Yükleniyor...
Stratejist Arif Keskin, 13 Şubat 2013 tarihinde Millî Düşünce Merkezi 189. Bilgi Şöleninde konuştu. Konuşmada Güney Azerbaycan Türklerinin yakın tarihi ile ve millî hareketiyle ilgili önemli bilgiler verdi.
Sadi Somuncuoğlu : Evet arkadaşlar hayırlı akşamlar hepiniz hoş geldiniz. Bugün 189. bilgi şölenini yapacağız. Şimdi ben sözü Ortadoğu uzmanı, yazar, araştırmacı, çoğunuzun televizyonlardan tanıdığı Arif Keskin Bey’e bırakıyorum. Kendisi Güney Azerbaycan Türklerindendir biliyorsunuz. Ama 7-8 yıldır Türk vatandaşı olarak Türkiye’de hizmet ediyor. Ben sözü kendisine bırakıyorum. Hocam çok teşekkür ediyorum. Buyurun.
Arif Keskin : Çok sağ olun. Ben de öncelikle sayın bakanıma ve size, daveti kabul ederek buraya geldiğiniz için teşekkür ederek başlamak istiyorum. Bugünkü konuşmamız Güney Azerbaycan Millî Hareketi ile ilgili olacaktır ve daha çok tanımlayıcı ve tanıtıcı bir konferans olacaktır. Güney Azerbaycan coğrafyasında siyasi olarak neler oluyor ve son yüzyılda neler olmuştur, bugünlerde neler oluyor, onu gelecekte neler bekliyor? Bunun üzerinde konuşmalarımız olacaktır. Bir de hepiniz biliyorsunuz ki, tabi ki bizler Türkleri hiçbir zaman ayırmıyoruz. Ancak sadece belli tanımlamalar yapıyoruz. Sonuçta Türk’ü Kırgız, Azerbaycanlı veya herhangi bir şekilde ayırma söz konusu değildir. Ancak bizler sadece belli isimler koyarak, hem bu Türkoloji’de hem de Türk millîyetçiliği içerisinde olan kavramları kullanarak daha metodolojik olarak daha doğru tanımlamamız açısından şunu söyleyebiliriz. Azerbaycan Türkleri, hepimiz biliyoruz ki, geniş coğrafyaya dağılmışlar. Bugün hem Türkiye’de varlar. Gürcistan’da varlar. Bakü merkezinde bir devletin de olduğunu biliyoruz. Ancak dünyada en büyük Azerbaycan Türk grubu şu anda İran’da yaşıyor ve İran içerisindeler ve otuz milyonu aşkın bir Azerbaycan Türkü İran içerisinde yaşıyor.
Güney Azerbaycan denildiğinde İran’daki Azerbaycan kastediliyor. Bugünkü konferansımız da İran içerisindeki Azerbaycan Türklerinin siyasi eğilimlerini, özellikle de Türk millîyetçiliği bağlamında siyasi eğilimlerini analiz etmeye yönelik olacaktır. Bunun için ben birkaç giriş yapmak istiyorum. Birincisi şu. Bunu hepimiz biliyoruz ki İran denilen coğrafya, Türkiye’den sonra en fazla Türk’ün yaşadığı bir ülkedir. Doğu Türkleri içerisinde de Azerbaycan Türkleri en büyük Türk grubunu teşkil ediyorlar, 30 milyonu aşkın. Ve baktığınız zaman aslında Azerbaycan Türklerinin yani İran içerisindeki Azerbaycan Türklerinin yerleştiği coğrafyaya bakıldığında jeopolitik olarak Türk dünyasını birleştiren bir coğrafyada yerleşiyorlar. Yani bugün Anadolu Türklerinin Türkistan coğrafyasına, özellikle de Türkmenistan’a, Özbekistan’a, Kazakistan’a ve Azerbaycan’a açılabilecek en önemli kapıdır, o coğrafya ve en önemlisi şunu biliyoruz ki, İran bir kılıç gibi Anadolu Türkleriyle Türk Dünyasını kesmiş vaziyette. O kesilen bölge, o kılıç gibi kesilen bölgede Güney Azerbaycan yerleşiyor ve Azerbaycan Türkleri yerleşiyor. Bu jeopolitik açısından, Türk dünyası açısından da önemli. Diğer en önemlisi, Azerbaycan’a baktığınız zaman Bakü ile Nahcivan arasında kara sınırı yok. Kara sınırı yoktur Bakü’yle Nahcivan arasında. Ancak bir Azerbaycan olmasına rağmen o Azerbaycan’ın da kara toprak bütünlüğünü yine Güney Azerbaycan coğrafyası sağlıyor. Yani yine o da Güney Azerbaycan coğrafyası üzerinden Nahcivan’la Bakü birleşebiliyor ve bu açıdan da bakıldığında hem Türkiye’nin petropolitik anlamı açısından hem de Türkiye’nin Kafkasya politikası açısından Türkiye’nin Rusya ile olan ilişkileri açısından da önemli bir jeopolitik alandır Güney Azerbaycan coğrafyası. Diğer en önemli husus, yine süreci daha doğru anlamamız açısından şudur.
Azerbaycan Türkleri İran coğrafyası içerisinde diğer milletlerden farklı olarak her zaman bir ayrıcalığa sahip olmuşlar. Özel bir pozisyona sahip olmuşlar ve bu özel pozisyonu anlamadan oradaki siyasi süreci de anlamak mümkün değil. Nedir özel pozisyon? Birincisi, Azerbaycan Türkleri İran’da en fazla nüfusa sahip olanlardır yani en fazladır. Farslardan da daha fazlalar, diğerlerinden de daha fazlalar. Mesela İran’daki Kürtler en fazla 5 milyon, Araplar 2 milyon, Beluçlar 2 milyon. Ama Azerbaycan Türkleri 30 milyonu aşkın bir Türk nüfusu. Bu anlamda nüfus sayısı olarak da en etkin grup niteliğindeler. Diğer en önemli özellikleri şu. Azerbaycan Türkleri İran denilen coğrafyanın merkezinden çevresine kadar uzanan bir coğrafyada yerleşmişler. Diğer orada yaşayan etnik gruplar veya diğer milletler genellikle ya merkezdeler ya çevredeler. Kürtler çevredeler, Araplar çevrede, Beluçlar çevredeler. Ama Azerbaycan Türkleri hem merkezde yerleşiyorlar hem çevrede yerleşiyorlar. Ve ayrıca dinî ve mezhepsel açıdan da bakıldığı zaman İran’ın genel mezhebiyle örtüşüyorlar. Yani Azerbaycan Türklerinin içerisinde Sünni gruplar var, Sünni olarak bilinen. Şu anda Türkiye İran sınırında yerleşen Batı Azerbaycan coğrafyasında yerleşiyorlar. Bunların sayıları pek fazla bilinmiyor. Ama 700-800 bin civarında tahmin ediliyor. Onun ötesinde genellikle Azerbaycan Türkleri Şii olarak biliniyor ve hepimiz de biliyoruz ki, İran’da yaklaşık % 85 Şii nüfusu oluyor. Tabi ki İran resmî verilerine bakarsanız 95-96 diyor. Ama bunlar yanlış. Yani Sünniler ve diğer dinî azınlıklar İran’da yaklaşık % 15’i oluşturabilir. Azerbaycan Türkleri de bu Şiilerin içerisinde yer alıyorlar. Bu açıdan da bakıldığında dinsel olarak da mezhepsel olarak da merkezde kendisine yer edebiliyor. Ayrıca Güney Azerbaycan coğrafyasının yerleştiği yere bakıldığı zaman bu da yine çok önemlidir. İran’ın diğer coğrafyasını göz önünde bulundurduğunuz zaman Afganistan, Pakistan, Türkmenistan veya altta Körfez var. Ama Güney Azerbaycan Türkiye’yle komşudur. Kuzey Azerbaycan’la aynı sınırdaştır ve doğal olarak bu jeopolitik ayrıcalıklar tarihsel olarak da Güney Azerbaycan’a farklı önem veriyor.
Tarihe baktığınız zaman İran’daki ilk modernleşme olguları Azerbaycan Türkleri vasıtasıyla o coğrafyaya girmiştir. İlk sosyalist, komünist, liberal demokrasi hem ideoloji olarak hem konsept olarak yine Azerbaycan Türkleri vasıtasıyla girmiştir. Azerbaycan Türkleri Osmanlı’dan meşrutiyeti, parlamentoyu, anayasayı alarak İran’a taşımışlar. Ayrıca Rusya’daki sosyal demokrasi komünist ilk basın-yayın evi, ilk modern ordu hepsi Azerbaycan coğrafyasında ortaya çıkmıştır. İran’daki modernleşmenin ilk temel taşları Azerbaycan coğrafyası üzerinde olmuştur. Bu da yine Azerbaycan, Güney Azerbaycan’ın yerleştiği jeo-politikası. Hem Rusya’ya açılabiliyor hem Bakü’ye açılabiliyor hem de Türkiye üzerinden Avrupa’ya açılabilen bir coğrafyada yerleşti. Bu da önemli bir husus. Biraz önceki saydığım özelliklerle de birlikte tarihsel olarak bakıldığında Azerbaycan Türkleri İran içerisinde en eğitimliler. Hatta bunu ben söylemiyorum. Yervand Abrahamian diye İranlı bir tarihçi var. ‘İran iki devrim arasında’ kitabı var. O kitapta İran’daki seçkinlerin istatistiğini veriyor. Seçkinlerin büyük bir bölümünü Azerbaycan Türkleri oluşturuyor. Yeni ilk öykü, hikaye, romandan tutun hepsinin temeli yine Azerbaycan Türkleri tarafından atılıyor. Yani bunu bir iddia olarak söylemiyorum. Bu alanı inceleyenler bunu net olarak biliyorlar. Ciddi bir entelektüel birikim söz konusu.
Ayrıca tarihsel olarak bakıldığında özellikle de 1924’ten önceki sürece de bakıldığında birinci ekonomik merkez. Hatta o zaman Osmanlı döneminde Teşkilat-ı Mahsusa o tarafa gidiyor ve oradan bu tarafa yazdıkları raporlara bakarsanız da onlar da bunu vurguluyorlar ki yani Tebriz ekonomik olarak İran coğrafyasında birinci yerde. Tebriz’in Azerbaycan’ın ekonomik olarak, 1924’ten önceyi söylüyorum, birinci yerde olması bu da yine Azerbaycanlıları İran siyasi hayatında önemli pozisyona itiyor. Biraz önce saydığım özellikler Azerbaycan Türklerinin siyasi eğilimlerini ciddi bir biçimde etkiliyor. Nedir bu etkiler? 1906’dan günümüze kadar Güney Azerbaycan coğrafyasına bakıldığında iki birbiriyle zıt ve çelişen iki eğilim görüyoruz. Biri İran kimliği içerisinde erimek, birisi de İran’dan kopmak, bağımsız bir Azerbaycan devleti kurmak.
1906’dan günümüze kadar bu iki eğilim Azerbaycan Türkleri içerisinde kendisini net olarak gösteriyor. Biraz önceki saydığım özellikler sebebiyle birçok Azerbaycan Türkleri diyor ki, bizim sayımız çok sayımız çok oldu. Zaten burada biz kurucuyuz bu nedenden dolayı İran’dan neden ayrılalım ve İran’a sahip çıkalım diyorlar. Ama bir grup da diyor ki, bu kadar ayrıcalığa, özelliğe sahibiz. Bu bizim özelliğimiz sebebiyle merkeziyetçiler bizi sömürüyorlar ve biz gelişemiyoruz, biz ileri gidemiyoruz. Ama eğer ayrılırsak ileri gidebiliriz. Bu iki siyasi eğilim 1906’dan günümüze kadar Güney Azerbaycan siyasi hayatının temel bu dinamizmini oluşturuyor ve işin en ilginç tarafı bu dinamizm sebebiyle bakarsanız İran’daki ilk Fars millîyetçi teorisyenlerin çoğu Azerbaycan Türküdür ve bu Azerbaycan Türkleri sadece İran’ı korumak için hatta Türk kimliklerini bile inkar edebilecek kadar ileri gitmişler ve Türkler. Ahmet Kesrevi, Kasımzade-i İranşehr, Menuçehr Murtaza bunlar hepsi Azerbaycan Türküdür. Mahmut Afşar ki zaten o da Türk’tür ki bunlar Fars millîyetçiliğinin en önemli ideologları olarak sayılıyorlar. Bunların da büyük bölümü yine Azerbaycan Türkleri. Bu Azerbaycan Türkleri içerisinde; İran içerisinde kalmak, İran’ı korumak önemli bir siyasi eğilim olarak vardır. Ama bir eğilim de İran’dan kopmak veya hatta bugünkü yapıyı değiştirmek olarak bir eğilim var. Bu eğilim de çok güçlüdür. Bu eğilim de her zaman İran’daki merkezî yönetim sarsıldığında bu eylem kendisini açığa çıkarıyor ve Azerbaycan coğrafyasında, Güney Azerbaycan coğrafyasında; merkezden kopma eğilimleri açığa çıkıyor ve merkezden kopma oluyor.
1920’de Güney Azerbaycan coğrafyasında kaç tane devlet kurulmuş. 1920’de Azadistan devleti kuruluyor, Şeyh Muhammet Hıyabani’yle, o coğrafyada. 1945-46’da Seyyid Cafer Pişeveri liderliğinde Azerbaycan Millî Hükümeti kuruluyor. Devrimden sonra, 1979’dan sonra da İran İslam devrimi en geç Azerbaycan’a giriyor. Yani Azerbaycan direniyor. Yani merkezî hakimiyet sarsıldığı andan itibaren Güney Azerbaycan coğrafyasındaki Azerbaycan Türkleri kendi kaderlerini merkezden ayırarak farklı bir yol çizmek istiyorlar. Yani bu iki siyasi eğilim net olarak kendisini gösteriyor. Bugün bizim analiz edeceğimiz konu ikinci eğilim. İkinci eğilimi analiz edeceğiz yani 1906’dan günümüze kadar merkez sarsıldığında, merkezden yolunu ayırmak isteyen ve kendisini Türk kimliği esasında tanımlayan ve kendisini farklı tanımlayan bu akımı analiz edeceğiz ve bunun tarihten günümüze kadar gelen sürecini. Bakınız biraz önce söyledim. Yani eğer siz Güney Azerbaycan Millî Hareketi’nin tarihine baktığınız zaman, bu millî hareketin tarihiyle ilgili birçok farklı yorum olmasına rağmen, Güney Azerbaycan Millî Hareketi’nin tarihi tam anlamıyla 100 yıla yakın bir tarihi var ve tabi bu tarih içerisinde çok farklı fikirler, çok farklı söylemler ortaya çıkmış ve günümüze kadar gelmiştir. Bu tarihî süreci doğru analiz etmezsek günümüzdeki bu siyasi süreci de analiz etmemiz mümkün değildir. Bakın İran’da 1906, 1911’de bir meşrutiyet hareketi oluyor. Bu meşrutiyet hareketi zamanın Türk hanedanı Kacarlara karşı oluyor.
Kacarlar döneminde, Azerbaycan Türkleri genellikle meşrutiyetin yanında yer alıyorlar ve Kacar yönetiminin meşruti bir yönetime geçmesini istiyorlar. Bu dönemde Azerbaycanlılar net olarak şu çerçevede kendilerini tanımlıyorlar. İran içerisinde kalmak istiyorlar. İran’dan ayrılmak istemiyorlar. Ancak Azerbaycan’ın yani şu anda söylediğimiz Güney Azerbaycan coğrafyasının kendisinin belli oranda siyasi idari olarak özerklik elde ederek yoluna devam etmesini istiyorlar. Bu durum Meşrutiyet anayasasında da Encümen eyaleti vilayeti şeklinde kendisini gösteriyor. Azerbaycanlılar diyorlar ki, İran dört eyaletten oluşuyordu o zaman. Her dört eyalet kendisini yönetebilir ve o dönemde Azerbaycan en büyük eyalet olduğu için Azerbaycan diyor ki, ben kendimi yönetirim. Tabi merkezden kopmak istemiyorum. İran’dan kopmak istemiyorum. 1906, 1911’de Azerbaycanlılar şu tezle Türk Kacar’a söylüyorlar. Diyorlar ki, bugünkü yapı devam etmeyecek. Eğer bugünkü Türk devletini devam ettirmek istiyorsan belli oranda değişmen gerekiyor. Ama Kacar yönetimi değişmek istemiyor. Değişmek istemediği için Azerbaycan biraz önce söylediğim söylem çerçevesi içerisinde hareket ediyor. O dönem Azerbaycan bir tür anayasal sistem, meşruti sistem. Ama bunun yanı sıra Azerbaycan eyaletinin de belli oranda bir özerkliğin elde edilmesini istiyor. Tabi ki bu meşrutiyet harekatı 1911’de yeniliyor, başarısızlığa uğruyor ve başarısızlığa uğradıktan sonra İran’da tam anlamıyla bir kaos ve Azerbaycan’da da tam anlamıyla bir kaos ortaya çıkıyor ve şu olgu ortaya çıkıyor. Azerbaycan Türkleri meşrutiyeti İran’a getiriyorlar. Meşrutiyeti Kacarlar kabul ediyorlar. Ancak o Azerbaycanlılar ki meşrutiyeti İran’a getirmişlerdir. Merkez liderler onları merkeze çağırıp öldürüyor. Ulu Settar Han bunun en önemli figürleridir ve 1911’deki meşrutiyet yenildikten sonra Azerbaycanlılar şunu söylüyorlar. Eğer merkez yönetim demokratik bir sürece girmek istemiyorsa, değişmek istemiyorsa Azerbaycan kendi yolunu çizebilir. Kendisi farklı bir yola gidebilir ve bu nedenden dolayı 1920’de Şeyh Muhammet Hıyabani liderliğinde Azadistan devleti kuruluyor ve Azerbaycan şunu söylüyor. Biz meşrutiyette bu kadar işler yaptık -ki ben ayrıntısına girmedim. 8 ay Tebriz’i kuşattılar ve Tebriz’de insanlar normal yemek bulamadılar. O Tebriz’i 8 ay Rus ordusunun kuşatması İran tarihinin en facialı, Azerbaycan Türkleri tarihinin en facialı ve aynı zamanda en kahraman bir dönemi olarak da biliniyor. Buna rağmen Azerbaycan Türkleri başarılı olmadığı için kendi yolumuzu çizebiliriz diyorlar. 1920’de Azadistan devleti kuruluyor. Ancak Azadistan devleti hem Azerbaycan Türklerinin kendi içerisinde hem de merkeziyetçi yönetimin ayrıca o dönem İngiltere, Yahudi sermayesi ve Avrupalılarla birlikte Azadistan Devleti 1920’de devriliyor ve Azadistan devrildikten sonra bir silindir gibi Azerbaycan’ın üzerinden geçiyorlar. Azerbaycan üzerinden geçip, 1924’te Kacar hanedanını deviriyorlar. Kacar hanedanını devirip Rızahan iktidara geliyor ve Türklerin oradaki hakimiyeti sona eriyor ve sona erdikten sonra Fars millîyetçiliğine dayalı Rızahan iktidarı kuruluyor. Rızahan iktidarı ortaya çıktıktan sonra çok net olarak Azerbaycan en fazla kaybeden bir eyalet hâline geliyor. Dört eyaletti dedim. En büyük eyalet Azerbaycan’dır. Bütün Azerbaycan eyaletini bölüyorlar. Birinci ekonomi merkezi diyordum, bütün ekonomi ayrıcalığını Azerbaycan’dan alıyorlar. Azerbaycan ikinci siyasi merkezdi. Veliaht orada oturuyordu. Konsolosluklar Tebriz’deydi. Rızahan bütün bu siyasi ayrıcalığı da Azerbaycan’dan alıyor ve Azerbaycanlıları yoksullaştırıyor. Öyle ki, onlar diyorlar ki, Kacar döneminde Tebriz’e gitseydiniz Tebriz İran’ın o coğrafyanın en güzel coğrafyasıydı. Ama Rızahan döneminde en fakir, en bedbaht, en yoksul bırakılmış bir yer ve ayrıca Türk kimliği olarak da aşağılanıyorlar. Öyle aşağılanıyorlar ki, o dönemden çok açıkça eşek Türk diye şeyler ortaya atıyorlar ve Azerbaycan Türklerine Türkçeyi tam anlamıyla yasaklıyorlar. Okullarda eğer biri bir cümle Türkçe söylüyorsa cezalandırıyorlar. Bazen yazdıklarını yalatıyorlar, yeri yalatıyorlar ve aşırı bir Türk karşıtı bir propaganda çıkıyor. Öyle ki nasıl öneriler sunuyorlar Rızahan döneminde. Bakın şöyle diyorlar. Diyorlar ki bu Türkler, ‘eğer biz bu coğrafyadaki Türk çocukların doğru yetişmesini istiyorsak en iyisi oradaki Türk çocuğu annesinden alalım. Biz kendimiz büyütüp sonra bunlara veririz’ diyorlar. Diyorlar ki, Azerbaycan, bu Türk coğrafyası kangren bölge, hasta bölgedir. Ya keseceğiz, ya ezeceğiz, ya da onları değiştireceğiz, diyorlar. Abdullah Mostofi Azerbaycan valisidir o dönem. Buna gelip diyorlar ki, “ahırda atlar ve eşekler arpa yemiyorlar.” Ne diyor biliyor musunuz? “Ahırda eşekler arpa yemiyorlarsa, Tebriz’deki eşeklere yedirin” diyor. Bu Rızahan döneminde gerçekleşiyor ve Rızahan dönemindeki Türklerin bu aşağılanması Türklerde ciddi şekilde bir öfke yaratıyor. Hem ekonomik olarak hem siyasi olarak bütün ayrıcalıklarını elinden alınan Azerbaycan Türkleri ciddi şekilde öfkeleniyorlar.
İkinci Dünya Savaşı patlak verdikten sonra Rızahan kendisini aracı olarak düşünüyor ve Hitler’e biraz daha eğilim duyuyor ve o zamanki Hitler, Rusya’ya doğru, Sovyetler Birliği’ne doğru akıyor. İngiltere ve diğerleri Rızahan’a İran kapısını aç diyorlar. Rızahan kapıyı açmıyor. Rızahan kapıyı açmadığı için 1941’de İran işgal ediliyor. Kuzeyden Sovyetler Birliği giriyor. Güneyden de İngiltere girerek İran işgal ediliyor ve 1941’de İran işgal edildikten sonra bütün o coğrafyada özellikle de Azerbaycan coğrafyasında o Rızahan’ın yaptığı aşağılama sebebiyle Azerbaycan kimliği kendisini göstermeye başlıyor. Anadili, Azerbaycan kimliği, kendi millî kimliğine dönüş dalgası başlıyor. Nitekim ki bu dalganın sonu 1945-46’da Azerbaycan Millî Hükümeti olarak ortaya çıkıyor ki Seyit Cafer Pişeveri liderliğinde. Seyyit Cafer Pişeveriyle ilgili çok farklı şeyler söylüyorlar. Bugün burada yeri değil ama bunu net olarak söyleyebilirim. Seyit Cafer Pişeveri bir milliyetçiydi. Tabi ki kendisini bir Türk milliyetçi olarak tanımlayamıyordu. Ama bir Azerbaycanlılık kimliği çerçevesinde tanımlıyordu. Bütün Azerbaycan’a da, bir Azerbaycan’a da inanıyordu ve kurduğu devletin on iki maddesinin üç en önemli maddesi Azerbaycan kimliğiyle ilgili. Diliyle, eğitimiyle ilgiliydi. Tabi ki 1946’da Seyit Cafer Pişeveri’nin kurduğu Azerbaycan Millî Hükümeti Amerika’nın liderliğinde yeniliyor. Amerikan ordusunun liderliğinde 1946’da bu ordu yeniliyor. 1906-11’de Azerbaycan kendisini bir tür demokrasi içerisinde, meşrutiyet içerisinde tanımlıyorsa, 1945-46’da Azerbaycan kimliği kendisini net olarak ortaya çıkarıyor. 1946’da Seyyit Cafer Pişeveri devrildikten sonra Pehlevilerin ikinci oğlu Mohammed Rıza Pehlevi iktidara geliyor, şah oluyor ve biliyorsunuz dünyada küresel anlamda da birçok şey değişiyor. Soğuk savaş başlıyor. İngiltere’nin yerini Amerika alıyor ve bütün bununla birlikte İran’da tepeden inmeci çok aşırı bir modernleşme dalgası başlatılıyor. Bu modernleşme dalgasıyla birlikte yavaş yavaş Meşrutiyetten ortaya çıkan Azerbaycanlı kimliğinden sonra, yavaş yavaş Türk kavramı da ortaya çıkmaya başlıyor. Şunu net olarak söyleyebilirim. Yani siyasal anlamda Türklük Azerbaycan coğrafyasında çok geç ortaya çıkmış. Azerbaycan coğrafyasında siyasal anlamda ilk önce Azerbaycan kimliği ortaya çıkıyor ve Azerbaycan kimliği 1946’dan sonra yavaş yavaş Türklükle kendisini göstermeye başlıyor. Hem şiirde, folklor araştırmanlarında, tarih araştırmalarında Türklük kendisini hissettirmeye başlıyor. 1979’dan sonraki süreçte bu Türklük belirleyici bir siyasi söylem olarak Güney Azerbaycan’daki Azerbaycan Türklerinin milliyetçi zihinlerine dahil oluyor. Bu süreci de anlatayım.
Bakınız 1979’dan sonra bunu net olarak biliyoruz ki yavaş yavaş Sovyetler Birliği dağıldı. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte Türk cumhuriyetleri bağımsızlıklarını elde ettiler. Türk cumhuriyetlerinin bağımsızlığını elde edişiyle birlikte yeni bir Türk milliyetçi dalgası başladı. O dalgayı siz Türkiye’de de hissettiniz net olarak. Bu dalga aynı zamanda o Azerbaycan coğrafyasında da kendisini hissettirdi. Çünkü orada bağımsız bir Azerbaycan Cumhuriyeti kuruldu. Bununla birlikte farklı faktörler bulunuyor. Elçibey’in ortaya çıkışı ve Elçibey’in bütün Azerbaycan, birleşik Azerbaycan söylemini devlet söylemi hâline getirmesi, Azerbaycan-Ermenistan ihtilafı ve Karabağ’ın işgali. Bütün bunlar orada ortaya çıkan Türk cumhuriyetleri, küresel anlamda neo-liberal bir dalganın ortaya çıkması, komünizmin iflas etmesi, Soğuk Savaşın bitmesiyle birlikte İran’ın kendi içerisine de bakıldığında İran’ın Şii İslam anlayışına dayanarak kurduğu devlet anlayışının siyasal anlamda iflası, devletin ekonomik anlamda başarısızlığı, nüfusun iki kat artışı. 1979’da 30 milyondu İran. Şu anda 75 milyonu aşmış. Ama ekonomik anlamda o kadar başarılı değil. Nüfus artmış ama ekonomik anlamda, sosyal anlamda, siyasal anlamda bir kapasite artışı yok. Komünizmin bir ideoloji olarak mobilizasyon yüzünü yitirmesi, siyasal seferberlik imkanını yitirmesi o coğrafyada, devletin bütün İran coğrafyasını İran kimliği esasında seferber eden bütün ideolojilerin iflası, devletin siyasal ve sosyal anlamda başarısızlığı yeni bir rahatsızlığı meydana getirmiş İran’da. Bütün o coğrafyaya bakıldığında Fars olmayan bütün coğrafyalarda siz milliyetçi dalgayla rahatlıkla karşı karşıya olduğunuzu görebiliyorsunuz. Araplar da Arap milliyetçiliği ile hareket ediyorlar. Beluciler de Beluç kimliğiyle, Türkler de, Kürtler de hatta Farsların kendileri de. Biraz önce saydığım faktörler İran’daki Şiiliğin siyasal anlamda iflası, komünizmin iflası, devletin ideolojik ve ahlaki anlamda iflasıyla birlikte çevredeki yaşayan milletlerin millî kimliğinin daha da fazla siyasal alana gelmesine sebebiyet verdi ki bugünkü millî hareket tam anlamıyla bu dalganın bir ürünüdür. Bu dalgaya baktığınız zaman meşrutiyette Azerbaycan kimliği İran içerisinde bir siyasi idari eyalet olarak ortaya çıkıyor. 1945-46’da kendi tarihsel bir kimliği olan, kendi kültürel kökeni olan bir Azerbaycan ortaya çıkıyor ve bu 1979’da Türk kimliği ile birleşerek kendisini tam anlamıyla bir Türk milliyetçiliği içerisinde net olarak tanımlıyor. Bugünkü sürece bakıldığında şunu net olarak söyleyebiliriz. Başlık olarak da söyleyebilirim. O da şudur. Bugün İran coğrafyasında ve bugün Güney Azerbaycan coğrafyasında tek siyasi güç, siyasal anlamda, seferberlik gücü sadece millî harekete aittir. Millî hareketin dışında hiçbir siyasi hareket orada mobilizasyon seferberlik gücüne sahip değildir ve bunun çok farklı göstergeleri var.
Bakınız 1979’dan günümüze kadar İran rejimine karşı bütün mitingler, bütün itirazlar milliyetçi söylem esasında gerçekleşmiştir. İran rejimi merkeziyetçiliğine dayalı hiçbir miting, hiçbir protesto hareketi olmamıştır. 2009’da İran merkezî yönetimine karşı yeşil hareket ortaya çıktı. Azerbaycan kendisini orada görmediği için o harekete katılmadı. O hareketi Fars milliyetçiliği çerçevesi içerisinde tanımladığı için o harekete tam anlamıyla katılmadı ve baktığınızda bütün gösteriler şu anda da buna en tipik örneği daha önce her bir Azerbaycan Türkü üniversiteye gidiyordu. Orada ya komünist oluyordu ya da siyasal İslam herhangi bir akımına katılıyordu. Ama şu anda o coğrafyada katılan Azerbaycan Türklerinin öğrencilerinin büyük bölümü bu milliyetçiliğe katılıyor. Bunun en tipik göstergesi 1997’de Hatemi iktidara geldiğinde çok göreli açık bir ortam oldu. Bu net olarak kendisini açık şekilde gösterdi. İran’ın neresinde Azerbaycan Türkleri vardı, orada Türkçe bir gazete, dergi çıkarma, şiir geceleri konması, bütün bunlar tam anlamıyla kendisini gösterdi ve daha önce rejim Azerbaycan Türklerinin milliyetçi hareketini bir tehdit olarak görmüyorlardı. Ama şöyle düşünüyorlardı. Şu tezin üzerinde duruyorlardı. Bu Azerbaycan Türkleri Şii kimliğine dayanıyorlar ve doğal olarak Azerbaycan Türklerinin bu Şii kimliği onları merkeze bağlayacak ve o nedenden dolayı burada Türk milliyetçiliği sağlıklı bir başarı elde edemeyecek. Ama zamanla bunun değiştiğini net olarak gördüler. Bunun en tipik ortaya çıkma olasılığı 2006’da oldu. Bunu belki birçoğunuz biliyor. 2006’da İran rejimine bağlı, şu anda da İran haber ajansına bağlı bir gazete var İran adında. Bu cumhurbaşkanına bağlı İran’da. Burada bir yazı çıkıyor. Yazı Türklere karşı bir hakaret olarak. Yazı şu: “Böcek Öldürmenin 7 Yöntemi”. Bir tane çocuk bir tane hamam böceği ile konuşuyor. Hamam böceği diyor: “Nemene?” Nemene, Azerbaycan Türklerinde soru işareti yani “ne demek istiyorsun?” demek. Hamam böceği bir Azerbaycan Türkü gibi ifade ediliyor. 7 yöntem diyor. 7 yöntem ve aşağılayıcı bir biçimde. Ama bunu söyleyeceğim, biraz meclisin adap sınırlarını aşacağım ama bilmeniz açısından söyleyeceğim. İran rejiminin Türklere yönelik nasıl bir tutumu olduğunu bilmeniz açısından söyleyeceğim. Şunu söylüyor bir yerde diyor ki, bu böcekler diyor insan dışkısından besleniyorlar. Eğer bunların ölmesini istiyorsanız normal yere değil, dışkınızı gidin başka yerlere yapın ve üzerini örtün bunlar bulamasınlar diyor ve o dönem Azerbaycan öğrencileri itiraz ediyorlar. Diyorlar ki, “Sayın Bakanım buna itirazını bildir.” Adamlar hiçbir şey yapmıyorlar. Yapmadıkları için halk yavaş yavaş isyan ediyor. Mayıs 2006’da yüz binlerce insan Tebriz sokaklarına doluyor. Türk medyası göstermedi. Yeşil Harekattan daha fazla insan sokağa doluyor. Şuanda onun görüntülerini youtubedan görebilirsiniz. Ama o orada olduğu zaman Türkiye’deki bazı milliyetçi çevreler onu CIA operasyonu olarak düşünüyorlar. Ama Türklüğe en büyük hakareti, İran rejiminin yaptığını görmezden geliyor ve görmek istemiyor ve bazıları Bush düğmeye bastı Azeriler sokağa döküldü şeklinde ifadeler kullanıyorlar Türkiye’de, maalesef. Yani şimdi bütün bunlarla birlikte İran, Mayıs 2006’daki bu gösterilerde net olarak görüyor. Şunu görüyor. Hayır şu anda İran’da yaşayan Azerbaycan Türkleri net olarak kendilerini Azerbaycan Türk kimlikleri içerisinde tanımlıyorlar. Türk kimliklerine ciddi şekilde hassasiyetleri var ve eğer doğru davranmazsa bu hassasiyet tam anlamıyla siyasal anlamda çok farklı yerlere gidebilir. 2006’dan sonra İran rejimi en ağır baskıyı Azerbaycan Türklerine yöneltiyor. Hiçbir gazete, hiçbir dergi hatta öğrenci dergilerini bile bırakmıyor. Bugün üniversitede bir şehir gezisi kuramazsınız Türk dilinde. Bir tane üniversitenin kendi içerisinde Türk dilinin ortaya çıkmasına bile izin vermiyor. Şu an hâlâ yaşadığımız bu süreçte, şu anda onlarca oradaki Türkler belirsiz nedenlerden dolayı içeri atılıyorlar. Önümüzdeki haziranda cumhurbaşkanı seçimleri var diye şimdi oradaki belli milliyetçileri şu anda hapse atıyor. İran rejimi bu coğrafyada belki bir isyan olabilir diye kontrol etmeye çalışıyorlar ve baktığınız zaman İran rejimi net olarak bunu görüyor. Yurt dışında yaşayan bütün merkeziyetçi muhalefet de net olarak şunu görüyor ki Azerbaycan Türklerinin yönü bu defa Tahran’a doğru değil. Bu defa İran’a doğru değil. Nedeni de çok çok açıktır. Belki burada da birçok kişiyi rahatsız edebilir. Onlara sorduğunuz zaman şunu söylüyorlar. Son yüz yıldan önce de biz hep bu devleti kurmak için çalıştık. Bu devleti kendi kılıcımızla Hindistan’a kadar götürdük. Bunun yeni modern kurumlarını biz kurduk. Ama yine de bu devletin kılıçları altında biz ezildik ve biz hiçbir şey kazanamadık. İran devletini Türkler kursa da bugün Türkler en vahim durumda yaşıyorlar ve bunu net olarak da görüyorlar. Ne okulları, hiçbir şeyleri yoktur. İran radyo televizyonundan tutun ve sürekli de aşağılanıyorlar ve eşek Türk olarak da her yerde de söyleniyor. Bunu net olarak da görebilirsiniz o coğrafyada. Bunu oradaki insanlar da net olarak hissediyorlar. Tabi daha önce de bu asimilasyon vardı. Bu aşağılanma vardı. Bu baskı vardı. Ancak o dönem komünizm gibi, Şiiliğin siyasal anlamda bir tutkal olması gibi, bütün bu rahatsızlıkları farklı bir noktada eriten başka ideolojiler vardı. Ama o ideolojiler şu anda yoktur. Azerbaycan Türkleri kendi kimliklerine yönelik baskıları, kendi kimliklerine yönelik farklı davranışları net olarak görebiliyor. Buna paralel olarak da bu sürece paralel olarak farklı şeyler de hem İran içerisinde gelişmiş, hem de dünyada. Biraz önce bazılarını söyledim yine de söylüyorum. İran rejimi siyasal anlamda şu anda çok ciddi büyük bir siyasi kriz içerisindedir ve bu krizi rahatlıkla çözemiyor. Çözmesi de olanaklı gözükmüyor. İran rejimi ahlaki olarak, ideolojik olarak iflas ettiğini kendisi de itiraf ediyor. İran’ın en büyük siyasi adamı Ali Hamaney diyor ki, “biz ahlaki anlamda başarılı olamadık.” Şu anda İran rejimi içerisinde herkes birbirini hırsızlıkla suçluyor. Meclis başkanı cumhurbaşkanını, cumhurbaşkanı meclis başkanını. Herkesin elinde gizli bir dosya var. ‘Bana dokunursan dosyanı yayınlarım’ diyor. Yani devlet bu hale gelmiş. Yani meclisteki olayda zaten net olarak gördünüz. Bu rejimin tam anlamıyla, ahlaki anlamda, ideoloji anlamında ne kadar zayıfladığını ve yolsuzluğun ve fesadın sistemin en tepesine kadar gittiğini ve bunu halk da net olarak gördü. 3 milyar dolar bankadan para çekilmiş ve bunun sahibi de belli değil. İran’ın en büyük dinî lideri diyor ki, “Bunun tartışılması siyasi anlamda İran rejimine zarar veriyor bunun üzerini örtün” diyor. Bunu halk da görüyor ve baktığınız zaman ekonomik anlamda İran rejimi başarısızdır. Şu anda size sadece şunu söyleyeyim İran’la ilgili. Şu anda İran’daki 1 dolar, İran parasıyla söylüyorum, 3500-4000 tümen civarında. Bazen de yükselip aşağı da inebiliyor. Bir normal öğretmen, en fazla alsa 500-600 bin tümen alır, siz hesap edin. Yani bir öğretmenin maaşı normalde 120 doları fazla aşmıyor. Ciddi şekilde bir enflasyon var ve insanlar yaşayamıyorlar. Şu anda bakınız Türkiye’de, İran’dan bir öğrenci burada okusa 500 dolar göndermesi için, 200 milyon tümen para kazanması lazım. 200 milyon tümen İran’da orta sınıfın kazanması olanaksız. İran’daki ekonomik durumun bu kadar kötü olduğunu herkes biliyor. Siyasal anlamda, uluslararası anlamda, İran’ın nükleer krizinin nereye doğru gittiğini biliyorsunuz. Kendiniz net olarak bunu takip edebiliyorsunuz. Bölgesel anlamda İran’ın özellikle de Arap dünyasında neler yaşadığını görüyorsunuz. Küresel anlamda Avrupa’yla Amerika’nın 1979’dan sonraki süreçte İran’a karşı hiçbir zaman bu kadar blok oluşturmadıkları halde, şu anda çok iyi bir şekilde hareket edebiliyorlar. Buna paralel olarak dünyada da farklı küresel trendlerle globalleşme, postmodernist, neo-liberal dalga ki küresel anlamda siyasal kültürleri bütün coğrafyada etkiliyor. Bütün bunlarla birlikte oradaki Türklerin de siyasi kaderlerini etkiliyor ve bu coğrafyada Azerbaycan Türkleri içerisinde Türk milliyetçiliği bir siyasi güç olarak ortaya çıkıyor. Bunu böyle söylediğim zaman şunu söylemek istemiyorum. Şöyle bir abartılı yorum yapmak istemiyorum. Oradaki Azerbaycan Türkleri ‘hadi İran’dan ayrılıp gidiyoruz’ şeyi yok. İran’da ayrılmak isteyip bağımsız bir Azerbaycan devleti kurmak isteyen önemli bir güç var. Ama şunu net olarak söyleyebilirim. Eğer şu andaki İran İslam Cumhuriyeti giderse onun yerine gelen herhangi bir devlet olursa da olsun, Azerbaycan Türkleri İran içerisinde olmuş olsun veya İran’ın dışında olmuş olsun kendi kimlikleri bağlamında haklarını kazanacaklar. Kazanabilirler de demiyorum, kazanacaklar diyorum. Yani bunu şu anda net olarak görüyorum. Hem İran’daki iç gelişmeler, Kürtlerin içerisindeki gelişmeleri, Belucilerin içerisindeki gelişmeleri, Arapların içerisindeki gelişmeleri, Avrupa, Amerika ve İran arasındaki ilişkileri, İran Arap coğrafyasındaki ilişkileri, İran rejimi içerisindeki gelişmelerden de yola çıkarak bunu net olarak söyleyebiliriz ki, İran’da bundan sonra herhangi bir hareketlenme olursa, bu hareketlenme şu andaki merkezî devletin sarsılmasına, bu devlet yapısının farklı bir devlet yapısına çevrilmesini tam anlamıyla öngörmemizi olanaklı kılıyor ve bunda da Azerbaycan Türklerin önemli bir rolü var.
İran, bu coğrafya iki önemli unsur üzerinde duruyor. Farslar ve Azerbaycan Türkleri. Azerbaycan Türkleri 1924’e kadar o coğrafyayı yönettiler. Hiçbir topluluğu incitmediler. Ama 1924’ten sonraki süreçte her anlamda aşağılanmışlar, her anlamda dışlanmışlar, her anlamda hor görülmüşler ve bundan sonraki süreçte daha 1924’ten günümüze kadar yaşanan tarihî süreci yaşamak istemiyorlar ve bunu bir slogan, bunu bir arzu ve iddia olarak da görmeyin. Gerçek arazide gerçekten böyle bir şey yaşanıyor. İran’da, görüntülerde gördüğünüz İran’ın hakiki siması değil. İran’ın hakiki siması görüntünün ötesinde. Görüntünün ötesinde İranlılık kimliği tam anlamıyla iflas etmiş ve şu anda sadece bu rejim onu bürokratik anlamda, askerî anlamda ayakta tutuyor. Ama bu rejimin değişmesiyle o İranlılık kimliği ciddi şekilde sarsılacaktır. Çok teşekkür ediyorum.
Sadi Somuncuoğlu : Evet teşekkür ediyoruz. Tarihî gelişim içerisinde bugünkü yapıyı da hem siyasi yapıdaki meclisi hükümet bugünkü molla rejimi açısından özetle ifade etti Arif Hoca, hem de gelecekle ilgili bir takım öngörülerde bulundu.
Soru: Sayın hocam teşekkür ediyoruz. Şimdi bir soruyu merak ediyorum. Şimdi bu Farsların Türklere yaptığı aşağılama ve baskı, buradaki bu iki grubu birbirine yaklaştırdı mı, Azerbaycan Türkleri içerisindeki iki grubu? Biri İran’ı yaşatalım, birisi millî kimliğimize dönelim diyordu. Bu baskı karşısında bunlar birbirlerine yaklaştılar mı?
Bir diğer husus da son günlerde Amerika biliyorsunuz İran’daki politikalarında Azerbaycan Türklerini kullanmak istiyordu. Bunlara siz yüz vermediniz. Ama Türkiye’de bazıları bunu anlamadı. İran devletini kurmak için Azerbaycan Türklerini de kullanmak istiyordu. Siz onlara yüz vermediniz. Bundan dolayı da buna başlayamadı, Bush zamanında. Şimdi ise son politika basının belirttiğine göre, Obama 2. dönemde İranlılarla anlaşmak istiyor. Onlarla görüşme yapmak istiyor. Hatta Rusya’da veya başka bir yerde. Türkiye’de değil. Acaba Türklerin uyanmasından eskiden beri Batı’nın Türklerin birleşmesinden endişe ettikleri için mi İran’la anlaşmak istiyor, Türkleri uyandırmayalım devam edelim bu şekilde diye? Çok teşekkür ederim.
Arif Keskin : Estağfurullah. Ben 1. sorunuza şunu söyleyeyim. 1924’ten sonra Fars milliyetçiliğinin iktidarda olması o birinci İran içinde kalalım grubunu gitgide zayıf duruma düşürdü. Bugün siyasal anlamda en zayıf pozisyondalar. Çünkü şöyle bir durum var. Tabi İran içinde kalalım, nasıl bir İran? Kalırsak İran neler verecek, neler vermeyecek? Bu tartışmalar şu anda da ciddi bir biçimde devam ediyor. Ama en önemlisi şu ki, merkeziyetçi muhalefet, İran rejimine karşı mücadele etse de rejimi değiştirmek istese de ancak Türklerin isteği karşısında herhangi bir şekilde geri adım atmıyor ve bu nedenden dolayı şöyle bir algı ortaya çıkıyor. Demek ki Türklerin karşısındaki bu duruş sadece İran rejimine ait değil. Muhalefet de zaten bu pozisyonda. Demek ki bu iktidar değişimiyle Türklerin durumunda herhangi bir değişiklik olmayacak. Eğer böyleyse onda bizim İran’da ne işimiz var? Eğer İran’ın iktidarı ve muhalefeti de aynı pozisyondalarsa, bize herhangi bir hak vermek istemiyorlarsa, kendilerini insan hakları demokrasi çerçevesinde tanımlıyorlar ama iş Türklerin haklarına geldiği zaman bunların bir şekilde üstünü örtmeye çalışıyorlarsa, bu İran içerisinde kalma fikrini ciddi şekilde zayıflatıyor ve bu nedenden dolayı ayrılmak isteyenlerin hem sayısını artırıyor hem de onların söylemlerini daha da güçlü hale getiriyor ve onların pozisyonunu daha da güçlendiriyor şu noktada.
İkinci sorunuza gelince Türkiye’de şu hep yanlış kalıyor. Yani diyorlar ki, Amerikalılar oradaki Azerbaycan Türklerini destekliyor. Bu cümle çok söyleniyor. Oradaki siyasi hareketi destekliyor diyorlar. Ben de şunu soruyorum. Eğer Amerika bir hareketi destekliyorsa bunun somut göstergeleri olması gerekiyor. Soru şudur. Amerika’nın Azerbaycan Türklerini desteklemesine somut olarak herhangi bir şey var mı? Neye dayanarak biz destekliyor diyoruz? Bakınız mesela bugün biliyoruz ki bu coğrafyada devam eden Kürt milliyetçiliğini açık bir şekilde destekliyor. Desteklediğini somut olarak da görebiliyoruz ve bunun içinde bir sürü somut şeyler sayabiliriz. Ama Azerbaycan Türkleri için böyle somut bir şey saymanız olanaksız. Bakınız bugün Azerbaycan Türkleri Millî Hareketi eğer Amerika tarafından desteklenseydi, durum bu şekilde olmayabilirdi. Bugün mültecilerin durumu hem Türkiye’de hem başka yerlerde yaşayan mültecilerin durumları çok kötü. Şuanda Güney Azerbaycan Millî Hareketi’nin içinde çalışan partilerin, teşkilatların, siyasi şahsiyetlerin kendileri normal hayatlarını idare ettirebilecek maddi olanakları yok. Destek nasıl olur? Dergi çıkaramıyorsun. Bütün ne yapılıyorsa herkes kendi cebinden yapıyordur. Bakınız mesela Farslar için BBC televizyonu vardır. Farslar için GOAH vardır. Eğer Amerika bizi destekliyorsa Türkler için de bir televizyon gerekiyor. Nerede? Ama görüyorsunuz ki, profesyonel anlamda herhangi bir televizyon söz konusu değildir. BBC’ye bakıyorsunuz, GOAH’a bakıyorsunuz, gösterge ne olabilir ki? Ama Kürtlere bakıyorsunuz, kaç tane televizyonları var, dergileri var. Yaşadıkları yerlerde binlerce dolar kendi hayatlarını idare edebilecek paraları var. Bu paralar nereden geliyor? Neden o paralar Azerbaycan Türklerinin cebinde yok, eğer Amerika destekliyorsa? Yani soru şu. Şunu net olarak söyleyebiliriz. Amerika Azerbaycan Türkleri ile ilgili sadece öğrenmek istiyor. Bunlar ne istiyorlar? Bunların istekleri nedir? Ama pratik anlamda biz herhangi bir desteğini şahsen ben görmüş değilim ve eğer Amerika bu süreci destekleyecekse Amerika’nın bu coğrafyayı dizayn etme siyaseti çerçevesi içerisinde destekleyecektir. Nasıl bir coğrafya istiyor? O coğrafyada Türk milliyetçileri işine yarar mı? Bu Avrasya coğrafyasını eğer yeniden dizayn etmek istiyorsa Türk milliyetçileri işine yarar mı? Eğer Güney Azerbaycan’da devam eden hareket Türk milliyetçisiyse o Türk milliyetçiliği Amerika’nın işine yarar mı? Yoksa onu değiştirip dönüştürmesi gerekiyor. Şimdi değiştirip dönüştürmeye kalkıştığı andan itibaren orada millî hareket kalmaz. Şimdi bakınız Mahmud Ali Çöhreganlı’yı biliyorsunuz. Mesela o diyor ki, biz Amerika’ya görüşmeye gittik. GAMOH’un lideri şunu söylüyor. “Amerika’ya görüşmeye gittik. Amerika yetkilileri şunu soruyorlardı: ‘Siz Azerbaycan bayrağını niye taşıyorsunuz. Amerika bayrağını niye taşıyorsunuz? Türkiye millî marşını niye söylüyorsunuz? Sizin Ermenistan ile ne işiniz var? Sizin PKK ile ne işiniz var?’ Yani diyor ki, ‘Türk kimliğinizi bırakınız. Bütün bu dönüşümü yapınız ve ben istediğinizi size veririm.’” Ama Türk milliyetçileri değişmediği için destek de alamıyorlar. Değiştikleri zaman zaten alanda olamıyorlar. Ben adresini de verdim. Adresini bilinçli olarak verdim ki bu söz yalan değil. Çünkü Amerika dönüştürmek istiyor. Ama dönüştüremiyor. Bunun da sebebi çok açıktır. O coğrafyada devam eden millî hareket kendisini iki kimlik içerisinde tanımlıyor. Azerbaycan Türk kimliği içerisinde tanımlıyor. Ne Türk kimliğini bırakıyor. Kendisini Türk kimliğiyle birlikte Türk dünyası içerisinde görüyor ve kendisi Azerbaycanlı kimliği içerisinde vatan anlamında bir Azerbaycan içerisinde tanımlıyor. Şimdi bu her iki anlamda da Batılıları ne kadar hoşnut edebilir? Bunlar önemli sorular. Ama bunu değiştirip dönüştürmek istiyor. Batı oradaki Türklerin siyasi hareketinin iktidarı değiştirmeye dönük olmasını istiyor. Önce iktidarı değiştirelim sonra düşünürüz nasıl bir İran olacağını. Ama burada problem şudur. Tabi ki Azerbaycan Türkleri de İran rejimini değiştirmek istiyorlar. Ama bu İran rejimini değiştirip farklı bir yapının ortaya çıkmasını istiyorlar. O yapı ne? Oradaki Türklere herhangi bir zulmün olmayacağı farklı bir yapılanmanın ortaya çıkmasını istiyorlar. Batılıların bu konuda herhangi bir ortaya atılmış formülleri yok. Batı destekli bütün muhalif merkeziyetçi muhalefete bakıyorsunuz. Bu konuda herhangi bir işaret yok. Düşünün Türkiye’de Kürt konusunda tartışılanın % 5’i Farslar içinde tartışılmıyor. Eğer Fars milliyetçilerinin içerisinde, bugün Türkiye’de tartışılanlar tartışılsa onu bin dereden, bin köyden kovarlar. Böyle bir yapılanma var ve bunlar da Batıdan destekleniyor. Bu nedenden dolayı ‘Güney Azerbaycan Millî Hareketi Amerika’dan destekleniyor’ büyük bir yalandır, büyük bir yanlışlıktır ve bu yalan hem bölgedeki Kürt milliyetçilerinin işine yarıyor hem de Ermenilerin işine yarıyor hem de Anadolu Türkleri ile Azerbaycan Türkleri arasındaki o duygusal düşünce bağını da koparıyor.
Soru: Efendim çok teşekkür ederiz. Çok sağ olun. Her zamanki gibi mükemmel bir konferans oldu. Şimdi televizyonda şöyle bir haber dinledim. İran başkenti Tahran’ı Tebriz’e almak istiyormuş. Televizyonda haber olarak gösterildi. İran neden Tahran’ı Tebriz’e almak istiyor? Bunun ne gibi yansımaları olabilir? Oradaki Azerbaycan Türklerini kontrol mü etmek istiyor? Siyasi açıdan daha tesirli hale mi getirmek istiyor? Bu neden olabilir?
İkinci sorum; Suriye’nin talebi üzerine İran Türkiye’ye savaş açabilir mi? Açtığı zaman oradaki millî hareketin durumu ne olur? Teşekkür ediyorum. Saygılar sunuyorum.
Arif Keskin : Çok sağ olun. 1. sorunuza şunu söyleyeyim. İran’ın Tahran’ın başkent olmaktan çıkartılması uzun zamandır İran’da tartışılıyor. Tahran hem çok büyümüş çok aşırı bir nüfus yığılmış ve Tahran bu aşırı nüfusu kaldıramıyor. Havası çok kötü. Dünyanın en kirli havası orada ve buradaki en önemli problem de Tahran aşırı bir deprem hattı üzerindedir ve eğer bir deprem olursa çok büyük bir felaket olacağı korkusu da var. İran’daki bu bölgesel eşitsizlik, adaletsizlik sebebiyle en büyük göç oranı da Tahran’a doğrudur ve sürekli de oraya göç oluyor. Tahran küçülmek yerine daha fazla büyüyor. Büyümesi hem kirliliği, ekonomik olarak kendini kaldıramıyor. Deprem üzerinde olması ve ayrıca bugün oluşturduğu siyasi alanda bir tehlike de oluşturuyor rejim açısından. Çünkü düşünün 14-15 milyon bir nüfusu var. 14- 15 milyon. Özellikle de gündüz o sayıda oluyor. Bunların isyanı İran rejimini ciddi bir şekilde sarsabilir. Bu nedenden dolayı İran rejimi bu başkenti değiştirmek istiyor. Bunun neresi olabileceği tartışması var. Tebriz de o tartışmalardan birisidir. İsmi geçen bir yerdir. Bir de hepimiz biliyoruz ki, Tebriz zaten tarihî bir kent. Hem siyasal anlamda hem kültürel anlamda tarihî kenttir. Sadece Azerbaycan Türklerinin değil, Türk dünyasının değil, İran coğrafyası açısından da, tarihsel olarak da önemli bir kenttir ve simgesel anlamdadır. Ama şu önemli bir tartışma ki, Fars milliyetçileri şu ikilemle karşı karşıyalar. Diyorlar ki, eğer biz başkenti Tebriz yaparsak, gücü oraya taşırsak, doğal olarak sadece Türkler değil, biz Tebriz’in demografik kimliğini de değiştirmiş oluyoruz. Yani Tebriz şu anda Türk kentidir. Ama başkent olduğu zaman doğal olarak oraya İran’da yaşayan bütün gruplar dahil olacak. Dahil olduğu için demografik kimliği değişiyor. Demografik kimliği değiştiği için Türk olmaktan çıkıyor. Bu önemli bir tartışma. Ama ikinci bir sorunları var. Sorun şu. Azerbaycan Türkleri geniş bir coğrafyada yaşadıkları için ve onların içerisinde zaten Farsların barındığı sebebiyle şu önemli soruyu soruyorlar. Diyorlar ki eğer biz demografik değişimle Tebriz’in Türk kimliğini elinden alamazsak, Tebriz, Azerbaycan Türkleri yine aynı yolunda hareket ederse onda ne yapacağız? Bunu herkes biliyor ki, merkez, paranın da yoğun olduğu bir yerdir. Para da oraya akıyor. Ekonomik güç de oraya akıyor. Her şey oraya akıyor. Bunun anlamı şu ki, 1924’ten günümüze kadar etiklerinden geri çevirip bütün yeri Azerbaycan’a taşıyorlar ve bu büyük bir risktir onlar açısından. Çünkü ekonomik merkez oluyor. Düşünün İran’ın bütün parası, ticaret ekonomi Tebriz’e taşınıyor. Bunu kontrol edemezlerse Tebriz’in ellerinde tutulmaması da önemli bir tartışma. O nedenden dolayı hep şu söyleniyor. Tahran büyük ihtimal merkeze doğru yani başkent, biraz daha Gülistan diye Gorgan diye bir eyalet var. Oraya doğru kaydırılabilir. Yani daha çok oraya doğru kaydırılabilir ve orası daha çok Farsların da yaşadığı coğrafyadır. Hem para, ticaret oraya taşınabilir hem ekonomik olarak oraya taşınabilir. Siyasi olarak da ekonomik olarak da İran kendisini rahat hissedebilir tartışması var bu anlamda. Hatta söylentilere göre başkentin nerede olacağı biliniyor. Tebriz’in olmadığı nerede olacağı İran rejimi tarafından biliniyor. Bu zaten İran’da Mecme-i Teşhis-i Meslahat-i Nizam var. Uyuşmazlıkların Çözümü Konseyi. Onun tarafından belirlendiği söyleniliyor ve o Tebriz değil. O, Gorgan tarafta bir yerdir. Onun da bir tarafı Türkmenlerin yaşadığı bir coğrafyadır. Orayı yapacakları söyleniyor.
İkinci sorunuza gelince şunu söyleyeyim. Ben bir defa İran’ın Suriye’den dolayı Türkiye’yle savaşacağına veya herhangi bir ülkeyle savaşacağına inanmıyorum. Sebebi de şudur. 1979’dan günümüze kadar İran siyasetine bakıldığında İran hep taşeronlarla savaşıyor. İran hiç ringe girmiyor. Ringe kendisinin yerine başkasını sokuyor. Asla ringe girmiyor. Hamas’la savaşıyor ama kendisi orada değil. Hizbullah üzerinden çatışıyor kendisi orada değil. Neden bunu söylüyorum? Birkaç tane örnek vereyim size. 1998’de Afganistan’da Mezar-ı Şerif’te İranlı diplomat ve gazeteciler öldürüldü. İran bütün ordusunu topladı. “Afganistan’a gireceğiz” dedi. Hiçbir şey yapmadılar. Afganistan’a herhangi bir şey olmadı. İkinci olarak, Hizbullah bombalanmadan önce sağa sola kılıç çeviriyorlardı. Hizbullah’a atılan bomba bize atılan bombadır. İsrail Hizbullah coğrafyasını yerle bir etti. İran hiçbir şey yapmadı. Hatırlıyorsunuz Gazze abluka altına alındı. Gazze’ye girildi. İran rejimi önce demişti ki, ‘Gazze’ye yapılan saldırı bize saldırıdır.’ Gazze’ye girdi. 50’ye yakın öğrenci havaalanında, “Biz Gazze’ye gidiyoruz.” Gitmek istiyorlardı. Hamaney çıktı: “Gidin evinize oturun” ve izin vermediler. Yani hiçbir zaman İran yüz yüze savaşmıyor. Şu an böyle İran Suriye’de ama Suriyeli kimliğiyle orada. Çünkü İran şu riski biliyor. Yüz yüze çatışmaya girdiği zaman bu çatışmanın nereye doğru gideceğini kestiremiyor. Zaten biliyor ki İsrail ona karşıdır. Amerika ona karşıdır. Başkaları karşıdır. Doğal olarak bu her yüz yüze çatışmayı bir tuzak olarak görüyor ve kaygan bir zemin olarak görüyor. O nedenden dolayı gelmez. Ben Türkiye’yle yüz yüze çatışabileceğini asla düşünmüyorum. Ama böyle bir durumda kalırsa, şunu net olarak söylüyorum. İran’daki Türkleri bir tarafa bırakalım. Bugün İran’da yaşayan Farsı da, Türkü de, Kürdü de, Arap da, Beluç da İran rejiminin Suriye politikasını desteklemiyor. Çok açık. 2009’da Yeşil Hareketi’ndeki sloganların biri neydi. Net olarak bunu herkes biliyor. ‘Ne Gazze ne Lübnan.’ Bunu net olarak söylüyorlar. Diyorlar senin Suriye’de ne işin var? Senin orada ne işin var? Bunu net olarak söylüyorlar. Hatta şunu söylüyorlar. Traktör Takımı’nı biliyorsunuz. Azerbaycan’ın millî takımı. Bunu biliyorsunuz. Traktör Takımı’nda o zamanki Türkiye Beşar Esad’a git dedikten sonra işin ilginç tarafı Traktör’ün oyununda Beşar Esad’ın fotoğrafı yakıldı ve bu Tebriz’de oldu. Stadyumda yapıldı. Bu neyi gösteriyor? Azerbaycan Türklerinin kimin yanında, nerede olacağının en önemli kanıtı.
Soru: Arif hocamıza teşekkür ediyoruz. Şimdi burada Güney ve Kuzey Azerbaycan’dan konuşuldu. Azerbaycan Türkçesi, Şimali ve Cenubi Azerbaycan konuşuldu. Bu iki Azerbaycan’ı bir arada gösteren büyük Azerbaycan vahit Azerbaycan rahmetli Bahtiyar Vahapzade’nin “Ağalar bilmedi birdir bu toprak, Bakü de Tebriz de Azerbaycan’dır. Bir elin dilini, ruhunu ancak, kağız üstünde görmek asandır.” Bu tarihî bir dörtlüktür. Kendisini rahmetle anıyoruz Bahtiyar Vahapzade’yi. Acaba bu kağıt üstünde bölünen Azerbaycan’ın, bu yürek yarası, dışarıya basın organı, televizyon gibi bir kanalla Türk dünyasına yansıyabiliyor mu? Bunu soracağım. Bir de Şair Şehriyar’ı anmadan edemeyiz. Ondan da bir dörtlük okuyacağım izniniz olursa.
“Gurt gurtnan dolaşır, it de it inen.
Gurt şikarnan doyar, itler küt inen
Yanaşmanın goynu dolar pit inen
Heç elden özgeye gardaş olar mı?
Fars, Çin, Urastan yoldaş olar mı?”
Arif Keskin : Maalesef Güney Azerbaycan’da devam eden siyasi olaylarla ilgili ne Türkiye basınında ne de dünyada sağlıklı bir haber çıkmıyor. Yani bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Türkiye basınının yüzü batıya dönüktür. Washington, New York Times’ta bir şey çıkmazsa Türkiye basınına zaten yansımıyor. Bu nedenden dolayı, Batı da bizi görmediği için veya görmezden geldiği için ve doğal olarak da Türk basını bunu yapmıyor. Bizim belki beklentimiz Türkiye devletinden olabilirdi. Yani TRT var. TRT bunu kapsayabilir ve Türkiye devletinin elinde olan olanaklar, Güney Azerbaycan’da olup biten haberleri dünyaya duyurmakta önemli bir araç olarak kullanılabilir. Ama maalesef biz bunu da zaten görmüyoruz ve bu haber şeyini net olarak görüyoruz ki orada olup bitenler Türk dünyasına pek fazla yansımıyor. Ne Türkiye’de biliniyor, hatta ben sayın bakanıma söyledim kaç gün önce ben Bakü’deydim. Hatta rahatlıkla söyleyebilirim ki Bakü’de de yansımıyor. Güney Azerbaycan haberlerini sanki dünyaya yayılmasın diye bilinçli bir görmezden gelme var ve yansımıyor. Türkiye’de çıkan gazetelere, haberlere bakarsanız yılda kaç tane haber çıkıyor ki? Kaç tane program yapılıyor ki? Bu ciddi bir sıkıntı. Maalesef biz bunu görmüyoruz. Bizim arkadaşın birisi diyor ki; bu problem sadece Güney Azerbaycan’a yönelik bir problem değil. Türkiye’nin basınının problemi. Mesela bir tane şarkıcının gece başı ağrımış diye otuz tane gazeteci kamerayla onu evinde bekliyorlar. Başı ağrısa ne olacak, ağrımasa ne olacak yani. Ama mesela diyelim Kerkük’te veya Doğu Türkistan’da bir olay oluyor. O olay buraya hiç yansımıyor. Bu sorun düşündüğümüzden daha vahim. Hülya Avşar’ın gece başının ağrıması dünyanın başka herhangi bir yerinde kaç tane Türk’ün ölümünden daha önemli. Böyle bir basının olduğu bir yerde zaten haber olmaz. Bu sadece Türklerle ilgili değil. Ciddi hiçbir olay yansımıyor. Mesela İran’ın genel olarak, İran’la ilgili kaç tane yansıyor? Bütün gazeteyi toplarsanız gün boyu 5, 6 haber yansıyor. O da önemli olarak gördükleri. Yani Türkiye’de çok ciddi bir biçimde şöyle bir manipülasyon var. Baktığınızda her şey söyleniyor gibi bir görüntüsü var ama aslında hiçbir şey de söylenmiyor. Böyle farklı bir şaşkınlaştırma, kafaları çok daha farklı bir yönlendirme var. Bu nedenden dolayı bugün Azerbaycan’da da bu maalesef şov-business medyası kendisini net olarak gösteriyor. Buna göre biz haberleri sağlıklı bir biçimde öğrenemiyoruz. Mesela düşünün kaç gün içerisinde kaç tane insan orada tutuklamış. Güney Azerbaycan Millî Hareketi mensupları tutuklanmış. Ama şu anda onların hiçbirisi Türk basınında yansımıyor. Hatta bırakın gazeteleri hiçbir web sitelerinde bile yansımıyor. Ne bir sağlıklı şebeke ne bir ağ var. Türkiye’de bu yansımıyorsa dünyada hiçbir yere gitmeyecektir, yansımayacaktır. Bütün Azerbaycan’la ilgili gelişmelerin haberini hiçbir yerden duyamıyoruz.
Sadi Somuncuoğlu : Şimdi bu şikayetler şikayet olarak kalmasın. Bundan bir sonuç çıkartalım. Bir teklif yapıyorum bilhassa Güney Azerbaycanlı kardeşlerime. Böyle önemli olaylar olduğunda yarım sayfalık, bir sayfalık bir haber yazıp bizim gazetelerde, televizyonda veya internet sitelerindeki medyaya bu bilgiyi siz ulaştırın. Biri yazmazsa diğeri yazar. Çünkü haberi olmuyor kimsenin. Haberi olmadığı için insanlar yazmıyor diye biz de üzülüyoruz. Onlara kırılıyoruz. O zaman bir merkez gibi görev alsın birkaç arkadaş. İran Türklerinin mücadelesi, onlar için önemli olan gelişmeler hatta İran’daki bazı kayda değer gelişmeleri kısacık özetiyle siz bu kişilere gönderin. Anadolu Ajansı biliyor ama vermiyor. Anadolu Ajansı’na verilebilirse iyi bir şeydir.
Soru: Özellikle sunuş için teşekkür ediyorum. Çok sağ olun. Merkezimizin bu güzel faaliyetleri için de minnettar olduğumuzu belirtmek istiyorum. Sorum şu. Yavuz Sultan Selim döneminde Anadolu’da bazı Türklerin İran tarafına göç ettiğine dair bilgi var. Bu doğru mu? Doğruysa o Türkler şu anda hangi bölgede yaşıyorlar? Bunların şuandaki durumu, eğilimi nedir? Bu konuda bilgi var mı? Teşekkür ederim.
Arif Keskin : Şimdi birinci şey olarak söyleyeyim. Anadolu Türkleri ile o coğrafyadaki Türkler arasında tarihsel olarak sürekli bir akışkanlık var. Yani oradan buraya geliyorlar. Buradan da oraya doğru gidiyorlar. Şu anda Türkiye’nin kendisine baktığınız zaman birçoğu diyor ki, Ben o coğrafyalıyım. Ben o coğrafyadan gelmişim. Hem Horasan’dan, Merağa’dan, Tebriz’den buraya gelen birçok insan var ve Osmanlı döneminde de oraya göç edip giden insanlar var. Ama bu insanların yerini orada bulmak o kadar kolay değil. Sadece şu söyleniliyor. Özellikle de Küresünlüler, şu anda Batı Azerbaycan’da yerleşiyorlar ve Sünniler. Bir iddiayı söylüyorum. Aslında bunlar buradan gidip orada bir coğrafyada yerleşmişler. Küresünlüler Sünni olarak kalmışlar. Kendi kimliklerine hassasiyetleri çok fazla. Ancak şöyle bir durum var İran içerisinde. İran’da Sünnilere ciddi bir şekilde baskı var. Mesela İran’da hiçbir Sünni bakan olamıyor, vali olamıyor, cumhurbaşkanı olamıyor. Hiç yukarı gelemiyor. Öyle ciddi şekilde Sünnileri dışlama var. Bu dışlama sadece siyasal anlamda değil, ibadet anlamında da, mezhep anlamında da var. Mezhep camileri, bunları kapatıyorlar. Şimdi Küresünlüler Sünni oldukları için camileri gereği kadar olmadığı için Sünni Kürtlerle bir yerde namaz kılıyorlar. Bir yerde oldukları için onlarla daha fazla mezhepsel olarak daha fazla kaynaşabiliyorlar. Ama yine de onlarda Türklük kimlik olarak var. Hatta millî hareketimizin içerisinde de o coğrafyadan gelenler, çok ciddi insanlar da söz konusu. Ama diğer göçlerin nerede oldukları, nereye yerleştiklerine dair benim herhangi bir bilgim yok. Hatta zannediyorum bakıldığında çok fazla bilgi de bulmak zor olabilir. Çünkü ciddi kaynaşma yaşanmış. Bu kaynaşmayı ayrıştırmak o kadar da kolay değil. Ama tek bir şey, Küresünlüleri söyleyebiliriz.
Soru: Tebrizli bir arkadaş ‘Giresunlu’ olarak söylemişti bana. Giresunlu olabilir mi bu?
Arif Keskin : Bunu iddia edenler var. Ancak oradaki Küresünlüler buradaki Giresun’dan mı gitmiş? Bunu ispat etmek o kadar da kolay değil.
Sadi Somuncuoğlu : Şimdi arkadaşlar bir de bu soru kendi tabi akışın içerisindeki gelişim. Efendim Yavuz Sultan Selim’le Şah İsmail arasındaki o büyük savaşla beraber Türkmenler Alevi ve Şii tarafını tuttukları için büyük bir küskünlük ve Horasan’a kadar gitme var. Gidemeyenler de Güneydoğu Anadolu’da kalmıştır. Yüz binler diyelim bunu. Şimdi İran’da 30 – 35 milyon Türk varsa bu yüz bin iki yüz bin onun içinde büyük bir rakam teşkil etmez. Onu düşünmek lazım. İkincisi, biz şimdi İran meselesini konuşurken bugünkü sınırlar eskiden beri varmış gibi konuşuyoruz. Sivas’a kadar İran sınırının geldiğini, Bağdat’ın belli bir asırdan sonra bizim elimizde olduğunu falan dikkate almıyoruz. Yani burada kaldı, Güneydoğu Anadolu’da. Kürt aşiretleri İran’ın güney batısında Irak’ın Süleymaniye hizalarında Zagros dağlarında Yavuz Sultan Selim zamanında bunlar Yavuz Sultan Selim’e biat edip Güneydoğu Anadolu’ya gelmek istiyorlar. İdris-i Bitlisi orada bir müderristir. Çok önemli bir adam. Padişaha müracaat ediyor. İran’ın Şii baskısına karşı Sünni Kürtleri buraya yerleşirse güvenlik bakımından faydalı olur diye, o da izin veriyor. Esas yerleşme ondan sonra oluyor. Türkmenler de Kürt aşiretleri içerisinde İran – Osmanlı savaşları dolayısıyla oralara dağlara falan sığındılar ve oralarda maalesef -bugün Güneydoğu’da konuşulur- % 70’e yakın nüfusun kendini Türk saymayan ama aslında Türk olan insanlar var.
Soru: Ben söylediniz mi hatırlamadığım için sormak istedim. Türkiye televizyonları İran’dan izlenebiliyor mu çanak antenlerle? Bir de Türklerin İran’da askeriye ve bilimde yerleri, oranları nedir? Bunların bilinç düzeyleri nedir?
Arif Keskin : Türkiye’deki radyo televizyon orada ciddi şekilde izleniyor. Hem Türkiye ile sınırda, hem de bütün her yerlerinde izleniyor. Türk dizileri izleniyor, programlar izleniyor. Hepsi izleniyor. Yasaktır ama onu bir türlü çözemiyorlar. İran’da uydu yasaktır. İzin vermiyorlar. Ama insanlar yine bir şekilde alıyorlar. Zaten İran rejimi o uyduları kaldırmakta başarısız. Sürekli gidip topluyor. Ama halk yine gidip alıyor veya gidip öyle bir yöntem uyguluyorlar ki yukarıdan da baktığınızda göremiyorsunuz. Ama uydu ne kadar da toplansa, halk yine de uydu alıyor ve Türk dizilerini çok fazla sevenleri var. Hatta bazı diziler olduğunda benim duyduğuma göre sokaklar boşalıyor. Diziler de çok fazla izleniyor. Bunu rahatlıkla söyleyebilirim ki Türk medyasının burada belki biraz olumsuz imajı olabilir. Ama bizim o coğrafyada Türkiye’deki yayın yapan televizyon, Türk millî kimliğinin oluşmasında önemli rol oynuyor. Türkçe’nin yayılmasında önemli rol oynuyor ve çocuklar çok kolaycasına Türkçeyi öğrenebiliyorlar. Elifbayı, alfabeyi öğrenebiliyorlar. Bunu konuşabiliyorlar. Mesela düşünün 5, 6, 7 yaşındaki çocuklar Anadolu Türkçesini çok iyi konuşabiliyorlar, anlayabiliyorlar. Özellikle o çizgi filmler var ya çocuklar için. Onlar inanılmaz derecede etkilidir. Çünkü hem Azerbaycan’da Bakü’de gördüm. Çocuklar onu izliyorlar. Bu ciddi bir etki yapıyor. Hatta şöyle bir şey söyleyeyim. Bu sadece Türkler için de geçerli değil. İran’ın her yerinde Türk medyası önemli bir etki bırakıyor. İran rejimi Türkiye’de yayın yapan televizyonları bir tehdit olarak algılıyor. Bir güvenlik tehdidi olarak algılıyor. Hatta Türkiye sınırındaki illerin bazılarında devlet, insanlar bu kanalları izlemesinler diye ne yapabiliriz diye ciddi şekilde tedbirler almak istiyorlar bu konuda. Hatta bundan 10 – 15 yıl önce Hamaney ‘kültürel saldırı’ diye bir terim ortaya atmıştı. Kültürel saldırıyı Türkiye’den yayın yapan kanallar olarak görüyordu. Bunu batılılaşma, liberalleşme, İran’da aile değerlerini, geleneksel değerlerini yok edici problemler olarak tanımlıyordu. Türk medyasını ve şu anda da Farsların müziğinde bile Türkiye kanallarının izlerini rahatlıkla görebiliyorsunuz. Hatta sizlere bir şey söyleyeyim. Muhteşem Yüzyıl dizisi Farsça dublaj olarak çevrilerek yayınlanıyordu. Düşünün rejim o kadar rahatsız oldu ki onu çevirip seslendirenlerin hepsini içeri attı. İran rejimi Türkiye’deki yayını bir güvenlik sorunu gibi algılıyor ve ciddi şekilde etkisi var. Bu etki sadece o coğrafyada değil. Ben Balkanlara da gittim. Her yerde izleniyor. Mesela Balkan’da çıkıyorsunuz sokağa. Sokakta Türk dizilerinin reklamları gözüküyor. Azerbaycan’da da bu Türkiye medyası öyle bir etki bırakmış ki, Güney ve Kuzey arasındaki bağı da sarsıyor. Çünkü biz oradaki güneyliler daha kuzeydeki televizyonları izlemiyoruz. Herkes Türkiye’yi izliyor. Azerbaycanlılar için öyle de bir problem yaratıyor.
Bunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, ordu geleneksel olarak İran tarihine de baktığımız zaman, devlet 1924’e kadar hep Türklerin elinde olmuştur. Türklerin elinde olduğu için kılıç Türklerin elindeydi ve ordu Türk’tü. 1924’ten sonraki devlet Fars milliyetçilerinin eline geçtikten sonra bunu değiştirmeye çalışsalar da hâlâ ordunun önemli bölümü Türklerden oluşuyor. Hâlâ önemli bölümü, özellikle de gövdesi Türklerden oluşuyor. Tabi bunların içerisinde de milliyetçi hareketlenmeler oluyor. Hatta ben orada yaşadığım zaman, hatırlıyorum. Hava kuvvetlerinin çok üst düzeyinde Babek adlı bir grup yakalanmıştı ve bunlar Türk milliyetçiliğini yayıyorlardı ve bu net olarak var. Bugün Türkler askeriye içerisinde hâlâ da etkinler ve bana göre o Türklerin büyük bir bölümü gelecekte Türklüğün hizmetinde olacaklarını düşünüyorum. Yani bugün belki bizim yanımızda değillerdir. Ama ortam değişirse onlar da değişebilir.
Bilim adamlarına da bakarsanız Türklerin sayısı çok büyüktür. Bugün siyasi arenaya baktığımda size sadece 2-3 tane örnek vermem yeter. Mir Hüseyin Musevi şu anda hapiste olan adam, bir Azerbaycan Türküdür ve bugün İran siyasi hayatında birçok önemli figür Türk’tür.
Sadi Somuncuoğlu : Bir dakika. Musevi deyince, seçimlerde gerçekte kazansa da hile yaparak aldılar elinden. Büyük mitingler, gösteriler oldu. O kişi.
Arif Keskin : Evet şu an hapiste. O bir Türk’tür. Azerbaycan Türküdür. İran’da ‘sen Türk’sün. Hadi git’ diyen yok. İran’daki sadece mezhebe dayalı bir ayrılma. Sünni olursan yükselemezsin. Ama Şii olursan istediğin yere kadar gelebilirsin. Yani orada öyle bir problem yok. Sadece kendi kimliğini seslendirmeyeceksin. Onun dışında istediğin yere gelebiliyorsun ve Türkler zaten şu anda siyasal yapıda, bürokraside, ekonomide, bilimde, dinî ayetullahların içerisinde çok önemli yere sahip. Ali Hamaney’in uzun süre Türk olduğuna dair iddialar vardı. Hatta bunun oğlu, Hamaney’in küçük kardeşi diyor ki, “Benim babam iki dil biliyordu. Farsça bilmiyordu. Arapça ve Türkçe biliyordu.” Kendisi hatta bir yazısında bunu söylemişti. Bunların iddialarına göre bunlar Hamene daha sonra Meşhed’e göçmüşler. Horasan’a göçmüşler. Bu orada dünyaya gelmiş. Yani o coğrafyada dünyaya gelmiş. Ama şimdilerde Hameney’in Türk olmadığına dair çok farklı farklı iddialar ortalıkta dolaşıyor.
Soru: Sayın bakanım ben bir şey soracağım. 1982 olacak. İran başbakanının bir Türk olduğunu biliyoruz. Şaphur Bahtiyar mesela. Türk değil miydi Şaphur Bahtiyar?
Arif Keskin : Türkler başbakan olabiliyor. Ama mesela Mehdi Bazergan vardı. Başbakan oldu kısa süre.
Soru: Çok teşekkür ediyorum. Çok değerli bilgiler verdiniz. Benim bir sorum var. Halkın Mücahitleri diye bir örgüt var. Nedir, ne yapıyorlar. Şu anda durumları nedir. Biraz bahseder misiniz?
Arif Keskin : Tabi ki. Halkın Mücahitleri Örgütü’nün kurulma tarihi 1960’lara doğru gidiyor. O dönem bu grup aslında İslamcı bir grup. Kendilerini yeni İslam anlayışında tanımlıyorlar. Ancak aynı zamanda da Marksizm’den etkilenmişler. Marksizm’i hem felsefi manada hem de ekonomik manada Marksizm’den ciddi şekilde etkilenmişler. Mesela şöyle bir şey söyleyeyim. Halkın Mücahitleri diyorlar ki, ‘bir tevhit toplumu kuracağız’. Bu tevhit toplumu herhangi bir sınıfsal toplum değil. Sınıfsız bir toplumdur ve aslında hatta onlar şunu dillendiriyorlar. Diyorlardı ki, rivayetler vardı ki, peygamber demiş. “Kim adalet uğrunda mücadele edene taş atarsa peygambere taş atmıştır” ve o nedenden dolayı diyorlar ki, İslam aslında özel mülkiyeti reddediyor ve bu nedenden dolayı bunlar çıkış noktaları böyleydi ve sınıfsız bir toplum istiyorlardı ve 1960’lardan sonra bunlar silahlı mücadeleye başladılar. Silahlı mücadele hem Şah rejimine mensup adamları, hem de Amerika’ya mensup adamları öldürdüler. 1970’te bir grup tutukladı ve öldürüldü ve 75 civarında zannediyorum parti ikiye bölündü. Marksistler partiden ayrıldılar. 1979’dan sonra Peykar olarak bilinen bir grup ortaya çıktı. Aslında Halkın Mücahitlerinin Marksistleri idi. Daha sonra farklı isimle ortaya çıktı. Halkın Mücahitleri 1979’da devrim olmadan önce kısa sürede zaten ölmüştü, bitmişti. 1979’da hapiste olan belli isimleri Mesut Recevi şu anda liderleri pozisyonunda. Musa Hıyabani bir Azerbaycan Türkü idi. Halkın Mücahitleri askerî bölümünün başındaydı. 1981’de öldürüldü. Şimdi ondan sonra bunlar rejime karşı silahlı mücadeleye başladılar. 1984’ten sonra gittiler. Irak’a yerleştiler ve Saddam’la birlikte hareket etmeye başladılar. Irak işgal edilene kadar Saddam’la birlikte İran’a karşı silahlı mücadeleye giriyorlardı. Amerika Irak’ı işgal ettikten sonra bunları tam anlamıyla – Aşref diye bir yerleri var – orada kapattılar. Şimdi onları Yeşil Bölge’ye taşıdılar. Son olarak oraya taşıdılar. Şu anda herhangi bir eylem yapamıyorlar. Hiçbir şey yapamıyorlar. ABD bunu terörist grubu içerisinde almıştı. Avrupalılar da terörist örgütü olarak almışlardı. Yavaş yavaş bunlar terörist grubu olmaktan da çıkmaya başladılar Avrupa’da. Bu nedenden dolayı Halkın Mücahitlerinin şu anda Irak’ta dört bin, beş bin arasında iddia çok çok farklı olarak elemanı olduğu söyleniyor. Bazıları da 2500 diyor. Ama bunlar herhangi bir eylem de yapamıyorlar. Hiçbir yere de gidemiyorlar ve şu anda da BM’nin en önemli problemi. Bu adamlar ne olacak? Şimdi Halkın Mücahitlerinin öyle bir şeyleri var ki, bunlar Iraklı Şiilerle de problemlidirler. Iraklı Kürtlerle de problemlidirler ve hatta Halepçe katliamına bunların da katıldıkları iddia ediliyor. Şöyle bir şey vardı. İran Bedir tugayları ile şu andaki Şiilerin Bedir tugayları vasıtasıyla Saddam’ın adamlarını öldürüyorlardı. Saddam da bunların vasıtasıyla İranlılara terör ediyorlardı ve hatta Iraklı Şiilere terör ettiriyorlardı. O nedenden dolayı Iraklı Şiiler de Halkın Mücahitlerini sevmiyorlar. Kürtler de Halkın Mücahitlerini sevmiyorlar ve eğer onları orada Amerikalılar koruma altına almasalardı ve BM almasalar, onları öldürürler. Hatta birkaç gün önce oraya bomba bile attılar, Halkın Mücahitlerinin kampına. Çünkü oradan çıkmasını istiyorlar. Öyle bir problem olarak orada kalmıştır. Baktığınız zamanda İran içerisinde Halkın Mücahitlerinin şu anda herhangi bir tabanı yok. Toplumsal tabanını kaybetmiş. Ama örgüt olarak şu anda İran muhaliflerinin içerisinde en büyük örgüttür.
Soru: Benim merak ettiğim Türklerle bağlantısı var mı?
Arif Keskin : Onun içerisinde çok önemli bir Türk nüfusu var. Ama Halkın Mücahitleri aşırı bir Fars şovenisti, milliyetçisi. Bu nedenden dolayı biraz millî kimlik duygusu olan insanlar oradan ayrılıyorlar. Çünkü örgütün kendisini Fars milliyetçiliği içerisinde tanımladığı çok açık ve birçok insan kendisini Azerbaycanlı ve Türk olarak tanımlıyordu. Oradan koptu, ayrıldı. Ama şöyle de bir şey var. Halkın Mücahitleri Avrupa’da, sağda solda kendisini İran’daki bütün etnik grupların, milliyetçilerin en fazla desteği olan örgüt olarak tanıtıyor. Bir taraftan Fars milliyetçiliği yapıyor, diğer taraftan da Avrupa’ya, Amerika’ya kendisini farklı şekilde gösteriyor. Böyle bir şey. Ama Azerbaycan Türklerinin içerisinde devrimin başında belli bir etkinlikleri, nüfuzları vardı. Ama şu anda yok.