ebubekir seçildi. Ona oy veren de vermeyen […]


Paylaşın:

Bir takım çevreler güya İslam adına Cumhuriyet rejimine, Cumhuriyet bayramına muhalefet ettiler, ediyorlar. Hâlbuki Cumhuriyetin İslam’la çelişen bir tarafının olmadığını bilmiyorlar. Nitekim Hz. Muhammed’in vefatından sonra iş başına gelen dört halife de seçimle halife oldular. Bu sistem “seçim, biat, şuara” çerçevesinde işledi. Yani o dönem şartlarında mesela Hz. Ebubekir seçildi. Ona oy veren de vermeyen de sonra ona biat ettiler. Yani halifeliğinin meşru olduğunu ve onun halifeliğini kabul ettiklerini beyan ettiler. Üçüncü aşamada da seçilen ve halkın biat ettiği halife, şuraya dayalı olarak ülkeyi ve milleti yönetti. Yani ben seçildim, artık diktatör oldum, astığım astık, kestiğim kestik demedi, önemli kararları dönemin sahabilerine, âlimlerine, ehil ve liyakatli kişilerine danışarak, onlarla istişare ederek aldı. Bu sistem, o dönem şartlarında bir çeşit cumhuriyet anlayışıydı. Ama dört halifeden sonra Emevîlerle birlikte yönetim “seçim, biat, şura” sisteminden uzaklaşarak saltanata, aile, sülale yönetimine dönüştü. Bizde de Osmanlı Devleti saltanat rejimiyle yönetiliyordu. 1923’ten itibaren Cumhuriyete geçtik.

Kur’an-ı Kerim’de geçen: “Rablerinin çağrısına cevap verirler, namazı kılarlar. İşleri/yönetimleri, aralarında bir şûra’dır. Kendilerine verdiğimiz rızıklardan infak ederler.” (Şura, 36) Ayeti açıkça Müslümanların kendi aralarındaki işlerini, yönetim meselesini istişare ile, şura ile yapmaları gerektiğini ifade eder ki cumhuriyet meclisi, bu şuranın kurumsallaşmış şeklidir. Ayrıca “İhtilâfu ümmetî rahmetün vâsiatun” yani “Ümmetimin ihtilafı rahmettir.” meşhur hadisinin manasının kurumsal karşılıklarından biri, cumhuriyet meclisidir. Devletin ve milletin en iyi şekilde yönetilmesi konusunda farklı fikirlerin beyan edildiği yer cumhuriyet meclisidir.

Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temelinde de bu ayet ve hadisin etkisi vardır.

Nitekim bu ayet, 1923 ve 1924 yılları arasında Türkiye Büyük Millet Meclisinde talik yazısıyla yazılmış ve duvarda asılı kalmıştır.

 

İsmet Paşa Meclis kürsüsünde konuşuyor, arkasında Kur’an-ı Kerim‘den bir ayet: “Ve emruhum şûrâ beynehum.” (Şûra Sûresi, 38).

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, emperyalist işgalci batılı devletlere karşı verilen millî bir mücadele sonunda kurulan bağımsız millî bir Türk devletinin adıdır. Cumhuriyet, Türk milletinin 29 Ekim 1923 günü kendi bağımsız iradesiyle kendi kendisini yönetmesi iradesinin resmîleştiği, kurumsal millî bir devlet kimliğine büründüğü bir yönetim anlayışının ismidir. Cumhuriyet, millî Türk devlet yapısının kültürden ekonomiye, tarımdan eğitime kadar her alanda sadece kendi ihtiyaçlarına ve menfaatlerine göre yeniden şekillenme isteğinin kurumsal bir ifadesidir.

Atatürk, saltanat rejimi yerine Cumhuriyeti kurmakla tek kişi ve hanedan yönetiminden millet yönetimine geçmiştir. Yani Türk milletinin ve ülkesinin yönetiminde belirleyici, yönlendirici ve karar verici kaynak olarak irâde-i seniyye (tek bir kişi olarak padişahın arzusu) yerine irâde-i milliyeyi (milletin tamamının ya da büyük çoğunluğunun arzusunu) hâkim kılmıştır.

Müslümanlık adına Atatürk’ün kurduğu millî Cumhuriyete karşı çıkanlar, aslında emperyalist Batının içerdeki temsilcisi ve sözcüleri olan ve hiç de Müslümanlıkla alakası olmayan, tam tersine İslam düşmanlıklarını her vesileyle açığa vuran bir takım liberallerin, Türk düşmanı etnik ırkçıların kuyruklarına takılıyorlar. Ya da saltanat rejiminin modern bir türevi olan başkanlık rejimi yani demokratik görünümlü tek adam merkezli sivil diktatörlük hevesindeler.

Atatürk’ün kurduğu bağımsız ve millî Türkiye Cumhuriyetine karşı çıkanlar, Amerika’nın ve Avrupa Birliği’nin yönetimine girmiş, bağımsızlığını kaybetmiş, sömürge durumuna düşmüş, batı emperyalizminin çok uluslu şirketlerinin pazarı ve talan alanı haline gelmiş, Türk milletinin adının da, dilinin de, kültürünün de, kimliğinin de, kişiliğinin de yok edildiği, etnik temelde parçalanmış bir 2. Cumhuriyet ya da bugünlerdeki ifadesiyle ”Yeni Türkiye” hayal edenlerdir.

Atatürk’ün millî Türk devletinin çerçevesi olan Cumhuriyete karşı çıkmak, Türk’ün emperyalist Haçlı işgal ordularına karşı verdiği millî mücadeleye ve Türklerin kendi kendilerini idare sistemi olan bağımsız devlet teşkilatına karşı çıkmak demektir.

Cumhuriyet rejimine karşı çıkmak demek, Türk milletinin millî, dinî ve kültürel kurum, ilke ve değerleri temelinde tamamen kendi iradesine, kendi bağımsız tercihine göre kendi kendisini yönetmesine tahammül edememek, bunun yerine, Türk milletini kendi devletinde, kendi vatanında Avrupa Birliği, Amerika, NATO yönetsin demektir. Nitekim Türkiye’yi yönetme yetkisi almış bazı Türkiyelilerin tam da Cumhuriyetin ilan edildiği gün olan 29 Ekim 2004 günü Avrupa Birliği Anayasal Antlaşmasının Nihaî Senet bölümünü imzalamalarının da özel bir anlamı olmalı herhalde.

Millî bayramları kutlamamak, geçiştirmeye, sulandırmaya, kuru, resmî ve cılız bir şekilcilik içinde geçiştirmeye çalışmak, Türk milletinin ortak millî değer ve kurumlarını heyecanla, canla başla, kalpten, samimi olarak sahiplenmesini istememek demek, Türk milleti millî kimliğinden uzaklaşsın, millî ruhu yok olsun, kolayca yabancı emellere alet olabilecek bir zihinsel ve psikolojik yapıya bürünsün, kolayca batılı emperyalist devlet ve odaklara teslim olsun demektir.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve bu devletin rejimi olan Cumhuriyet, Türkleri ortak, bağımsız, millî bir teşkilat altında toplayan ve böylece millet yapan temel kurumsal çerçevedir. Cumhuriyete karşı çıkmak, Türk’ü kendine ait bağımsız bir rejimden yoksun bırakıp Haçlı-Siyon emrine vermek demektir.

Atatürk’ün kurduğu millî Türk devlet sistemi olan cumhuriyet özü, ruhu, kimliği, rengi, kurumları, değerleri ve ilkeleriyle sadece Müslümancı görünümlü siyasetçiler tarafından yıpratılmıyor. Belki onlardan daha fazla olarak Atatürk’ün partisini ele geçirmiş, Atatürk milliyetçiliği ile alakası olmayan, Türk kimliğini benimsememiş, PKK’lılarla abi-kardeş muhabbeti yapan, Abdullah Öcalan avukatlığına soyunan, Soros bağlantılı kişilerin, Atatürk’ün partisinin içinden devletin millî kimliğini yok etme çalışmaları daha etkilidir. Ankara’da eski Meclis binası önünden başlayıp Anıtkabir’e akan onbinlerce samimî millî Türk devlet sevdalıları, aralarına karışan, hatta önlerinde siyasî temsilci olarak görünen bu ikiyüzlülerin kendilerini oy deposu olarak kullanmalarına izin vermemelidirler.

Yazar

Nurullah Çetin

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar