George Floyd’ta 12 Yıllık Esaret’in izleri

Toplum tarafından dışlanan bir adamın, adaletten faydalanamadığı için kendi adaletini uygulamaya çalışması sonrası sembolleşen Joker, bugün kendisini George Floyd olarak yeniden diriltti.


Paylaşın:

Hayal etmenin bir sınırı yoktur. İnsanlar herhangi bir konuda hayal edebilir ve bu hayal âlemlerinde diledikleri gibi gezebilirler. Bu masalımsı alan kişiye özeldir, kimse karışamaz, müdahale edemez. Varlığın içinde bir yerlerde, derinliklerde gizlidir. Kişi istemezse kimse bilemez. Biz buna Platon’un Devlet kitabında tarif ettiği “özgürlük” tanımı içinde bakabiliriz. Tabi Platon artık yok. Özgürlük de o tanım içinde kalacak değildi ya! Gelişen şartlar, tarihin akışı, gereklilikleri neticesinde aradan geçen yüzyıllar boyunca anlam kaymasına uğrayan birçok kavram olduğu gibi değişime uğrayan kavramlar da olmuştur. Bunlardan birisi de özgürlüktür. Platon’un Devlet kitabında tarif ettiği özgürlük kavramına göre isteyenin, istediği gibi davranabilme hakkı; bir başkasının özgürlüğünün başladığı noktada kesintiye uğradı. Sosyal bir varlık olan insan, bir arada yaşayabilmek için buna rıza gösterdi. Kendi özgürlüğünü toplumun yararı için bir üst organizasyona teslim etti. Ona benim adıma adaleti sağla ve aramızda adilce hükmet dedi.

Modern devlet

Devlet, özgürlükleri adilce kısıtlaması gerektiğini ve bunu kanunlarla uygulayacağını beyan ederken; devleti oluşturan milletine ise aralarındaki bağa vatandaşlık bağı ile bağlı kalması gerektiğini anlattı. Onlar adına yatırım yapacağını, onları koruyacağını, adaleti sağlayacağını, özgürlükleri eşit şekilde dağıtacağını, bunu yapabilmesi için de tek egemen gücün kendisi olacağını söyledi. Böylece günümüz modern devletleri tarihteki yerlerini aldı.

Bizim iki paragrafta kısaca anlatarak geçtiğimiz bu konular binlerce yılın birikimi ile oldu. Peki, bu birikimin içinde neler vardı? Muhakkak ki acısız ilerleme olmadığı için bolca acı vardı. Bedeller ödenmiş, kan akmış, sömürü yaşanmış, insan ilişkileri, zihinlerde çok ağır hasarlara uğramıştı. Nihayetinde insanlık ticaret yapamaz hâle gelmiş ve ekonomisi sarsılınca bu kanlı savaşları, bir sonraki savaşa kadar durdurarak sulh ilan etmişti.  Bütün bu acılar neticesinde bir dizi yeni anlaşmalar yapılmış, haklar alınmış ve insanlık tarihi derinleşerek ilerlemeye devam etmişti.

WASP – Beyaz – Aanglo Sakson ve Protestan

Bütün bu gelişmeler neticesinde kurulan devletlerden birisi de ABD oldu. Kurucuları ise kendilerini WASP olarak tanımladı. Bu kategoride olmayanları ise kendilerinden aşağı gördü. İnsanlık tarihinin savaşlar tarihi olmasından dolayı, insan var oldukça savaşlar da var olacaktır. Bugün Amerika’da yaşanan işte budur. İnsanlık bir tarih daha yazmaktadır. Çünkü hakları için mücadele etmektedir. Ne zaman biteceğini bilmek veya iddia etmek kolay değildir ancak nasıl geliştiği ile ilgili fikir yürütmek mümkündür.

Amerika’daki siyahilerin bugün yaşadıkları durum tarihin içinden süzülüp gelen cevaplar ile anlaşılabilir. Beyazlar, ekonomilerini daha iyi hâle getirmek için ucuz iş gücü ve hammadde arayışı neticesinde Afrika’ya ayakbastılar. Sonra buradaki insanları dünyanın dört bir yanında satmaya götürdüler. Bu konuda Prof. Dr. İskender Öksüz’ün şu tanımı durumu daha da iyi izah edebilir. “Bunun ekonomik tarafı da var. Çok güzel iş. Amerika’dan pamuk alıyorsunuz. Siyahilerin topladığı, esirlerin topladığı pamuğu alıyorsunuz, İngiltere’de işliyorsunuz bu pamuğu ve başka şeyleri de işliyorsunuz. Endüstri başlamış, bunları Afrika’ya götürüp satıyorsunuz. Karşılığı para değil. Takas yapıyorsunuz. Karşılığında köle alıyorsunuz.” Yani bu insanlara herhangi bir hak tanımadılar. Barınaklara yerleştirip “Ben size ev verdim, çalışın yemek de vereyim!” diyerek kendilerine “sahip” dedirterek üzerlerinde önce psikolojik daha sonra da siyasi haklar elde ettiler. Sahip olan, karşısındakine insan değil eşya muamelesi yaparak ondan her konuda faydalanmaya başladı.

Gün geldi bu zulme baş kaldırıldı. Büyük, çok uzun mücadele verildi ve kısmî özgürlükler kazanıldı. Bugün, o zamanın “size kalacak yer verdim.” diyenleri baktılar ki bu durum daha pahalıya geliyor, bu sefer de “pekâlâ size özgürlük veriyorum isterseniz gelin benim emrimde asgari ücrete çalışın.” diyerek bu kısmi haklara rıza gösterdiler.

Kalacak yer, yeme-içme gibi gereklilikleri çalışanın üzerine yıkıp, masrafları karşılayacağı ücrete de asgari ücret diyerek, bu durumun daha da ucuza geleceğini gördüler. Temelinde ekonomik kâr yatan bu kısmi özgürlüğü yine çıkarlarına uydurarak kaybettikleri mücadeleye rağmen masadan kârlı kalktılar. Çünkü masa başında diplomasi için iyi eğitim almış olmak ve elde edilen zaferi korumak için gelişmiş teçhizatlara sahip olmak gerekiyordu. Bu da beyazlarda fazlası ile vardı. Siyahlar üzerinde kullanarak yine hak ettiklerinden azını verdiler. Hâlbuki bu haklar kan akıtılarak alınmıştı. Bir ilerlemeydi ancak yeterli değildi. Dahası da gerekiyordu.

Beyazlar, köle olarak gördükleri bu ucuz insanları(!) ucuz iş gücü olarak görmeye devam etti. Öteledi ve yasalarla elde ettikleri haklara rağmen zihinlerinde, bu haklardan mahrum etmeye devam ettiler. Onların gözünde siyahlar her hâl ve şartta köleydi ve “Beyaz adama” hizmet etmek zorundaydı. Şu kaldırımdan yürü, bu lokantada yemek yeme, falanca otele giremezsin, bu okulda okuyamazsın, bu iş yerinde çalışamazsın diyerek hayatta barınmalarına izin vermediler. Yani mücadele sürüp gitti ve bir Afro Amerikan başkan seçilmiş olmasına rağmen hâlâ daha sürüyor.

Siyahlar mücadelelerine her alanda devam ettiler. Kan akıttılar, kavga ettiler bununla birlikte okudular, yazdılar, spor ve sanat ile ilgilendiler, filmler çektiler ne gerekiyorsa yaptılar ve büyük bedel ödediler. Ancak bunlara rağmen toplumsal baskı onların hayat alanını dar tutmaya devam etti. En sonunda George Floyd “Nefes alamıyorum!” diyerek kameraların önünde son nefesini verince gırtlağa kadar gelen öfke; ırkçılığa, zulme ve zalimliğe başkaldıran herkesi sokaklara döktü.

Irkçılığa, zulme ve zalimliğe karşı olanların sokaklara çıktığı anlardan biri.

Bugün bu öfkenin gerçek nedenini daha iyi anlamak istiyorsak, onların tarihi kodlarına, onların gözünden bakmamız gerekir. Yoksa eksik kalacaktır. Merak edenler için iliklerine kadar isyan duygusunu kamçılayan ve yaşanmış olayların anlatıldığı 12 Yıllık Esaret filmi bu konunun anlaşılmasına ışık tutacaktır.

Efendim ben özgür bir insandım!

Solomon Northup, 12 Yıllık Esaret kitabını yazdığında başından geçenlerin acı bir sorumluluğunu taşıyordu. Çok acı çekmiş ve 12 yıl sonra bu acılardan kurtulmuştu. Ancak bu yaşadıkları ona sorumluluk da yüklemişti. Çünkü geride bıraktıkları, benzer acıları yaşamaya devam ediyordu. Bu yüzden eline kalemi aldı ve başından geçenleri yazmaya başladı. Eser, 2013 yılında başrolünde Chiwetel Ejiofor’un oynadığı, Brad Pitt, Lupita Nyong’o, Michael Fassbender, Sarah Paulson, Benedict Cumberbatch gibi usta oyuncuların eşlik ettiği oyuncu kadrosu ile filme de çekildi.

Kitapta/filmde Solomon Northup, bir Afro (Afrikalı) Amerikan olarak hayatını özgürce yaşamaktadır. Ancak daha iyi gelir elde etmek için güvenerek gittiği iki kişi tarafından bayıltılıp köle pazarında satılmıştır. Olay akışı bundan sonra insan vicdanının, onur ve haysiyetinin nasıl aşağılandığı göstermektedir.

Siyahilerin özgürce gezme hakları yoktu. Sahibinden(!) izinsiz bir yere giderse cezası kırbaçlanmaktı.

Çaresiz kaldığı ve sabun almak için gittiği komşu çiftlikten sonra sorguya çekiliyor. Sonrası ağır şiddet içeriyor.

Yıkanmak için bir sabun dahi verilmeye layık görülmeyen, köle pazarlarından satın aldıkları siyahileri “Bu benim kölemdir. Bu da tapusudur.” diye siyasi hak iddia ettikleri kâğıt parçaları ile özgürlükleri üzerinde tahakküm kurulan bu insanlara işkence edilmesi de doğal hak olarak kabul ediliyor. Bu düşüncenin ürünü olan kutuplaşma, ABD’yi bugün iç savaşa en yakın ülke yapan temel faktörlerden birisidir.

Kirli iki yüzlülüğümü yüzüme vurduğun için Oscar senindir! Biraz eğlenin, sonra sokakları süpürmeye devam edin

12 Yıllık Esaret vizyona girdikten sonra çok ses getirmiş, sinema eleştirmenleri tarafından takdirle karşılanıp siyahların haklarına dikkat çekilmiştir. 2014 yılında 3 dalda Oscar alarak da bu başarısını taçlandırmıştır.

Joker, Parazit ve 12 Yıllık Esaret’in ortak noktaları

Sosyal hareketler, ırkçılık, ötekileştirme, George Floyd ve 12 yıllık esaret bir arada anılırsa kendisini anmadan geçersek Joker’in ruhu kulağımızı çeker!

2020 Oscar ödüllerinde hakkında en çok konuşulan ve Joker karakteri ile En İyi Erkek Oyuncu dalında Oscar ödülünü alan Joaquin Phoenix, Goerge Floyd konusunda konuşulacak çok şeyin olduğunu bize anlatıyordu. Joker, toplumda silikleşen insanların gaddarlaştığı bir dünyada duyguları ve varlığı görünmez olan bir insanın isyanının, vücut bulmuş hâlini temsil ediyordu. Kaosun, temelinde yatan o kışkırtıcı haksızlığın toplumsal olayların sonucunun nerelere vardığı hakkında ipucu veriyordu.

Kurulu düzeni alt üst ettiğinde, her şey bir anda kaosa sürüklenir. Ben kaosun elçisiyim. Kaos, adildir.

Joker’in, direnişin sembolü olduğu o sahne.

Toplum tarafından dışlanan bir adamın, adaletten faydalanamadığı için kendi adaletini uygulamaya çalışması sonrası sembolleşen Joker, bugün kendisini George Floyd olarak yeniden diriltti. Çünkü şu kesin ki her sistem kendi isyancısını ve sembolünü doğuruyor. ABD’de bu eylemlerin sembolü bu sayede Floyd oldu. Bir toplum veya kanaat önderi olmadığı hâlde bedelini, nefes alamadan canını vererek mesajını ulaştırması pahasına bu gerçekliği tekrar gözler önüne serdi ve gösterilerin sembolü hâline geldi.

Burada önemli bir konu daha var. Sinemanın bize verdiği mesajların, çekimlerin, oyunculukların vb. diğer konuların değerlendirme mercii olan Oscar ödüllerinde, ödül olan Joker ve Parazit’in ana konusu sınıf mücadelesiydi. Toplumsal eşitsizlik, gelir adaletsizliği, yoksulluk gibi konuların insanın onur ve vicdanını kaybetmesine, yanlış yollara sapmasına sebep olurken bunu izleyip ona ödül veren ABD’de gelir adaletsizliğinin had safhada olması ise bir başka sorunlu konudur.

Bunun en somut örneği ise Koranavirüs salgını nedeni ile hayatını kaybedenlere bakınca görülmektedir. New York Times gazetesinde çıkan bir değerlendirmede, ABD’de, Afrikalı Amerikanların ölüm oranlarının, beyazlara göre 6 kat daha fazla olduğu belirtiliyor. Sebebi de her şartta dışlanan, açlığa maruz bırakılan, sosyal haklardan mahrum edilen ve ancak yaşayabilen bu insanların gerektiği gibi tedavi edilmediğidir. Eğer ABD, bir yere demokrasi götürecekse, yer bellidir: Minnesota!

Eğer ertelenmezse 17 Temmuz’da vizyona girecek olan Christopher Nolan’ın filmi Tenet vizyona girecek. Onun Joker’e olan saygısı sonsuzdu. Ben de Tenet’i sabırsızlıkla beklerken Nolan’ın, Joker’e olan saygısını sunduğu aşağıdaki sahne ile sizleri başbaşa bırakıyorum.

https://twitter.com/cinemovieas/status/1239562725937893380?s=20

Sahne geçişi sırasında Christopher Nolan’ın sahne düzenine Joker’in yüzünü gizlediği kare.

Yazar

Mehmet Onur Karadayı

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar