Emekçi kadınlar

“Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürüklenmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın.” (Mustafa Kemal ATATÜRK)


Paylaşın:

Dünya Kadınlar Günü ilk kez 1800’lü yıllarda ABD’nin Nеw York kеntindе, tekstil fabrikasında daha iyi çalışma koşulları için greve giden kadın işçilerin fabrikaya kilitlenmesi ve çıkan yangında fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamayarak ölmeleriyle gündeme geldi. Bunun üzerine aynı yıl diğer endüstri kollarındaki kadınlar da mücâdeleye devam ettiler. Kadınların yürüttükleri mücâdelenin temelinde seçme ve seçilme hakkı, günlük çalışma koşullarının ve ücretlerin yeniden düzenlenmesi gibi konular yer almaktaydı. 

8 Mart, Türkiye’de ilk kez “Emekçi Kadınlar Günü” olarak 1921 yılında kutlanmaya başladı. 1975 yılına gelindiğinde de hem daha yaygın olarak kutlandı hem de sokağa taşındı. Bugün de ilk başlarda yapıldığı gibi eşitlik için, bağımsızlık için, politik haksızlıkların ortadan kalkması için, daha iyi yaşama ve çalışma koşulları elde edebilmek için çalışılıyor. Kadınlar tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de eşitlik isteklerini yüksek sesle dile getiriyorlar. 

Bugün benim sesim ise yazıya dökülerek siz okurlarımızla buluşuyor.  

Kadına biçilen roller 

İnsan olarak kendimizi bulma ve tanıma serüvenimizle, hayatı deneyimlememiz arasında sıkı bir bağ var. Kadınlar için bunun bir mücâdeleye dönüşmesi ise toplumun biz kadınları, içine çekip, rol biçmesi ile ilgili… 

Anne rahmine düştüğümüz andan itibaren doğacak olan bebeğin cinsiyetine göre hazırlıklar yapılır. Çocuğun cinsiyetine göre belirlenen renkte kıyafetler ve oyuncaklar alınır. İşte bu durum bizlere toplumun daha çocukken biçtiği rollerden kaynaklanır. Bu andan itibaren çocukların cinsiyetine göre davranış sergilemesi beklenir. Kız çocuklarının arabayla oynamaz düşüncesi, çocukların birbirleriyle karşılıklı oynamasına izin verilmemesi psikolojik baskının temelini oluşturur. Bireyin küçük yaşta tüm hayatı üzerinde belirleyici bir rol oynar. 

Bunun yanı sıra toplumda kadınların yapmasına imkân tanınmayan meslekler var. Bir kadının bazı görevlerde yer almaması gibi kalıplaşmış bazı düşünceler hayatımızın içinde yer alıyor. Mesela bir kadın pilot olamaz, çünkü bu erkeğin işidir, dendiğinde cevabı bize Sabiha Gökçen veriyor. Sabiha Gökçen, Türkiye’nin ilk kadın pilotlarından biri olmakla beraber, dünyanın da ilk kadın savaş uçağı pilotudur. Geçenlerde Twitter da “Buraya tırnaklarımı kazıyarak geldim.” diyen bir kadın pilotun paylaşımını da gördüm. Toplumda kalıplaşan düşüncelere karşı duran, değiştirebilen ve geleceğe yön veren kadınlar çok sık görünüyor. Kim ne derse desin, kadınların giriştikleri her adım ve başarıları ortada. 

Eşit yaşam hakkı… 

Günümüzde eşit yaşam hakkı için kadın cinayetlerini durdurma mücâdelesi devam ediyor. Sadece kendi hayatlarımız için değil… Her gün öldürülen kadınlar hepimiz adına bir bedel ödüyor. Bu cinayetlerin arkasında erkek şiddetinin yer aldığını, kendi hayatlarına dair karar vermek isteyen kadınların çalışan, okuyan, toplumsal hayata karışan kadınlar olduklarını da görüyoruz. Kadınlar en çok da en yakınındaki erkekler tarafından öldürülüyor. Bir kadını öldürmenin bahanesi ise çok oluyor. Erkeğin kendisine bahşedilen fiziksel gücü, yanlış yorumladığı gibi şiddeti de buradan besleniyor ve durmuyor. Erkek egemenliğine hayatımızın birçok alanında maruz kalıyoruz. Hele ki çalışan bir kadın olmak, kadın olmaya ek külfetler eklemek anlamına geliyor. 

Toplumumuzdaki yanlış inanışlar kendini bir şiddet olarak gösteriyor. İnsanlar bu yanlış inanışlar sebebiyle cinsel şiddetin gerekçelerini sorguluyor, mağdura yönelik suçlayıcı bir yaklaşımda bulunuyor ya da faili koruyabiliyor. Mesela kadının cinsel tacize uğraması ve sebebinin giyim tarzıyla suçlanması toplumumuzda karşımıza çıkabiliyor. Cinsel şiddetin cinsel açlıktan, erkeklerin cinsel arzu ve dürtülerini kontrol edememesi yüzünden meydana gelmesi durumuna bağlanabiliyor. Cinsel şiddetin nedeninin kontrol edilemeyen dürtüler olmadığını hepimiz biliyoruz.  

Sosyal medyanın gücü 

Günümüzde erkek tarafından uygulanan şiddetin, cinayetin, tacizin savunulur bir yanının olmadığı yaygınlık kazanmaya başladı. Dünya değişiyor ve bu değişimden şüphesiz erkekler de nasibini alıyor. Tüm bunlar iyiye gidişin tablosu aynı zamanda. Ama daha alınacak uzun ve zorlu bir yol var. Hikâyeler, şu an yazdığım yazılar gibi durduk yere yaşanmıyor. Toplumla beraber şekilleniyor, değişiyor. Toplumun her kesimindeki erkekler artık sosyal medyanın gücü sayesinde, hayatlarındaki kadınlara şiddet uyguladıklarında, yaptıklarının yanına kâr kalmayacağını biliyorlar. Ve yavaş da olsa adalet yerini buluyor.  Son zamanlarda çekilen diziler, filmler de kadına şiddete yönelik konular içeriyor. Sosyal medyada yorum yapanın, iki satır yazanın kıymet ve sorumluluk taşıdığını bilmesi önemli.  

Sosyal medya, toplum bilinçlenmesi ve bakış açısının şekillendirilmesini sağlıyor. Çalışmalar, sosyal sorumluluk bilinciyle ele alınıyor ve gerek sivil toplum kuruluşları gerekse sosyal bilinçlenmeye duyarlı kurumsal şirketler tarafından destekleniyor. Sosyal medyanın küçümsenemez etkisi ile belirli bir kesim veya toplum için üretilmiş sosyal medya çalışmaları, evrensel şiddet olgusuna karşı bilinçlenmeye ve tepkilerin özgürce dışa vurumuna zemin oluşturuyor.  

Bunlardan birisi de sanatçı Aslı Aydemir’in sosyal medyanın kadına şiddet üzerindeki etkisini ele aldığı Social Media Effect” adlı sergisi. Sergi, sosyal medyanın somut etkilerinin vurgulandığı çalışmalar üzerinden dikkat çekiyor. Sosyal medyada kadına şiddetle ilgili yapılan yorumlardan yola çıkarak, giderek sıradanlaştırılan kadına şiddet olaylarını unutturmamayı, alışılmasına izin vermemeyi amaçlıyor. 

Sinemadaki kadın emeğini görünür kılmak 

Toplumsal değişikliğin etkisiyle filmlerde ve dizilerde kadın hikâyelerine, kadın karakterlere eskisinden daha çok yer veriliyor. 

Sinema sektöründe çalışan birisi olarak vereceğim örnek de kadınlara yönelik sinema çerçevesinde olacak. Uçan Süpürge Vakfı, film festivallerinde, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin sinemanın etkisine dikkat çekti. Vakıf, 2017 yılında, emek veren kadınların dayanışması ve kendi imkânları ile kuruldu. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin her alanda var olduğunu görerek, kültür sanat alanındaki kadınların ihtiyaçlarını gören Uçan Süpürge, sinema alanındaki kadınların emeğini görünür kılmak amacıyla, 1998 yılında Türkiye’de ilk defa uluslararası kadın filmleri festivalini başlattı. Süpürgesini Ankara semalarında uçurmaya başladı. Dünyanın her köşesinden kadın yönetmenler filmlerini Ankara’da seyircilerle buluşturdu. Kameranın önünde ve arkasında olan kadınları ve sinemacı olmak isteyen gençleri bir araya getirdi. Çalışkan, azimli, amaçlarının ve hayallerinin peşinden giden her kuşaktan kadın sinemacıya bu buluşmalar iyi geldi. Kadın yönetmenlerin toplumsal cinsiyet eşitliği hassasiyetiyle, herkes için eşit, adil bir dünyanın her yerde her alanda yayılmasında destek oldular.  

İnsanlık tarihinde kadının bilgisi, deneyimi, ekonomik gücünü ve başarısını konuştuğumuz günlerimiz olması dileğiyle… 

Söz Konusu 8 Mart Özel Yayını: https://www.youtube.com/watch?v=vDyx37gOjlU 

Yazar

Özge Yıldız

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar