Yükleniyor...
80 yıl önce bugün, 18 Mayıs 1944 tarihinde Türk tarihinin en acı günlerinden biri yaşandı. Kırımlı Türkler öz yurtlarından sürgün edildi. Bir Türk için toprak demek, yurt demek, var olmak demektir. Yurdundan, toprağından olmak ölümden beterdir. Hiçbir acı, hiçbir fiziki zorluk, hiçbir fiziki yokluk “Yurdunu kaybeden adam”ın acısından büyük değildir. Bir Türk en rahat imkânlar içinde dahi olsa öz yurdunda değilse, yurdu elinden alınmışsa, yurdu el tarafından işgal edilmişse yeryüzünde cehennemi yaşar. İçinin ateşi sönmez. Türk, bu anlayışını “Özge yurtta şah bolgende öz ilinde geda bol” diyerek türkülere dökmüştür. Bu nedenle Kırım sürgününü yalnızca tarihin tozlu sayfalarında kalmış karanlık bir yaprak olarak görmemek, her an hatırlamak ve her bir nesle hatırlatmak gerekir. Yetişen her bir nesil bilmelidir ki, hatırlamalıdır ki Türk olmak dün de zordu, bugün de zor. Sen Türk oldukça düşmanın içeride ve dışarıda daima pusuda olacak ve gafletini bekleyecektir. Gafil olmamak için geçmişin acılarını unutmamak gerekir. “Dalalet ve hıyanet” içinde olanlar hep vardı ve aslında onlar en tehlikesizleriydi. Ancak “gaflet” içinde olanlar ki işte onlar Türklüğün en büyük felaketidir. Gaflet içinde olmamanın tek yolu ise geçmişin acılarını iyi bilmek ve hatırlamaktır. Kırım Türkleri hiçbir zaman gaflet içinde olmadı. Bu sayede türlü zulümlere rağmen onurlu varlıklarını korudular.
Kırım Türkleri, Türklüklerine ne pahasına olursa olsun sahip çıkmış, bu bilinçle yaşamış ve asimile olmamışlardır. Gaspıralı İsmail Bey gibi öncü kişilerin çıkardığı gazeteler ve çeşitli yayınlar ile dillerini korumuş, tarihlerini unutmamışlardır. Her an uyanık yaşamaları gerektiğini bilmişlerdir. Bu bilinç yalnızca kendi coğrafyaları ile sınırlı kalmamış, “Dilde birlik, işte birlik, fikirde birlik” anlayışı ile kutlu Turan’a selam vermişlerdir. Bu birliği sağlamak için yayınlar çıkarmış, milli teşkilatlar kurmuşlardır. Türk olduğunu unutmanın yok olmak anlamına geleceğini bilmişler ve buna göre yaşamışlardır. Onlar gözü pek ve yürekli oldukça düşman da harekete geçmiş ve Türk’ü yok etme yolunda en korkunç çarelere başvurmaktan çekinmemiştir. Kırım Türklerinin mücadele dolu tarihi 18. Yüzyılda Rus Çariçesi II. Katerina’nın Türkleri yok etme çabalarından günümüze devam edip gitmektedir.
1928’de Kırım’ın bağımsızlığını savunan, Türklüğünü, Yurdunu korumak isteyen 3500’den fazla Türk kurşuna dizilerek öldürülmüş, 40 binden fazla Türk, milliyetçi oldukları suçlamasıyla çorak, kurak coğrafyalara sürgün edilmiştir.
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin kurulması ve Stalin’in yönetime gelmesiyle Kırım Türkleri için en acı günler başladı. Türkler üzerindeki baskı arttı. Sırada II. Dünya Savaşı ve ardından gelen felaketler vardı. Kırım, savaş sırasında bir süre Nazi Almanyası yönetimine geçti. Kırım Türkleri, bunu bağımsızlıklarını kazanmak için bir fırsat olarak görse de Almanya’nın amacı savaşta kendi çıkarını sağlamaktı.
Kızıl Ordu’nun Kırım’ı almasıyla Alman işgali sona erdi. Bu andan itibaren Kırım Türkleri üzerindeki Sovyet zulmü daha da arttı. Türkler, Almanlar ile işbirliği yapmakla suçlandı. Bu, aslında yüzyıllardır süren “Türkleri yok etme” amacının bahanesinden başka bir şey değildi. Böylece Kırım Türklerinin hain ve işbirlikçi olduklarına ilişkin raporlar hazırlandı. Sonunda Stalin’in imzaladığı kararname ile sürgün edilmelerine karar verildi.
18 Mayıs 1944 tarihinde sabaha karşı yalnızca Türk tarihinin değil, insanlık tarihinin en acı günleri başladı. Kırım Türklerinin evlerine zorla girildi, uykularından uyandırıldılar ve on beş dakika içinde hazırlanmaları gerektiği söylendi. Yanlarına sadece taşıyabilecekleri kadar eşya almaları dikte edildi. Yetişkin erkekler zaten önceden Sovyet ordusuna alınmış olduğu için kadınlar, çocuklar ve yaşlılar çoğunluktaydı. Meydanlarda toplanan Türkler dehşet içinde kendilerini tren istasyonuna götürecek araçları beklemeye başladı. Kırımlı yazar Cengiz Dağcı’nın romanlarında bu bekleyiş anında hissedilenler, yurdunu kaybetmenin, toprağını bırakmak zorunda kalmanın acısı Türküm diyen herkesi etkilemiş ve derinden sarsmıştır.
İstasyona gelindiğinde sürgüne gönderilen Kırım Türkleri hayvan taşınan vagonlara nefes bile alınmayacak şekilde doldurularak ölüm dolu bir yolculuğa çıkarıldı. Bu korkunç yolculukta su bile içilemedi. Açlık, susuzluk ve havasızlık içinde nereye varacağı bilinmeyen sonsuz gibi gelen sürgün yolculuğu başlamıştı. Hasta ve yaşlı olanlar bu insanlık dışı koşullara dayanamadı ve daha yolda öldü. Vefat edenlere toprağa karışma şansı bile verilmedi. Ölmüş bile olsa Türk düşmandı, nefretin ezeli ve ebedi nesnesiydi. Vefat edenleri öylece yol kenarına bırakıp zulüm yolculuğuna devam ettiler.
Sürgün üç gün boyunca devam etti. Kırım’da Türk kalmayana kadar trenler durmadı. Sürgün edilen Türklerin bir kısmı vardıkları yerlerde, Özbekistan’ın kurak ve çorak bölgelerinde, Sovyetler Birliği’nin çeşitli yerlerinde vefat etti. Türkün öz yurdu Türksüz kaldı. Zaten bütün mesele Türk yurdunu Türksüzleştirmekti. Ancak tarih daima Türklerden yana olmuştur. Eğer Türk gafil değilse, düşmanını bilir ve ne pahasına olursa olsun Türk olduğunu unutmazsa tarih ve talih Türkü yalnız bırakmaz. Kırım Türkü gafil değildi. Hiçbir zaman yurdunu, Türklüğünü unutmadı. Unutturmadı. Tarihinde, türkülerinde, eserlerinde yaşattı, yeni gelen nesillere anlattı.
Yıllar hatta yüzyıllar geçse de Türk yurdunu bulur, toprağına kavuşur. 1965 yılına gelindiğinde Kırım Türklerinin yurduna dönüşü başladı. 1991 yılında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin dağılması ile Kırım Ukrayna’ya bağlı özerk bir Cumhuriyet haline geldi. Kırım Türkleri yurtlarına kavuştular. Her ne kadar 2014 yılında tarihin acı yönü tekrar ortaya çıkıp Kırım, Rusya tarafından yasa dışı bir şekilde ilhak edilse de Türk tarihine, geçmişine sahip çıktıkça, unutmadıkça ve unutturmadıkça tarih ve talih yine ondan yana olacak ve Türk yurduna, hürriyetine kavuşacaktır.
Kırım’a olan sevgiyi, özlemi ve bağlılığı anlatan
“Men bu yerde yaşalmadım,
Yaşlığıma toyalmadım,
Vatanıma hasret oldım,
Ey, güzel Kırım”
Sözleri yankılandıkça umut bitmez. Türk yurtsuz kalmaz.