Yükleniyor...
Günümüzde her konuyu rahatça ifade edebilmek adına sınıflamalardan yardım alıyoruz. İnsanlar ya da insan ilişkileri için de sayısız sınıflama yapılabilir: İyi insan-kötü insan, kadın-erkek, gelişmiş ülke-gelişmekte olan ülke, sağcı-solcu… Ben size kendi yaptığım ama neredeyse hepinizin aklına yatacak bir başka sınıflama yapacağım. Bu bir buluş falan değil. Belki de birçok insanın aklında benzeri sınıflamalar vardır. Ben sadece belli bir durumu somutlamak için bu sınıflamayı yapacağım. Bu yolla güven sorunumu da anlamış olacaksınız. Belki hak vereceksiniz bana belki de vermeyeceksiniz ama mutlaka beni anlayacaksınız. Şimdi anlatacaklarımı zihninizde canlandırmanızı isteyeceğim sizden. Başlıyorum.
Hayatta her insanın kendini yakın hissettiği fikirler, görüşler ve hareketler vardır. Siz de fikrine katıldığınız ve içinde olmaktan mutluluk duyacağınızı düşündüğünüz bir ortam, topluluk ya da gruba dâhil olmuşsunuz. Aile, arkadaş, dernek, parti, iş yeri… Eğer bu işinizse hayatınızın devamlılığı da buna bağlıdır. Sadece bir harekete dâhil olduysanız bu hareketin amacı ne olursa olsun sizin amacınız aidiyet duygunuzu tatmin etmek, fikriniz yönünde aktif olmak ve işe yaramaktır. Elinizden gelenin fazlasını canla başla yapıyorsunuz. Hata ve yanlıştan kaçınmak için özel çaba sarf ediyorsunuz. Yerine göre kendinizden ya da ailenizden feragat ederek sorumluluklarınızı yerine getiriyor, size verilen her işi layığıyla yapıyorsunuz. Kimin, neye ihtiyacı olursa yanında olmaya çalışıyor, gücünüz yettiğince maddi ya da manevi destek oluyorsunuz çünkü sizin gözünüzde onlar da sizin aileniz gibi. Hiçbir fayda-çıkar gözetmiyorsunuz. Bireysel sivrilme ya da koltuk gibi bir sevdanız yok. Kendinizi, çevrenizi ve içinde bulunduğunuz grubu, iş ya da hareket fark etmez, seviyorsunuz. Mutlusunuz, başka bir şey aramıyorsunuz.
Aylar ya da yıllar böylelikle geçiyor. Derken siz de insansınız ya bir gün bir ihtiyacınız oluyor. Aklınıza dâhil olduğunuz hareketten başka kimse gelmiyor. İlk koştuğunuz yer orası. Gidip yardım istiyorsunuz ama herkes kapı duvar. En büyüğünden en küçüğüne herkes, sizin işinizi oldurmaya çabalamak yerine olmayacağı yönünde telkinler veriyor size. Sizin için parmak oynatmıyorlar. Siz de bütün umutlarınızı bastırıp o işten vazgeçiyorsunuz. Olmayacağına gerçekten inanıyorsunuz. Aynı şevkle yaşamaya ve çabalamaya devam ediyorsunuz. Sonra bir bakıyorsunuz ki meğer kimlerin kimlerin ne olmayacak işlerini olduruvermişler. Kimlere neler yapılmış, kimlerin neleri halledilmiş de sizin hayallerinize değer veren olmamış. Tır çarpmış gibi oluyorsunuz. Paramparça ediliyorsunuz. Hayal kırıklığınıza bir de kırgınlığınız ekleniyor. Kendinizi kullanılmış hissediyorsunuz. “Senin için uğraşmaya değmez.” dediklerini yeni anlıyorsunuz. Onların nazarında ne kadar değersiz olduğunuzu anlıyorsunuz. Sizin ailem dediklerinizin hiçbir şeyi olduğunuzu anlamak canınızı yakıyor. Tüm bu yeni duygularla baş başa kalıveriyorsunuz.
Ya da gereken her şeyi tamamlayan diğerleri gibi terfi etme zamanınız geliyor işinizde. Doğal akış içinde olması gereken bu ama olmuyor. Sizin olanı hakkı olmayan birilerine veriyorlar, anlamıyorsunuz. Gücünüz yok, itiraz edemiyorsunuz. Bütün heveslerinizi topuklarıyla ezip geçiyorlar ve yaşama sevincinizi canlı tutmanızı bekliyorlar. Sonra bakıyorsunuz ki ilk yangında düşünmeden yakılanlar, ilk türbülansta ağırlık sayılıp gövdeden atılanlar olmuş, fark etmemişsiniz. İlk fırsatta zirveye oynayanlarla parsayı toplayanları da ancak o zaman görebiliyorsunuz. Sessiz kalıp devam edenler, sesini çıkarıp işinden olanlar ve bir şey yapmasa da her şeyi kazananlar varmış; yeni fark ediyorsunuz.
İşte başta sözünü ettiğim o sınıflama da böyle ortaya çıkıyor:
1) Gözü açılana kadar sömürülüp ilk sıkıntıda harcananlar; yani güme gidenler
2) Gözü açılana dek sömürülüp gönüllü olarak sömürülmeye devam etmesi beklenenler; yani çöpe gidenler
3) Her işi halledilen, istediği yapılsın diye kendini bile rahatlıkla sunabilen, gücünden ya da gölgesinden çekinilen, yalaka, çıkarcı ve yalancı olan, çoğunlukla her şeye “Evet” diyenler; yani işe-amacına gidenler
Anlaşıldığı üzere uğradığınız herhangi bir haksızlığa karşı çıkarsanız ve cebinizde paranız, arkanızda güçlü bir tanıdığınız yoksa boş yere grup dışı bırakılır, işten çıkarılırsınız. Tüm çabalarınızla beraber siz de güme gidersiniz.
Aynı şekilde uğradığınız herhangi bir haksızlık karşısında sesinizi çıkarmaz, elinizdekileri kaybetmemek ve zora düşmemek için hiçbir şey olmamış gibi davranırsanız içinde bulunduğunuz grupta ya da çalıştığınız iş yerinde bir daha kimse size saygı duymaz. Sizi görmezden gelir, tepeden bakarlar. Size yapılacak her tür davranışa katlanmak zorunda olduğunuz kabul edilir ve siz artık değersizsinizdir. Yazık ki çöpe gidersiniz.
Arkanızda güçlü bir isim olduğunda, çirkefe yatıp başa bela açma konusunda usta olduğunuzda, bedeninizi de aklınızı da bu uğurda kullanmaktan çekinmediğinizde her işiniz başkaları tarafından yapılır. Asla haksızlığa uğramazsınız. Bir dediğiniz çoğunlukla iki edilmez. İşte o zaman kolayca terfiye, iyi bir işe ya da grubu içindeki amacınız neyse ona çok kolay kavuşursunuz. Her yerinizden haksızlık sızsa da işe-amaca ulaşırsınız.
Bu durumda siz olsaydınız bir daha insanlara koşulsuzca güvenir miydiniz?
Ne diyordu Galip Erdem?
“Hakikatin idraki, kazığın girdiği noktada başlar ve kazığın girme miktarı ile doğru orantılıdır.”