Yükleniyor...
Bu yazı, Türk Yurdu dergisinin 399. sayısından iktibastır.
Azerbaycan, tarihî günlerini yaşıyor; ezelî ve ebedî toprağı olan Karabağ’ı işgalden kurtarmak için vatan savaşı başlattı. Azerbaycan Ordusu durmadan hedefe doğru ilerlemektedir. Hayatî meselesi olan toprak bütünlüğü için yüzlerle asker canını feda etmiştir. Binlerce genç vatanını kurtarmak için gönüllü olarak ordu saflarına katılmıştır. Bu bir kurtuluş savaşıdır.
Azerbaycan Türkü, millî iradesini 14 Temmuz 2020’de ortaya koydu. Şımarık ve saldırgan Ermenilerin işgaline “yeter artık!” dedi. Ermenistan Başbakanı Paşinyan’ın son aylardaki kışkırtıcı tavrı artık sabırları tüketti. Ermenistan lideri, “Azerbaycan gibi korkak halk yok.” demek aptallığına kadar abarttı. Eşini asker kıyafetiyle, elinde Kalaşnikov tüfeği Karabağ’da poz vermeğe gönderdi. Kendisi de çevresiyle birlikte Şuşa’da halay çekti. 12- 15 Temmuz’da Tovuz bölgesindeki askerî saldırı, General Polat Heşimov ve kurmaylarının, cephe arkasında roketle katli bardağı taşırdı. Karantina uygulamasına rağmen Azerbaycan’da yüzbinlerce insan sokaklara çıkarak “bize silah verin!” diye haykırdı.
27 Eylül’de, Azerbaycan Cumhuriyeti Hükûmeti, yıllardır sürdürdüğü sükûnetini bozup Ermenistan tarafından gelen yeni saldırıya karşı koymaya karar verdi. Bu, çoktandır beklenen siyasi iradenin ifadesi idi. Devlet tarafından iradesine karşılık gören halk, her türlü fedakârlığa hazır olduğunu gösterdi. Bu, on yıllardır hasretle beklenen millet-devlet birliğinin ifadesi oldu.
Azerbaycan, milleti ve devletiyle anladı ve anlattı ki Karabağ’ından vaz geçmeyecek. Milletin ve devletin elini kolunu bağlayan bu prangadan kurtulmanın tam zamanıdır. 26 yıldır sürüp gelen “ateşkes rejimi” denilen rezaletten bir defalık kurtulmak gerekir. Minsk Grubu eş başkanlarının (Rusya, ABD, Fransa) “Ermenistan-Azerbaycan, Dağlık Karabağ konflikti/ münakaşası” dediği saçma tanımlamadan kurtulmak gerekir.
Karabağ problemi, Türk dünyasının da en hassas problemlerinden birine, Türk dünyasında bütünleşmenin karşısında duran engellerden birine, dönüşmüştü. 1989’da, Ermeni saldırılarının başlamasından kısa bir süre sonra, Sovyetler Birliği Silahlı Kuvvetleri Genelkurmay Başkanlığı, saldırıların ideologları Balayan ve Grigoryan’ın brifinglerini düzenledi. Azerbaycan basınına sızan bilgilere göre, bu adamlar “Karabağ’ın Ermeniler tarafından alınmasını, Turan’ın kurulması karşısında duran bir hareket” olarak lanse etmişlerdi.(1) Türk Birliği’nden, cinin iğneden korktuğu gibi korkan Sovyetler Birliği/ Rusya yöneticileri de Ermeni saldırılarının arkasında durdular.
Karabağ problemi, Azerbaycan ve Türk dünyasının problemi olmasının yanı sıra dünyanın da baş ağrısıdır. Söz konusu problem, Ermenistan’ın Karabağ istikametinde saldırılarından geçen 30 yıldan fazla zaman içinde, büyüyüp uluslararası nitelik kazandı. BM Güvenlik Konseyi, Ermeni askerî güçlerinin Karabağ’dan derhal çekilmesini içeren 4 karar (822, 853, 874, 884) çıkardı. Sonra meseleyi 1992’de AGİK’e devretti. O da 13 üyeden ibaret Minsk Grubu denilen bir ad hoc komite kurdu. Son 30 yılın kanlı uluslararası problemlerinden birine dönüşen, Karabağ düğümünün çözülmesi dünyayı da rahatlatacaktır.
27 Eylül’den itibaren, haftalardan beri aralıksız devam eden Karabağ savaşı ilk değildir. Tam da üçüncüsüdür. Günümüzdeki savaşı daha iyi anlayabilmemiz için öncekileri hiç olmazsa özetlememiz gerekir.
Çarlık’tan miras kalan sınırların, yerleşik halkın etnik yapısına uygun olmaması, Güney Kafkasya’da yeni kurulan Gürcistan (26.5.1918), Azerbaycan (28.5.1918) ve Ermenistan (28.5.1918) devletleri arasında meydana gelen arazi ve sınır problemlerini oluşturdu. Azerbaycan Hükûmeti, çalışmalarının ilk günlerinde, Gürcistan Cumhuriyeti’ne olduğu gibi Ermenistan’a da başvuruda bulunarak sınır meselesinde karmaşıklığı ortadan kaldırmak ve iyi komşuluk münasebetleri kurmak amacıyla, cumhuriyetlerin arazisini ilan etmeden önce üç taraflı görüşmelerde bu meselenin müzakere edilerek mutabakata varmayı teklif etti. Azerbaycan Hükûmeti’nin iç sorunlarına çözüm yolları aradığı günlerde, Ermenistan Hükûmeti fırsattan istifade ederek bütün gücü ile eski İrevan Guberniyası’nı, yerli gayri-Ermenilerden temizlemek işini sürdürmekte idi. Azerbaycan Cumhuriyeti Dış İşleri Bakanlığı’nın raporuna göre; etnik temizleme sürecinde, 1918’in ilk aylarında dağıtılmış 300 Türk köyüne İrevan, Yeni Beyazid, Eçmiadzin, Sürmeli vb. bölgelerde yerle bir olan onlarla yeni köy eklendi ya da ahali başka yerlere sığınmağa zorlandı. Aynı yılın Ağustos ayının ilk iki haftasında bu bölgelerde 50 köy dağıtıldı.(2)
1918’ın ortalarında, Ermenistan çok zor ekonomik ve siyasi şartlar yaşamasına rağmen, büyük toprak iddialarında bulundu. Ermeni Hükûmeti, İstanbul’da toplanacak uluslararası konferansa yolladığı temsilci heyete, büyük arazi iddiaları ileri sürmek talimatı vermişti. Konferansa katılmak arzusuyla İstanbul’a gelen Kafkasya heyetlerinden en “hazırlıklısı” Ermeniler idi. Onlar konferansa çok sayıda istatiksel materyal, kendilerinin çizdiği haritalar ve önerilerle gelmişlerdi. Ermeni heyetinin önerisi; Sürmeli, Nahçıvan, Ahalkelek, Eçmiedzin (Üçkilse), İrevan, Kazah, Karabağ, Zengezur, Ordubad ve Borçalı bölgelerini içeriyordu. Ermeniler sürdürdükleri geniş propaganda kampanyasında “tarihî prensipten” istifade etmeye çalışıyor; kamuoyunu, başvurdukları devlet adamlarını, bu toprakların önceden Ermenilere ait olduğuna inandırmaya çalışıyorlardı. Dönemin, aynı zamanda 19. yüzyılın istatiksel materyalleri Ermeni iddialarının, sık sık müracaat ettikleri “demografik prensibin” de asılsız olduğunu gösteriyordu.(3)
Artan Ermeni propagandalarına karşı mücadele etmek, Ermenilerin Kafkasya’da Türk-Müslüman kanını dökmeye devam etmek isteğini dünya kamuoyunun gözünde ifşa etmek, Ermeni unsurunun bu bölgede karıştırıcı rolünü göz önüne sermek için Dışişleri Bakanı’nın teşebbüsü ile Haziran ayının 15’inde, Azerbaycan Cumhuriyeti Nazırlar Şurası, Olağanüstü Soruşturma Komisyonunun oluşturulması konusunda karar verdi. Komisyon çok faal bir şekilde işe koyuldu. Mart 1918 katliamlar, Şamahı’daki vahşilikler, İrevan Guberniyası’nda Ermenilerin yaptığı vahşet araştırılmaya başlandı. Soruşturma komisyonunun verimli çalışmasına bakmaksızın, yapılmış katliamların boyutu, komisyonun kendi işini tamamlamaya izin vermedi. Mevcut olduğu süre boyunca (27 Nisan 1920’ye kadar) komisyonun topladığı soruşturma materyalleri, Ermeni iddialarının asılsız olduğunu gösteren, Ermenilerin yaptığı cinayetleri açığa çıkartan en güzel tarihî belgelerdir. Daha sonra Olağanüstü Soruşturma Komisyonunun yaptığı işleri dünya kamuoyuna açıklamak için Dışişleri Bakanlığında özel propaganda bölümü kuruldu. Amaç Paris Barış Konferansı’nın kararlarını etkileyebilecek, Avrupa kamuoyuna yönelik, Azerbaycan çıkarları bakımından gerekli olacak materyallerin hazırlanması ve duyurulmasıydı.
Hocalı Katliamı
Ermeniler, Mondros Mütarekesi (30 Ekim 1918) ve İtilaf devletlerinin savaştan galip çıkmasını şenlikler düzenleyerek karşıladılar. Osmanlı-Alman askerî birliklerin Kafkaslardan çekilmesi ve yerlerine İtilaf devletleri güçlerinin yerleştirilmesi, Ermenilere göre on yıllarca arzuladıkları amaca ulaşmaları için uygun ortam oluşturuyordu. Azerbaycan Cumhuriyeti’nin yakın müttefiki Osmanlı İmparatorluğu’nun, savaşta yenilmesi Ermenistan’ın Azerbaycan’la olan ilişkisinde büyük değişiklik oluşturdu.
Her şeyden önce Ermenilerin toprak iddialarının boyutu hayli genişledi ve “Büyük Ermenistan” kurma fikri, Ermenistan Cumhuriyeti’nin, resmî devlet siyasetinin temelini oluşturmaya başladı. Osmanlı Devleti’nin tepkisinden korkan Ermeniler, İstanbul Konferansı’nda eğer yalnız Kafkasya’nın kendine ait olmayan bir bölümünü (Borçalı, Karabağ, Nahçıvan, Şerur, Sürmeli, Kazah, Ahılkelek) tartışmalı arazi sayarken artık bu topraklar, Ermenilere göre kuşkusuz Ermenistan arazisiydi. Bundan böyle diğer fikirleri duymak bile istemiyorlardı. İş bununla bitmiyor, Ermeni iddialarının coğrafyası genişliyordu.
Yusuf Vezir Çemenzeminli, Ermenistan ve Biz adlı makalesinde, Ermeni iddialarının durmadan artmasını kaydederek Azerbaycan gazetesinde konuyu şöyle açıklıyordu: “Büyük Ermenistan haritasını gördüm, üç deniz arasında yer alacakmış: Akdeniz, Karadeniz ve Hazar Denizi arasında. Haritada Gence, Lenkeran, Salyan, Tebriz, Merağa ve diğer şehirler de Ermenistan’a dâhil edilmişti. Eğer bu harita Ermenilerin millî arzularının çözümüyse, Ermeni meselesi yine birçok çatışma ve mücadeleye neden olacak ve bu meselenin çözümü kâğıt üzerinde kalacaktır. Hâlbuki Kafkas’ta asayişin temini meselesi etnografik çevrede hallolmakla merbuttur [bağlıdır].”(4)
“Büyük Ermenistan” planı, etnik nüfus bakımından “temiz arazi“ talep ediyordu. Ermeniler, bunun için mevcut siyasi şartlarda oluşan fırsattan istifade ederek yeniden “etnik temizleme“ faaliyetine başladılar.
Azerbaycan Ordusu’nun hâlâ kurulamadığı, Azerbaycan Hükûmeti’nin elinde yerel halkı korumak için yeteri kadar askerî gücün olmadığı, üstelik Bakü’yü işgal eden İtilaf güçlerinin Başkomutanı Thomson’un Azerbaycan Hükûmeti’ni tanımak istemediği bu zaman kesiminde (Kasım-Aralık 1918), Ermenilerin “etnik temizlik“ başlatmaya yönelik askerî çabalarının başlıca istikametleri Zengezur, Nahçıvan ve Karabağ bölgeleri idi. Ermeni vahşiliklerinin başında, burada peyda olmuş General Andronik duruyordu.
1919’un başlarında İçişleri Bakanı; Şuşa, Zengezur, Cavanşir ve Cebrayıl ilçelerini kapsayan, merkezi Şuşa’da olmakla birlikte geçici umum valilik (general gubernatorluk) kurulmasını önerdi. Bakan’ın önerisine göre, buradaki valiye geniş haklar verilmeli; bütün organlar ve görevliler valiye bağlı olmalıydılar. Geçici vali karşısında, yerel Ermeni sözde devlet organları ile mücadele ve onların tamamıyla ortadan kaldırılması; bu ilçelerde istikrarın tam sağlanması, yerli legal devlet organlarının teşkili, göçmen ve yerli ahalinin erzak teminatı ve onlara genel yardımın temini, nihayet, durum düzeldikten sonra göçmenlerin evlerine yerleştirilmesi yer aldı. Karabağ ve Zengezur’da Ermeni baskınlarına karşı mücadelede büyük nüfuz ve tecrübe kazanan Dr. Hüsrev Sultanov vali tayin edildi. Valiliğin ihtiyaçları için 5 milyon ruble bütçe ayrıldı. Hükûmet’in kararında öncelikle 600 kişilik süvari birliğinin oluşturulması ve daha sonra sayının 3 bine çıkarılması da ön görülmüştü.(5)
Böyle bir ortamda işe başlayan Dr. Sultanov, Karabağ ve Zengezur’da Azerbaycan Devleti’nin hâkimiyetini temin etmek için hem Ermenilerin hem de İngilizlerin direnişini kırmalıydı. Geçici vali, her şeyden önce Yevlah- Şuşa yolunun açılmasını ve yolun güvenliğini sağladı. Karabağ ile Azerbaycan’ın diğer bölgeleri arasında gidiş-gelişi açtırdı.
İngiliz askerlerinin Kafkasya’yı terk etmesi ve Azerbaycan askerî birliklerin Karabağ’da konumlandırılması, yerel Ermenilerin saldırılarını önledi. 1919 Ağustos’un ortalarında, Şuşa’da toplanan Ermeni köy icmalarının 7. kurultayı, Azerbaycan Hükûmeti’nin Karabağ üzerinde hâkimiyetini geçici, Barış Konferansı’nın kararına kadar tanıdığını bildirdi. Yerli Ermenilere medeni özerklik verildi.(6)
Ermeni Hükûmeti, gelişmelerin lehlerine olmadığını anlayıp hiç olmazsa Zengezur’da güçlenme kararı aldı ve askerî birliklerin bölgeye gönderilmesini hızlandırdı. Ekim ayında, Azerbaycan Ordusu Zengezur’da olan Ermeni birliklerine karşı askerî operasyonlara başladı. Savaş bir aydan fazla sürdü. Dığ, Hanavar, Haznavar köyleri yakınlarındaki savaşlardan sonra 8 Kasım’dan itibaren askerî operasyonlar durduruldu.(7) Tiflis’te, İtilaf devletleri askerî komiserinin katılımıyla Azerbaycan ve Ermenistan hükûmet başkanlarının müzakereleri, 23 Kasım 1919’da anlaşmanın imzalanmasıyla neticelendi.
Anlaşmanın imzalanmasının üzerinden birkaç gün geçmeden ateşkes bozuldu. Ermeni nizami birlikleri, Zengezur’da birkaç köyü yerle bir etti. Dereleyez bölgesinde ise 300 kişinin ölümü ve 30 kadının esir alınması ile neticelenen katliam yapıldı. Azerbaycan Hükûmeti, Ermeni tarafının bu tavrından sonra olayı ayrıntıları ile Müttefiklerin dikkatlerine sundu. Müttefiklerin Yüksek Komiseri Haskel, Ermenistan Hükûmeti’ni uyardı: Azerbaycan tarafının ithamlarının “gerçek olduğu ortaya çıkarsa bu, Ermenistan’ın geleceği için çok güçlü bir darbe olacak.” 8 Aralık 1919’da, Haskel, Barış Konferansı raporunda şu noktaları kaydediyordu: “Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki problemleri görüşerek çözmek konusunda mutabakat sağlanmış, müzakereler sonuç vermediği takdirde Yüksek Komiserliğin arbitrajlığı kabul edilmiştir. 1920 yılı başlarında, Paris Barış Konferansı, Azerbaycan’ın Karabağ üzerindeki egemenliğini tanıdı. Bu karar, İtilaf devletlerinin önceki siyasetinin onaylanması anlamını taşımaktaydı.”(9)
Ermeniler bu durumu kabullenmek istemediler. Yeniden durumu kendi çıkarlarına uygun hâle getirmeğe çalıştılar. Yaklaşık aynı zamanda, 1920’nin başlarında üç istikamette (Kazah, Zengezur, Zengibasar) Ermeni nizami birliklerinin saldırıları başladı. Savaşın bu aşaması diğerlerinden hayli farklıydı. 19 Şubat’ta Zengezur’dan Şuşa istikametine saldırıya geçen Ermeni ordusunun 10 bin piyadesi, 10 topu ve 60 makineli tüfeği vardı.(10) Savunması zayıf olan Zengezur’da, bu saldırının ilk günlerinde 40 köy yakıldı, binlerce insan katledildi, on binlerce yerli ahali göçmen durumuna düştü.(11)
1920’nin Mart’ında, Nevruz bayramı günlerinde, Ermeniler gece vakti, ansızın Hankendi garnizonuna saldırarak 16 subay ile birçok askeri şehit etti. Garnizon komutanı Kazım Mirza Kacar’ın önderliğinde ilk saldırıları püskürten subaylar, savunmayı sağlayarak Ermenileri Hankendi’nden attılar. Fakat düşman, Askeran Kalesi’ni ele geçirdi.
Askeran Kalesi’ni geri almak ve Karabağ’daki Ermeni ayaklanmasını bastırmak için Azerbaycan Hükûmeti, ordunun büyük bir bölümünü Karabağ’a gönderdi. Askeran Kalesi kısa bir süre sonra kurtarıldı, Ermeni askerî birliklerinin buradaki önderi Deli Kazar öldürüldü. Ermenilerin toplandığı Keşişkend’deki kanlı savaş, Azerbaycan Ordusu’nun zaferi ile son buldu. Karabağ ayaklanması bastırıldı. Savunma Bakanı General Mehmandarov askerlere müracaatında şöyle demiştir: “Kahraman askerler, ben şahsen Almanya Cephesinde birçok muharebede bulundum, fakat sizin kadar kahraman askerlere nadiren rastladım. Siz benim ümitlerimi kuvvetlendirdiniz. Siz kanınızla yeni Azerbaycan Ordusu’nun namusunu muhafaza ettiniz.”(12)
Savaşın devam ettiği koşullarda, 9 Nisan’da Güney Kafkasya ülkeleri temsilcilerinin, Tiflis’te yeni bir müzakeresi başladı. Ermeni heyeti ısrarla Azerbaycan askerî birliklerinin operasyonlarının durdurulmasına nail olmaya çalışıyordu. Azerbaycan Hükûmeti, İtilaf devletlerinin “esas tehlike kuzeyden geliyor” şeklindeki uyarı nitelikli notasını önemsemeden, Samur Nehri istikametinde bulunan askerî birlikleri de ülkenin batısına gönderdi. Ermenistan, 26 Nisan’da barış istedi; fakat artık olaylar kontrolden çıkmıştı. 11. Kızıl Ordu, Samur Nehri’ni geçip hızla Bakü üzerine ilerliyordu…
İki yıl boyunca sürekli tartışma ve savaş ile geçen Azerbaycan-Ermenistan münasebetlerinin bu sayfası sona erdi. Karabağ, Zengezur, Göyçe, Nahçıvan ve diğer problemler artık başka bir siyasi ortamda çözüm buldu.
Azerbaycan’ın 27 Nisan 1920 işgalinden sonra, Karabağ ve diğer bölgelerin geleceği meselesi gündeme geldi. Kızıl Ordu’nun, Bakü’yü ve diğer şehirleri işgal ettiği bir süreçte Ermenistan kuvvetleri Karabağ ve Zengezur’u yeniden kontrolü altına aldı. Kızıl Ordu’nun, Ermenilerin işgal ettiği Azerbaycan topraklarını geri alma niyetinde olmadığı anlaşıldı. Sovyet Rusyası Dış İşleri Komiseri Çiçerin’in, Kafkasya işlerinden sorumlu Olağanüstü Komiser Orconikidze’ye gönderdiği 2 Haziran 1920 tarihli telgrafta, konu şu sözlerle ifade ediliyordu:
“Şuşa ve Cebrayıl’ı ele geçirmekle yetinmek zorunda kaldığımızı Azerbaycan Hükûmeti’ne bildirin… Nahçıvan ve Culfa’ya şimdi girmenin mümkün olmadığını ve askerî statükoyla yetinmek zorunda kalmanın objektif nedenlerini, Bakü Hükûmeti’ne bildirmenizi rica ediyorum… Bakü’de sahip olduğunuz büyük otoritenizi kullanarak Azerbaycan Hükûmeti’nin Şerur-Dereleyez uyezdinin (ilçesinin) değil, Karabağ ve Zengezur’un tartışmalı bölge olduğunu kabul etmesini sağlamanızı rica ediyoruz.”
Moskova’nın Taşnak Hükûmeti ile “uzlaşmak istediğini” bilen Ermeniler, konumlarını güçlendirerek, hatta Kazah kazasında ve diğer yerlerde de ilerlediler. Böyle bir durumda, 10 Temmuz’da, Azerbaycan İnkılap Komitesi Başkanı Nerimanov, RKP Kafkasya Bürosu üyesi Mdivani, AKP MK üyeleri Mikoyan ve Naneyşvili, XI. Ordunun Askerî İnkılap Konseyi üye- leri Vesnik, Lewandowsky ve Mihaylov’un imzasıyla RKP MK’ye ilginç bir telgraf gönderildi. Telgrafta şunlar yazıyordu:
“Müslüman kitleler beklenmedik dönüşü, Sovyet hükûmetinin Azerbaycan’ı eski sınırlarını koruyamamasını ihanet, Ermeni yanlısı ya da Sovyet hükûmetinin zayıflığı olarak görecektir… Biz, Kızıl Ordu’nun himayesinde olan Azerbaycan’ı Ermeni ve Gürcülere dağıtan rezil yaratığa (ублюдок) dönüştürmemek, aksine, onu güçlü bir uluslar üstü merkeze ve Doğu’nun devrim kaynağı haline getirmek amacıyla Merkezi, Karabağ ve Zengezur meselesinde tereddütlerden çekindiriyoruz.”(13) Ermenistan’da Kızıl Ordu mızrakları ile Sovyet hâkimiyetinin kurulmasıyla (29 Kasım 1920) Sovyet Azerbaycan’ı “rezaleti” daha da arttı. Ermenistan’da “Kasım devriminin” ertesi günü, Azerbaycan Komünist Partisi Siyasi Bürosu ve Teşkilat Bürosunun ortak toplantısında, Sovyet Ermenistan’ına yönelik tutum ele alındı. Diğer konuların yanı sıra, yeni Ermeni Hükûmeti’ne müracaat etmek, Sovyet Ermenistan’ı ile sınırların lağvedilmesi, Zengezur’un Ermenistan’a verilmesi, Karabağ’ın dağlık kısmına kendi kaderini tayin etme hakkının verilmesi, Ermenistan’la askerî ve ekonomik (petrol dâhil) birliğin kurulması, Ermenistan’a karşı askerî operasyonların durdurulması kararı alındı. Bildirinin ilan edilmesi görevi Nerimanov’a verildi. 1 Aralık’ta, Bakü Sovyeti’nin toplantısında Nerimanov, Ermenistan’da Sovyet hâkimiyetinin kurulmasına ilişkin ünlü açıklamasını yaptı. Konuşmasında, Azerbaycan komünistlerinin önde gelen temsilcisini ilan etti: “Sovyet Azerbaycan’ı… Bundan sonra hiçbir toprak meselesinin ezelden komşu olan iki halkın -Ermenilerin ve Müslümanların [Türklerin]- birbirinin kanını dökmesine neden olmayacak; Zengezur ve Nahçıvan uyezdleri [ilçeleri] Sovyet Ermenistan’ının ayrılmaz parçasıdır. Dağlık Karabağ’ın emekçi köylülerine kendi kaderini tayin hakkı veriliyor, Zengezur’da tüm askerî operasyonlar durduruluyor. Sovyet Azerbaycan’ının birlikleri Zengezur’dan çıkarılıyor ve Sovyet Azerbaycan’ı tükenmez kaynaklarının… kapılarını Sovyet Ermenistan’ı için sonuna kadar açıyor.”(14)
Nerimanov’un görülmemiş cömertliği, hem Ermenileri hem de Moskova’yı son derece memnun etmişti. Aynı gün, 1 Aralık’ta Orconikidze, Ermeni komünist liderlerinden Nazaretyan’a, Azerbaycan Hükûmeti’nin kararına ilişkin bildirinin yanı sıra, göz aydınlığı vermişti. Nazaretyan da cevap olarak durumu “Aferin, Azerbaycanlılar!” diye basında bağırmaya başlayacağız.” sözleriyle ifade ediyordu.(15) Nazaretyan sevinmekte ve sevinçten bağırmakta haklıydı, fakat şahane hediyeyi “Azerbaycanlılar” değil, buna hiçbir hakkı olmayan Nerimanov ve meslektaşları vermişti.
Hibe edilen topraklarda; Zengezur, Gökçe Mahalı, Şerur-Dereleyez’de güçlenen Ermeniler, kısa bir süre sonra Dağlık Karabağ konusunda Nerimanov’un vaat ettiği kendi kaderini tayin hakkını gerçekleştirmek için mücadeleye başladılar. Artık Ermenilerin “iyice abarttığını” gören ve Azerbaycan’ın henüz tamamen ezilmemiş olan millî güçlerinin baskısına maruz kalan Nerimanov, direnmek zorunda kaldı. 4 Temmuz 1921’de, Rusya Komünist Partisi MK Kafkasya Bürosunda Karabağ konusu müzakereye açıldı. Toplantıda oylamaya 4 öneri sunuldu. İlk öneri olan “Karabağ’ın Azerbaycan sınırları içinde kalması”na, 3 kişi (Nerimanov, Maharadze, Nazaretyan) lehte, 4 kişi (Orconikidze, Myasnikov, Kirov, Figatner) aleyhte oy kullandı. İkinci öneri olan “Karabağ’ın tamamında Ermeni ve Müslüman nüfusun katılımı ile plebisitin yapılması”na, 2 kişi (Nerimanov, Maharadze) lehte oy kullanıyor. Üçüncü öneri olan “Karabağ’ın dağlık kesimini Ermenistan’a bağlama”ya 4 kişi (Orconikidze, Myasnikov, Figatner, Kirov) lehte oy kullanıyor. Dördüncü öneri olan “Plebisitin yalnız Dağlık Kara- bağ’da, yani Ermeniler arasında yapılması”nı ise 5 kişi (Orconikidze, Myasnikov, Figatner, Kirov, Naza- retyan) savunuyor. Nerimanov’un özel notu da toplantı tutanaklarına ekleniyor: “Karabağ meselesinin Azerbaycan için özel önem taşıdığından, onun nihai çözümü RKP MK tarafından yapılmalıdır.” Bu konunun RKP MK’ya sunulmasına da Kafkasya Bürosu karar veriyor. Ancak konu Moskova’ya intikal etmeden, ertesi gün, 5 Temmuz’da Kafkasya Bürosunda tekrar görüşülüyor. Orconikidze ve Nazaretyan yoldaşların önerisi üzerine önceki toplantının kararı yeniden ele alınıyor. Bu sefer “Müslümanlar [Türkler] ve Ermeniler arasında millî barış gerekliliğini, Yukarı ve Aşağı Karabağ arasında ekonomik ilişkileri, Azerbaycan ile kalıcı ilişkileri göz önünde bulundurarak” Dağlık Karabağ’ın Azerbaycan bünyesinde kalması, Şuşa kenti merkez olmak üzere geniş eyalet özerkliği verilmesine ilişkin karar kabul ediliyor. Bu karara 4 kişi lehte oy kullanırken 3 kişi çekimser kalmıştır.(16) Karabağ’ın dağlık kesiminin ovalık bölümünden ve genel olarak Azerbaycan’dan koparılarak ayrı bir statü verilmesi kararı, uzun süre sonuca bağlanamıyor. Ancak Aralık 1922’de Azerbaycan SSC Sovnarkom’unun nezdinde Karabağ konusu ile ilgili Kirov, Karakozov ve Mirzabekyan’dan oluşan merkezî bir komisyon kuruluyor.(17) 7 Temmuz 1922’de ise Azerbaycan Merkezi İcra Komitesi’nin kararı ile “Azerbaycan SSC arazisinde Dağlık Karabağ’ın Ermeni kesiminden Hankendi merkez olmak üzere” özerk vilayet kuruluyor.(18) Moskova bu operasyondan memnundu. Azerbaycan toprakları paramparça edilmiş, Zengezur Bölgesi, âdeta bir kılıç gibi Kuzey Azerbaycan’la Türkiye arasındaki organik bağları kesmiş; Azerbaycan’ı her an siyasi istikrardan çıkarabilen faktör, Dağlık Karabağ özerkliği ortaya çıkmış; en önemlisi, iki Sovyet cumhuriyeti ve onların halklarını zaman zaman birbiriyle savaştırmak için uygun bir sebep oluşturulmuştu. Bu saatli bomba, Ermenistan ve Moskova için ihtiyaç duydukları bir zamanda patlatılacaktı.
1987’nin yazında Ermenistan Bilimler Akademisi’nin binlerce çalışanı, Dağlık Karabağ Muhtar/ Özerk Vilayeti’nin (DKMV) Sovyet Ermenistan’ına ilhak edilmesini isteyen mektubu ile Moskova’ya müracaat etti. Aynı yılın Ekim ayında Karabağ’ın Ermenistan’a ilhakı talebi ile İrevan’da bir toplu yürüyüş düzenlendi. Bu olaydan bir ay sonra Kasım ayında Genel Sekreter Gorbaçov’un ekonomi danışmanı Abel Aganbegiyan, Paris’teki bir konuşmasında “Karabağ ve Nahçıvan’ın tarihî Ermeni toprakları olduğunu” iddia edip Dağlık Karabağ’ın Ermenistan’a verilmesini istedi. Bir iktisat uzmanı olarak bu konuda tarihî bir yargıya vararak şunu ileri sürdü: “Karabağ, Azerbaycan’dan çok Ermenistan’a bağlıdır.” Ermeni tarihçi ve yazarlar bu tür iddiaları gerekçelendirmek için yerel ve Moskova basınında aktif propaganda kampanyasına başladılar. Ülke çapında Stalinizme karşı muhalif yazıların yaygın olduğu bir dönemde, Ermeni propagandasının, Karabağ’ın Stalin tarafından “Azerbaycan’a verildiği” ve bu “tarihî adaletsizliğin” düzeltilmesi gerektiği üzerine onlarca yazı yazıldı. Ermenistan’da da toplumsal ihtiras bu temayüle ayak uydurmaktaydı. Bunların neticesi, İrevan’da ve Dağlık Karabağ’ın merkezi Stepanakert’te [Hankendi] izinsiz miting ve yürüyüşler düzenlendi.
Stepanakert’te ilk kitlesel miting 1988 yılının Şubat ayında düzenlendi. Mitinge katılanların temel talebi, Dağlık Karabağ Muhtar Vilayeti’nin Ermenistan’a ilhakıydı. Stepanakert’in ana meydanındaki mitingler aralıksız devam etti. Şubat’ın 20’sinde DGMV Halk Deputatları Sovyeti’nin olağanüstü toplantısında “Ermenistan SSC ve Azerbaycan SSC’nin Yüksek Sovyetleri karşısında, DGMV’nin Azerbaycan’ın bünyesinden koparılıp Ermenistan topraklarına katılması hakkında öneri” kararı verildi. Söz konusu karara destek için İrevan’da mitingler düzenlendi. Mitinge katılanlar “Ermenistan Türklerden arındırılmalı!”, “Ermenistan yalnız Ermenilerindir!” gibi sloganlar attılar. Mitinglerin üçüncü günü, İrevan’da o güne dek sağlam kalabilmiş tek cami ve Türk ortaokulu ile birlikte Azerbaycan Dram Tiyatrosunun malzemeleri yakıldı. İrevan’da bu olaylara itiraz eden yerli Türklerin evleri ateşe verildi. Bundan sonra Ermenistan’dan yerli Türklerin kitlesel olarak sürülmesi, bazı bölgelerde (Gukark, Kafan vs.) katledilmesine varan olaylar başladı. 22 Şubat’ta, Stepanakert yolu üzerindeki Askeran’da, iki Türk genci öldürüldü. Azerbaycan’a kaçmak zorunda kalan göçmenlerin doğrudan müdahil olduğu olaylarda yerli Ermeniler sıkıştırıldı, bazı yerlerde provokasyonlar sonucu onlardan (örneğin 27- 28 Şubat’ta Sumgayıt’ta) öldürülenler oldu.(19) Olayların yıllar içerisindeki gidişini, bu dönem hakkında yapılmış monografi ve özel araştırmalara bırakarak şimdilik sadece konumuz için önemli olan birkaç noktaya değinmekle yetinelim.
Esir alınan Ermeni askerleri
Ermenistan’ın saldırısının Azerbaycan’da şok etkisi yaratmasının yanı sıra bu durum Azerbaycan’da sıradanlaşan olumsuz hâllerin varlığını apaçık gün yüzüne çıkarttı. Etnik çatışmaların özellikle ilk yıllarında Azerbaycan’da ve Ermenistan’da millî hareketlerin aynı noktada olmadığı apaçık belli oldu. Bu durumda atak ve hazırlıklı olan Ermeni tarafıydı.
Azerbaycan’da ve Ermenistan’da Komünist Partisi’nin yerel teşkilatlarının liderlerinin, özellikle yerel siyasi elitlerin millî hareketle ilişkiye geçme konusunda farklı tutumlar sergilediklerini belirtmek gerekir. Eski Sovyet-komünist nomenklatür (Mütellibov iktidarı) millî hareketin ve özellikle Ermenistan’ın Karabağ’a yönelik baskıları karşısında aciz kaldı. Etnik çatışma arifesinde ve çatışmanın yaşandığı ilk yıllarda Azerbaycan ve Ermenistan’daki durumu birbirinden farklı kılan ikinci önemli etkene de kısaca değinelim. Ermenistan’da nomenklatür aydınların çoğunluğu, millî hareketin temelini teşkil etti. Özellikle millî hareketin başlarında Zori Balayan, Silviya Kaputikyan, İgor Muradyan gibi aydınlar, Ermeni millî hareketinin sözcüsü rolünü üstlendiler. Bu aydınlar sık sık Moskova’ya giderek Sovyet liderleri karşısında, Ermeni iddialarını dile getirdiler. Azerbaycan’da ise nomenklatür entelijensiyanın (birkaç isim istisna) çoğunluğu millî harekete katılmaya cesaret edemedi, millî hareketle arasına mesafe koydu. Entelijensiyanın bu grubunun, kriz döneminde cesaret ettiği tek rol eski yönetimle yeni çıkan muhalefet arasında uzlaştırma göreviydi.
Azerbaycan ve Ermenistan’daki durumu farklı kılan üçüncü etkenin önemi de vurgulanmalıdır. Er- menistan’ın saldırılarının başından itibaren Sovyet yöneticilerinin Azerbaycan’la ve Ermenistan’la ilişkilerinin aynı olmadığı gözlenmekteydi. Genel Sekreter Gorbaçov, Karabağ benzeri etnik-sınır problemleri- nin fazlalığını ve “Karabağ örneği”nin Sovyet devleti coğrafyasına yayılması tehlikesini göz önüne alarak, görünürde tarafsız bir tutum sergiledi. Ancak Genel Sekreter’in Ermeni danışmanlara sahip olması, ardı ardına Ermenistan’dan temsilci heyetlerini kabul etmesi, özellikle eşi Raisa Gorbaçova’nın Ermenilere yakınlığı söylentileri, Azerbaycan’da şüphe ve tedirginlikle izlenmekteydi. Moskova basınının açık bir şekilde Ermeni yanlısı bir tutum sergilemesi, bu şüpheleri daha da artırdı. Özellikle Rus aydınlarının liberal kesimi “medeni, mağdur Ermenilerin” Karabağ iddialarını, mevcut durumun değişmesini tetikleyen bir etken olarak yorumlamaktaydı. “Gerici Müslüman Azerbaycanlılar” ise bu değişikliğin karşısında duran bir etken olarak değerlendirilmekteydi.(20) Sovyet liderlerinin Ermeni yanlısı olduğu yönündeki şüpheler, olayların gelişmesiyle doğrulandı. Ocak 1989’da, Moskova, Dağlık Karabağ’ı, Azerbaycan’ın yerel yönetiminin egemenliğinden alıp burada doğrudan Moskova’ya bağlı bir yönetim sistemi kurdu. Dağlık Karabağ’ın İdaresi Üzere Özel Komite olarak adlandırılan yeni kurumun başına İrevan’la özel ilişkileri olan, Arkadi Volski getirildi. Yerel düzeyde tam anlamıyla atıl hale gelen Sovyet hâkimiyetini pekiştirmek ve Azerbaycan’da güçlenen muhalefeti yok etmek için 19 Ocak 1990 gecesi, Sovyet Ordusu, Bakü ve Azerbaycan’ın diğer bölgelerinde katliama başladı, onlarca sivili öldürüldü. Sonraki yıllarda Hocalı Katliamı’nın (Mart 1992) gerçekleştirilmesi ve Karabağ ve Karabağ’a bitişik bölgelerin Ermenistan’ın işgaline maruz kalmasında, Rusya Federasyonu silahlı kuvvetlerinin önemli rolleri oldu.
Rusya yönetimi, Elçibey Hükûmeti’nin Bağımsız Devletler Teşkilatı üyeliği teklifini geri çevirme cesareti göstermesini affetmedi. 1993 Nisan ayının başlarında Rus askerî birliklerinin doğrudan katılımıyla Ermenistan ordusu, Kelbecer bölgesini işgal etti. BM Güvenlik Konseyinin 822 sayılı kararnamesine göre, Ermeni askerî birliklerinin işgal ettikleri arazileri boşaltması gerekiyordu. Ermenistan ve Karabağ Ermenileri bu kararnameye uyacaklarını belirttiler. Mutabakata göre Ermeni askerî birimlerinin, Kelbecer’den çıkartılmasına 27 Mayıs’ta başlanacak, 1 Haziran’da ateşkes ilan edilecek, işgalci güçlerin bölgeden çıkarılması 3 Haziran’da tamamlanacaktı. 6 Haziran’da ise Cenevre’de barış görüşmeleri başlayacak ve görüşmelerin sonuçları 15 Haziran’da Minsk Grubu çerçevesindeki müzakerelerde onaylanacaktı. Bu olayın üzerinden çok geçmeden Cumhurbaşkanı Elçibey, sonbaharda genel seçimlerin yapılacağını ilan etti. Bu, gecikmiş bir karar olsa da gerçekleşmesi durumunda yeni demokratik yönetimin pekişmesine katkı sağlayabilirdi. Mütellibov döneminde seçilen Yüksek Sovyet’in eski komünist milletvekilleri ise bu kararı açık bir şekilde hoşnutsuzlukla karşıladılar. Yüksek Sovyet’in “kanuni hâkimiyeti”nin yeniden kurulması sloganı, eski siyasi elit (öncelikle Mütellibov yandaşları) için birleştirici bir rol oynadı. Böyle bir hassas dönemde Rusya Cumhurbaşkanı’nın Karabağ problemi ile sorumlu büyükelçisi Vladimir Kazimirov, Elçibey yönetiminin Kelbecer’in işgalini güç bela savuşturduğunu ancak beklenmedik yeni durumlar karşısında ne yapacağını sorguladı.
Büyükelçi Kazimirov’un ifade ettiği “beklenmedik yeni durum” bu cümlelerin sarf edilmesinden hemen sonra ortaya çıktı. Rusya askerî birlikleri, kararlaştırılmış tarihten önce, istisnai olarak, 28 Mayıs’ta Gence’yi terk edip silahlarını, burada mevzilenmiş Albay Suret Hüseyinov’a bıraktı. Hükûmet askerî birliklerinin, 4 Haziran’da, Albay Hüseyinov’u silahsızlandırma eyleminin başarısızlıkla sonuçlanması, Hüseynov’un Gence’yi ve çevresini kontrolü altına almasına neden oldu. Bu durum, ülkede siyasi ve askerî bir krize yol açtı.
Albay Hüseyinov ayaklanmasını bastıramayan ve krize sürüklenen Elçibey iktidarı, krizden çıkış yolunu, Rusya ile sıkı ilişkileri olan ve Cumhurbaşkanı Elçibey’e sadakatini defalarca dile getirmiş olan Haydar Aliyev’e yardım için müracaat etmekte gördü. 9 Haziran’da Bakü’ye gelen Haydar Aliyev, Millî Meclis Başkanı seçildi ve Suret Hüseyinov’u ‘ikna etmek’ için Gence’ye gitti. Haydar Aliyev’le görüşmesinin ardından Albay Hüseyinov daha da uzlaşılmaz bir tutum sergilemeye başladı. Bakü’ye karşı ayaklanan asi Hüseyinov, bu defa Cumhurbaşkanı Elçibey’in istifa etmesini ve tutuklanmasını talep etmeye başladı. Cumhurbaşkanı Elçibey, 17- 18 Haziran gecesi, Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti’ndeki, doğduğu, Keleki Köyü’ne gitti. 24 Haziran’da, Millî Meclis, cumhurbaşkanı yetkilerini Aliyev’e devretti. 30 Haziran’da ise isyankâr Suret Hüseyinov, Başbakanlık görevine atandı.İç siyasi karışıklığı fırsat bilen Ermenistan, Karabağ’da askerî faaliyetlerini hızlandırdı. Daha önce işgal edilen Hankendi ( 25 Aralık 1991), Hocalı (26 Şubat 1992), Hocavend (2 Ekim 1992), Şuşa (8 Mayıs 1992), Laçın (18 Mayıs 1992), Kelbecer’in (2 Nisan 1993) yanı sıra; 23 Temmuz 1993’de Ağdam, 23 Ağustos’ta Füzuli, 23 Ağustos’ta Cebrayıl, 31 Ağustos’ta Gubatlı ve 29 Ekim’de Zengilan işgal edildi. 12 Mayıs 1994’te İkinci Karabağ Savaşı’nı (1987-1994) durduran Bişkek Protokolü imzalandı. AGİT Minsk Grubu eş başkanlarının (Rusya, ABD, Fransa) başını çektiği “Karabağ Barış Süreci” 26 yıl sonuçsuz sürüp gitti.
Makalenin yazıldığı Kasım ayı başlarında, Üçüncü Karabağ Savaşı devam etmektedir. Azerbaycan Ordusu, ezici üstünlüğe sahip, onun hedefe doğru ilerlemesini durduracak bir kuvvet yok gibi görünüyor. İşgal altındaki Karabağ topraklarının yaklaşık yarısı kurtarılmıştır. Bu savaş hakkında, genellikle Karabağ probleminin geçmişi ve sonuçları hakkında çok yazılacak, kapsamlı araştırmalar sürdürülecek. Şu anda, süreci çok yönlü olarak toparlamak için vakit henüz erken.
Savaş bazı sürprizler sundu, onlardan bahsetmek mümkündür. İlk sürpriz, Ermenilerin 30 yıl içinde pekiştirdiği istihkâm sistemini, Azerbaycan Ordu’sunun yarıp geçmesi, dış güçlerin planlarını bozması oldu. Modern silahlarla donatılan Azerbaycan Ordusu, işgalci Ermenistan silahlı kuvvetlerinin suni oluşturulan “yenilmezlik” efsanesini yerle bir etti. 14 Temmuz’da sergilenen millî irade, savaşın durdurulmasını değil devamını talep eden halkın azmi, Azerbaycan askerinin kahramanlığında kendini gösterdi.
Azerbaycan Cumhuriyeti yönetimi, uygun zamanda gereken kararı vererek millî iradenin ifadecisi oldu. Minsk Grubu eş başkanlarının dayattığı “Ermenistan-Azerbaycan, Dağlık Karabağ Konflikti” konseptini yırtıp attı. Sorunun anahtarının Moskova’da değil Azerbaycan’ın kendisinde olduğunu ispatladı. Türkiye, milleti ve devletiyle Azerbaycan’ın yanında yer aldı. Çok rahatlıkla şunu ifade edebiliriz: Kafkas İslam Ordusu örneği (1918) istisna olmakla, Türkiye ile Azerbaycan hiçbir zaman bu kadar yakın, iç içe olmamıştı. Çeşitli liderler tarafından dile getirilen “bir millet, iki devlet!” sloganı, sözden gerçeğe dönüşmüştür; bu tarihî bir kazanımdır.
Rusya Federasyonu’nun neden direkt sürece müdahil olmadığı daha çok konuşulacak. “Neden Rusya diplomatik baskılar, Ermenistan’a her gün silah ve mühimmatlar göndermekle yetindi?” sorusu çeşitli platformlarda tartışılacak. Belki de yukarıda belirtilen nedenlerden (Azerbaycan Ordusunun kahramanlığı, Azerbaycan Cumhurbaşkanı’nın kararlılığı, Türkiye’nin kardeşçe davranışı) dolayı, Rusya Hükûmeti geleneksel siyasetinden farklı davranış sergiledi. Zamanla sırlar açılacak.
Büyük güçlerin “Dağlık Karabağ’ın statüsü” meselesinde, Azerbaycan tarafına baskılarını şiddetle arttıracağı gayet beklenendir. Karabağ’daki Ermenilere 1923 modelinde değil hatta daha yumuşak şekilde bile bir statünün bağışlanması, gelecekte yeni Karabağ savaşının çıkması demek olur. Azerbaycan vatandaşlığını kabul eden Ermenilere kültürel özerklik haklarının verilmesi müzakere konusu olabilir. Neden çeşitli güçlerin “yüksek statülü Dağlık Karabağ” istekleri temelsizdir? Kısaca açıklamaya çalışalım.