22.09.2023

HDP ve Batasuna

Tıpkı İspanya gibi Türkiye’nin de bölücülüğe karşı askeri, sosyal, ekonomik ve gerekirse diplomatik mücadele verme hakkı meşrudur. HDP kapatılmalıdır ve bu siyasi, ideolojik değil millî güvenlik meselesidir.


Salgının sebep olduğu küresel ekonomik buhran, milyonlarca sığınmacı, döviz düşerken dahi artan maliyetler, rekorlara koşan gıda fiyatları, hâlâ kurumlarda yığınla FETÖ’cü tespit ediliyor olması, dezavantajlı gruplara (kadınlar, çocuklar, hayvanlar) şiddet, sağlık sistemi, artan boşanma ve aile içi şiddet…

Bu kritik meselelerin hiçbiri Türkiye’de siyasetin konusu olmayı başaramıyor. Tamamen kurgu; esnaf, halk ziyaretleri, sahte atışmalar, aynı suyu sırayla birbirinin değirmenine taşıyan tarafların ayrışmayı derinleştiren sığ tartışmaları ve bu tartışmaların ekranlara taşınmış hâlini, orta oyunu tadında kayıkçı kavgalarını siyaset sanıyor halk, senelerdir.

Organik kaygıları yaygaracı popülizme boğduran günümüz düzeninde, bir sentetik dert var ki insan aklını en fazla zorlayan cinsten; “HDP, TBMM’de olursa dağda terör biter” argümanı. Peki, gerçekten HDP TBMM’de olmalı mı?

Batasuna Partisi neden kapatıldı, AİHM kapatma kararını neden onadı?

İspanya’da, 1978 senesinde, Herri Batasuna tarafından kurulan ve kelime anlamı da trajikomik biçimde “birlik” olan Batasuna Partisi, 2003 senesinde “Katalan ayrılıkçı terör örgütünün siyasi kolu olmak suçlaması” ile kapatıldı. İspanya’da Katalan bölgesine bağımsızlık isteyen örgüt, 1968 ve 2011 seneleri arasında 1000’e yakın can kaybının ve İspanya’nın potansiyeline rağmen, diğer Avrupa ülkelerinin gerisine düşmesinin başlıca sebebi durumunda. Adı birlik, kendisi bölücülük anlayacağınız!

Ayrılıkçı ETA terörünün kanlı yüzü, 2011 senesine kadar belli aralıklarla İspanya’yı kana buladı. Bine yakın can kaybı ve on binlerce yaralı bırakan ETA terörü, örgütün kendini feshetmesinden sonra, silahla kabul ettiremediği tezleri, Batasuna Partisi üzerinden siyaseten dayatmaya çalışınca duvara tosladı.

17 Mart 2003 senesinde İspanya yüksek mahkemesi, Batasuna’nın ETA’nın siyasi kolu olduğuna karar vererek partiyi kapatmış, ayrılıkçı partinin yetkilileri ifade, toplantı, dernek ve parti kurma özgürlüklerine engel olduğu gerekçesi ile İspanya anayasa mahkemesi ve ardından AİHM’ye taşımıştı kapatma kararını. 19 Temmuz 2004 senesinde İspanyol makamların kapatma kararına gerekçe gösterdiği delilleri inceleyen AİHM de, Batasuna Partisi’nin yasadışı olduğuna kanaat getirince emsal bir kararla parti kapatılmıştı.

2011 senesinde, “Batasuna ve ETA ile ilgimiz yok” iddiasıyla, Mayıs ayında düzenlenecek yerel seçimlere katılarak belediyeleri yeniden ele geçirmeye çalışan ETA örgütüne, İspanyol makamları yine geçit vermedi. “Doğuş” anlamına gelen Sortu Partisi de ETA bağlantılı ve Batasuna’nın devamı olduğu gerekçesi ile 1 ay gibi çok kısa bir süre içinde derhal kapatıldı.

Kapatılan Batasuna ve sonradan açılan Sortu Partisi logoları, neredeyse aynı. “ETA veya Batasuna ile ilgimiz yok” gibi insan aklıyla alay eden savunmaları elbette İspanyol mahkemeleri ve savcıları tarafından dikkate bile alınmadı. Bir ay gibi kısacık bir sürede Sortu’yu kapattı İspanya ve bunu yerel seçimlerden hemen önce yaptı. Kayyım atayıp tartışmaya mahal vermek yerine baştan kapatarak yerel yönetimlere erişiminin önüne geçti yani! Önleyici aksiyon desek yeridir!

2018 Mayıs ayında kendi kendini feshettiğini duyuran ayrılıkçı ETA terör örgütünün bu “fesih” söylemi hiç kimseyi tatmin etmemişti. Ne 2018’de fesih aşamasındaki özürleri, ne hayatta kalan son örgüt elebaşlarından Jose Urrutikoetxea’nın Fransa’da, Ekim 2020’de çıktığı mahkemede dilediği özürler ne de Sortu Partisi’nin ETA ile ilgisi olmadığı iddiaları İspanyol kamuoyunu ya da yargıyı tatmin etmedi. Kısacası, Avrupa Birliği ülkelerinden bir tanesinin toprak bütünlüğü, ulus kimliği ve ulusal birlikteliği riske girince, Avrupa ve AİHM demokrasinin(!) değil, aklın yolunu seçtiler. Bask bölgesinde etkin STK ve partiler de söylemlerinde çok titiz zira İspanyol savcılığının gözü hep üzerlerinde. Kolayca kapatılabileceklerini artık çok net biçimde biliyorlar.

HDP, PKK ile arasına mesafe koyabilir mi?

Görsel ve yazılı medyada “HDP kapatılsın” demek adeta bir tabu; bu çok olağan talebi dile getirince oldukça zor anlar yaşıyorsunuz. MHP ve bazı diğer parti mebuslarının kişisel söylemleri dışında, TBMM çatısı, altında İspanyolların Batasuna’ya karşı takındığı o müşterek tavır maalesef Türkiye’de yok.

HDP’nin kapatılması konusu konuşulurken en çok dillendirilen söylem ise “HDP, PKK ile arasına mesafe koysun” söylemi.

Önce bir şeyi kabul ederek başlamalıyız; silahlı örgütlerin hiç birisi, terör örgütü olduklarını kabul etmez. El Kaide masum Müslümanların koruyucusu, IŞİD Sahabeler dönemi İslamiyetini yeniden tesis görevi üstlenmiş mücahitler, PKK zulüm görmüş Kürt halkının bağrından çıkmış bağımsızlık mücadelesi, Rohingya Gerillaları Myanmaar’daki Müslüman azınlığın fedaisi, ETA Baskların has evladı, IRA İrlandalıların özgürlüğüne adanmış… Elbette bunların hiç biri doğru değil ama gel de bunu bu örgütlerin militan ve sempatizanlarına anlat!

Bu örgütlerin tamamına göre silahlı mücadele “son çareleri” ve “mecbur kaldıkları için” silaha başvurdular. Yine bu örgütlerin hiçbiri yabancı devlet ve istihbarat örgütlerinden destek aldığını kabul etmez zira kendilerini bu devlet ve istihbarat örgütleri ile “eşit” gördüklerinden, kendilerini bunların “maşası olarak” değil, dönemlik “partneri” gibi görürler. Mesela bugünkü IŞİD’in gerçek kurucusu, Tevhit ve Cihat Medresesi ile Irak El Kaidesinin kurucusu Ebu Musab el Zerkavi, bugün IŞİD’in de kullandığı “turuncu tulumlu infaz” konseptini uygularken kendilerinin değil, buraya işgale gelen, ABD ve dostlarının terörist olduğunu düşünüyordu. Baş düşmanı Şiilerin hamisi olan İran tarafından bir dönem himaye edilmesi de Zerkavi’ye göre, onun İran’a bir oyunu, dönemlik kazanımı. Dahası, bu infazları yaparken infaz ettiği kişilere de “Irak’ın Sünni halkının huzurunu kaçırdıkları için” infaz edildiklerini, soğukkanlı biçimde duyuruyordu. Yine aynı şekilde, terör örgütü PKK da Türkiye Cumhuriyeti devletini işgalci, yasal güvenlik güçlerini ise “terörist” ilan ederek yapıyor eylemlerini.

Turuncu tulumlar içinde IŞİD mahkumları. Yaratılmaya çalışılan kanının aksine, keyfi sebeplerle katletmiyorlar kurbanlarını. Sağlıksız da olsa bir mahkeme süreci var ve infaz sebebi, IŞİD’in “halkı” bellediği insanlar adına yapılıyor. Hiçbir terör örgütü kendini terör örgütü, terörist ise terörist olarak görmez. IŞİD’in bir siyasi kolu olacak olsaydı, onlar da IŞİD’in taleplerini kravat takıp savunur, siz kendilerine terörist dediğinizde içinden o da size terörist derdi. Tıpkı şu an HDP’lilerin ve HDP’lilerden fazla HDP’li olan bazı siyasilerin yaptığı gibi…

Kafasına göre adını “Kürdistan” koyduğu Türk topraklarında, Türk ordusunu ve devletini işgalci olarak gören bir terör örgütüne bağlılığını her fırsatta dile getiren bir siyasi parti ile Türkiye’nin sorunlarına tam olarak nasıl çözüm bulunabilir?

Çözüm Süreci döneminde, Van’da HDP (o zamanki BDP) gençlik yapılanmasının astığı bir pankart; “İşgalci T.C Kürdistan’dan defol!” Tabi, demokrasi havarisi kelli felli ağabeylere göre bunun da HDP ile ilgisi yok. Oysa gerçeği biliyoruz ki PKK gibi siyasi kolu HDP de Türk devletini, hayali Kürdistan’da işgalci olarak görüyor zira onlar, Misak-ı Millî hudutlarını değil, Sykes-Picot ve Sevr hudutlarını tanıyor ve buna hizmet ediyorlar.

İşte bu sebepten, hemen her gün durmaksızın terörist ithamına maruz kalan HDP’liler için bu çok basit ve alınganlık gerektirmeyen bir şey, zira kendi iç dünyalarında Türk devleti, onlar için, en büyük terör örgütü ve silahlanma hakları son derece meşru. Bu sebepten, HDP’ye yapılan “terörle arana mesafe” koy çağrıları, HDP’lilere ve HDP’lilerden daha HDP’li olanlara inanılmaz boş ve komik geliyor. PKK eylemlerini kınamak yerine, örgüt ve devleti aynı kefeye koyan “iki taraf da” diye başlayan cümleler kurmaları da tam olarak bunla açıklanabilir.

HDP mensubu olmamakla beraber, fikirleri HDP ile %100 ile örtüşen Canan Kaftancıoğlu için devlet katil, hatta seri katil. Bu fikir, Kaftancıoğlu’nun uzun seneler felsefe yaparak elde ettiği fikirler değil. Az önce bahsettiğimiz, kendi silahlı mücadelesini meşru gören bakış açısı işte tam olarak bu.

HDP siyasette ne hedefleyebilir?

HDP’nin en fazla işine gelen argüman ise “dağda elinize silah alacağınıza ovaya inip siyaset yapın” söylemi zira terör örgütleri ulaşmak istedikleri hedefleri için mutlaka siyaseti de kullanırlar. Mücadele ettikleri otoriteye karşı, mesela Etiyopya’daki Tigray Halk Kurtuluş Cephesi gibi bir zafer kazandıkları zaman, silahlı unsurları zaten “yasal silahlı güç” olduğundan, örgütün ana kademesi de otomatik olarak iktidar olurlar. Silahlı mücadelenin sonuç vermediği ve çuvallanan durumlarda ise bir siyasi örgütlenmeye girerek tezlerini sivil olarak savunma yoluna giderler, PKK ya da ETA gibi.

HDP, TBMM’de olsun, silahla değil siyasetle uğraşsın” söyleminde bulunanlar, tabii olarak PKK “haklı bir mücadele veriyor fakat yöntemi yanlış” gibi tehlikeli bir intiba da uyandırıyorlar. Oysa PKK’nın silahlı mücadelesini dayandırdığı “Kürt sorunu” başlı başına içi boş bir söylem olmakla beraber, Marksist, Leninist, Maoist, komünist PKK’nın da 100 yıl önceki şeriat yanlısı Kürt isyanlarının da aynı amaca; Sevr’e hizmet ettiği açıkça görülmekte.

PKK’nın öne sürdüğü tez, gerekçe ve talepler sanki “sadece silahla istendiği için yanlış” da sivil siyasetle istenince makul bir hal alıyormuş algısı, Türkiye’de ortaya atılabilecek en tehlikeli görüşlerden birisi ve bu çok tehlikeli görüşe karşı duruş sergilediğinizde faşist, ırkçı, statükocu hatta gladyocu ilan ediliyorsunuz.

“HDP, TBMM’de siyaset yaparsa PKK biter” söylemi saçmalıktan ibarettir. Çok değil, 1 hafta önce HDP sözcüsü Ebru Günay yukarıdaki sözleri sarf ediyor. Esenyurt İlçe binalarında terör elebaşının posterleri çıktığı için gerekli yasal işlemler başlayınca “biz TBMM’ye bile Öcalan bizim irademizdir diye dilekçe verdik, binamızda posteri çıksa ne olacak” diyebiliyor. Aslında bu yazıyı uzun uzun yazmak yerine şu haber kupürünü koyup üstüne “HDP bu sebeple kapatılmalı” yazsam yeterli olurdu herhalde… HDP PKK ile arasında nasıl bir mesafe koyabilir ve bunu neden yapsın ki?

Bölücü terör örgütü PKK’nın tez ve söylemlerinin TBMM kürsüsünde dile getiriliyor olması, devlet ve halk adına bir utanç iken birileri için bu demokrasinin ta kendisi oluyor. Türk devletinin kuruluş ilkelerine ve hatta AB ilkelerine aykırı bir durum teşkil eden HDP’nin varlığı, tez zamanda çözülmesi gereken bir sosyal ve güvenlik probleminden başka bir şey değil. Elinde silah yerine mikrofonla istenince, özerklik, daha mı makul geliyor insanlara?

HDP PKK ile arasına mesafe koysun” söylemi akla yatkın olmayan, son derece komik bir talep olmakla beraber HDP PKK ile arasına mesafe koyduğu takdirde zaten misyonunu bitirmiş olur. Çözüm süreci döneminde, PKK ile hükümet arasında aracılık yaparken birisi çıkıp “BDP (o zamanki adı) PKK ile arasına mesafe koysun” deseydi “o halde BDP ne işe yarayacak” der ve bu talebe gülerlerdi muhtemelen. HDP, PKK ile arasına karbon kâğıdı koymuş bir kere, daha hangi mesafeyi koyacak?

HDP’ nin varlık sebepleri ve söylemi Lozan’a aykırı

Devletler, kazandıkları savaşlardan sonra, askerleri kışlaya gönderirken cepheye diplomatları sürerler. Çok köklü diplomasi gelenekleri olan İngiltere, Rusya, İran, Fransa gibi devletlerin aksine askerî güce dayalı sistemle ayakta kalmış Türkler gibi milletlerin, masada kaybetme sebepleri de cephede yaşananları bilmeyen, empati kuramayan, şahsi ikbali veya dönemsel menfaati adına devletin çıkarlarını geri plana atan, diplomat ve siyasetçilerdir. Bir strateji dehası olan Atatürk, sahada kazandığı zaferin masadaki raunduna ise bizzat cephede bulunan İsmet İnönü’yü göndererek bu makûs talihi yenmeyi hesaplamış, hesabı da aynen tutmuştu. İsmet İnönü, Kurtuluş Savaşı mücadelesinin askerî ve siyasi hedeflerine hâkim olmak bir yana, bu hedeflere inanan ve stratejiyi, askerî ve siyasi hamleleri belirleyen kurmay ekip içindeydi. Masada en fazla tartışma çıkaran Boğazlar meselesinden sonra azınlıklar meselesinde de İsmet Paşa taviz vermedi ve Lozan antlaşmasına göre Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir “ulus devlet” olarak kabul edildi. Türkiye Cumhuriyeti Devleti sınırları içerisinde hiçbir etnik grup tanınmazken, tüm yurttaşlar Türk vatandaşı kabul edilmiş, sadece Musevî ve Hıristiyan yurttaşlar azınlık olarak tanınmış ve Türk devleti bu azınlıkların güvencesini Lozan antlaşması ile taahhüdü altına almıştı.

Cephedeki muhteşem zaferimiz, Lozan’da perçinlendi ve savaş galibi Türkiye Cumhuriyeti, düşmanlarına varlığını işte burada kabul ettirdi. Lozan’da kabul gören hükümler, değiştirilemez ve bu hükümlere göre Türkiye’nin “Kürt vatandaşı” yok zira Kürtler ya da başka bir etnik grup resmî olarak azınlık sayılmıyorlar!

Bugün sabah akşam durmadan “Kürt vatandaşlar” diye söylem kullanan, hatta HDP’yi “Kürt siyasi hareketinin(?) temsilcisi” diye tanımlayan siyasiler, Lozan anlaşmasına bizzat karşı geliyorlar. HDP’nin, “Kürtleri TBMM’de temsil” iddiası ise önce uluslararası Lozan anlaşmasına, sonra da Türk devletinin anayasasına aykırı ve karşılıksız bir söylemdir. Türkiye’de Kürt, Çerkez, Laz, İtalyan, Rum, Ermeni, Süryani, Arap vatandaş yoktur; olsa olsa Kürt kökenli, Çerkez kökenli, Laz kökenli, Rum kökenli vatandaş olabilir ki bunlar arasında bir fark olmadığından, kökenini belirtmek öncelikle bu yurttaşlara yapılan ayrımcılıktır.

Ermeni kökenli HDP mebusu Garo Paylan, CHP’nin medyasına çıkıp “özerklikten korkmayın” diyor ve İspanya’yı örnek veriyor. Tek cümleyle anayasal düzene ve Misak-ı Millî hudutlarına muhalefet ediyor ve bu da demokrasi adına hoş görülüyor!

Birçok etnik grubun yaşadığı Türkiye’de, güya temsil ettiği etnik grup için hiç durmadan imtiyaz ve hatta kapitülasyon isteyen, “vermezseniz kan dökülmeye devam eder” diye milyonlarca insanı hemen her gün tehdit eden HDP’nin varlık, iddia, siyasal hedef ve söylemleri külliyen anayasal suç teşkil etmektedir ve devletler bazı periyotlarda, o veya bu sebeple bazı suçları görmüyor gibi görünse de kanun denilen ve fani insanların üzerinde yaşayıp giden hukuk, bunların er geç cezasını verir.

HDP’nin Türk siyasetinde açık olarak geçirdiği her gün, önce iktidarın sonra da muhalefetin, asırlarca taşıyacağı bir utanç ve Türkiye’de henüz demokrasinin anlaşılmamış olduğunun vahim bir ispatıdır.

Şu an tutuklu bulunan HDP milletvekili Ayhan Bilgen, 2015 senesinde “YSK’dan sandıkların birleştirilmesi istemlerinin” reddi yönünde bir karar beklediklerini söyledi. Bilgen, “HDP’nin seçime girmemesi en küçük olay olarak kalabilir. Bu gibi durumlarda ülke iç savaşı bile tartışabilir” demişti. Bundan hemen 1 sene kadar sonra da HDP’li İdris Baluken, terör örgütü üyeliği suçuyla haklarında tutuklama kararı çıkan vekillere sahip çıkıp “Gidilecek yol kaostur. Maalesef üzülerek ifade ediyorum iç çatışmadır iç savaştır” diye ülkeyi iç savaşla tekrar tehdit ediyordu. Yine 2015 senesinde, terör örgütü üyeliğinden hapis cezası süren Selahattin Demirtaş, “Bir kıvılcım, bir bakarsınız ki hiçbirimizin hesap etmediği, hiç kimsenin durduramayacağı bir iç savaş başlatır” diye ülkeyi iç savaşla tehdit ediyordu. Ülkeyi sık sık iç savaşla tehdit eden bir sözde siyasi partiyi demokrasi adına savunanların, ya aklı yoktur ya da akılları Türkiye aleyhine çalışmaktadır, sonucuna varmak çok da zorlama olmaz şu arşiv bilgileri karşısında.

Batasuna örnek teşkil edebilir mi?

İspanya’da ETA’nın iddia ve söylemlerini meşru bulan, Katalanların marjinal bir kesimi haricinde, kimse yoktu. Dahası, Katalan olmayıp da “Katalanlar gerçekten daha çalışkan ve zengin, Katalan bölgesi tembel İspanyolları besliyor” söylemini yumuşatıp barış, demokrasi adına İspanyol halkına yedirmeye cüret eden bir İspanyol siyasetçi de olmadı. ETA örgütünün devlete silahla dayatmaya çalıştığı şeyleri bir de silahsız yedirmeye çalışan Batasuna da devamı olan Sortu da derhal kapatıldı bu yüzden. Türkiye’de ise durum böyle değil. Makul gerekçelerle HDP kapanmalı diyenler, karşısında kendisini faşizmle suçlayan, HDP dışında siyasi parti ya da kimseler buluyorlar. Yani anlayacağınız, Batasuna ve Sortu partilerini kimse “oy istismar aracı” olarak görmedi ve çıkar çıkmaz “terör örgütü siyasi uzantısı” diye yaftalandı diğer bütün partiler tarafından.

İspanya’da Batasuna’nın yüzde kaç oy aldığı, arkasında üstelik de Türkiye’deki Kürtlerin aksine resmen azınlık olarak tanınan Katalanların olması, halk desteği, küresel solun sempatisi falan umurunda olmadı savcılığın. Kapattı, itirazı reddetti, tekrar açılanı da 1 aydan kısa sürede kapatıp yerel seçimlere girmesini engelledi. Başka insanların özgürlük alanına girip yaşamını riske atan bir hareket, sırf arkasında çok insan desteği var diye demokrasi adına meşru görülemez. İspanya’da durum böyle en azından!

Dahası, İspanya’da Türkiye’de olduğu gibi kendisine “İspanyol solu” demekten utanan “İspanya solu” yoktu. Mesela ETA siyasi kolları olan Batasuna ve Sortu kapatıldığında İspanyol Sosyalist İşçi Partisi PSOE iktidar, Halk Partisi PP ise muhalefetti. Türkiye’de ise solun türevleri bırakın HDP’yi desteklemeyi, genel başkanları HDP listelerinden TBMM’ye girip tüm solun top yekûn ayrılıkçı HDP bünyesinde vücut bulduğu algısını kendi elleriyle işliyor. Algı işlemekten de fazlası, hakikat böyle!

“Batasuna’nın kapatılmasını meşru bulan AİHM, HDP konusunda farklı davranıyor” söylemi kısmen haklı olsa da durum tamamen böyle değil. AİHM, karşısında iktidar muhalefet tüm unsurları ile tek vücut bir İspanya bulduğu için vereceği aksi kararın sonucunu ve İspanyol halkının çok büyük kısmını temsil eden iktidar ve muhalefetin bu konudaki iradesini karar aşamasında göz önünde bulundurdu. Türkiye’de siyasi partiler, bazı STK’lar, medyanın HDP’ye verdiği destek ve kapatılsın söylemlerine karşı büyük tepkisi de yine AİHM’in dikkatinden kaçmayacaktır, olası bir kapatma davası itirazında. Türkiye’de kendi çevresi dışında görülen çevrelerden de destek alırken, AİHM “hayır HDP kapatılmasın” dediğinde çok da şaşırmamak gerekir.

Hem Lozan’a sadık olunup hem HDP açık kalsın denmez. Hem Atatürkçü olma iddiasında olunup hem de Türk halkı içinde, kendini ayrı halk ilan eden, küstah bir güruha sempati duyulamaz. Kürtçü, bölücü, komünist, Marksist, Leninist, Maoist terör örgütü PKK’ya karşı Türkiye mağlup mu oldu ki PKK’nın siyasi tezlerini müzakere edip dinleyeceğiz ya da Kürtlere önceden bir ayrıcalık, istisnai haklar verildi ve sonradan hukuksuzca geri mi alındı ki PKK’nın silahlı mücadelesini makul görüp “haydi gelin sorunu TBMM’de çözelim” diyeceğiz?

PKK Çözüm Süreci döneminde, Öcalan’ın emriyle, silahlı unsurlarını Suriye’ye çekip ABD tarafından bir ordu gibi donatılmışken bu tehdidi düşünüp önlem almak yerine, hala PKK’nın siyasi uzantısı kapatılsın mı kapatılmasın mı diye tartışmak en hafif tabirle gaflet ve dalalettir. Fatih, Bizans’ın surlarını Urban’a döktürdüğü toplarla döverken, meleklerin cinsiyetini tartışan Bizans ulemasından farkı yok Türkiye’de HDP’nin PKK ile alakalı olup olmadığı tartışmanın, tehdit büyük.

Terör örgütü üyeliği suçuyla tutuklanan ve yargılaması süren HDP eş başkanı Figen Yüksekdağ, 31 Temmuz 2015’de “Biz sırtımızı YPJ’ye, YPG’ye ve PYD’ye yaslıyoruz, bunu söylemekte ve savunmakta hiçbir sakınca görmüyoruz” demişti. İşte bu söylem, Suriye’de YPG ile mücadele veren IŞİD’in dikkatini çekmiş, bu söylemleri söyledikleri yaz IŞİD Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en ağır terör eylemlerini gerçekleştirmişti. PKK’nın siyasi kolu HDP, Suriye iç savaşını Türkiye’ye işte böyle sıçratmıştı!

HDP, TBMM’de değil, tüm örgütleri ile cezaevlerinde olması gereken, bölücü terörün siyasi uzantısıdır. Herhangi bir siyasi ideolojiyi değil, Sevr maddelerini temsil eden bir partidir HDP; bu yüzden “HDP kapatılsın” demek siyasi değil millî bir duruştur, korkmadan söyleyeceğiz. Tıpkı İspanya gibi Türkiye’nin de bölücülüğe karşı askerî, sosyal, ekonomik ve gerekirse diplomatik mücadele verme hakkı meşrudur. HDP kapatılmalıdır ve bu siyasi, ideolojik değil millî güvenlik meselesidir.

Yazar

Musa Uçan

Peki ben ne yapabilirim?
Bizi okuyor, beğeniyor ve “Peki ben ne yapabilirim?” diye soruyor musunuz? Bağış yaparak bizi destekleyebilirsiniz. Bağışlarınızla faaliyetlerimiz daha sık, daha geniş ve daha etkili olacaktır. TIKLAYINIZ!

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar