Konuları Ayırmak

Karşılıklı konuşmalarda ve yazışmalarda çok sık rastlıyorum. Belli bir konudan söz edilirken taraflardan biri başka bir konuya geçiveriyor ve önceki mesele hakkında konuşuyormuş gibi konuşmaya veya yazmaya devam ediyor.


Paylaşın:

Birkaç hafta önce “Kavramları Ayırmak” başlıklı bir yazı yazmıştım. Anlaşılan sadece kavramları değil konuları da, meseleleri de ayırmak gerekiyor.

Karşılıklı konuşmalarda ve yazışmalarda çok sık rastlıyorum. Belli bir konudan söz edilirken taraflardan biri başka bir konuya geçiveriyor ve önceki mesele hakkında konuşuyormuş gibi konuşmaya veya yazmaya devam ediyor. Türklük, Türk dili, Türkçülük, Turancılık gibi konularda da aynı durumla sık sık karşılaşıyorum. Şimdi bunlarla ilgili birkaç konu üzerinde durmak istiyorum.

Birinci konu: Türk ve Türkçe sözlerinin anlamı.

Türkiye Türkçesiyle konuşan biri Özbek Türk’ü / Türkçesi, Kazak Türk’ü / Türkçesi, Hakas Türk’ü / Türkçesi diyebilir. Çünkü Türkiye Türkçesinde “Türk” ve “Türkçe” kelimelerinin geniş anlamı da vardır. Bunu birçok yazımda da belirtmiştim. İsteyenler benim yazılarıma değil Türkçe Sözlük’e bakarak bunu anlayabilirler.

Türkiye Türklerinin böyle konuşmalarına karşı bir Özbek, Kazak, Hakas Türk’ü de itiraz edebilir; çünkü onların dilinde Türk ve Türkçe, Osmanlı ve Türkiye Türkleri ve onların dili demektir. Yani burada aynı kelimeye farklı anlamlar yüklenmiş olması söz konusudur. Bu olguyu çok iyi bilinen düşmek örneğiyle açıklayabilirim. Düşmek bizde malum anlamda, Azerbaycan’da ise “inmek” anlamındadır. Türk ve Türkçe sözleri de öyle. Bizde hem dar hem geniş anlamı var. Diğer Türklerde ise sadece dar anlamı var.

İkinci konu: Tarihî dönemlerde Türk ve Türkçe sözleri.

Tarihî dönemlerde de Türk ve Türkçe sözleri dar ve geniş anlamlarda kullanılmıştır. Meselâ, Kâşgarlı Mahmud, Kâşgar ve çevresinde döneminin ölçünlü (standart) Türkçesini kullananlara Türk, farklı lehçe kullananlara Oğuz, Kıpçak, Argu vb. diyordu. Böylece Türk ve Türkçe sözlerini dar anlamda kullanmış oluyordu. Türkler yirmi boydur, diyerek bütün Türkleri saydığı zaman ise Türk’ü de Türkçe’yi de geniş anlamda kullanmış oluyordu. Aynı durum Memlük Kıpçak eserlerinde de vardır.

Üçüncü konu: Türk ve Türkçe sözlerinin sadece Osmanlı ve Türkiye Türkleri için kullanılması ne zaman ve hangi şartlarda ortaya çıktı?

Türkistan ve İdil Ural Türkleri, Türk tili / Türkî (Türkçe) kelimelerini geniş anlamda kullanıyorlardı. Yani hem kendi dilleri hem de Osmanlı Türklerinin dili için. Osmanlıların dilini özel olarak belirtmek istedikleri zaman Türkî-i Rûmî (Anadolu Türkçesi) diyorlardı. 19. yüzyılın sonlarına doğru Rus misyonerleri  Özbek, Kazak, Tatar vb. Türklerin konuşma dillerini edebî dil hâline getirme işine giriştiler. Bunun için çeşitli gazete ve dergiler de çıkardılar. Komünistler yönetime geldikten sonra, 1920’lerde ve 1930’larda her Türk cumhuriyetinde dil bilimi kurultayları topladılar ve o kurultaylarda yeni edebî dillerin ilke ve kurallarını belirlediler. Böylece Özbekçe, Kazakça, Tatarca gibi edebî diller ve dil isimleri ortaya çıkardılar; Türk ve Türkçe terimlerini de Türkiye Türklerine ve onların diline inhisar ettirdiler; sözlüklerine de öyle yazdırdılar. Bu tarihî süreç dolayısıyla şu anda Türkmen, Kazak, Kırgız, Özbek, Tatar vb. Türkler, Türkçe deyince sadece Türkiye Türklerinin dilini anlıyorlar. Türkiye’de Rus hâkimiyeti olmadığı için böyle bir süreç yaşanmadı.

Dördüncü konu: Bugünkü tutum.

Anlam farkı bilinmeli ve ona göre davranılmalı. Türkiye Türkleri tarihî süreci anlatarak diğer Türk kardeşlerimize yardımcı olmalı. Onlara kızmak veya onları sorumlu tutmak doğru değildir. Ortada yüz yıldan beri yerleşmiş kavram ve terimler vardır. Bunların hangi sebeplerle ve hangi şartlar altında ortaya çıktığını delilleriyle anlatmalıyız.

Beşinci konu: Geleceğe dönük tutum.

Mevcut bir durum karşısında insanlar genellikle iki türlü tavır alırlar: 1) Mevcut durumu kabul etmek ve onu değiştirmeye çalışmamak, 2) Mevcut durumu değiştirmeye çalışmak.

Türkiye Türkleri, mevcut durumun yabancı ve istilacı bir güç tarafından ortaya çıkarıldığını bilmek ve bu sebeple onu değiştirmeye çalışmak tutumunu benimsemelidirler. Elbette bunu zor kullanarak, dayatarak değil, sabırla ve akıllı yöntemlerle yapmalıdırlar.

Toplumları ileriye götüren ve yükseltenler, mevcut duruma rıza gösterenler değil, mevcut durumu değiştirme ülküsü taşıyanlardır.   

Yazar

Ahmet Bican Ercilasun

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar