Kadın insandır

Kadının “insan” olduğu güzel günlere... 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’müz kutlu olsun güzel hatunlar. “Ey kahraman Türk kadını! Sen yerde sürüklenmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın.”


Paylaşın:

“Erkek arkadaşının evinde ölü bulunan Havva…”

“Kızının önünde boğazı kesilen Emine Bulut’un son anları…”

Kadının adı son yıllarda hep vahşet haberlerinde, mağdur olarak anılıyor. Bu 8 Mart’ta da her yıl olduğu gibi kadının güçlü oluşundan, kadının güçlü olduğu takdirde toplumun güçlü olduğundan, kadının çiçek, böcek… oluşundan filan bahsedebilirdik. Ama çok daha temel bir problemimiz var: kadın “yaşayamıyor”. Bir yaşasa çiçek, böcek de olur, toplumu da kalkındırır. Ah bir yaşasa, bir yaşayabilse! Demek ki unutulan şey kadının anne oluşu, toplumun direği oluşu, çiçek oluşu filan değil; insan oluşu. O zaman en temelden tekrar başlamak lazım. Bizlerin, kadınların, insan olduğumuzu yeniden hatırlatmamız gerek, Neşet Ertaş’ın da dediği gibi, “insanoğluna”. Nerede bir kadın cinayetinin ardından yürüyüş yapılırsa orada “Kadın insandır!” diye bağırmamız lazım.

Ancak iş, “insan” olduğumuzu hatırlatmakla bitmiyor. Çünkü insanın insana yaptığını, başka hiçbir canlı yapmaz.

O hâlde nasıl bitireceğiz bu şiddet döngüsünü?

İşe şiddeti anlamakla başlamalı. Çoğumuz şiddeti bir sebep, şiddetin doğurduğunu da sonuç olarak görüyoruz. Oysa şiddet sıfır noktası değil, ancak sonuca giden süreçte bir adımdır. Asıl yapılması gereken şiddeti doğuran sebepleri bulmak ve bunları ortadan kaldırmaktır. Şiddetin kök sebeplerine bir psikolog veya psikiyatrın bakış açısıyla inemem ancak hem şiddet görmüş hem de gören insanları tanımış biri olarak şiddete açılan kapılardan kısa kısa örnekler vermem belki şiddeti anlamamıza yardımcı olur.

Öncelikle şiddetle ilgili ana akım medya ve sosyal medyada sürekli karşılaştığımız için kafamızda oluşan belli başlı kalıpların farkına varmalıyız. Özellikle dikkatimi çeken iki tanesi, her zaman gözümüzün önünde: şiddetin fiziksel boyutta olanı ve erkeğin kadına uyguladığı şiddet. Şiddet fiziksel olabileceği gibi ekonomik, sosyolojik, psikolojik ve daha birçok farklı biçimde uygulanabilir. Psikolojik şiddet, fiziksel şiddet gibi fark edilmesi kolay ancak kabul etmesi de belki en zor olan şiddet türü çünkü kendine en çok geçirdiği kılıf sevgi. Üstelik karşınızdaki bunu sizin zaaflarınızdan yararlanarak da yapabilir ve bu durumda farkına varmanız zorlaşabilir. Dahası fiziksel ve psikolojik şiddet birbirinden pek de ayrı gezmez. Fiziksel şiddetin olduğu yerde psikolojik şiddeti de görmeniz şaşırtıcı değildir. Yaygın olan bir diğer şiddet türü ekonomik şiddet. Şiddeti uygulayana, ekonomik özgürlüğü olmayan birey üzerinde çeşitli “haklar” tanıyan bu tür gibi aile, arkadaş, akraba ile görüştürmeme, sokağa çıkartmama, istediği kıyafeti giydirmeme, kıyafet dayatma, iletişim araçları kullandırmamama gibi toplum ilişkilerini kısıtlayıcı şiddet de bir o kadar fazla. Çoğu zaman da bu şiddet türleri ve diğerleri birbirleriyle hep bir arada. Diğer kalıp ise şiddetin erkekler tarafından kadınlara uygulandığı durumlar. Aslında belki de en yaygın ve son yıllarda medyanın da nihayet ses verdiği durum bu. Oysa erkeğin, çocukların, hayvanların hatta eşyaların bile şiddet gördüğü durumlar var ve bunlar hiç de düşünüldüğü gibi az değil. Bu da demek oluyor ki şiddeti tek bir açıdan değil bir bütün hâlinde ele almak gerek.

Hepimizin öfkeli anları oluyor, her günümüz bayram havasında geçmeyebiliyor. Ancak sevdiğimizi söylediğimiz insanlara, başka bir canlıya zarar vermiyoruz. O zaman neden bu insanlar, insanlıktan çıkıyor? Çokça sebep sayabiliriz. Gözlemlediğim birçok sebepten ancak birkaçına değinebileceğim çünkü her sebep için sayfalarca makale, düzinelerce kitap yazılabilir.

Sevgi, şefkat eksikliği

Eski aile yapısında anne-babanın çocuklarına sevgi, saygı, şefkati fazla göstermediğini büyüklerimden dinledim. Bir genelleme olmasa da eskilerin gördüğü ve devam ettirdiği bu durum, yavaş yavaş kırılıyor. Yeni nesil anne-babalar çocuklarına daha çok sevgiyle yaklaşıyor, disiplini sevgi üzerinden vermeye çalışıyor. Belki yanlış belki doğru. Ancak şu bir gerçek ki sevgiyi, ilgiyi, şefkati gıdım gıdım vermek sevgiye aç, sevgi gördüğünde nasıl davranması gerektiğini ve nasıl seveceğini bilmeyen bireyler yaratıyor. Bunun farkına varıp kendi çocuklarını böyle yetiştirmek istemeyenler bu döngüyü kırsa da çoğu kişi, kendi anne-babasının “doğrularını” devam ettiriyor. Sevgi ile yaşadığı sorunları anlatan bireylerin bir şekilde çocukluk hatıralarına gittiklerini dinlersiniz. Çünkü çocukluğunda sevgi eğitimini doğru almamıştır. Evet, sevgi de bir eğitimdir. Yanlış kişiler tarafından yanlış şekilde verilirse hayatın her alanında iyiliğe değil felakete neden olabilir.

Cinsellik tabusu ve cinsel sağlık eğitiminin olmaması

Bu ülkede çok farklı mecralarda farklı farklı cinsellik anlayışları gördüm. Ama gördüklerimin arasında sağlıklı denilebilecek çok azına rastladım. Kimisi cinsellik üzerine konuşmayı bile günah sayarken kimisi de hayvanlardan farkımız olmadığını öne sürerek insanlığın binlerce yıldır inşa etmeye çalıştığı medeniyeti yok sayıyor. Bunun sebebi ise aynı sevgide olduğu gibi cahili olunan şey ile baş etme mücadelesi. Kimisi cehennem ateşini harlamak istemiyor kimisi de uçsuz bucaksız denizlerde gönlünce yüzmek istiyor. Çünkü daha önce ailesi veya konunun uzmanı kişiler tarafından bilgilendirilmemiş. Peki ailesinde de tabu olan bu konuyla ilgili sağlıklı bilgiyi nereden edinecek? Cevap basit aslında: okul. Okullarımızda cinsel sağlık eğitimi ne durumda? Cevap yine basit: Yok.

Orta okul 1. sınıfta (6.sınıf) öğrencilere insanlarda üreme organları, bölümleri ve üreme sisteminin işleyişi anlatılır. Müfredatın bu kısmında bir de öğrencileri, kız ve erkek olarak iki gruba ayırarak kızlara hijyenik ped, erkeklere de prezervatif kullanımı öğretilir (en azından bize anlatılanlar bu kadardı). Bundan gayrı da cinselliğe değinilmez. En baştan işin saçmalığı bu eğitimi her iki gruba da vermemekte.  Üreme sistemiyle ilgili hastalıklar ve bu hastalıklardan korunmak için yapılması gerekenler, düzenli jinekoloji/üroloji kontrolleri ve bu kontrollerin neleri kapsaması gerektiği, istek dışı gebelikten korunma yöntemleri, sağlıklı cinsel yaşam için neler yapılması gerektiği ve partner/eş ile olan iletişim gibi konuların bir harfi bile geçmiyor. O zaman ergenliğe yeni adım atan çocuklar bu meraklarını nasıl gideriyor? Elbette çağın gereği ile: internet. Biraz eski zamanlara gidersek Haydar Dümen’in köşe yazıları. İnternette sapkınlık derecesinde çok fazla içeriğe ulaşabilen çocuklardan sağlıklı düşünceler bekleyemezsiniz. Daha da kötüsü, birçok tehlikeye açık hâle gelebilirler. Yukarıda bahsettiğim eğitimleri uzak gelecekte bile beklemiyorum. Ama en azından çocukları bu tehlikelerden korumak için onlara farkındalık kazandıracak eğitimler vermeliyiz. Bunu yaparken de çocukları kız/erkek diye ayırmamalıyız. Neticede “oğlancılık” sözcüğü hayatımıza Ensar Vakfı’ndan yüzlerce yıl önce girmişti. Unutmayın, çocuk istismarı bu ülkenin gizli gizli kanayan yarasıdır, kadına yönelik şiddetten bağımsız düşünülemez.

Ahlak eğitiminin olmaması

Ahlak Orta Doğululaşma yolunda dört nala giden bu ülkenin en büyük ve en temel sorunu. Hayatın her alanında karşınıza çıkan her sorunun nedenini bulmaya çalıştığınızda yollar hep ahlaksızlığa çıkıyor. Ahlak kavramının kadın bedenine indirgenmesi bile bu kavramı doğru anlamadığımızın bir göstergesi. Eskiye kıyasla ahlak anlayışının bu denli değişmesinin sebebi ise yine eğitim veya daha doğru bir ifadeyle “eğitimsizlik”.

Ahlak eğitimi ailede başlar. Aile, çocuğu doğru ahlak anlayışıyla yetiştirirse her koşula göre eğilip bükülmeyen bireyler kazanır toplum. Ancak ailesinde bu eğitimi almamış veya ailesi olmayan çocuklar bu açığı okulda kapatabilmeli.

Eskiden toplum içinde nasıl davranılması gerektiği; yalan söylemenin, hırsızlık yapmanın, hak yemenin yanlışlığı gibi temel değerleri okullarda veriliyordu. Ancak bu dersler din kültürü derslerinden bağımsızdı ve okula yeni başlayan çocuklara da veriliyordu. Çünkü ahlakın tüm dinlerin ortak değeri olduğunun; iyi bir Müslüman/ Hristiyan/ Yahudi vs. olmak için önce iyi bir insan olmak gerektiğinin bilincindeydik. Bu bilinci kaybetmeyen milletler (örneğin Japonlar) bugün demirden bireyler yetiştirirken bu şuuru yitirmiş olanlar geleceklerini ahlaksızlığa, liyakatsizliğe teslim ediyor.

Sözün özü öfke kontrolünü öğrenmeden, psikolog/psikiyatr desteğinin delilik olmadığını, ruh sağlığının en az fiziksel sağlık kadar önemli olduğunu anlamadan, ahlak eğitimi olmadan, tarihimize ve kültürümüze bakıp kadının bizim için anlamını kavramadan şiddeti önlememiz mümkün değil.

Kültür demişken buyurun size bir geleneğin değişe değişe bekaret üzerinden kadını temiz/kirli diye ayırdığına bir örnek: gelinin beline bağlanan kırmızı kuşak. Son zamanlarda bu gelenek ortadan kaldırılmaya çalışılıyor. Oysa bu geleneğin özünün bekaretle uzaktan yakından alakası yok. Gelinin beline bağlanan kırmızı kuşağın eskiden gümüş kemer olduğunu; bunun da bolluk, bereket ve mutlu bir yuvayı ifade ettiğini hatırlarsak kadının hak ettiği değeri, öz kültürümüzde olduğu gibi verebiliriz belki. Böylece bir geleneği yozlaşmaktan ve yok olmaktan da kurtarmış oluruz. Özümüz nasıl diye soracak olursanız sizi Kırım Türklerinin geleneksel düğününe alalım.

Bir de dilimize yerleşmiş ve regl olmayı ifade eden “kirlenmek” kelimesi var ki akıllara zarar. Fiziki olarak cinsel olgunluğa erişmiş her sağlıklı genç kız ve kadının yaşadığı bu en doğal döngü toplumda neredeyse şeytanlıkla bir tutulacak. Regl olan kadın taziyeye gidemez, yeni doğan bebek göremez, kurban kesecekse birine vekalet vermesi gerekir, tarlaya tohum ekemez, mezarlığa gidemez gibi toplum baskısına dönüşen son derece sistemleşmiş bir ayrımcılık için araç edilmiş. Erkek çocuğunun sünneti için düğünler yapılırken kız çocuklarının neredeyse utanması gerektiği söylenecek. Neyse ki yeni nesil anneler daha bilinçli ve bu nesilden nesile aktarılan zinciri kırmaya kararlılar.

Şiddete dair çok şey yazılıp söylenebilir. Ama bu tepkiler cinayetten cinayete, tecavüzden tecavüze konuşulur ve nedenlerini anlayıp önleyici tedbirler almak için somut adımlar atılmazsa daha nice şiddet haberi okur dururuz.

Kadının “insan” olduğu güzel günlere… 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’müz kutlu olsun güzel hatunlar.

“Ey kahraman Türk kadını! Sen yerde sürüklenmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın.”

Söz Konusu 8 Mart Özel Yayını: https://www.youtube.com/watch?v=vDyx37gOjlU

Yazar

Ülker İmge Koca

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar