06.06.2023

Güney-Batı Türkçesi ve yayıldığı alanlar

Yazarımız Ahmet B. Ercilasun Çağatay Türkçesinden sonra Güney-Batı Türkçesinin de kullanılma alanlarını ve tarihî sürecini yazdı.


Topkapı Sarayı

Batı Türkçesi olarak da adlandırılan Güney-Batı Türkçesi; Karadeniz ile Kafkasların güneyinde ve Hazar’ın batısında kalan Oğuz Türklerinin 13. yüzyıl sonlarından bugüne dek kullandığı yazı dili / yazı dilleridir.

11. yüzyılda Azerbaycan ve Anadolu’ya giren Oğuz Türkleri başlangıçta yazı dili olarak Türkçeyi kullanmadılar. Çünkü 1037’de kurdukları devleti 20-30 yıl gibi kısa bir zamanda büyük bir dünya devleti hâline getiren Selçuklu Oğuzlar göçeri idiler. Oğuz ağzına dayanan bir konuşma dilleri vardı ancak Kâşgar ve çevresindeki yazı dilini bilmiyorlardı. Fakat çok kısa zamanda büyük bir devlet kurmuşlardı. Devlet işlerinde kullanılacak bir yazı diline ihtiyaç vardı. İlmî ve edebî çalışmalar için de bir yazı dili gerekli idi. Selçuklular bu ihtiyacı Arapça ve Farsça ile karşıladılar. Zaten bürokraside de çok miktarda Fars unsuru bulunmaktaydı. Bu sebeplerle devlet işlerinde olduğu gibi edebiyat ve bilim eserlerinde de bu dilleri kullandılar. Nizamî gibi Mevlana gibi büyük edipler eserlerini Farsça yazdılar. Ancak 13. yüzyılda durum değişti ve Anadolu’da yetişmiş bazı şairler Oğuz ağzıyla eserler yazmaya başladılar. Bunun sonunda, bugün de devam eden Güney-Batı Türkçesi ortaya çıktı.

Güney-Batı Türkçesinin ortaya çıkış sebepleri

Bu olgunun, yani Oğuz ağzına dayanan yeni bir yazı dili meydana gelmesinin sebepleri şunlardır:

  1. Nüfus. 13. yüzyılın ilk yarısında Çengizlilerin batıya doğru hareketleri, Türkistan’da kalmış bulunan hemen hemen bütün Oğuzların Azerbaycan ve Anadolu’ya gelmesine yol açtı. Böylece nüfus, yeni bir yazı dili ihtiyacını ortaya çıkaracak yoğunluğa ulaştı.
  2. Coğrafya. Azerbaycan ve Anadolu’ya Oğuzların geldiği 11-12. yüzyıllarda eski yazı dilinin merkezi olan Kâşgar, çok uzakta kalmıştı. Oysa 13. yüzyılda yazı dilinin merkezi Harezm’e kaydı. Bu bölge, Azerbaycan ve Anadolu’ya daha yakındı. Dolayısıyla edebî çevrelerin temas imkânı artmıştı. Yeni yazı dilinin doğmasında bu temasların yardımı oldu.
  3. Sosyal hayat. İlk gelen Oğuzlar göçeri olanlardı. Yaylak kışlak hayatı yaşayan bu Oğuz kitlelerinin içinde, merkezdeki yazı dilini bilen yoktu.[1] Oysa 13. yüzyılda gelenler arasında şehirli Oğuzlar da vardı. Bunların hiç olmazsa bir bölümü doğudaki yazı dilini biliyordu. Yeni yazı dilini oluşturmada bu bilgilerinden yararlandılar.
  4. Din ve tasavvuf. Moğol baskısının da etkisiyle 13. yüzyılda Anadolu’da çok canlı bir din ve tasavvuf hayatı vardı. Dinî ve tasavvufi bilgi ve heyecanların halka anlatılması ihtiyacı doğmuştu. Bu ihtiyaç, ancak halkın anladığı dili kullanmakla giderilebilirdi.
  5. Sözlü edebiyat. Oğuzların yazılı edebiyatları yoktu ama güçlü ve yaygın bir sözlü edebiyatları vardı. Yazı dilinin şekillenmesinde bu sözlü geleneğin etkili olduğu muhakkaktır.
  6. Siyasi şartlar. 13. yüzyılda Anadolu’da beylikler dönemi başlamış, yani siyasi şartlar değişmişti. İlk beyler Arapça ve Farsça bilmiyorlardı. Ancak şimdi onlar hükümdardılar. Hükümdarların çevresinde şair, edip ve bilginlerin toplanması eski zamanların bir geleneği idi. Aynı zamanda bu bir itibar göstergesi idi. Arapça ve Farsça bilmeyen beyler, çevrelerine topladıkları aydınlardan Türkçe yazmalarını veya diğer dillerdeki önemli eserleri Türkçeye çevirmelerini istediler.

Güney-Batı Türkçesinin kullanıldığı alanlardaki siyasi oluşumlar

Güney-Batı Türkçesinin kullanıldığı coğrafyayı yazının başında çok genel çizgileriyle belirttim. Ancak fotoğrafın tamamlanması için 13. yüzyıl ile 20. yüzyılın başı arasında bu genel coğrafyanın hangi bölgelerinde hangi siyasi teşekküllerin bulunduklarını da bilmek gerekir. Başlangıç ve bitiş tarihlerinde bazı küçük yanılmalar olsa da aşağıdaki liste fotoğrafı daha net hâle getirecektir.

1075-1308      : Önce İznik’te, sonra Konya’da Anadolu Selçukluları.

1211-1309      : Kastamonu ve dolaylarında Çobanoğulları.

1250-1474      : Karaman, Konya, İçel, Alanya ve dolaylarında Karamanoğulları.

1256-1353      : Azerbaycan, İran, Irak ve Anadolu’da İlhanlılar.

1261-1368      : Ladik ve Denizli’de İnançoğulları.

1261-1424      : Milas, Muğla, Fethiye ve dolaylarında Menteşeoğulları.

1275-1341      : Afyonkarahisar ve çevresinde Sahib Ataoğulları.

1277-1322      : Sinop ve çevresinde Pervaneoğulları.

1280-1326      : Beyşehir, Seydişehir ve Akşehir’de Eşrefoğulları.

1280-1391      : Isparta, Burdur ve Eğridir’de Hamidoğulları.

1291-1461      : Eflani, Kastamonu, Safranbolu ve Sinop’ta Candaroğulları (1392’den sonra Sinop’ta İsfendiyaroğulları).

1293-1471      : Alanya’da Alaiye Beyliği.

1297-1345      : Balıkesir ve dolaylarında Karasıoğulları.

1299-1922      : Önce Söğüt ve Bursa’da, sonra Balkanlar, Anadolu, Suriye, Irak, Hicaz ve Kuzey Afrika’da Osmanoğulları.

1300-1428      : Kütahya, Afyon, Uşak ve Denizli civarında Germiyanoğulları.

1308-1426      : Aydın, Selçuk, Tire, Birgi ve dolaylarında Aydınoğulları.

1313-1416      : Manisa, Akhisar, Turgutlu, Menemen ve dolaylarında Saruhanoğulları.

1321-1423      : Antalya ve Korkuteli civarında Tekeoğulları.

1335-1381      : Kayseri, Sivas, Çorum, Tokat ve Erzincan’da Ertanaoğulları.

1337-1522      : Elbistan ve Maraş dolaylarında Dulkadıroğulları.

1340-1514      : Doğu ve Güney-Doğu Anadolu, Azerbaycan ve Irak’ta Akkoyunlular.

1346-1425      : Niksar, Kelkit, Ordu, Samsun ve dolaylarında Tâceddinoğulları.

1351-1469      : Doğu ve Güney-Doğu Anadolu, Azerbaycan, İran ve Irak’ta Karakoyunlular.

1352-1608      : Adana ve Çukurova yöresinde Ramazanoğulları.

1370-1507      : Batı Türkistan’da Temürlüler (Azerbaycan ve Anadolu’ya da bir süre hâkim oldular.)

1379-1410      : Erzincan ve çevresinde Erzincan (Mutahharten) Beyliği.

1381-1398      : Sivas ve Kayseri’de Kadı Burhaneddin Ahmed Devleti

1501-1925      : İran’da Türk hanedanları (1501-1736: Safevi hanedanı, 1736-1747: Afşar hanedanı, 1796-1925: Kaçar hanedanı[2]).

1563-1844      : Şeki Hanlığı ile Kafkaslar arasında İlisu Sultanlığı.

1726-1806      : Hazar kıyısında, Bakü Hanlığı’nın kuzeyinde Kuba Hanlığı.

1747-1806      : Hazar kıyısında, Kuba Hanlığı’nın kuzeyinde, Derbent ve çevresinde Derbent Hanlığı.

1747-1806      : Hazar kıyısındaki Apşeron yarımadasında, Bakü ve çevresinde Bakü Hanlığı.

1747-1813      : Şeki ve çevresinde Şeki (Nuha) Hanlığı.

1747-1813      : Şamahı ve çevresinde Şamahı (Şirvan) Hanlığı.

1747-1782      : Hazar kıyısında, Şamahı ve Lenkeran hanlıkları arasındaki Salyan şehri ve civarında Salyan Sultanlığı.

1747-1804      : Gence, Şamhor ve dolaylarında Gence Hanlığı.

1747-1805      : Karabağ, Şuşa ve dolaylarında Karabağ Hanlığı.

1747-1768      : Karabağ ile Şamahı arasında Cavad Hanlığı.

1747-1828      : Bugünkü Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti topraklarında Nahçıvan Hanlığı.

1747-1828      : Bugünkü Ermenistan’ın başkenti Erivan ve çevresinde (Iğdır dâhil) Revan Hanlığı.

1747-1826      : Hazar kıyısında, Lenkeran, Astara ve dolaylarında Lenkeran (Talış) Hanlığı.

1747-1828      : Güney Azerbaycan’da, Aras’ın güneyinde Karadağ Hanlığı.

1747-1797      : Güney Azerbaycan’da, Erdebil ve çevresinde Erdebil Hanlığı.

1747-1922      : Güney Azerbaycan’da, Doğu Beyazıt sınırında Makü Hanlığı.

1747-1804      : Urmiye Gölü’nün kuzeyinde, Türkiye’nin doğusunda Hoy Hanlığı.

1747-1780      : Urmiye Gölü’nün doğusunda, Tebriz ve civarında Tebriz Hanlığı.

1747-1828      : Tebriz ile Erdebil hanlıkları arasında Serab Hanlığı.

1747-1797      : Urmiye Gölü ile Türkiye sınırı arasında Urmiye Hanlığı.

1747-1826      : Güney Azerbaycan’da, Merağa şehri ve civarında Merağa Hanlığı.

Tarihî süreç

Güney-Batı Türkçesi, Anadolu Selçuklularının son dönemiyle Beylikler döneminde yazı dili olarak kullanılmaya başlanmıştır. Önce Marmara bölgesinde, sonra Balkanlarda büyüyen Osmanlı Beyliği, 14-15. yüzyıllarda diğer Anadolu beyliklerini de topraklarına katarak genişlemiştir. 1461’de Trabzon Rum İmparatorluğu’nu yıkarak Doğu Karadeniz’e, 1473’te Otlukbeli Savaşı’nı kazanarak Sivas ötesine uzanmıştır. 1475’te de Kırım Hanlığı, Osmanlı topraklarına katılmıştır. 1469’a kadar Karakoyunluların, 1501’e kadar Akkoyunluların, 1501’den sonra Safevilerin elinde bulunan Doğu ve Güney-Doğu Anadolu ancak 1514’teki Çaldıran ve 1516’daki Merc-i Dâbık savaşlarından sonra Osmanlı topraklarına katılmıştır. Böylece, bugünkü Anadolu’daki Türk birliği, beyliğin kuruluşundan ancak 210 küsur yıl sonra Osmanlılarca sağlanabilmiştir. Oysa 1514’e kadar Balkanların büyük kısmı (bugünkü Yunanistan, Bulgaristan, Makedonya, Sırbistan, Karadağ, Bosna Hersek, Kosova, Arnavutluk) Osmanlı toprağı hâline gelmiş ve bu topraklar, daha önce Anadolu’da olduğu gibi çok yoğun bir Türk yerleşmesine sahne olmuştu. Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye’nin (Osmanlı Yüce Devleti’nin) önce bir Balkan devleti olarak büyüdüğünü, Anadolu’da daha sonra genişlediğini hatırda tutmak gerekir.

1517’de Kahire’ye girerek Mısır, Hicaz ve Yemen’i de topraklarına katan Osmanlılar 1533’te Fas sınırına dek bütün Kuzey Afrika topraklarına, az sonra da bugünkü Irak’a ve Basra Körfezi’nin batı kıyılarına sahip olmuşlardır.

Güney-Batı Türkçesi, bütün beyliklerde, Doğu ve Güney-Doğu Anadolu’ya sahip olan Karakoyunlu ve Akkoyunlularda yazı dili olarak kullanıldığı gibi Osmanlıların yayıldığı bütün bu topraklarda da yazı dili olarak kullanılmıştır. Mısır ve Suriye’deki Türk (Memlük) Devleti’nin yazı dili de son dönemlerinde Güney-Batı Türkçesi olmuştur. 1475’ten sonra Kırım Hanlığı’nın yazı dili de Güney-Batı Türkçesidir.

Osmanlı topraklarının doğusundaki Kuzey ve Güney Azerbaycan ile İran’da hüküm süren Safevi, Afşar ve Kaçar hanedanlarında ve 18. yüzyılda ortaya çıkan Azerbaycan hanlıkları ile 1804-1828 arasında Rus Çarlığı hâkimiyetine giren Kuzey Azerbaycan’da da yazı dili Güney-Batı Türkçesidir. Ancak İran’daki Türk hanedanları döneminde Çağatay Türkçesinin de zaman zaman yazı dili olarak kullanıldığını belirtmeliyiz.

13. yüzyıldan 20. yüzyıl başlarına kadar Anadolu ve Azerbaycan’da 43 beylik ve hanlık, Osmanlı Beyliği dışında üç büyük devlet kurulmuştur. Büyük devletler, Karakoyunlu ve Akkoyunlu devletleriyle Safevi hanedanı ve onun ardıllarıdır. 13-14. yüzyılda İlhanlılar, 15. yüzyılın ilk yarısında Temürlüler de bir süre Anadolu’ya hâkim olmuşlardır.

Anadolu’daki durumla, Azerbaycan’daki durum arasında önemli bir fark vardır. Tarihî süreç Anadolu’da parçadan bütüne, Azerbaycan’da bütünden parçaya doğru yürümüştür.

Anadolu Selçuklularının zayıflaması ve yıkılması üzerine ortaya çıkan 22 beylikten biri olan Osmanoğulları güçlenerek büyümüş ve iki asır içinde bütün beylikleri hâkimiyeti altına alarak Anadolu’da birliği sağlamıştır. Bundan dolayı Anadolu’da Türkler, 1918-1922 arasındaki dört yıllık bir fasıla hariç bugüne dek bağımsız olabilmiştir.

Azerbaycan’da ise Safevi ve Afşar hanedanları zamanında bütünlük sağlanmışken Afşar Nadir Şah’ın 1747’de öldürülmesi üzerine Kuzey Azerbaycan’da (Aras’ın kuzeyinde) 13, Güney Azerbaycan’da 8 hanlık ortaya çıkmıştır. Parçalanmanın sonucu olarak 1804-1828 yılları arasında kuzeydeki hanlıkların tamamı Rus Çarlığı hâkimiyeti altına girmiştir. 1796-1925 yılları arasındaki Kaçar Hanedanı zamanında güneyde az çok bir toparlanma olmuşsa da 1925’te bütün İran’la birlikte Güney Azerbaycan da Pehlevi idaresi altına girmiştir.

Kuzey ve Doğu Türklüğünün durumu da Azerbaycan’daki durum gibidir. Orada da tarihî süreç bütünden parçaya doğru yürümüştür. Temürlü – Şibanlı dönemlerinde Doğu Türklüğünde, Altın Orda döneminde Kuzey Türklüğünde birlik sağlanmış iken 15. yüzyılın ortalarından itibaren hanlıklar ve küçük devletlerin ortaya çıkmasıyla bütünlük dağılmıştır. Bunun sonucu olarak da Kıpçak bozkırı ile Batı Türkistan Rusların, Doğu Türkistan Çinlilerin hâkimiyetine girmiştir.

Güney-Batı Türkçesinin dönemleri

Türk dil bilgini Muharrem Ergin Batı Türkçesini üç döneme ayırır: 1. Eski Anadolu Türkçesi (13, 14, 15. yy.), 2. Osmanlıca (Osmanlı Türkçesi: 15. yy. sonları – 20. yy. başları), 3. Türkiye Türkçesi (20. yy. başlarından bugüne).

Ergin’in dönemlendirmesi, Osmanlı – Türkiye çizgisi üzerinden yapılmıştır. Azerbaycan ile Osmanlı sahalarını değerlendirirken Ergin, “17. asırdan sonra doğu ve batı Oğuzca daireleri” meydana gelmiş, ancak arada “iki yazı dili olacak kadar fark” mevcut olmamıştır, der ve şöyle devam eder: “Her ikisi de aynı şiveye, yani Oğuz şivesine dayandıkları için Azeri ve Osmanlı Türkçeleri ancak tek bir yazı dilinin kardeş iki dairesi sayılabilirler.”[3]

Muharrem Ergin’in tespiti doğrudur. Gerçekten de Osmanlı Türkçesi ile Azerbaycan Türkçesi 1930’lara kadar aynı yazı dilinin “kardeş iki dairesi”dir. Ancak 1930’larda, Azerbaycan konuşma diline dayanan yeni bir yazı dili oluşturulmuştur.

Güney-Batı Türkçesinin bütün alanlarını dikkate alarak ben dönemleri şöyle belirledim:

  1. Eski Oğuz Türkçesi (13-15.yy.)
  2. Osmanlı Türkçesi / Klasik Azerbaycan Türkçesi (16. yy. başları – 20. yy. başları)
  3. Bugünkü Türk Yazı Dilleri (20. yy. başlarından bugüne).

“Eski Anadolu Türkçesi” yerine “Eski Oğuz Türkçesi” terimini kullanmamın sebebi, Azerbaycan sahasını dışarıda bırakmamaktır. Bu dönem iki sahanın da ortak atasıdır.

İkinci dönemi, Osmanlı sahası için “Osmanlı Türkçesi”, Safevilerden başlayarak Azerbaycan sahası için “Klasik Azerbaycan Türkçesi” şeklinde adlandırmak şimdilik bana uygun geliyor.

Üçüncü dönemde dört yazı dili vardır: Türkiye Türkçesi, Azerbaycan Türkçesi, Türkmen Türkçesi, Gagavuz Türkçesi.

Türkiye Türkçesi, Osmanlı Türkçesinin devamıdır. Genç Kalemler dergisinin 1911’deki “Yeni Lisan” hareketiyle 5-10 yıl içinde Osmanlı Türkçesi döneminden Türkiye Türkçesi dönemine geçilmiştir. “Yeni Lisan” hareketini başlatan Ömer Seyfettin, Ziya Gökalp ve Ali Canip Yöntem, dönemin yazar ve şairlerine İstanbul halkının konuştuğu dili hedef olarak göstermişlerdi. İstanbullular, halkın diline girmiş Arapça, Farsça kökenli kelimeleri kullanıyorlardı ama, bu dillere ait kural ve tamlamaları kullanmıyorlardı. İstanbul halkının konuşma dili, tabii ve canlı olduğu, dönemin sosyal ve siyasi şartları da uygun düştüğü için çok kısa zamanda hedefe ulaşıldı.

Türkiye Türkçesi, Türkiye Cumhuriyeti ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin resmî dilidir. Bu iki devlet dışında, Irak’ta ve Balkan ülkelerinde de yazı dili olarak kullanılmaktadır.

Klasik Azerbaycan Türkçesi 19. yüzyılda bazı mahalli unsurlarla beslenmeye başlamışsa da bu yüzyılın eserlerine yeni bir yazı dili denemez. 20. yüzyıl başlarında Kuzey Azerbaycan’da yazı dili meselesi tartışılmıştır. Bazı aydınlar yazı dilinin Azerbaycan ağzına dayanması gerektiğini savunmuşlar, bazı aydınlar ise İstanbul Türkçesinin yazı dili olmasını istemişlerdir. İki grup da eserlerinde kendi savundukları dili kullanmışlardır. 1918’de kurulan bağımsız Azerbaycan Cumhuriyeti’nde İstanbul Türkçesinin yazı dili olması kabul edilmiş, dil bilgisi ve ders kitapları buna göre hazırlanmıştır. Ancak bağımsız Azerbaycan Cumhuriyeti Sovyetler tarafından işgal edildikten sonra durum değişmiştir. İstanbul Türkçesi bir süre daha kullanılmış, 1930’larda ise Azerbaycan ağzına dayanan yeni yazı diline geçilmiştir.

Azerbaycan Türkçesi, Azerbaycan Cumhuriyeti’nin resmî dilidir; Kuzey Azerbaycan’da Latin harfleriyle, Güney Azerbaycan’da Arap harfleriyle yazı dili olarak kullanılmaktadır.

Doğu Türk Dünyası içinde kalan Türkmenistan Türkmenleri 20. yüzyıl başlarına kadar yazı dili olarak Çağatay Türkçesini kullanmışlardır. 1930’larda Türkmenistan’da da Teke ağzına dayanan yeni bir yazı dili kabul edilmiştir.

Türkmence, Türkmenistan Cumhuriyeti’nin resmî dilidir. Türkmenistan’da Latin harfleriyle, İran’ın kuzeydoğusu (Türkmensahra) ile Afganistan’ın kuzeyinde (Güney Türkistan’da) Arap harfleriyle yazı dili olarak kullanılmaktadır.

Ortodoks olan Gagavuzların bazı dinî metinler dışında yazı dilleri yoktu. Karadeniz’in kuzeyindeki Moldova Cumhuriyeti’nin Bucak bölgesinde yaşayan Gagavuzlar için de 1950’lerin sonunda konuşma dillerine dayanan bir yazı dili meydana getirilmiştir.

Gagavuzca, Moldova’da bir özerk bölge olan Gagavuz Yeri’nin (Gagauzya’nın) resmî dilidir; Latin harfleriyle yazı dili olarak bu ülkede kullanılmaktadır.

 

[1] Bir dili konuşmada ve yazıda kullanmak farklı şeylerdir. Günlük hayatta ana dilini konuşan fakat edebî çevrelerde bulunmadığı, eğitim görmediği için günlük dillerini yazı dili olarak kullanamayan (bunu bilmeyen) insanlardan ana dilleriyle eser vermelerini beklemek doğru değildir. Bu sosyolengüistik bir olgudur. Anadolu Selçuklularında bu sebeple Türkçe eserler verilememiştir.

[2] Afşar ile Kaçar hanedanları arasındaki Zend hanedanı Türk asıllı değildir.

[3] Muharrem Ergin, Türk Dil Bilgisi, İstanbul, 1962, s. 14.

Yazar

Ahmet Bican Ercilasun

Peki ben ne yapabilirim?
Bizi okuyor, beğeniyor ve “Peki ben ne yapabilirim?” diye soruyor musunuz? Bağış yaparak bizi destekleyebilirsiniz. Bağışlarınızla faaliyetlerimiz daha sık, daha geniş ve daha etkili olacaktır. TIKLAYINIZ!

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar