Kör ayrımcılığın kötülük aktörleri

Bu aptallaşmadan kurtulursak, dibe dik gidişimiz birden tersine döner. Bu kadar önemli bir temel mesele üzerindeyiz. Kavga dilini benimseyen politikacıya, beni-seni ötekileştiren dile dur dediğimiz anda önümüz birdenbire aydınlanacak.


Paylaşın:

Yeni zamanların bir kurgusu var.  Ne dediğinize bakmıyorlar, kime dokunacağını anladıklarını -sandıkları- anda nasırlarına basılmış gibi kıyameti koparıyorlar. Dediklerine bakarsanız, olan bitenle alakaları yok. Sadece tarafgirlik. Kenar dolanarak yaftalama ve suçlamaya girişiyorlar. Cami adamlarının dili de böyle.  Cehennem zebanisine sığınan bir dil bu. İyiliğe yer bırakmayan bir yangına körükle gitme bu. Kavga Günleri’nde “nifak siyaseti veya tavrı” dediğim de bu. 

Dediklerinizin doğruluğuna yanlışlığına dair konuşmuyorlar. Doğrudan okları size yöneltiyorlar. Yaylar çekili; doğrudan şahsiyete saldıran bu kurgulanmış saat mekanizminde hareket eden garip tipler, yeni zamanın tabiriyle troller etrafı sardı. Sahibinin sesi korosunun en zavallı tipleri meydandalar.

Bana söylenenler biraz farklılık gösteriyor. Çünkü sokak diline yaklaşan siyasete de, sözlere de uzağım. Anlamaya çalışıyorum, fikir söylüyorum.

Bazılarının hak suretinde konuştuklarını görüyorsunuz: “Sen sanatçısın, siyasete girme, işine bak” diyorlar. Keşke bu dediklerinde bir sanat dikkati ve zevkinin yansıması olsa. Bizim efendi(ler)imize dokunan sözler ediyorsun demek istediklerini apaçık görüyor, biliyorsunuz. Sen konuşunca bizim durumumuz açığa çıkıyor, görevimizi yapmadığımız, güce yaltaklandığımız, el etek öptüğümüz görünür hale geliyor. Bize zarar verme potansiyeli taşıyan sözler ediyorsun, dediklerini anlıyorsunuz. Bırak biz bu oyunu oynamaya devam edelim demek istiyorlar.  

Oyuna gelmediğimiz söylenemez

Bu toprağı zehirleyen böyle tavırlar ve davranışlarla çevriliyiz. Böyle giderse hiçbir değer yeşermeyeceği bir toplum haline gelme tehlikesi var. Nitekim görüyoruz:  Namus, şeref bırakmayan bir kör tapınıcılık hayatımıza hâkim hale geliyor. Son yirmi yılın bize yaşattığı bozgun buradadır. 

Maşeri şuur”,  “vicdan” ortak değerleri hayata geçiren gelenek-görenek gibi ölçüleri kaybettik. Devletin kanunları-kuralları tamamlayıcıdır, o da rafa kalktı. Görgüsüz bir toplum olduk. Bunları görünce neden normal bir hayatımız olmadığı anlaşılır. Kenar dolanmaya gerek yok. 

Ölçüler kaybolunca birilerinin keyfine göre kurallar geçerli hale geldi. Kamplaşma, ayrıştırma, bu sonucu elde etmek için tercih ediliyor. Kavgayı öncelemenin sonucu bundan başka olamaz. Söyledikleriniz, yaptıklarınız o kamplaştırıcının keyfine uymadığı zaman da olacaklar belli. Sorumsuzluğu, kural tanımazlığı eleştirirseniz, yalana-dolana-talana söz etmeye kalkarsanız başınıza gelecekler de bellidir. Önce bir kötülükle etiketlenir, dışlanır, ötekileştirilirsiniz. 

Evet, gücü verdiklerimizin bizim gücümüzü bize karşı kullandıklarını görmek, bilmek zorundayız. 

Oyuna geldik mi?

Kaşının üstünde gözün var devrindeyiz. Ayırmak ve kavga ettirmekle ayakta kalanlar ülkeyi savaş alanına çevirmekten çekinmiyorlar. Halkımız bu oyuna gelmedi diyoruz, doğru. Devamlı düşmanlaştırma veya en azından ötekileştirme gayretlerine rağmen henüz kardeş kardeşin, komşu komşunun yüzüne bakabiliyor. 

O kadar ileri gidilmesine izin vermeyen bir toplum yapımız var. Toplumun gücü burada görünüyor. Ancak oyuna gelmediğimiz tam olarak söylenemez. Bu, kamplaştırma oyununun seçimlerin en önemli kozu oluşundan belli. Görünen açık: O kozu elinden alacağımız siyasetçinin donuna kadar soyulmuş hırsıza döneceğini anladığımız zaman ülkede olup biteni öğrenme imkânı doğacak. Şimdi körlük yaratan bir örtünün üstümüzden atılamadığı görülüyor. Dövüştürerek ayrıştırdığımız vatandaşlarımız, vatan kardeşlerimiz türlü sebeplerle anlayamayabilirler. Devamlı dövülen birlik şuurumuzdur. 

Olanı biteni gizlemek için girişilen ahlâksızlığın değer bırakmadığını görenler konuşursa tam anlama başlayacak ve kurtulacağız. 


Ayıran bölen dil

Bu soygun düzeni için bizi biz yapan değerlerin tuzla buz edilmesi lazımdı. Ayırmak, suçlamak en iyi yoldu. Çünkü ayrımcılık serseri bir mayındır. Olumsuzluğun, çürütücülüğün kaynağıdır, ondan bir iyilik beklenmez. İ

İşte her söze “Biz Müslümanlar” diyerek başlayanlar, kendileri gibi düşünmeyen ve asıl manasında kendilerinden olmayanları Müslüman saymadığını ilan etmekte beis(sakınca) görmedi. Kendi istediğini veya kabul ettiğini Allah’ın emri olarak dayatanlar hayatımızı zehirledi.  Sade vatandaş iyi bir şey dediğini zannederek bu dile dâhil oldu. 

Dine de hiçbir değere de uymayan bu Tanrılık taslama, ülkenin yaşadığı en ağır bölünmeyi getirdi. Diğer ideolojilerin ve fikir hareketlerinin hiçbiri bu derece yarılmayı getiremezdi, getirememişti. Türkiye henüz bunu tam fark etmiş görünmüyor.

Şevki Yılmaz prototip ise

Hiçbir kutsalın kutsallığı, değerin değerliği kalmadı. Şevki Yılmaz tek örnek değildir. Onun gibi deli saçmasına sığmaz sözler edenleri çıkaran süreçleri iyi anlamak lazım. Onun, İlber Hoca’nın da katıldığı düğünde dediği ve yaptığı belki en hafif olanıydı. 

Bir yıl önce ülkenin yedi yüz ton altını olduğunu duymuş ve Erdoğan’a “Bunu harcayın, bunlara, hırsızlara mı bırakacaksın?” demişti. Bu zatın ve temsil ettiği zihniyetin devlet bilmezliğini filan söyleyecek haliniz yoktur. Bunların devlet-millet gibi bir dertlerinin olmadığını göreceksiniz. Hırsızlığı, yağmayı, yalanı-talanı kendisine hak gören bir anlayışın kendi suçunu başkasına yamama yüzsüzlüğü tam da buydu. Hemen söyleyeyim: Yüzsüzlük bu ahlak dışı davranış için kullanılacak hafif bir sözdür.

Kimse çıkıp da bu, tımarhane kaçkını halli adamın öncüleri arasında bulunduğu hareketi sorgulamadı. Ne hükumet edenler, ne savcılar-hâkimler, ne aydınlar, ne de halk. Deliyse deliliği ilan edilse mesele kalmazdı. Hayır, sanki normal biriymiş gibi kabul edildiği ve sözlerinin kanuna kurala uymaz tarafına rağmen bir tarafın adamı sayıldığı için hakkında ne bir şey yapıldı, ne de dendi.  Geldiğimiz yere bakar mısınız?

Siyasetçileri tayin eden biziz

Hâlbuki düşünmedikleri, anlamaktan uzak durdukları durum gayet açık: Siyasetçileri biz seçiyoruz. Bazı hizmetler için seçiyoruz. Devleti  -müsbet manada- dolandırmaları için seçiyoruz. Onlar bizi dolandırıyorlarsa bakılacak yer onlardan önce biziz. Esas itibariyle her zaman biziz. 

Siyasetçi, yaptıkları veya yapacaklarıyla, vadettikleriyle bize kendini beğendirmeye mecbur olan kimsedir. Biz, çalanı-çaldıranı, yalana dolana sarılanı,  hak hukuk gözetmeyeni beğeniyorsak epeyce sıkıntılı bir durum var demektir. Hâlbuki kuralları gözetsek, eşit şartlarda hizmet etmelerini denetlesek, sesimizi bu yönde çıkarsak onlar bu değer tanımazlıkla o makamlarda kalamazlar. 

Asıl değişmenin getirdiği tepkisizlik

Diyeceğim o ki gücünü kullanmayan halkın durumuna bakmak lazım. Ortak çıkarlar yerine bazılarının çıkarlarının gözetildiği bir bozuk sisteme evet diyenlerin bu gidişle düzelmeleri mümkün değildir. Memleket de onların kötülüğe desteğiyle kolay onmaz.

Bakacağımız ve döneceğimiz yol açık: Bu çocukça bile olmayan kör kavganın içine atıldık. Bu durumun kökleri eskidedir fakat yenisi eskiye benzemez ölçüde yıkıcıdır. 

İktidar gücünü verdiklerimiz memleketi batağa sürükledikleri halde sanki bütün bu yanlışları başkaları yapmış gibi davranabiliyorlar. Eskiden bu tür yüzsüzlükler kolay kolay edilemezdi. Bırakın böyle konuşmayı, halkın içine çıkamayacak hale gelirlerdi. Başta kalmaları mümkün olmadığı gibi kötü örnekler olarak anılır, haklarında neler neler söylenirdi. Sadece Cumhuriyet’te değil, İmparatorluk devirlerimizde de halk devleti yönetenlerin kötülerini damgalar, türlü yollarla yergi oklarını üzerlerine salar, vicdanlarda mahkûm ederdi. 

Din üzerinden yürütülen aptallaşma da yeni değildir fakat böylesi görülmemiştir. 

Bu aptallaşmadan kurtulursak, dibe dik gidişimiz birden tersine döner. Bu kadar önemli bir temel mesele üzerindeyiz. Kavga dilini benimseyen politikacıya, beni-seni ötekileştiren dile dur dediğimiz anda önümüz birdenbire aydınlanacak.

 

Yazar

A. Yağmur Tunalı

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar