JEAN-JACQUES ROUSSEAU

Jean Jacques Rousseau, insanoğlunun doğal insandan yurttaşa geçiş yaptığı süreci bu geçişin nedenlerini açıklayarak ortaya koymaya çalışmış ve özellikle de Toplum Sözleşmesi adlı eserinde bu geçişten sonraki hayatlarında insanların kurması gereken düzeni ifade etmiştir.


Paylaşın:

 

Jean Jacques ROUSSEAU

Jean Jacques ROUSSEAU

“Bir boyunduruk tehlikesi sezmeye göreyim,

tehlike ister zorluklardan isterse insanlardan kaynaklanıyor olsun,

asi kesilirim, daha çok da hırçınlaşırım.” 

JEAN-JACQUES ROUSSEAU (Rousseau, 1999, s. 7)

Yoksul bir ailenin oğlu olarak 28 Haziran 1912 tarihinde Cenevre’de dünyaya gelen ve 2 Temmuz 1778 tarihinde Fransa’da ölen Jean Jacques Rousseau, cesareti ve düşünceleriyle içinde yaşadığı koşulların çelişkilerini saptayıp onları aşmaya çalışarak Fransız devrimine büyük etki etmiş bir düşünürdür (Aydın, 2007, s. 143). Annesini kendi doğumunda kaybettiği için hiç tanımayan J. J. Rousseau; mesleksiz, işsiz, parasız ve herhangi bir estate[1] ile bağlantısız olarak yaşamaya başlamıştır. Babasının tutucu Cenevre’nin toplumsal hiyerarşisine ters düşen davranışlarından ötürü hapse girmemek için kentten ayrılmak zorunda kalmıştır.

Fikirleriyle Fransız Devrimi’nin ve Aydınlanma Çağı Avrupa’sının demokrasi anlayışının olgunlaşmasını mümkün kılan 18. yüzyıl siyaset teorisyenlerinin en önemli isimlerinden biri olan Rousseau; egemenlik, insanın doğal hali ve yurttaş olarak insan kavramlarından bağımsız olarak düşünülemeyecek bir teorisyendir (Aydın, 2018, s. 34). Düşüncelerine özgürlük, eşitlik, adalet, demokrasi gibi kavramlarla yön vermiş ve var olan uygarlığı köklü bir eleştiri süzgecinden geçirerek bu uygarlığı yeniden yapılandırmak için fikirler üretmiştir (Sarıipek, 2010, s. 93). Yurttaşlık kavramı, hakların gelişim süreciyle doğru orantılı olarak toplumsal yaşamın ilk dönemlerinden bu yana sürekli tartışmalara konu edilen dinamik bir kavramdır.

Rousseau’nun 1762 yılında kaleme aldığı “Toplum Sözleşmesi” adlı eseri, felsefî ve politik fikirlerini ortaya koyduğu oldukça önemli bir eserdir. Rousseau tarafından dört farklı kitap şeklinde yazılan Toplum Sözleşmesi; genel olarak en ideal siyasi düzenin nasıl kurulması gerektiği, ideal hükümetlerin görevleri ve toplumun siyasi erk açısından nasıl bir rol üstlenmesi gerektiği gibi konuları içermektedir. Birinci Kitap; sözleşmenin niteliğini açıklar. İkinci Kitap; egemenlik ve yasa üzerine düşüncelerini içerir. Üçüncü Kitap; hükümet ve çeşitli hükümet etme biçimleri üzerine düşüncelerinden oluşur. Dördüncü Kitap ise; özel kurumları anlatır. İdeal bir siyasi düzen için toplumun kendi içinde sözleşmesini hedef alan Rousseau’nun “Toplum Sözleşmesi”, Fransa’da ve Avrupa’da büyük ses getirmiştir (Rousseau, 1999, s. 16,17). bu eser, özgürlük içinde eşitliği savunan devrimci yöneticilerin ana çıkış noktası olmayı başaran güçlü bir eserdir.

“Yurttaşlık düzeninde insanları oldukları, yasaları da olabilecekleri gibi kabul ettiğimizde meşru ve düzenli bir yönetim olabilir mi?” diyen Rousseau, “Toplum Sözleşmesi”ndeki ilk sorusunu böylelikle sormuştur (Rousseau, 1999, s. 27). Ona göre insan doğarken özgür olarak doğsa bile hayatın her alanında zincire vurulmuş durumdadır. Hatta kendisini diğerlerinin efendisi sananların bile en az onlar kadar köle olduğu fikrindedir. Onun anlamaya çalıştığı şey; özgür bireyler olarak doğmuşken köleliğe nasıl bu kadar hızlı bir geçiş yapılabildiğidir.

Rousseau; boyun eğmeye zorunlu olan bir halkın boyun eğmesi kadar bu boyunduruğun altından kurtulabilecek hale gelindiğinde bu halkın yeniden özgürleşmesinin de iyi olduğunu düşünür.  Bireyin kişisel özgürlüğü hangi hakla elinden alındıysa bireyin yine aynı hakla özgürlüğünü geri alma durumu söz konusu olmalıdır. Eğer bu düzen böyle işlemiyorsa, yani özgürlükler alınıyor; ama koşullar sağlandığında iade edilmiyorsa, bireyin özgürlüğünün elinden alınması bir haksızlıktır. Rousseau için tüm diğer hakların da temeli olan hak, toplumsal düzendir. Ve bu hak ne doğadan gelir ne de doğaldır. Bu hak, anlaşmalara dayalı bir haktır (Rousseau, 1999, s. 29).

Bütün topluluklar içinde hem en eski hem de tek doğal olan topluluğun aile olduğu belirten Rousseau, bu topluluğun içinde çocukların babalarına olan bağlarının korunmaya ihtiyaç duydukları sürece devam ettiğini ve korunma ihtiyacı bittiğin de babaya olan bu doğal bağın da çözüldüğünü söyler. Ona göre hep birlikte bağımsız hallerine dönebilmeleri, çocukların babaların isteklerine uyma ve babaların da çocuklara bakma yükümlülüklerinin sonlanması ile mümkündür. Şartlar oluştuğu halde birlikte kalmaya devam etmeleri halinde bunun doğal değil isteğe bağlı bir durum olduğunu ve ailenin de varlığını bir anlaşma sayesinde sürdürebildiğini belirtir. Aileyi “ortak özgürlük” tanımlar ve insanın, kendini bilecek çağa geldikten sonra korunma adına alınacak önlemler konusunda tek söz sahibi olmasına, yani kendi kendisinin efendisi durumuna gelmesine de “Birinci Yasası” adını verir. Bu durumda ona göre aile, siyasal toplulukların ilk örneğidir. Başkan imgesi olarak baba ve halk imgesi olarak da çocuklar düşünüldüğünde daha da açık anlaşılacağını savunan Rousseau, eşit ve özgür doğan insanlar olduklarından dolayı da özgürlüklerinden vazgeçebilecekleri tek koşulun kendi çıkarlarının bunu gerektiriyor olmasını gösterir (Rousseau, 1999, s. 31,32).

Rousseau; güçlü, güç, ödev ve kulluk kavramları üzerinden kurduğu akıl yürütmesinde gücün haklılığı üzerinde yoğunlaşmıştır. Gücün fiziksel bir erk olduğunu düşünen Rousseau, güce boyun eğmenin istençli değil zorlama bir davranış ve hatta bir sakınma eylemi olduğunu belirterek gücün ödev sayılmasını bir türlü anlayamamaktan yakınır. Hakkın güçten doğduğunu kabul edecek olursa aynı anda hem nedenin hem de sonucun değişeceğini savunan Rousseau; böyle bir durumda bir önceki gücü alt eden bir başka gücün onun hakkına da sahip olacağı sonucuna ulaşılacağını ve başkaldırının cezasız kalmasından öte meşru bir hâl alabileceğini savunur. Bu durumun da insanları sürekli olarak güçlü olmanın bir yolunu bulmaya yönelteceğini belirtir. Rousseau’nun esasen savunduğu şey; hakkı yaratanın güç olmadığıdır. Bununla birlikte meşru güçlere boyun eğme zorunluluğumuzu da inkâr etmez (Rousseau, Toplum Sözleşmesi, 1999, s. 35).

Rousseau’ya göre; eğer hiç kimse hemcinsi üzerinde doğal bir yetkeye sahip değilse ve eğer güç, bir hak doğurmuyorsa, bu durumda, insanlar arasında herhangi bir meşru yetke oluşturmak için geriye kalan tek yol; sözleşmeler yapmak olacaktır (Rousseau, Toplum Sözleşmesi, 1999, s. 37). Keyfe bağlı bir yönetimin meşru olabilmesi için halkın, her kuşakta, bu yönetimi kabul ya da reddetme hakkına sahip olması gerektiğini savunan Rousseau; böyle bir yönetimin keyfe bağlı sayılamayacağını da ekler (Rousseau, Toplum Sözleşmesi, 1999, s. 38).  İnsanın özgürlüğünden vazgeçmesinin, insan olma niteliğinden, insanlık haklarından ve hatta ödevlerinden vazgeçmesi anlamına geldiğini, böyle bir vazgeçişin de insan doğasıyla bağdaşmayacağını; istenci özgürlüğünden tümüyle yoksun kılmanın, edimlerini tümüyle doğa dışına itmek olduğunu söyler (Rousseau, Toplum Sözleşmesi, 1999, s. 39).

İnsanlar artık o ilksel durumlarını sürdüremeyecek noktaya geldiklerinde, olmayan güçleri yoktan var edemeyeceklerine ve var olanları da bir araya getirerek kullanabileceklerine göre, kendilerini korumak adına sadece tek şey yapabilirler. Rousseau; bunun direnişi kırabilecek bir güçler toplamı oluşturmak olduğunu belirtir (Rousseau, Toplum Sözleşmesi, 1999, s. 45).

Toplumsal sözleşme özü itibariyle Rousseau için: “Her birimiz, kendimizi ve tüm erkimizi, hep birlikte genel istencin yüce yönetimine veriyor ve oyrun (gövde) olarak her örgeni (üyeyi) bütünün bölünmez bir parçası olarak kabul ediyoruz.” biçiminde tanımlanmıştır (Rousseau, Toplum Sözleşmesi, 1999, s. 47).

Toplumlar belli bir büyüme ve gelişmenin ardından ister istemez belirli bir düzene gereksinim duyarlar. Bahsi geçen bu düzen; yönetenler ile yönetilenlerin belli olduğu hiyerarşik bir sistem çerçevesinde toplumsal işleyişin sağlandığı, toplumdaki birey sayısının artmasıyla birlikte ortaya çıkan kaosun önüne geçilmeye çalışıldığı sistemlerdir. İnsanlar, Rousseau’nun söylemiyle doğa durumundan çıktığında; yani düzene ihtiyaç duymadan, mülkiyet kavramının henüz var olmadığı, dönemsel anlamdaki bütün ihtiyaçlarının doğa tarafından karşılandığı durumdan çıkıp mülkiyet kavramı ve sosyal sınıfların ortaya çıktığı düzene uyum sağlamak zorunda kaldığında, ona yeni bir sistem gerekmiştir ve Rousseau toplum sözleşmesinde bu yeni sistemi ortaya koyarak insanlığın yolunu aydınlatmıştır. Görüldüğü üzere Rousseau, toplumsal gelişimin yapısını mülkiyet kavramının ve bununla birlikte bireysel çıkarın ortaya çıktığı duruma bağlamaktadır. Ona göre mülkiyet kavramı ortaya çıktığında; insan, doğa durumundan çıkmış olur ve toplum geniş ölçüde bireyselleşen irade biçimine dönüşür.

Sonuç olarak toparlayacak olursak, birey doğa durumundan kurtulup özel mülkiyetin ortaya çıkmasıyla birlikte beliren günümüz toplum tiplerindeki düzen içinde kendini bulduğunda yapması gereken; aklın öncülüğünde bu toplumu en verimli olacak şekilde inşa etmektir. Bu inşa aşamasında toplumun devamlılığını esas almak zorundadır. Burada bahsi geçen düzenin kurulup istikrarın sağlanabilmesi için de bir sözleşmeye tabi olmak zorundadır. Başka bir ifadeyle bu anlaşma, herkesin kendinde var olan bir kısım haklarından feragat edip kazandığı yeni hakları sayesinde toplumsal düzene uyum sağladığı bir anlaşma olmak zorundadır.  Bu anlaşma sayesinde insan, kendisine egemen olacak gücü seçerken irade beyanı hakkı ve seçilen egemen gücün kamu adına yaptığı her faaliyetten yararlanma hakkı kazanacak ve toplumsal düzen içinde kendini var etme şansını elde edecektir. Buradan ilerlediğimizde güçler ayrılığı gibi önemli ilkelerin de karşımıza mutlak bir zorunluluk olarak çıkacağı ortadadır. Bu sebeple o dönemin “Toplum Sözleşmesi” bu günkü toplumsal yapıların temelini atmıştır ifadesinde hiçbir abartı bulunmamaktadır.

[1] Estate: Sınıf kavramından önce Fransa’da toplum üç toplumsal tabakaya ayrılırdı: 1. Asiller (Kılıçlılar), 2. Din adamları (Cübbeliler), 3. Diğerleri (Burjuvalar, zanaatkârlar, köylüler, işçiler) (Rousseau, İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı, 2001, s. 13).

Kaynakça

Aydın, H. (2007). Fransız Devrimine Uzaman Yolda Jean-Jacques Rousseau. Muhafazakar Düşünce Dergisi(11), s. 143-156.

Aydın, H. (2018). Eşitsizliğin Romantik Eleştirisi: J. J. Rousseau. İnsancıl Dergisi, 06(200), 34-38.

Rousseau, J. J. (1999). Toplum Sözleşmesi (3. Baskı b.). (A. Erenuluğ, Çev.) Ankara, Kızılay, Türkiye: Öteki Yayınevi.

Rousseau, J. J. (2001). İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı. (R. N. İleri, Çev.) İstanbul, Sirkeci, Türkiye: Say Yayınları.

Sarıipek, D. B. (2010). Rousseau’nun Vatandaşlık Fikirlerinin Yirminci Yüzyıl Vatandaşlık Algısıyla Karşılaştırılması. Dergipark, 1(1), s. 93-103. Aralık 18, 2018 tarihinde Dergipark: http://dergipark.gov.tr/download/article-file/180228 adresinden alındı

Yetiş, M. A. (2010). Jean Jacques Rousseau: Toplum Sözleşmesi. Yeditepe Üniversitesi, Kamu Yönetimi. İstanbul: Yeditepe Üniversitesi. 12 18, 2018 tarihinde http://www.maliyetis.com/wp-content/uploads/2010/05/jeanjacquesrousseau1.pdf adresinden alındı

 

Yazar

Demet Yener

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar