Yükleniyor...
Bu memleket hakikatini kaybetti. Yıllar önce bu cümleyi yazdığımda, bir dostum, “Biraz ağır olmadı mı?” demişti. Ona verdiğim cevap büsbütün acıtıcıydı. “Azizim, benim, senin gibi milliyetperverler için bu cümleyi kabul etmek ve hele itiraf ederek duyurma azabına rıza gösterebilmek kolay mı? Fakat gerçek bu. Çare yok, bu kabulü konuşarak uyanacak, uyandıracak ve yitiğimizin peşine düşeceğiz.” dedim ve ekledim: “Kanunlara-kurallara uygulayacak ve uygulanışını titizlikle gözetecek kişilerin uymadığı yerde hakikat barınmaz.” Bu kadar net ve bu kadar acı! Artık böyle bir bozgunla nasıl karşı karşıya kaldığımızı anlayacak ve nasıl üstesinden geleceğimizi düşüneceğiz.
Bunun için yazıyor ve konuşuyoruz. Hiçbir parti, cemaat, camia ve fikir bağlılığı bu derdin doğrudan çaresi değildir. Aksine, bu tür bağlanışların darlığından kurtularak bakmak mecburiyetindeyiz. Kimse kusura bakmasın, hakikaten bu tür kör bağlanışlar da hakikati boğuyor. Hiçbirinde hakikat arayışı tam görünmüyor. Hatta dediğim hakikat kaybı en çok onlarda apaçık görünür hâlde. Sadece orada da değil, her yerde aynı çöküş görüntülerini normalleştiren bir hakikat umursamazlığı var.
Mahir Ünal’ın zerrece hakikat barınmayan sözlerini fikir sefaletinin duyurduğu zavallılıkla beraber anlamak lazım. O bir prototip. Sağda solda böyle tipler var. Özellikle müsülmancı takımlar, merdiven altında bu cümleler üzerinden yaftalamayı öğrenirler. Devletin belli okulları da o aklın güdümündedir. Hangi dini öğrettikleri büsbütün fena bir konudur; fakat asıl meseleleri din değildir. Din ve İlber Ortaylı’nın dediği gibi Osmanlı paravandır. Hakikati bilmedikleri hâlde hakikatten göründükleri için en acımasız hakikat katilleri bunlar arasından çıkar.
Bu üç temeli bozmadan kurguları çalışmaz. Yaşadığımız, o bozgun kurgusunun ayaklarıdır. Yıkıma koşacak inandırılmışlar için birkaç cümle yeter. Birkaç cümle ezberleyeceksin ve onun etrafında döneceksin. Mahir Ünal galiba iyi örnektir. Türkçe’den ne anladığını, neyi bildiğini bilemezsiniz. Osmanlı’dan ne anladığını da. O papağan, o cümleleri ederek bir nefret söyleminin gazına gaz dökecektir. Bu, hakikat celladı, yığınları şehvetine düşüren sistemlerin insan prototipidir. Hakikat kaybolunca bunları her tarafta görürsünüz. Böyle bakmazsak gerçeği gerçeğinde anla(ya)maz, bunu yıkar, yerine onun zıddı görünen aynı tavırdaki diğerini getirir ve hakikati boğazla(t)maya devam ederiz.
Evet, hakikate sırt çeviren sözüm ona ideolojik sistemler böyle tipler üretiyor: Bir genç teğmenin partiden partiye geçişinde bir ölçü ve memleket derdi ve hakikat kırıntısı var mı? Geçtiği partinin en önde giden adamlarıyla kapışmalarının külü savruldu, meğer karşılıklı neler neler denmiş ve yaşanmış. Mide bulandıracak bir iştir. Nitekim o partinin vekâleten başındaki bir kişinin, bu gence de demediğini bırakmayan bir bakanın genel başkanlarına dediklerinin ve sonra şimdiki hâllerinin hakikate sığar tarafı var mı?
Yönetici ve yalnız kendini düşünen ve kendine çalışan zevatın çıkardığı ve kamuoyuna dezenformasyon yasası diye takdim ettikleri kanuna göre durumları nedir diye sormayacağım. Çünkü bu çarpıtma ötesi bir köktenci tavır alıştır. Yok saymadır. Kendini sahtelikten sahteliğe atma ve sonra inkâr serbestîsidir. Kendini inkârın imana dönüşmesini anlarım. İnsanlar yanılırlar. Yanıldıklarını anladıklarında da gerekçelendirerek özür beyan eder ve varsa yeni tercihlerini açıklarlar. Sayamayacağımız kadar uzun bir liste tutacak şimdiki insan ve inkâr hareketliliğinde ilkelere dayanan bir tutumun zerresi aranabilir mi?
Sonra, defalarca “Aldatıldık.” veya “Aldatıldım.” diyenin hepimizi aldatma tavrına ne diyeceğiz? O da bir hakikatsizlik dilinden konuşmuyor mu?
Terimleri, kavramları, hatta kelimeleri tam bilmediğimiz için ne manaya geldiğini düşünemiyoruz. Düşünsek, yaşadıklarımız olacak şey değildir. Sizi döveni, size söveni affetmek elinizdedir. Mala cana ziyan vereni değilse bile, kişi hak ve hürriyetlerine dokunanı affetme hakkını kanunlar size vermez. Siz affetseniz de kamu davası devam eder. Fert planında bile böyleyken devlet hayatında yanlışlar karşısında aldatıldım deyip kurtulmak olmaz. Mutlaka karşılığı olacaktır.
Osmanlı sisteminde ve bütün Türk tarihinde, değil aldatılmak suretiyle başarısızlık, beceriksizlik de devlete ve millete karşı işlenen suçlar arasında en baştadır. Esasen, gücü, imkânları yanlış yere kullanmanın özrü olmaz. Özür beyan edenin ben size hizmet edemedim itirafıdır, o kadar. Bir günah temizleme veya günahsızlaşma hükmü taşımaz. Sonra, toplumun hakkını yemenin ve hakları heba etmenin itirafı, benim senin aldatılmana benzemez. Biz aldatılsak, zarar, kendimiz ve muhataplarımızla sınırlıdır. Tepedekilerin aldatılması devlet ve düzen meselesidir. Hakikati temelden yıkan, -isterseniz yumuşatın- inciten bir iştir ve normal karşılanması hakikati kovar. Bu da yaşadığımızdır.
Elin memleketinde, salgın döneminde parti veren başbakanın peşini, Meclis, halk ve medya bırakmıyor. Kendi partisi bırakmadı ve istifa etti. Yerine gelen hanım da, açıkladığı yüksek gelir grubuna %5 vergi indirimi açıklamasına gelen tepkiler sonunda 45 günde istifaya mecbur kaldı. İskender Öksüz’le bunları konuşurken, BBC muhabirlerinin Başbakan’ı sigaya çektiklerini hatırlattım. O da o gün seyrettiği, Başbakan’a BBC muhabirinin sorduğu soruların en yeni örneğini söyledi. Dikkatinizi isterim, BBC İngiltere’nin devlet televizyonudur. Bir de dönüp bize bakın! TRT’de bırakın sorgulamayı, sorular ve cevaplar hazır paket hâlinde sunulacak duruma gelmişsek durup düşünmek lazımdır. Hangi tür ülkelerde ve rejimlerde hakikatin üstüne böyle örtü çekildiğini ve tek merkezin algı üretimine müsaade edildiğini, şu bilişim çağında bir dakikada herkes öğrenebilir.
Bu konu Türkiye’nin belki en âcil halletmesi gereken demokrasi, hak hukuk davasıdır ve can yakıcı meselesidir. Yitiğimiz, partileri, şahısları bir kenara bırakarak tartışılacak ve aranacaktır. Memlekette hakikate yönelişin bir yolu varsa budur.
1 Yorum