Yükleniyor...
Olayın yaşandığı Minneapolis’te polis karakolu, cinayetten iki gün sonra kundaklandı.
Yazıya başlamadan önce önemli not: Okuyacağınız yazıyı MİSAK editör ekibine göndermeden birkaç dakika önce, ajanslar, Trump’ın ANTIFA’yı terör örgütü ilan ettiğini son dakika haberi olarak geçti.
25 Mayıs’ta ABD’nin Minneapolis şehrinde, Derek Chauvin adlı polis memuru, dolandırıcılıkla ilgili bir şikâyetten gözaltına aldığı 46 yaşındaki George Floyd adlı siyah bir Amerikalıyı amatör kameralar kayıt ederken diziyle boynuna basarak öldürdü. Irkçılıkla ilgili pek sıkıntılı bir tarihe sahip ülkede, bir de pandeminin getirdiği sosyal ve ekonomik problemler eklenince büyük bir krizin de fitili ateşlendi.
Polis memuru Derek Chauvin basit bir gözaltı vakasında George Floyd’un boynuna diziyle işte böyle bastırmış, zavallı adamın “nefes alamıyorum lütfen” sözlerine rağmen kameralara aldırış etmeden öldürene kadar bu şekilde kalmıştı.
Chauvin’in “boğuluyorum, lütfen” sözlerine aldırış etmeden göz göre göre katlettiği Floyd’un ölümü önce ABD, şu günlerde de Avrupa’da büyük bir toplumsal krize evrilirken geniş çaplı yağma, kundaklama ve şiddet olaylarını beraberinde getirdi. ABD’de bilhassa güvenlik güçlerinin diğer ülkedeki meslektaşlarına oranla çok daha geniş olan yetkilerini suiistimal etmesi ve bunu bilhassa siyah ve hispanik Amerikalılara uyguladığı algısı sokaklara dökülen kalabalıkların temel motivasyonunu oluşturuyor. Sokaklardaki anarşi ve vandalizmin öncüleri ise, ABD’de kendilerini “ANTIFA” veya “Social Justice Warriors” (Sosyal Adalet Savaşçıları – orijinal kısaltması SJW’yi kullanacağız) diye adlandıran, aşırı sol eğilimli ve devlet otoritesini ve kuralları tanımayan, feminizm, LGBT-İ, veganlık gibi eğilimlerin savunucusu görünümündeki gruplar. Türkiye’de henüz bu tanımlar kullanılmadığından bu akıma en uygun yakıştırma bizim dilimizde Politik Doğruculuk.
Ülke geneline sıçrayan olaylarda binlerce kişi gözaltına alınırken güvenlik güçleri olaylara beklenildiği ölçüde sert karşılık vermedi. Bu toleransı, eylemciler fırsat diye değerlendirdi. Yüzlerce polis aracı, kamu binası, banka, alışveriş merkezleri kundaklandı ve yağmalandı. Ülke kaosa sürüklendi.
Türk basınında daha önce bu konuda geniş kapsamlı bir yazı veya akademik makale var mı diye araştırdım. Maalesef yoktu. Ülkemizde seçmen nüfusuna göre oranlandığında %1 dahi etmeyen, yüksek gelir grubuna dâhil, eğitimli kesimler dışında kendini ANTIFA/SJW diye tanımlayan kimse –çok şükür– henüz yok. (Türkiye’de bu konuda yapılmış gelmiş geçmiş en iyi yapım diyebileceğim YouTuber Efe Aydal’ın Politik Doğruculuk belgeselini tavsiye ediyorum.)
Yüzlerce defa gururla PKK bağlantısını savunmuş, Öcalan’ın heykelini dikeceğiz diyen bir siyasi parti liderinden bahsederken adının kısaltmasını kullanmak, Atatürk’ü baskıcı diktatör olarak görmek, ülkenin tek sorununun Kürtler ve PKK’nın Kürtlerin sözcüsü olduğunu iddia etmek, yaşadığı bölgede tek bir sığınmacı yaşamamasına rağmen Suriyeli sığınmacıların ülkesine dönmesi gerektiğini söyleyenlere saldırmak, kendisine eleştiri yönelten herkese “AKEPELİ” demek, bir kişi / grup azınlık mensubuysa yaptığı istisnasız her şeyin doğru olduğunu varsaymak, et tüketenlere katil, Türk geleneklerine “çomarlık” demek, bir terör eylemi olduğunda faili PKK ise “ama Türkler Kürtlere çok zulüm yaptı” değilse “terörü lanetliyorum” diye saydırmak… Henüz kendilerini ANTIFA diye nitelendirmeseler de, Türkiye’de de buna oldukça yatkın bir grup yok değil. Esas kullanılanın kendisi olduğunu bilmeden, konforlu yaşam alanından hayatında hiç bir arada olmadığı ve muhtemelen yan yana gelse psikolojisinin bozulacağı radikal grupları savunan bu kitleye şimdilik gençler kendi jargonunda “halkların demokratik Melis’i” diyorlar. Ne mutlu ki bunlar bir avuç bile değiller ama bilhassa sosyal medyadaki etkilerine bakan biri sayıları konusunda yanılabilir! Çok şükür, Türkçülük, Türk gençleri arasında çok ama çok daha yaygın karşılık buluyor, ANTIFA uzantıları Türkiye’de ancak dalga konusu olabiliyor.
ANTIFA’yı terör örgütü olarak listeleme fikri Amerikan devleti için yeni bir girişim değil. ABD İç Güvenlik Bakanlığı (Homeland Security Department) ANTIFA’nın “bir takım yurtiçi terör faaliyetlerine karışmış olabileceğini” bildirse de, Obama yönetimi ANTIFA’yı “öfkeli bazı gençler” olarak nitelendirdiğinden girişim neticesiz kaldı. ANTIFA, özgürlüklerini kısıtlayan uygulamalar ve otorite karşısında politik değil, doğrudan eylem metodunu benimseyen otonom aktivist gruplardan oluşur. Söz konusu hareket merkezi bir yönetimi olmadığından ötürü bir “örgüt” denemese de, bu ideolojiyi benimseyen çok sayıda STK kendilerini SJW diye tanımlayan bu insanları konsolide ediyor ve son olaylarda olduğu gibi gerektiği zaman harekete geçirebiliyor. Tamamen kendi ölçütlerine göre “faşist” olarak belirlediği kişi ve kurumları hedef alan ideoloji 2015 senesinde ABD’nin Missouri eyaletinin Ferguson kentinde 18 yaşındaki silahsız siyah genç Michael Brown’un öldürülmesi sonrasında da bugünküne benzer bir biçimde sokaklara inmişti. 70 kente yayılan bugünkülere benzer olaylarda çok sayıda gözaltı, ölü, yaralı ve maddi hasara yol açmıştı.
Floyd Protestoları diye tarihe geçen eylemler ABD için yeni değil ama en geniş çaplısı. 2015 senesinde de Missouri eyaletinin Ferguson kentinde benzer bir olay yaşandığında ülke çapında ANTIFA’nın öncülük ettiği eylemlerde çok sayıda kundaklama, yağmalama ve bugünküne benzer manzaralar yaşanmıştı. ABD yakın tarihi buna benzer birçok eylemle dolu.
Geçtiğimiz sene Ağustos ayında CIA gölge kuruluşu diye popülerleştirilen Stratfor analistlerinden Scott Stewart, bir raporunda, ANTIFA hareketinin “terörist bir hareket olarak etiketlenip etiketlenemeyeceği” konusu ciddi biçimde ele aldı, önündeki engeller ciddi bir biçimde analiz etti. Bu, Amerika’da hazırlanmış en güçlü delillerden biri zira Stratfor, bir fikir kuruluşundan çok daha fazlası. Geçtiğimiz sene ABD’nin Ohio eyaleti Daytona kentinde biri kendi kız kardeşi, 9 kişiyi silahla öldüren Connor Stephen Betts vakası önce ırkçı bir saldırı olarak nitelendirilse de, sonradan katilin tam tersine, aşırı sol ANTIFA eğilimli biri olduğu ortaya çıktı. Bu olayın ardından Trump ANTIFA konusundaki rahatsızlığını dile getirmiş, Cumhuriyetçilerin senatoya getirdiği ANTIFA’yı terör örgütleri listesine alma girişimi söz konusu oluşumun “bir merkezden yönetilmeyen radikal bir fikir akımı” olması gerekçesiyle teknik olarak “örgüt” diye tanımlanamayacağı gerekçesiyle reddedilmişti.
Floyd’un öldürülmesini protesto eden ANTIFA grupları, Amerikan bayrağı yakıyor. Türkiye başta birçok ülkede olabileceği gibi bu tip eylemlerin karşı cenahta yaratacağı tepki ABD Teksas’ta da başta birçok eyalette sağ görüşlüleri de sokaklara dökerek büyük bir güvenlik zafiyetlerine ve toplumsal ayrışmaya sebep oldu.
Amerikan devleti için en önemli tarihi mekânlardan Alamo Anıt Mezarı etrafında silahlı aşırı sağ gruplar günlerdir nöbet tutuyor. Güvenlik güçleri iki grubun karşılaşmaması için geniş önlemler alırken, başta Beyaz Saray, bir çok sembolik mekânda aynı durum söz konusu. En ufak bir karşılaşmada neler olabileceğini kestirmek güç, zira ABD’de tanksavar dâhil, her türlü silaha yasal yoldan ulaşmak mümkün ve neo-nazi gruplardan aşırı sol gruplara kadar bu silah ve mühimmatlarla donanmış milyonlarca insan yaşıyor ülkede.
Sınırsız özgürlükler ve hoşgörü konseptli Amerikan anayasasının boşluklarından ustalıkla faydalanan gruplar yalnızca son olaylarda değil, LGBT-İ yürüyüşleri, feminist protestolar gibi eylemlerde de şiddet kullanarak kendilerini zaman zaman görünür kılıyor. Refah seviyesi ve farklılıklara hoşgörünün yüksek olduğu Avrupa da ANTIFA ideolojisinden nasibini alıyor. Almanya, İngiltere, Fransa, İspanya gibi ülkelerde de faal olan “anti-faşist” ideolojisi son yıllarda bir hayli baş ağrıtıyor. Parlamentoda temsil edilmenin ABD’den daha kolay olduğu Avrupa’da, bir takım marjinal politikacıların da desteğini alan hareket, Almanya başta, bir çok ülkede artık ciddi bir tartışma konusu. PKK’nın ciddi biçimde suiistimal ederek aralarında yer bulduğu hatta kendisine kamuflaj ve toplumsal destek amaçlı kullandığı bu grupların bir güvenlik sorunu olup olmadığı tartışması geride kalırken buna nasıl önlem alınabileceğine dair fikirler daha da öne çıkmaya başlıyor. Trump’ın ANTIFA hareketini terörist grup olarak tanımlama çağrısının ardından çıkan tartışmalar geçen sene Almanya’ya sıçramış, Sol Parti eşbaşkanı Bernd Riexinger ve Yeşiller Partisi eşbaşkanı Sven Lehmann’ın biz de ANTIFA’yız demeleri ülkede ciddi bir politik gerilime yol açmıştı. Aşırı sağcı AfD partisi milletvekili Jürgen Braunn “ANTIFA’yı terörist olarak tanımlayabilirsek, Twitter’daki “IamANTIFA” (Ben ANTIFA’yım) etiketi bize terörle mücadele için geniş bir havuz teşkil edecek, bunu mümkün kılan Trump’a teşekkür ederim” diyerek tartışmaları alevlendirmişti. İşin asıl ilginç tarafı da şu ki, ANTIFA’nın esas anavatanı Almanya. Dünya genelinde kullanılan ANTIFA logosu da, tam ismi de Weimar Almanya’sında yasal bir politik organizasyon olan Antifaschistische Aktion’dan esinlenilmiş. Kafaları çok karıştırmamak için bu konuya girmeyelim ama Almanya, ANTIFA konusunda her zaman ABD’den daha temkinliydi diyebiliriz. Tabii işine geldiği kadar!
Kentinizde kadın çamaşırları giyip, birbirleriyle öpüşerek yürüyen adamlar ya da üstsüz gezerek cinsel organıyla ilgili sloganlar atan kadınlar görmek istemiyor musunuz? O halde siz bir “faşistsiniz” ve eğer ülkenizde ANTIFA grupları varsa fiziksel şiddete maruz kalabilir veya bu eleştiriniz sebebiyle sosyal medyada sayfalar dolusu küfür ve tehdide maruz kalıp, şikâyetler sebebiyle sosyal medya hesabınızı kaybedebilirsiniz!
Almanya’da ANTIFA artık neredeyse PKK’nın Almanya kimliği olmuş. Almanya’nın terör örgütü olarak kabul etmesine rağmen eylemlerine izin verdiği tek örgüt olan PKK gösterilerinin olmazsa olmazı ANTIFA logosu ve sloganları. Dedik ya, Almanya kendi topraklarında doğan, Nazizmi yine Nazice yöntemlerle alt etme iddiasındaki bu gruba karşı “işine geldiği kadar” temkinli.
ANTIFA hareketinin Avrupa’ya yansımalarını en yakından tahlil edebileceğimiz olaylar Sarı Yelekliler’in sokak protestoları. Bunlar, Macron’un göreve gelmesi ardından yürürlüğe koyduğu ve hayat pahalılığına yol açan vergi rejimi ve zamları protesto için 17 Kasım 2018’de sokağa çıktı. Covid 19 pandemisi sebebiyle eylemler son 5 ayda etkisini azaltsa da 2 senedir durmadan devam ediyor. Kendilerini ANTIFA olarak tanımlayan grupların gösterileri, modern Fransa tarihinde görülmemiş vandalizm ve şiddete yol açtı. Fransa dışında, Belçika, Hollanda ve İtalya’da da görülse de Fransa’daki kadar yayılmadı. Tüm ikazlara rağmen salgın döneminde de eylemlerine devam eden ANTIFA dışındaki eylemci grupların tamamı pandemi önlemleri çağrısına uydu. ANTIFA içinse otoritenin her türlü çağrısı faşist baskı!
Fransa’yı 2 senedir kasıp kavuran Sarı Yelekliler eylemlerinin başrolünde de ANTIFA grupları var. Rahatlarını kaçıran, beğenmedikleri, işlerine gelmeyen herkese, her şeye ve her otoriteye sınırsız şiddet ve vandalizmi meşru gören bu grupların yararlandığı geniş özgürlükler, artık ciddî şekilde sorgulanıyor.
Avrupa’daki ANTIFA hareketleri, Türkiye’yi de yakından ilgilendiriyor. Sömürgecilik döneminde yüz milyonlarca insanı öldüren ama bunlara hep bir “ama” bulan Avrupa, malûm ki Türkiye’yi soykırım, barbarlık, baskıcılık ve akla gelebilecek her türlü insanlık dışı fiille suçlamayı geleneksel bir politika haline getirdi. Sözde Ermeni soykırımı, sözde Kürt topraklarının işgali gibi konu başlıklarında Ermeni diasporası ve PKK’lıların düzenlediği eylemler, ANTIFA grupları olmasa muhtemelen haber değeri dahi taşımayacakken, bu grupların “faşist Türkleri protesto(!)” aşkıyla sokaklara taşmasıyla Avrupa basını her sene bayram ediyordu.
Bilhassa 2013’den itibaren tarihin en büyük tiyatrosunun oynandığı Suriye’nin Kamışlı, Haseke, Ayn el-Arab, Münbiç gibi kentlerinde IŞİD’le anlaşarak sırasıyla Rakka, Musul, İdlib’e geçmelerine izin verilirken bu hikâye dünyaya “laik seküler Kürtler canavar şeriatçı IŞİD’i dize getirdi” diye pazarlanıyordu. Etnik ayrılıkçı azınlık terör türevlerini “özgürlük”, dinci terörü ise “faşizm” olarak gören ANTIFA için bilhassa son 7 senedeki en büyük küresel düşmanlardan bir tanesi Türkiye! Sözde özgürlük savaşçısı, terör örgütü PYD ve siyasi kolu YPG’ye her türlü yardımı IŞİD bahanesi ile yapan ABD, geçen sene ANTIFA hareketinin silahlanarak YPG’ye “dayanışma mesajı” gönderdiği videolar ortalığa saçılınca alarma geçti. Chicago, Sacramento ve Philadelphia’da çekilen videolarda AK-47 tüfeklerle “Rojava’ya selam” gönderen SJW’ler hakkında derhal terör soruşturması açan ABD, bu hareketiyle ikiyüzlülük tarihinde bu soruşturmalarla yepyeni bir sayfa daaçıyordu. Ülkesine hiç uğramayacağını ve tamamen kontrolünde olduğunu düşündüğü PKK’nın, ANTIFA grupları üzerindeki artan etkisinden endişelenen yalnızca ABD değil. Suriye iç savaşında IŞİD saflarına katılan binlerce Avrupa pasaportlu militan gibi, PYD saflarına katılan gençler de Avrupa ve ABD’de ciddi bir endişe yarattı. Suriye ve Irak’ta amaçlarına ulaşabilmek için kullandıkları ve “yedi başlı ejderhayı tek kılıç darbesiyle yetmiş yedi parçaya ayıran demokrasi kahramanları” diye pazarladıkları PKK’nın büyüsüne kapılan SJW’ler, Türk güvenlik güçleri ve SİHA’lar tarafından vurulup kargoyla ailelerine gönderildikçe PKK’ya gösterilen tolerans aynı oranda düşüyor. .
İnanılmaz ama gerçek. Bir PKK sempatizanı, Türk güvenlik güçleri tarafından öldürülen Alman pasaportlu bir PKK militanının resmini kullanarak PKK’ya katılım formu içeren bir bağlantı paylaşıyor. Bu bağlantıyı kullanan çok sayıda Avrupalı ANTIFA fikrine mensup SJW, Suriye’de PKK saflarına katıldı. IŞİD’e katılanları terörist, YPG’ye katılanları “maceracı” sayan Avrupa bakışı da, tabutlar geldikçe değişti. Artık bu tip bağlantıları paylaşanlar ve bağlantılara tıklayanlar kapısında “terör örgütüne üye olma / toplama” suçlamasıyla güvenlik güçlerini buluyorlar.
Antiemperyalizmi, en uçuk komplo teorilerini üretmek ve olan biten her şeyi batıya mal etmek sananların iddialarının aksine, PKK saflarında savaşan Avrupa ve ABD pasaportlular, bu ülkelerin istihbaratları tarafından falan getirilen kimseler değil. Bu yazıda bahsi geçen ANTIFA denen çarpık ideolojiden etkilenen radikal sol eğilimli ve tamamen kendi rızasıyla buraya gelenler, istihbarat servisi elemanlarından çok daha kalabalık.
ABD’de 11 Eylül saldırılarının hemen ardından ABD’nin kendi yarattığı terörle vurulduğu ve sonunun geldiğini söyleyenler bugün 11 Eylül saldırılarını ABD’nin kendi kendine yaptığının en ateşli savunucuları. Antiemperyalizmin, ABD’nin başına gelen kötü her olayı alkışlayıp ibret alması gerektiğini söylemek olduğunu zannedenleri hayal kırıklığına uğratmak istemem ama ABD’deki olayların akışı, otoriterleşmek için çareler arayan ABD derin devletinin istediği gibi gidiyor ve hatta belki bizzat bu güç tarafından yönlendiriliyor.
Floyd’u öldüren polis memuru günler geçip tutuklamayınca şiddet an be an arttı. Ülkedeki gerilim artarken, Trump başta olmak üzere yetkililerin sessiz kalması da dikkate değer diğer bir detaydı. Zavallı adamın çırpınarak can verdiği görüntülerin yarattığı infial karşısında maksadını aşan gösterilere beklenen müdahale geciktirildi ve toplumun “artık durdurun şu olayları” diyeceği noktalara kadar tırmandırıldı. Yaklaşık 72 saat sonra polis memuru Chauvin gözaltına alındığında bir nebze rahatlayan ortam, polis memurunun beklendiği gibi birinci değil üçüncü dereceden yani bir nevi “kazayla öldürme” suçundan yargılanacağı açıklanınca katlanarak arttı. Protestoların görüntüleri bilhassa sosyal medyada paylaşıldıkça ilginç detaylar da gözler önüne seriliyordu.
Floyd’un öldürülmesi ardından ne göstericilere müdahale edildi ne de uzunca bir süre cinayeti işleyen polis memuru Chauvin’in tutuklanma haberi geldi. Özgürlük savaşçısı(!) ANTIFA ve SJW’ler de durumu fırsat bilerek işi ne kadar ileri götürebileceklerini denemeye karar verdiler. Fotoğraf, Washington, Beyaz Saray çevresinden ve ellerdeki silahlar gerçek. ANTIFA mensupları, yasal taşıma ruhsatı olan silahlarıyla Beyaz Saray’ı kuşatıyorlar(!) Elbette, muhtemelen bir tane muhafız hepsine yeterli olurdu ama bu görüntüler Trump için bulunmaz bir fırsattı. Üstelik yasal ikametgâhının avlusuna kadar gelmiş bir fırsat…
Yeter mi? Yetmez. ANTIFA ilk defa silaha sarılmıyor. Sınırsız özgürlükler ülkesi, demokrasi beşiği Amerika; eh, silahlanma da bir bireysel özgürlük öyle ya? Sen senelerce Hollywood filmlerinde “Naziler tek mutlak kötü, karşısında savaşan herkes hele ki biz kusursuz iyileriz” fikrini işlersen, sonunda birileri çıkıp herkesi faşist ilan edip mutlak kötülüğe aynı şekilde karşılık vermek ister. Ama sen elbette işini bilirsin; onları da gün gelince yönlendirecek metotları büyürlerken geliştirirsin!
İlginç detaylar dedik; mesela protestocular arasına karışmış, beyaz pazı bandı takan beyazlar veya federal servisin kullandığı haberleşme cihazlarıyla donatılmış kimseler gibi. Derin komplo teorilerine dalmaya gerek yok; sosyal olayları yönlendirme konusunda dünyanın en tecrübeli gücü olan ABD, binlerce kilometre öteden Hong Kong’u, Beyrut’u idare ederken, daha on sene önce bu yöntemle Kuzey Afrika ve Orta Doğu’da rejimleri domino taşı gibi devirmişken kendi ülkesindeki olayları mı idare edemeyecek? Kontrollü biçimde gerilimin tırmanmasını izleyen ABD devleti, 30 Mayıs’ta ulusal muhafızları sahaya sürdü ve bazı eyaletlerde sokağa çıkma yasağı ilan etti. Henüz bu yasak çağrısı karşılık bulmadı, dahası yağma olayları artarak devam etti. Artık ABD’li sosyal medya kullanıcıları ilk günler çekingen biçimde ifade ettikleri “yeter” çağrısını açıktan yapmaya başladılar bile. Hele ki bu abartılı “demokrasi arayışına” meydanlarda “yeter” diyenlerin linç görüntüleri ve polisin bu linç edilen “mağdur vatandaşları vandalların elinden kurtarma” görüntüleri var ki yakında arabasını kalabalıkların üstüne ülkesinin “bekası” adına sürecek yiğitler çıktı çıkacak piyasaya; ya da polis hakkını vererek bu “haydutlara” müdahale edecek… Güvenlik güçlerini müdahaleye davet eden çağrılar artık hiç de azımsanacak sayıda değil, hatta Trump’ı ve güvenlik güçlerini ülke kaosa teslim olurken yeterli sertlikte önlemleri almamakla suçlayan sağ görüşlülerin çağrıları da ilk günlerin aksine sosyal medyada epey destek buluyor. ANTIFA hareketini terörist grup olarak nitelendirmek için daha önce harekete geçiren Amerikan devleti için bu olaylar bulunmaz bir fırsat. Ölçüsü kaçan ve maksadını çoktan aşan protestolar Avrupa’ya da sıçrarken buradan ellerini güçlendirecek bir mağduriyet yaratmayı düşünen Cumhuriyetçiler, muhtemelen sağduyunun çoktan kaybolduğu ortamda bu hedefe yakın zamanda ulaşacaklar.
Üniformalı meslektaşları arasında ama o da diğer birçok arkadaşı birazdan sivillerin arasına karışacak. Ters takılmış kep, beyaz pazı bandı ve tanınmasını sağlayacak diğer detaylarla donatılmış. Eh, ANTIFA’nın terör örgütü olarak sınıflandırılması gerektiğini defalarca söyleyen Trump’ı dinlemediniz; bak n’oldu şimdi!
Peki, bu arada Amerikan polisinin siyah Amerikalılara ayrımcılık yaptığı algısı doğru mu? Cevap: Hayır! İstatistikî veriler incelediği zaman, iddia edilen ve sanılanın aksine polis tarafından öldürülen beyaz sayısı siyahlardan çok fazla. 2017 – 2020 arasında polis tarafından vurularak öldürülen beyaz sayısı, siyahları ikiye katlıyor. Hatta daha da ileri gidelim, ANTIFA eylemcilerinin “polis siyah ve hispaniklere ayrımcılık yapıyor” tezini doğru varsaydığımızda bile iki grubun kayıplarının toplamı 2017 – 2020 arasında öldürülen beyazların sayısını yakalayamıyor. Politik Doğruculuk nedir diye sorulduğunda, sadece bu istatistik bile başı başına bir yanıt teşkil edebilir.
ABD’de polis tarafından vurularak öldürülen beyaz sayısı son 4 senede 1268. Aynı dönemde polis kurşunuyla yaşamını yitiren siyahların sayısı ise 698. ANTIFA gruplarının tezlerini doğru farz edip Latin hispanikleri de kattığımızda sayı yine de vurulan beyaz sayısını yakalamıyor, 1196’da kalıyor! Şimdi, Amerikan polisi adam vururken çok demokratik davranıyor sonucuna mı, yoksa Amerikan polisi beyazlara karşı ırkçılık yapıyor sonucuna mı varmalıyız? Kaynak: Statista.
Bu istatistikî veriler paylaşıldığında Politik Doğruculuk taraftarlarının elbette bir yanıtı var: “Nüfus oranına göre siyahlar azınlık, bu yüzden rakamlar yanıltıcı!” Evet, polislerin zevk için rastgele kalabalıklara makineli tüfeklerle ateş açtığını varsayarsak doğru; fakat suç işleme oranları söz konusu olduğunda ve bunu nüfusa oranladığımızda bu defa “siyahların suça eğilimli olduğu” matematiksel gerçeği çıkıyor, ki ahlaki olarak bu önermeyi kabul etmek de mümkün değil. Bu çelişkiyi de Politik Doğrucuların yüzüne vurduğunuz zaman ortaya çıkan sonuç: Siz yine faşist ve ırkçısınız!
Beyaz Amerikan vatandaşlarının polis tarafından vurularak öldürülme rakamları siyah ve hatta siyah + hispanik nüfusu ikiye katlıyor dendiğinde ANTIFA’nın birincil argümanı; ama nüfus oranına göre onlar azınlık! Peki, bu argümanı doğru kabul ediyoruz. Tabloda suç işleyenlerin oranları verilmiş. Aynı “nüfus oranı mantığını” kabul ettiğimiz zaman bu defa ortaya siyahîlerin suça eğiliminin beyazları kat be kat aştığı yorumu ortaya çıkıyor. Yine suça maruz kalma oranlarına bakıldığında da beyazların siyahî Amerikalıları neredeyse ikiye katladığı gerçeğini yine görüyoruz. Elbette bu istatistiklerle yola çıkarak beyaz veya siyah ırkın suç eğilimini ölçmeye kalkışmıyoruz ama ANTIFA mantalitesinin yaptığı şey aslında tam olarak da bu. Bu sebepten bu oranlama metodu “ırkçı bir metot” olmakla beraber Politik Doğruculara bu hatırlatıldığında saldırıya geçerek önce beyazların geçmişte yaptıkları yüzünden bu durumu kabul etmeleri gerektiğini öne sürüyor ardından da karşısındakini faşist ilan ediyorlar. İstatistiki verilere göre suç işleyen beyazların %0,2’si polis tarafından vurulurken siyahlarda bu oran %0.11. Kısacası, ANTIFA mantığı genel kabul görseydi bugün ABD’de beyazlara karşı ırkçı saldırılardan bahsediyor olmamız gerekirdi. ANTIFA anlayışı Türkiye’de de aynı şekilde işler. Tüm vatandaşların eşit olduğunu savunup ulus devlet modeli sayesinde Kürt kökenlilerin aşiret feodalitesinden kurtulduğunu söyleyenler faşist ve ırkçı, anayasanın etnisitelere göre ayrılması gerektiğini ve bir azınlığa kapitülasyonlar talep edenler insan hakları savunucusu ve eşitlikçidir. Nereden bakarsanız bakın tam bir akıl tutulması değil mi? Kaynak: FBI Crime Data Explorer
ABD anayasasının gereğinden fazla özgürlük sağladığını birçok defa ima etmekten kaçınmayan, bu sebepten de ciddi bir tepkiye maruz kalan Trump, şimdi ANTIFA konusunda haklı olduğunu ispat edebileceği bir süreçten geçiyor. Enteresan bir biçimde bu dönemde kışkırtıcı yorumlar yapmaktan kaçınan Trump, sessizliğini 30 Mayıs’ta bozdu. Minneapolis kenti belediye başkanı Jacob Frey’i olaylara müdahale etmemekle suçladı ve göstericileri “haydut” olarak nitelendirdi. CNN’i yalan haber yaymakla suçlayan ve çoğu defa bu konuda haklı çıkarak “iftiraya uğrayan mağdur” rolünü çok iyi değerlendiren fırsatçı lider ve kurmay ekibi için 2020, ANTIFA’yı hayal ettikleri “terör örgütleri listesine” sokabilecekleri sene olacak gibi duruyor ama bunu ilan etseler de birçok teknik engel hala mevcut. Sıtmaya razı etmek için ölümü gösterme taktiğinin mucidi Amerikan devleti, şimdi bunu kendi halkı üzerinde uyguluyor. Kasım seçimleri öncesinde Trump, ülkenin içine düştüğü bu kaostan kendine fayda sağlayıp ve bu savaştan galip çıkabilecek mi? Bunu göreceğiz. Ancak mutlak olan bir şey var ki bu eylemler sonrası ANTIFA hareketi artık romantik bir isyancı gençlik hareketi olarak anılmayacak. Kimseyi hayal kırıklığına uğratmak istemem ama Amerika’nın değil, sınırsız Amerikan hoşgörüsünün sonu geliyor. Ortaya çıkan izansız şiddet sayesinde zavallı Floyd unutulurken artık haklı ile haksız birbirine karışmış durumda ve bundan otorite galip çıkacak gibi duruyor.
Kaynak bağlantılar:
Efe Aydal – Politik Doğruculuk
ABD Polis tarafından vurulanların istatistikleri.