23.01.2025

Bir Siyaset Stratejisi Okuması

Önümüzdeki dönem bir arayış ve yeni siyasi tasarımlar dönemi olacak. Bugünkü liderlerin ve siyasi partilerin bir kısmı 2028 sonrası sahneden çekilecekler.


Siyasi, askeri ve ekonomik siyaset stratejisinde temel yaklaşımlar;

  • Durumu tamamen KONTROL altına alır, hâkim olur ve hedeflerinize yürür, gerçekleştirmeye çalışırsınız.
  • Kontrol edemiyorsanız kontrol eden gücü durumunuza uygun davranması yönünde ETKİLERSİNİZ, baskı unsuru olursunuz, ikna edersiniz.
  • Kontrol edebilme ve etkileme gücünüz yoksa DURUMA GÖRE POZİSYON alırsınız; varlığınızı ve gücünüzü korumaya, sürdürebilmeye çalışırsınız.
  • Her hâlükârda stratejik amaçlarınız yönünde kazanımlarınızı maksimize etmeye çalışırsınız.

Uluslararası ilişkilerde olduğu kadar iç siyasette de siyasal hareketlerin, siyasi partilerin stratejik yaklaşımları aşağı yukarı buna benzer.

Üzerinde birçok kitaplar yazılmış bu geniş ve kapsamlı konuyu yalın, basit, genel bir çerçevede kısaca ifadeye çalışacağım. Konumuz, belki atıflar yapsak bile, ne gündelik iç siyaset ne gündelik dış siyaset.

Önce uluslararası siyaset stratejisiyle; Türkiye’nin durumuyla başlayalım.

ABD ve NATO ile ilişkilerimizi düşünün. Çok mu memnunuz? Daha uygun ve çıkarlarımıza daha uygun ve hatta hükümran olabileceğimiz bir ittifak oluşturabilir miyiz? Öyleyse ittifak içinde masada olup, olan bitene ve olacaklara karşı seyri kendi lehimize etkileyebilme durumunda olmamız gerekmez mi? En azından karşı tarafın durumunu yakından izleme ve ona göre stratejiler geliştirebilme imkânı olmaz mı?

AB ile ilişkilerimizi düşünün. Yarım asırdan fazladır bize kırk dereden su getirtmiyorlar mı? Kör-topal ilişkileri tümden koparmanın alternatifi nedir? Yanı başımızdaki 500 milyonluk bir Birlikle ilişkileri, onları etkileyerek sürdürmenin dışında bir seçenek var mı? Bunun illa AB üyesi olmak dışında bazı stratejik ortaklıklar şeklinde sürdürülmesi aslında bize tarihimizin, coğrafyamızın, Türk ve Müslüman kimliğimizin, kültürümüzün ortaya koyduğu siyasal, kültürel, tarihi gerçeklikler. Bizim AB’yi nasıl gördüğümüz kadar AB’nin bizi nasıl gördüğü de dikkate almamız gereken belirleyiciler.

‘İslam Dünyası’nı düşünün? Gerçi böyle bir dünya var mı (?) ayrı bir konu da, bu dünyayı kontrol edebilir miyiz? Geçmişte bile kontrol edebildik mi? Kontrol edebilsek bile dünyada bağlayıcı siyasal, ekonomik, askeri, teknolojik bir başat güç oluşturabilir miyiz? İsrail’in Gazze’de yaptıklarına karşı İslam dünyası ne yapabildi?

TÜRK DÜNYASI için, kontrol etme ya da etkileme, buyurgan tavrımızdan çok çekmedik mi? Türk Dünyası bu günün dünyasında NATO, AB, ŞANGHAY, BRICS gibi yapıları ikame edebilir mi? Türk Devletleri Teşkilatının bugünkü durumuna gelmesindeki stratejik bakış ve uygulamalar yakın geçmişten alınan derslerle de doğru yönde ilerlemektedir. Ancak dış müdahalelere açık ve kırılgandır.

Türkiye’nin ABD, NATO, AB ve Rusya Federasyonu ile ilişkileri en yalın haliyle ikinci ve üçüncü seçeneklerdeki durumdur.

Siyasi Partiler Neden Kurulur?

Toplumun büyük çoğunluğu ‘Siyasi partiler neden kurulur?’ sorusuna ‘Elbette iktidar olmak için!’ cevabı verirler. Bu doğrudur ama eksiktir. Fikri, ideolojik, dini ve hatta çevreci hareketler de siyasallaşabilir ve siyasi partiler kurabilirler.

Siyasi partiler fikirleri, ideolojileri, inançları, projeleri ve ülkeyi nerelere götürmek istedikleriyle ilgili toplumu ve iktidarı ya da diğer siyasi hareketleri etkilemek; onları şu veya bu yöne yöneltmek; dikkatlerini çekmek ve uyarmak için de faaliyet gösterirler. Bu amaçla dar veya geniş bir taban bulmaları da o siyasi hareketleri kalıcı hale getirir ve ülke siyasetinde, parlamentoda, kamuoyunda bir baskı oluşturma gücüne kavuşurlar. Kısaca her siyasi hareketin ve partinin amacı iktidar olmak olmayabilir.

Küçük ama etkili siyasi yönlendirmede bulunan siyasi hareketleri iktidar olan siyasi hareket mutlaka dikkate alır: ya haklı gördüğünden, ya yanlış ve zararlı gördüğünden, ya toplumsal desteğini değerlendirmek yönünden.

Türkiye’de ana akım siyasi iktidarların hemen hepsi geniş taban desteğine dayalı ancak kesin ve keskin ideolojik olmayan, cumhuriyete ve temel ilkelerine, devletin kuruluş felsefesine bağlı, pragmatik siyasi hareketler oldu. Ancak bu siyasi hareketleri, kendileri iktidar olamasalar da Türk milliyetçileri, Milli Görüşçüler, İslami hareketler, sermaye çevreleri, ordu hep etkiledi. Bu bakımdan, MHP tarihi boyunca mutlak iktidar olamasa da son elli yılda Türk siyasetinde başlıca siyasi belirleyicilerden olagelmiştir.

Siyasi İttifaklar

Başkanlık sistemine geçildikten ve 50+1 oy oranının yasal bir gereklilik haline gelmesinden sonra siyasi ittifaklar yapılması siyasal bir gerçeklik olarak ortaya çıktı. Yeni bir yasal düzenleme yapılmadığı sürece bu durumda kamuoyu desteği %3-5 olan siyasi partiler ve hareketler bile siyasal durumu ETKİLER hale geldiler. Yakın bir gelecekte Başkanlık sisteminden, gözden geçirilse bile, vazgeçilmeyeceği de ortada. Artık Arap yalellisine benzer yeni bir Anayasa yapma da giderek artan bir yoğunlukta gündemde olacak. Kısaca, önümüzdeki dönem siyasal olarak hem taktik, hem de stratejik düşünme ve davranma dönemi olacak.

Günümüzde Ülkücülerin, Türk milliyetçilerinin en az yarısı MHP’nin AK Parti’ye neredeyse sınırsız ve şartsız desteğini anlayamadıklarını ifade ediyorlar. Bu desteği uygun bulmayanlar, şiddetle karşı olanlar, yönetime kızgın ve küskün olanlar, başka siyasi arayışlar içinde olanlar çok. Ülkücüler bu konularda birbiriyle irtibatı kesmiş, hatta düşman kardeşler durumuna düşmüş durumdalar. Zaten bir kısmı da ayrı siyasi partiler ve hareketler oluşturdular. Temel çıkış çizgileri ideolojik olmaktan ziyade siyaset tarzından, taktik siyasi yaklaşım ve ilişkilerden, günübirlik siyasi davranışlardan, çekirdek takım içinde olup olmamaktan ve kişilik, kimlik motivasyonlu tavır almalardır.

MHP–AK Parti ilişkilerini bir de yazının başında kısaca ifade etmeye çalıştığım çerçevede düşünün… Sonra durumu tekrar okuyup, değerlendirin. Varacağınız kanaat ne olursa olsun mutlaka bu çerçeve içinde kalacaktır.

MHP’nin bugünkü çizgisini yanlış bulanlar haksız mı? Elbette değil. Bu ilişkiyi onaylayanlar haksız mı? Elbette değil. Meseleye hangi stratejik açıdan ve seviyeden ve amaçla bakıldığına bağlı. Durum, Nasrettin Hoca’nın her iki tarafa da hak vermesinin ötesinde bir siyasi strateji okuyuşu da olabilir mi?

Hazırlayıcı ve Yapıcı Sebepler

Bünyede bakteriyel, viral, paraziter, fungal bir hastalık durumu oluşmasında genetik yatkınlık, bağışıklık sisteminin zayıflaması, yetersiz beslenme, hijyen, çevre koşulları gibi birçok bileşen ayrı ayrı veya birlikte hastalığa ortam oluştururlar, yani hazırlayıcı sebepler olurlar. Hastalık yapıcı organizmaların hastalığa hazırlanmış bünyede belli yoğunluklarıyla temas edilmesiyle de hastalık oluşur, yani yapıcı sebep mikroorganizmadır. Unutmayalım, hastalık yapıcı mikroorganizmalar da hayatiyetlerini sürdürme çabasında olan canlılardır.

Tarihteki büyük dönümlerde, devrimlerde ve siyasal sistem değişimlerinde de hep hazırlayıcı ve yapıcı sebepler sıralanır. Günümüzde ve başımızda olan birçok sorunu da aslında hazırlayıcı ve yapıcı sebepler üzerinden okumuyor muyuz? Türkiye’nin başındaki geçici koruma, göçmen, kaçak, sığınmacı sorunu ile milli savunma sanayiindeki gelişmeleri de hazırlayıcı ve yapıcı sebepler üzerinden okusak nasıl olur?

Türk milliyetçileri bir siyasi hareket içinde toplanabilirler mi? Elbette toplanabilirler.

Peki, bunu gerçekleştirecek hazırlayıcı sebepler ve yapıcı sebepler nelerdir? İşte konunun can alıcı, temel sorusu bu. Bazı şeyler hazırlayıcı ve yapıcı ortak sebepler olmadan olmaz. Çok özlü, felsefi halk deyişlerimiz var: ‘Olmayınca olmuyor’; ‘Su, yolunu bulur!’

Gündelik siyasi tartışmalar içinden bakarak ve ülkedeki siyasi hareketleri illa dış güçlere bağlayarak bu konu olgunlaştırılamaz. 2028 yılına kadar, bugünkü durum itibariyle bir genel seçim olma ihtimali zayıf; yani konuyu düşünme, tartışma, olgunlaştırma ve harekete geçirerek somut bir siyasi strateji geliştirme zamanı var. Bu öncelikle çeşitli siyasi partilerde, aktif siyasetin içinde olanlarca değil; düşünce, fikir insanlarınca, aydınlarca, akademisyenler ve sanat insanlarının, sivil toplum ve meslek kuruluşlarının işidir.

Bunlar hazırlayıcı sebeplerle ortamı oluşturunca yapıcı sebepler kendiliğinden zuhur eder. Çekirdek takım ve lideri ortaya çıkaran, birçok bileşen yanında ortamdır.

Atatürk’ün Samsun’dan Cumhuriyet kuruluncaya kadar olan biteni düşünün. Atatürk döneminin CHP’sini düşünün. Sonraları DP, AP, ANAP, AK Parti’nin ortaya çıkış süreçlerini düşünün.

Tabii bir de şöyle bir durum var: Yönetim biliminin önde gelenlerinden Peter Drucker’in pazarlamanın önemini vurgulayan bir örneğini hatırladım. Diyelim yeni bir cam bardak yapıp satmayı ve para kazanmayı, hatta kendi alanında bilinen, tanınan bir mal olmasını düşünüyorsunuz. Kafanızda bardak yapma fikrinin değeri bir dolarsa, bunun ilk örneğini (prototip) yapmak on dolar, seri üretime geçmek yüz dolar, satılabilir ve raflarda yerini almasını sağlamanın maliyeti bin dolardır; belli bir pazar payına sahip olmanın ve aranan bir ürün olmanın maliyeti on bin dolardır. Nereden nereye? Tabii, on bin dolarlık bir hacme ulaşmanın yolu maliyeti bir dolarlık düşünceden geçiyor.

Gelişme yolundaki ülkelerde hep fikir üretmenin değerinden söz edilir. Herkes her konuda fikir üretebilir. Türkiye’de herkesin her konuda fikri vardır… Bu bir toplumsal hastalık derecesine de gelebilir. O fikri gerçekleştirmek bambaşka bir şey ve işte değerinin ne olduğunu Drucker’dan örnekledik.

Bundan Sonrasına Bakmak

Sözü 12 Eylül öncesini yaşamış Ülkücü, Türk milliyetçilerinin tepkilerine, gündelik siyasi tartışma ortamında yaptıkları değerlendirmelere getirmek istiyorum. Olanlar oldu, devrimiz doldu; sürece ve yeni nesle nasıl yardımcı olabiliriz? Çeşitli mecralar, medya nasıl bir işlevsellik yüklenebilir?

Siyasette ortaya çıkacak fırsatları değerlendirebilmek, fırsatı kendiniz yaratamıyorsanız bile, böylesi duruma hazır olmakla mümkündür. Bu hem iç siyasette hem dış siyasette geçerli bir yaklaşımdır. Önümüzdeki dönem bir arayış ve yeni siyasi tasarımlar dönemi olacak. Bugünkü liderlerin ve siyasi partilerin bir kısmı 2028 sonrası sahneden çekilecekler.

Böyle bir uzun vadeli çabanın, sonucu ne olursa olsun, Türkiye, Türk milleti, Türk demokrasisi bakımından çok yararlı olacağını ve tüm siyasi hareketlerin de bundan yararlanacağını, kendilerine çekidüzen vermelerine vesile olacağını düşünüyorum. Siyasi Türk milliyetçiliğinin mutlak iktidar olamasa bile muktedir olma potansiyeli hep olagelmiştir.

Türk milliyetçileri olarak, gündelik siyasetle ilgili olmanın ötesinde çok meşgulüz. Gündelik siyaset enerjimizi emiyor. Gündelik siyasi sözler, görüntüler, tavırlardan stratejik olanları fark edemiyoruz. Haksız mıyız? Elbette değiliz! Bu tuzaktan kurtulmak kolay mı? Elbette değil!

Gündelik siyasetin dışında biri olarak, mahalli seçimlerin sıcak ortamına uygun düşmeyecek bu konuya niye girdim ki? Bu konular daha da çok yazılıp, konuşulacak.

Yazar

Mustafa İmir

Peki ben ne yapabilirim?
Bizi okuyor, beğeniyor ve “Peki ben ne yapabilirim?” diye soruyor musunuz? Bağış yaparak bizi destekleyebilirsiniz. Bağışlarınızla faaliyetlerimiz daha sık, daha geniş ve daha etkili olacaktır. TIKLAYINIZ!

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar