Yükleniyor...
Millî Egemenlik Platformu (MEP), Türk Milleti’nin hakkını savunmak ve korumak için kuruldu. Herhangi bir siyasi talebi veya hedefi de yok. Bir sivil toplum hareketi olarak düşünüldü ve harekete geçildi. Siyasi parti taassubu ve popülizmin dışında kalarak millî meselelerde düşünce, fikir ve tavır geliştirmeyi hedefliyor.
Türk Milleti’nin hakkını savunmak ve korumak, ne kadar garip bir cümle değil mi? Haklısınız. İlk bakışta böyle görünüyor. Ama kâğıt üstündeyken öyle. Aslında mesele hiç de göründüğü gibi değil. Bu platform bir ihtiyaçtan doğdu.
Peki, bu ihtiyaç nasıl doğdu? Bunun cevabı için tâ 3 Kasım 2002 seçimlerine ya da daha öncesine gitmeyeceğim. Türk Ordusu’na dolayısıyla Türk Milleti’ne kurulan kumpasları hikâye etmeyeceğim. Ama bugün de etkileri büyüyerek devam eden ve gerçek bir beka sorunu kaynağı hâline gelen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nden (CHS) başlayacağım.
Hani bir kıssa vardır. Yolcunun birisi tarlasında çalışan birisine “Falanca yere kaç saatte gidebilirim?” diye sorar. Adam sesini çıkarmaz. Yolcu duymamıştır düşüncesiyle sorusunu yineler ama yine bir cevap gelmez. Üçüncü defa sorar. Biraz sinirlenmiştir de. Yine bir ses çıkmaz. Söylenerek yoluna koyulur. Birkaç adım sonra arkasından “üç saat” diye seslenildiğini duyar. Döner. Tarlada çalışan adam “Üç saate varırsın” diye tekrar eder. Yolcu kızarak, “O kadar sordum sesin çıkmadı” der. Adamın cevabı “Yürüyüşüne baktım da ondan” cevabını verir.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi (CHS) için yürüyüşe de bakmaya gerek yoktu. Gidişatın nereye olduğu daha en başta, YSK’nin referandumdaki tavrıyla belli olmuştu. Yasanın açık hükmünün tam tersine aldığı kararla kendini gösterdi. Bu “kirli içtihat” Türk hukuk tarihinin yüz karası olacak niteliktedir.
Daha sonra seçimler öne alındı. Hem bir an önce yetki kullanma sabırsızlığı hem de bürokrasideki değişim beklentisinin çalışmaya etkisi baskı yapıyordu.
Hepsinden de önemlisi bütün bu yola 15 Temmuz ihaneti mazeret gösterilerek girildi. Karşı çıkışlar “15 Temmuz ihaneti…” diye başlayan cümlelerle susturuldu. Sihirli ve anahtar kelimelerdi. Hoş, şimdi de “Fetöcü ve fetöcülük” kelimeleri koruma kalkanı olarak kullanılıyor. Artık kavramlar ve kelimeler sıradanlaşmış vaziyette. Ama bu sıradanlaşma daha büyük bir tehlike doğuruyor. Ancak toplum üzerindeki ekonomik ya da siyasi baskılar bunun fark edilmesini de önlüyor.
15 Temmuz ihanetinden sonra gerek TSK’nin yapısında gerekse devletin diğer organlarında değişiklik yapıldı. Artık karar ve yetki tek bir makamda, cumhurbaşkanlığında, toplandı.
Bunun etkisi faiz tartışmalarında net ortaya çıktı. Tek kişinin kararı yüzünden kur korumalı mevduat ucubesi yaratıldı. Bu ucubenin Türk Milleti’ne yüklediği zarar da 820,7 milyar liraya ulaştı. Daha da ne kadar olacağı da belli değil. Basında, Merkez Bankası’nın 2023 yılında zarar ettiği ve bunun da tarihinde bir ilk olduğu haberleri var.
Kamuoyundan gelen yapmayın etmeyin feryatlarına kulak tıkandı. “Nas” denerek girilen bu yolda hem “nas” kavramı zarar gördü hem de halkın bir kesimi. Halkın orta direk denen kesimi fakirleşti, fakirler daha da yoksullaştı. Enflasyon dizginlenemedi. Pahalılık aldı başını gitti. Sofraya ateş düştü.
KKM, sadece parası olanlara yaradı. Yani 820,7 milyar lira zenginlerin servetini daha da katladı. KKM aynı zamanda bir servet transferi aracı da oldu. Artık Türkiye’de gelir dağılımı çok fakir, fakir, zengin, çok zengin tanımlanabilir dense çok da yanlış olmayacaktır.
Bu durum öngörülemediyse büyük bir yönetim zaafı, tercih edildiyse büyük bir operasyon. Her iki hâlde de bunun sorumluları adalete hesap vermelidirler. Bu konu zaman aşımından vareste tutulmalıdır.
En önemlisi de, Türkiye’ye ve Türk Milleti’ne, bu ağır hayat şartları altında “Yeni anayasa” tartışmaları dayatılıyor. Unutturmak için mi diyecekler çıkabilecektir ama pek de öyle görünmüyor. Bir hedefe ya da daha doğru isimlendirmeyle “Menzil”e yürüyüş devam ediyor.
AKP Genel Başkanı Erdoğan CHS’ye geçiş referandumunu değerlendirirken, “Bugün Türkiye 200 yıllık kadim bir tartışma konusu olan yönetim sistemi konusunda tarihî bir karar vermiştir. Bu karar sıradan bir olay değildir (16 Nisan 2017)” demişti. Benzeri sözleri 16 Nisan 2024’te, kabine toplantısı sonrasında da tekrar etti. Bu ifadeler Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna itirazla ilgili. Dolayısıyla bir açıdan “Menzil”i de işaret ediyor.
Bu fikirleri, “Gelin, Türkiye yüzyılını yeni bir millî mutabakat zemini hâline dönüştürelim … Gelin, Türkiye yüzyılında demokrasimizi, katılımcı demokratik bir cumhuriyet kimliğiyle taçlandıralım.” ifadeleriyle birlikte değerlendirelmelidir.
Bu cümleler Cumhur İttifakı’nın seçim beyannamesi olan “Türkiye Yüzyılı” belgesinden. Bu belge AKP Genel Başkanı Erdoğan tarafından okundu (28 Ekim 2022). Bu ifadeler Türk Milleti açısından belgenin kalbi sayılacak cümleler.
Bu ifadelere göre, bir demokratik cumhuriyet kimliğiyle yeni bir kimlik oluşturulacağı ve bu yeni kimlik üzerinden de yeni bir millî mutabakat kurulacağı anlaşılıyor.
Öncelikle bizim kimliğimiz var ve adımız Türk. Bunun değiştirilmek istendiği söyleniyor. Demokratik cumhuriyet kavramıyla da etnik kimliklerin tanınacağı bir yapı kastediliyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin tek milletli yapıdan çok etnisiteli bir yapıya geçmesi hedefleniyor. Demokratik cumhuriyet kavramını ilk kullanan bölücübaşı Öcalan. Demokratik konfederalizm demişti. Demokratik cumhuriyetle, millî ve üniter yapıda olan Türkiye, egemenliğin paylaşılacağı bir yapıya geçirilmek isteniyor.
Türkiye Cumhuriyeti’nde egemenliğin sahibi Türk Milleti’dir. “Millî mutabakatı” vardır ve tamdır. Yeni bir mutabakat arayışı da egemenliğin paylaşılması anlamına gelmektedir. İhtimali dahi uykuları kaçıracak korkunçluktadır.
Bütün bunlarla birlikte, yirmi iki yıldır süre gelen iktidar, bugün de bildiğini okuyor. Özellikle, 15 Temmuz ihanetinden bu yana önemli bir desteğe sahip. Bu destek, devleti kuran ve Türk Milleti’nin haklarını savunma konusunda fedakârlığı tescilli olan, Türk milliyetçilerinin bir kısmından geliyor. Bu desteği verenler, bugün yaşananların sorumlusunu da “biricik kurtarıcı” ilan ettiler. Ve “bırakma bizi” çağrısı yaptılar.
Türk Milleti bu şartlar içinde bunalırken, “Bizler; tarihe ve geleceğe Türk Milleti’nin penceresinden bakan, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türk milliyetçiliği fikrine inanmış kişileriz” diyen bir avuç kişi, Millî Egemenlik Platformu adı altında bir araya geldi.
“Atatürk’ün yolundan giderek … Türk kimliğinin ve millî egemenliğimizin tartışmaya açıldığı bir dönemde kimliğimizin ve egemenliğimizin dokunulamaz olduğunu hatırlatıyoruz” dediler.
Bu mücadeleyi de, “Bütün mücadelemiz; demokrasiyi, meşruiyeti, hukukun üstünlüğünü esas alarak, insan haklarına saygı çerçevesinde, içte ve dışta barış ilkesi kaynaklı olacaktır.” diyerek anlayışlarını ortaya koydular.
Kimlerin haklı olduğuna tarih karar verecek elbette. Ama bu yöntem ve tercih farklılığı üzerinden kavga çıkarmak, sadece, Türk Milleti’nin düşmanlarına yarayacaktır. Türk Milleti’nin her bir ferdi de içinde bulunduğumuz kaostan çıkışın yollarını aramakla sorumlu ve görevlidir.