Yükleniyor...
Yıllar önce sanırım lise dönemlerinde gitmiştim Hatay’a. Merkezinde çok vakit geçirmemiştim aslında ama gözüme çok küçük, şirin görünmüştü. Reyhanlı’nın bir köyünde çalışan ağabeyimi ziyarete gitmiştik annemle birlikte. Ağabeyimin kaldığı; tek göz odalı, penceresi olup camı olmayan (naylon gerilmiş), yere oturtuluvermiş hissi veren topraktan bir yapıydı. Bu yüzden o dönemler revaçta olan arabesk müziğin, ünlü isimlerinden Müslüm Gürses’in söylediği “Hataya düşmüşüm” şarkısını ağabeyime ithaf etmiştik. (Şarkıdaki düşülen “Hatay” değil “hata” aslında ama dinlerseniz ne demek istediğimi anlarsınız.)
Köyün genel yapısı, insanları, kültürü yemekleri çok farklı gelmişti bana. Türkçe bilmeyip Arapça konuşan ama bizimle iletişim kurmaya çalışan; alnında, çenesinde dövme gibi boyalı şekiller olan yaşlı kadınlar çok şaşırtmıştı beni. Gençler öyle değildi ama. Onlar Türkçe konuşuyordu.
Orada kaldığımız bir hafta kadar sürede hemen hemen her akşam bir aile bizi akşam yemeğine davet etmişti. Sıcakkanlı insanlardı. Belki öğretmenlerinin ailesi diye ilgi gösteriyorlardı ama olsun. (Zira batı diyebileceğimiz başka bir ilin köyüne, yine aynı sebepten gitmiştik ve orada kimse gelip bir, hoş geldiniz, bile dememişti ve bu da çok ilginçti.) Orada yediğim tereyağlı pirinç pilavının tadını hâlâ hatırlarım. Özel günlerde mi yapılıyordu şu an tam hatırlayamıyorum, “kömbe” dedikleri bir tür kurabiye vardı, bol baharatlı. Onlardan da çokça gelmişti bize. Artık herkese dağıtıyorlar mıydı yoksa biz yabancıyız, tadına bakalım diye bize mi getiriyorlardı bilmiyorum.
O ziyaretimizden sonra bir daha gitmek kısmet olmadı. Ağabeyim oradan ayrıldığı için gitme bahanemiz de kalmadı. Ama hep aklımda Hatay’a tekrar gidip görmek, her köşesini şöyle adamakıllı gezmek, zengin mutfağından doya doya yemek vardı. Anadolu’nun en eski yerleşim yerlerinden biri olan Hatay’ın, farklı kültürlere ait tarihi yapıları, Türkiye’ye katılma süreci vb. gidip gezme, görme isteğimi daha da arttırıyordu. Hatta geçtiğimiz yıl neredeyse gidiyorduk ama son anda planlar tutmadı ve “bir başka bahara” kalan hayallerimiz, henüz bahar gelmeden enkazların altında kaldı. İçimdeki özlem öylece duruyor ama gidip görmek istediğim Hatay’dan eser yok. Binlerce can da yerle bir olan şehirde yitip gitti.
Şubat’ın soğuk karanlığında hepimizi sarsan depremin en fazla hasar verdiği yerlerden biri Hatay. Gidenler gitti. Kalanlar bir yandan gidenlere yanarken bir yandan kendi dertlerine yanıyor. Yaşam savaşı veriyorlar, en şiddetlisinden. Depremden etkilenen illerde evsiz kalan vatandaşlarımız, başka illere nakledildi, naklediliyor. Yardımsever Türk insanı, kendi iline gelen depremzedelere elinden geldiğince yardıma koşuyor. İhtiyaçlarını gidermek için uğraşıyor ve bunu yaparken kimse kimseye sormuyor “Siyasi görüşün ne?”, “Hangi partiye oy veriyorsun?” diye. Siyasiler aramıza girmese millet olarak çok güzel anlaşırız diye düşünüyorum. İşte o araya giren siyasi vatandaşlar da gidiyor depremzedeleri ziyarete. Yanlarında sürekli fotoğraf çeken görevliler ve basın ile birlikte. Sonra gazetelerde manşetler “Depremzedeleri yalnız bırakmıyorlar!”. Belki biraz rahat bıraksalar onlar için daha iyi olacaktır.
Bir yerlerde rastlamıştım, depremzedelerin yerleştirildiği illerden birinde yaşayanlar kendi illerine gelen afetzedeleri istemiyormuş, tersleniyormuş diye. Bence gerçek değildi bu okuduğum. Elin Suriyelisine katlanan insanımızın kendi kardeşlerine bu şekilde davranacağını hiç düşünmüyorum.
İnsanımız yardımsever dedim ama tek tük kötü niyetli, fırsatçılar da var maalesef. Evini bedava verenlerin yanında, ev zengini olan ve evlerinin kiralarını fahiş fiyata çekenleri de duyuyoruz. Onları da toprak doyursun diyelim.
Bir arkadaşım, emekli bir hanım, depremden on gün kadar sonra kendi arabasını ihtiyaç malzemeleriyle doldurup Hatay’a götürdü. Daha önce de sınırdaki Türkmenlere yardıma koşmuş, Türkçü bir arkadaşım. Döndükten sonra bölgedeki manzaradan dolayı sürekli ağladığını söylemişti. Sonra dayanamadı tekrar gitti. Söylediği başka şeyler de var ki çok önemli; “Burada her yer Suriyeli kaynıyor. ‘Burası bizim.’ demeye başlamışlar. Hatta birisi bana bir şeyler söyledi, anlamadım. Yanımdaki çocuklar adamı ite kaka kovaladı. Buralar boşalmamalı. Ben de gerekirse nüfusumu buraya aldırırım.” Karamsar olmak istemiyorum ama bunları duyunca ben de çok üzüldüm. İnşallah düşündüğü gibi olmaz.
Çeşitli mecralarda gördüğüm haberlerde topraklarını, yıkılmış da olsa evini bırakıp gitmek istemeyenler de var. Onları gördükçe karamsarlığım biraz olsun gidiyor. Hem orada kalmaya devam eden hem de diğer illere yerleştirilen depremzedelerimizin kendi topraklarında yaşayabilmeleri, yurtlarına sahip çıkabilmeleri için en iyi şartların bir an önce oluşturulmasını diliyorum.
Yukarıda dediğim gibi biz Suriyelilere katlanıyoruz, zorda kalan kendi kardeşlerimizi tabii ki bağrımıza basarız. Her zaman yardımlarına koşarız. Ancak Atatürk’ün “şahsi meselem” dediği Hatay elbette bizlerin de şahsi meselesidir. Dileğim; bu meselenin devlet meselesi olarak ele alınıp seçim rüzgârlarıyla devrilen masaların altında kalmaması; seçim rüzgârlarının savurduğu yaprakların, bu meselenin üzerini örtmemesi.
Umudum, içimde kalan özlemle, bir başka baharda, yeniden ama daha sağlam bir şekilde ayağa kalkmış, Türk yurdu Hatay’ı görmeye gitmek.
1 Yorum