19.03.2024

Kur’an’da insanın yaratılışı ve evrimi

Hayatın kaynağı nedir? Evrim olgusu Kur'an'da nasıl ele alınmıştır? Hangi ayetler oluşu haber verir? İnsanlar ve maymunlar akraba mıdır? Topraktan mı geldik? Evrim ilahi bir kanun mudur? Yaradılış sırası nasıl belirlenmiştir?


İsmail Yakıt-Kur’an’ı anlamak

İsmail Yakıt-Kur’an’ı anlamak

Yazı, Prof. Dr. İsmail YAKIT’ın “Kur’ân’ı Anlamak”
kitabından alınmıştır.

Editör: Demet Yener

Kur’an nasıl okunmalı ve yorumlanmalıdır?

Konunun Kur’an’daki ele alınış şeklini tespit etmeden önce, Kur’an’ın nasıl anlaşılıp yorumlanması gerektiği üzerinde birkaç hususu belirtmeğe çalışalım.

Kur’an kendi ifadesiyle, “en doğruya götüren bir kitap”tır (İsra,17/9). Hedefi kişinin mutluluğu ve hidayetidir. Bu anlamda, yol gösteren bir rehber durumundadır. Dolayısıyla bu­günkü anlamda bir felsefe ve bir ilim kitabı olmaktan uzaktır. Bununla beraber, ilmî ve felsefî düşünce ve yoruma açık ayetlerin sayısı oldukça fazladır. Böyle ayetler, Kur’an’ın asıl hedefi olan mutluluk ve hidayet için kişinin düşünüp araştırması, kendini ve kâinatı tanıması ve onları yöneten kanunları bulması, Tanrı’nın yaratma ve ilminin sonsuzluğunu anlaması gerektiğini vurgulamaktadır. Şu hâlde, Kur’an genel hatlarında insanın inandığı ile bildiği arasında bir irtibatın kurulması gerektiğini belirtmektedir.[1] Bu husus bizi sonunda imana götürecek bir tefekkür ve düşünce sisteminin Kur’an’da var olduğu noktasına ulaştıracaktır. Biz buna tabiri caizse “Kur’an fikir yapısı” veya “Kur’anî düşünce sistemi” diyoruz.

Kur’an’ın fikir yapısının iskeletini elde edebilmek için, ilk önce Kur’an’ı herhangi bir peşin fikre sahip olmaksızın objektif bir biçimde okumalıyız. Yani Kur’an’ı sonra çıkan İslâm düşünürlerinin kendi ekollerinin eğilimlerine uygun biçimdeki yorumlarının ve düşüncelerinin etkisi altında değil, bizzat Kur’an’ın kendi düşünce sistemi içinde anlamaya çalışmalıyız.[2] Yani Kur’an’ı bizi götürmek istediği düşünce sisteminin atmosferi altında okumalıyız. Diğer bir tabirle, Hz. Peygamber ve sahabelerinin anladıkları şekilde anlamaya çalışmalı, yani yalın ve sade bir şekilde anlamalı, sonra da kendi bilgi, fikir ve düşüncelerimizi bu temel üzerine oturtmalıyız.

Şurası muhakkaktır ki Kur’an’ı anlama insanın kendi düşünce ve kültürüne göre seyyaldir. Kendini okuyan ve araştıran insanla beraber anlamlar büyür ve gelişir. Yani insan kendi kültürü kadar Kur’an’ı anlar ve yorumlar. Fahrettin el-Râzî’nin ifadesiyle: “İnsan ne kadar âlimse Kur’an’ı o kadar fazla anlar.”[3]

Bir diğer husus, Kur’an’da neyi ararsak onu bir parça buluruz. Mesela düşünceleri birbirine zıt İslâm mezhepleri kendi görüşlerinin daha doğru olduğunu ispat için Kur’an ayetlerini gösteriyorlardı. Bu nevi zıtlıklardan kurtulmak için, Kur’an ayetleri arasında bir anlam zinciri kurmak gerekir. Yani, bir ayete verilen anlam ve onun yorumu, bir başka ayetle tevfik edilebilmelidir. Bu husus Kur’an’ı bir bütün içinde ele alıp onun fikir sistemi doğrultusunda olmalıdır. Aksi takdirde onu okuyan ve araştıranlar, kendi inanç ve düşüncelerindeki çelişkileri naslara atfedeceklerdir. Halbuki Kur’an, yukarıdaki satırlarda belirttiğimiz gibi, kişinin bilgisi ve inancı arasında bir irtibatı vurgulamaktadır. Öte yandan Kur’an, tefsir tarihi boyunca, müfessirlerin yaşadıkları asırların ilmî ve felsefî değerleri ve problemleri doğrultusunda yorumlana gelmiştir. Geçmişe nispeten ondan anlaşılanla şimdi anladıklarımız arasında farklar vardır. Bu bize: 1) İnsan olgunlaştıkça, irfanı arttıkça Kur’an’ın ona göre konuştuğu 2) Kur’an’ın her asrın değer ve mantığına hitap ettiğini gösterir. Bu iki noktayı iyice müşahede edebilmek için Kur’an’daki kavramların etimolojik ve semantik analizlerini yapmak gerekir. Kısaca Kur’an büyük bir medeniyet kuran kılavuzdur, ancak Kur’an’ın hakikatlerini tefsir eden, onu anlayıp tatbik eden insandır. İnsan olgunlaştığı, ilim ve irfanı arttığı ölçüde, hattâ kendini ve kâinatı daha iyi tanıdığı ölçüde, Kur’an’ı anlayacaktır. Netice olarak, Kur’an, her insana kendi kültür düzeyine göre başka şeyler söyleyecektir.

Şimdi, yaratılış ve evrim konusunu Kur’an açısından ele alarak, onun fikir sistemi doğrultusunda ve günümüzün modern biyolojik bilgilerinin ışığı altında ayetlerin yorumunu yapmaya çalışacağız.

Hayatın kaynağı sudur

Kur’an’da insanın yaratılışının, göklerin, yerin, bitkilerin ve hayvanların yaratılışından sonra olduğu görülmektedir. Dolayısıyla insan, insan olarak yaratıklar zincirinin en son halkasını teşkil etmektedir. Orijini ise, diğer canlılarla birlikte ilk hayatın orijinine kadar uzanmaktadır.

Canlı dünyasına ilişkin olarak hayatın orijini meselesi, Kur’an’ın muhtelif ayetlerine serpiştirilerek, Kur’an’ın insanı sevk etmek istediği düşünce istikametinde, inorganik yaratma ve organik yaratma bir sistem olarak karşımıza çıkmaktadır.

اولم ير الذين كفروا ان السموات و الأرض كانتا رتقا ففتقناهما

و جعلنا من الماء كل شئ حي أفلا يؤمنون

“İnkâr edenler, gökler ve yer yapışıkken onları ayırdığımızı ve bütün canlıları sudan meydana getirdiğimizi görmüyorlar mı?” (Enbiya, 21/30)

و الله خلق كل دابة من ماء فمنهم من يمشى على بطنه و منهم من

يمشى على رجلين ومنهم من يمشى على اربع يخلق الله ما يشاء ان

الله على كل شئ قدير.

“Allah bütün canlıları sudan yaratmıştır. Kimi karnı üzerinde sürünür, kimi iki ayakla yürür, kimi de dört ayakla yürür. Allah dilediğini yaratır. Allah şüphesiz her şeye Kâdir’dir” (Nur, 24/45)

الذى جعل لكم الأ رض مهدا وسلك لكم فيها سبلا وانزل من

السماء ماء فاخرجنا به أزواجا من نبات شتّى

“Sizin için yeryüzünü döşeyen, yollar açan, gökten su indiren O’dur. Biz bu su ile türlü türlü, çift çift bitkiler yetiştiririz.” (Taha, 20/53)

Bu ayetler bize gösteriyor ki, her canlı varlığın mahiyeti sudur ve sudan yaratılmıştır. Bu husus, canlıyı teşkil eden her hücrenin ilk elementinin su olduğunu belirler. Dolayısıyla susuz, yeryüzünde hayatın imkânsız olduğu da açıktır.

Ayetlerde geçen “min’el-ma” (من الماء) veya “min ma’in” (من ماء) ifadesi, gökten inen su, denizlerin suyu veya herhangi bir sıvı anlamlarına gelmektedir. Birinci anlamda, her nebatî hayatın zorunlu unsurudur. (20/53) İkinci anlamda, hayvanî hayatın teşekkülüne sebep olan herhangi bir su kastedilmektedir. (24/45) Üçüncü anlamda ise, dölleyici özelliği bulunan ve canlının üreme bezlerinden çıkan bir sıvı kastedilmektedir. Bu anlamda spermatozoidler söz konusudur.[4] Dolayısıyla insanın hilkatini bu su tayin etmektedir.

İnsan, kendini çevreleyen varlıklar arasında yaratılmıştır. İnsanın tabiata ve diğer yaratıklara hakimiyeti, kendisine ilahî ruh verilip akıl ve idrakini elde etmesinden sonradır. Bununla beraber insan, bedenî yönüyle kendinden önce yaratılmış diğer varlıklarla irtibat halindedir. Nitekim İslam düşüncesinde de insan, bedenî ve ruhî yönüyle ikilik arz eden bir varlık olarak düşünülmüştür. Aslında, insanı, bedenî ve ruhî yönüyle ikiye ayıran bizzat Kur’an’dır. Şu hâlde, insan maddî varlığı cihetiyle toprağa ve suya, ruhî varlığı yönüyle de bir üst âleme bağlıdır. Toprağa bağlılığı bize, insanın fizikî ve hayvanî görünümünü, âlem-i Emr’e bağlılığı da onun üstünlük ve halifelik yönünü verecektir. (Yakıt, l’Attitude., s. 139-140)

Gerçekten, “fert olarak insan, insan ırkının bir cüz’üdür. İnsan ırkı da daha geniş bir bütünün yani hayvanlar âleminin bir cüz’üdür. Hayvanlar âlemi de daha geniş bir bütünün nebatat hayatını içine alan organik âlemin bir cüz’üdür. Organik âlem de daha geniş bir âlemin yani hayvanat ve nebatat âlemini içine alan Arz’ın bir cüz’üdür. Arz da daha geniş bir bütünün yani bizim güneş sistemimizde doğrudan doğruya sayısı bilinmeyen güneş sistemlerinin ve samanyollarının bir cüz’üdür ve nihayet onlar da bütün kâinatın bir cüz’üdür.” Bu itibarla fert olarak insan, metamatik ve lojik prensiplerle kavrayamadığımız kâinatın doğrudan doğruya bir cüz’ü olmaktadır. Yani orijini, yaratılışı ve gayesinde tıpkı kâinat gibi- bir bütün olarak ve derinliğine anlayamayacağımız bir varlık olarak karşımıza çıkmaktadır. (Ensarî, s. 25) Bir diğer ifadeyle, fert olarak insanı idare eden kanun, daha geniş bir bütünün yani insanlığı idare eden kanunlar sisteminin bir cüz’üdür. Bu zincirleme bizi, kâinatı yöneten genel bir kanunun cüz’ü olmaya kadar götürecektir. Dolayısıyla kâinatı yaratan ve yöneten kanunla insanı yaratan ve yöneten kanunda bir aynilik olacaktır. Bu husus Kur’an’da açıkça belirtilmektedir.

ما خلقكم ولا بعثكم الاّ كنفس واحدة انّ الله سميع بصير

“Ey insanlar: Sizin yaratılmanız ve tekrar dirilmeniz tek bir nefsin yaratılması ve tekrar diriltilmesi gibidir. Şüphesiz Allah işitendir ve görendir.” (Lokman, 31/28)

Evrim ilahî bir kanun

Kur’anî ifadeler boyunca, insanın ister toprak ister nutfeden gelen maddî varlığının inorganik ve organik şartlara tamamen bağlı olarak tedricen gelişip tekâmül ettiği ayrıca kültürü, eğitimi ve irfânı arttıkça ruhî bir tekâmüle de uğradığını görmekteyiz. Genel olarak baktığımızda Kur’an’da insan için “inorganik”, “organik” ve “ruhî” olmak üzere üç nevi evrim olduğu göze çarpmaktadır. (Ateş, Kur. Gör. Ev. Teo., s. 127 vd. Yakıt, l’Attitude., s. 140) Biz burada insanın inorganik ve ruhî evrimini bir yana bırakarak, organik veya biyolojik evrim üzerinde ilgili ayetlere dikkatimizi teksif edeceğiz.

Biyolojik anlamda yani inorganik evrimde insan 1) topraktan gelerek tedricen gelişen 2) nutfeden itibaren tedricen gelişen varlık olarak iki görünüm arz etmektedir. Birincisi her ne kadar inorganik safhaları muhtevi olsa da belirli bir merhaleden sonra organik safhaya dönüşmekte ve bunun etaplarını izlemektedir. (Yakıt, l’Attitude., s. 140 vd.)

Şurasını önce belirtmek gerekir ki insanın evrimi Kur’an’da ilahî bir kanun olarak karşımıza çıkmaktadır.

ما لكم لا ترجون لله وقارا وقد خلقكم أطوارا

“Ne diye Allah’a gereği gibi bir davranışta bulunmuyorsunuz? Halbuki O sizi evrim merhalelerinden geçirerek yaratmıştır.” (Nuh, 71/13-14)

“Atvâran” kelimesi, tekili “bir halden diğer bir hale geçmek” veya “bir merhaleden diğerine geçmek” anlamına gelen “tavr” kelimesinden gelmedir. Mastarı olan “tatavvur”, günümüzdeki (evolution) kelimesine tekabül eder. Sinonimi olan “tahavvul” de dönüşümcülük (istihale) yani transformisme’in karşılığıdır. Söz konusu ayette “atvâran” kelimesi insan evriminin biyolojisindeki (étapes consécutives) denilen art arda gelen evrim merhalelerinin tümünü içermektedir. Şu hâlde bu kelimeyi “evrim merhaleleri” şeklinde yorumlamak gerekir. (Yakıt, l’Attitude., s. 141 vd.) Bazı müfessirlerce bu ayet, “bir halden diğerine” gibi spiral, “farklı şekiller altında”, “merhaleler halinde” gibi vertikal bir diyalektik şeklinde düşünülerek yorumlanmaktadır. Her halükârda bu ayet bize, evrimin tabiata bahşedilmiş ilahî bir kanun olduğunu gösterir.

İnsanın yaratılışı ve evrim etaplarıyla ilgili ayetleri sıralamadan önce, bu hususta Kur’an’ın Âdem yerine insan kelimesini kullandığını belirtmek gerekir. Zira insan kelimesi cins isim olarak bütün her insanı kapsamakta ve Âdem de bu kapsama girmektedir. Kur’an Âdem’i, bir yandan insanı temsil eden ve onu temel ve beşerî karakterleri açısından sembolize ederken, öte yandan beşeriyetin ilk peygamberi olarak göstermektedir. Şu hâlde, insanlığın yeryüzüne çıkışı ve evrimi konusunun, Peygamber Hz. Âdem’le hiçbir ilişiği yoktur. Zaten evrime karşı çıkanların en büyük yanılgısı Âdem’i ilk insan olarak telakki etmelerinden sudûr etmiştir. Muharref kitapların ve İsrailiyatın etkisinde kalan bazı Müslümanlar bu konuda, Kur’an’ın hakikatlerini maalesef anlayamamaktadırlar. Kaldı ki Kur’an vahiy öncesi beşeriyetin varlığını ima ederken ayrıca bize bir “Vahiy tarihini” vermektedir. Günümüz insanının tarihini “ilk Vahiy alan” diyebileceğimiz Âdem’den başlatmakta ise de Âdem’in ilk insan olduğunu ve bütün insanların biyolojik babası olduğunu belirtmez. Şu hâlde Kur’an’da insanın yaratılışı ve tekâmülü ile, Peygamber Hz. Âdem’in şahsında insanlığın halife oluşu ayrı ayrı şeylerdir. Şimdi konuya ilişkin ayetlerin yorumlarına geçelim.

إن مثل عيسى عند الله كمثل آدم خلقه من تراب ثم قال له كن فيكون

“Allah’ın indinde İsa’nın durumu, Âdem’in durumu gibidir. Onu da topraktan yarattı. Sonra ona “ol” dedi o da olur.” (Âl-i İmran, 3/59)

يا ايها الناس ان كنتم في ريب من البعث فإنا خلقناكم من تراب ثمّ

من نطفة ثمّ من علقة

“Ey insanlar! Öldükten sonra tekrar dirilmekte şüphede iseniz bilin ki ne olduğunuzu size açıklamak için, sizi önce topraktan sonra nutfeden sonra da alaqa (embriyon)’dan yarattık.” (Hacc, 22/5)

والله خلقكم من تراب ثمّ من نطفة ثمّ جعلكم أزواجا.

“Allah sizi topraktan sonra nutfeden yaratmış ve sizi çiftler halinde var etmiştir.” (Fatır, 35/11)

Bu ayetlerde dikkatimizi çeken, Âdem’in ve bütün insanların orijinlerinin toprak olduğudur. Hayatın orijini su, insanın orijinini toprak olarak belirten Kur’an, canlı varlık insanı, toprak ve su karışımı olarak görüyor. Şu hâlde insan, bugünkü haline gelmeden önce, ilk canlı hücrenin orijini kadar eski bir maziye sahiptir. Zaten Kur’an bize her ne zaman insanın orijininden bahsetse, onun ilk ve ana maddesini söylüyor ve geçirdiği evrim merhalelerini konteksi olmadıkça tek tek zikretmiyor, ilk yaratılışın Allah’ın “ol” (kun) emrine müteakiben olduğunu belirtiyor.

Ol emri

“Ol” emri Kur’an’da sekiz yerde geçer. Bunlardan dördü Hz. İsa hakkındadır. Diğer dördü de yaratma ve yeniden dirilme hususundadır. Kur’an’da insanların yaratılışı, yeniden dirilmeye bir delil olarak getirilmektedir. (metaforik bir ifâde ile)

“Allah insanı topraktan yarattı” ayeti, topraktan hayata doğru giden bir seleksiyonu (ıstıfa) belirler. “Ol” emri bu seleksiyonun bir insan varlık olması cihetinde verilmiştir.[5] Tanrı’nın ilmindeki mahiyet ile bu var oluş bir aynilik arz etmektedir. Buna Din Felsefesinde (coexistence) denir. Mahiyet “ol” emrine müteakiben evrim etaplarını izleyerek varlığa gelmektedir. Kur’an’a göre her evrim etabı yeni bir yaratmadır.[6] Kur’an’da bu oluşun keyfiyetini, önce insanı meydana getiren maddenin yaratılması sonra da ona şekil verilmesi şeklinde olduğunu aşağıdaki ayetten anlamaktayız.

الذى خلقك فسوّاك فعدلك فى اىّ صورة ما شاء ر كّبك

“O, seni yaratan, şekil veren ve mütenasib kılan ve dilediği şekilde seni terkib edendir.” (İnfitar, 82/6-8)

Allah, eğer insanı bir heykel varlık gibi yaratmış olsaydı tıpkı Âdem kıssasının halk inanışındaki şeklinde olduğu gibi ona şekil verişi, onu canlı olarak yaratmasından önce olurdu. Halbuki ayet, insanın önce canlı olarak yaratıldığını, sonra da ona şekil verildiğini söylüyor. Yani “hominisation” (insanlaşma) “ol” emri doğrultusunda, “canlı bir varlık” olarak yaratıl­masından sonradır.

Hayatın ve insanın ilk maddesi “ol” emrini alıyor ve bu “oluş” devam ediyor. Zira ayetin devamında “feyekun” (olur, olmaya devam eder) deniyor. Şimdiki ve geniş zaman kipi olan muzari sigası kullanılmış. Eğer geçmiş zaman kipi olan “fekâne” (oldu) şeklinde bu fiil ifade edilseydi, o zaman insanın yaratılışında bir evrimin ve seleksiyonun varlığı ve bu oluşun uzun bir zamanı gerektirdiği söz konusu edilemezdi. Öte yandan yaratmanın devamlılığını da gösteren bu ifadeler ünlü kelamcı Eş’arî’yi “Allah’ın her an yaratmakta olduğu ve yaratmanın durmadığı” fikrine götürmüştür. Şu hâlde âlem bir halden diğerine geçen bir oluş ve akış içindedir.

أنبتكم من الأرض نباتا

“Allah sizi yerden bir bitki olarak bitirdi.” (Nuh, 71/17)

Nuh Suresi’ndeki bu ayetten insanın yerden bir bitki olarak çıktığını, dolayısıyla bir nebatî hayata sahip bir dönem geçirdiğini ve bitkiler âlemiyle bir akrabalığının söz konusu olduğunu anlamamız da mümkündür. Şu hâlde ilahî irade “ol” emriyle insanı, nebatî ve hayvanî etaplardan geçirerek sonunda ona bir insan şekli vermiştir.

أكفرت بالذى خلقك من تراب ثمّ من نطفة ثمّ سوّاك رجلا.

“Seni önce topraktan sonra nutfeden yaratan sonra da seni insan şekline koyanı mı inkâr ediyorsun?” (Kehf, 18/37) ayeti bu gerçeği belirler.

“Ol” emriyle, inorganik bir maddeden organik maddeye, organik maddeden insan şeklini alışa kadar geçen bir periyot ile, ilâhî ruhun verilişiyle insanda bir psişik hayatı başlatan periyot arasında geçen zamanı Kur’an uzun bir zaman olarak açıklıyor.

هل أتى على الإنسان حين من الدهر لم يكن شئا مذكورا.

“İnsanoğlu, var edilip bahse değer bir şey olana kadar, şüphesiz uzun bir zaman geçmemiş midir?” (İnsan, 76/1)

Her canlı tek bir özden doğar

يا ايها الناس اتقوا ربكم الذى خلقكم من نفس واحدة وخلق

منها زوجها وبث منهما رجالاً كثيرا ونساء

“Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten ve ondan da eşini yaratan ve her ikisinden de çok sayıda erkek ve kadınlar çıkaran Rabbiniz’e karşı gelmekten sakının.” (Nisa, 4/1)

Bu ayette insanların tek bir nefisten yaratıldığı söz konusudur. Şurası muhakkaktır ki, müfessirlerin birçoğu, hattâ hepsi, “nefs vâhide”den gayenin Âdem, “eşi” tabirinden de Havva olduğu üzerinde bir icmanın varlığından bahsederler. Buradan hareketle Âdem’e “ebu’l-beşer” lakabının verildiğini ve bunun da biyolojik baba anlamına geldiğini söylerler.[7] Bu ayette bir icmanın söz konusu olmaması gerekir. Çünkü icma, ahbar değil ahkâm ayetlerinde olur.

Her ne kadar bu ayet bize insanın bir nefs vâhide’den yaratıldığını söylese de bunun Hz. Âdem olduğunu belirtmiyor. Zaten “nefs vâhide” Âdem’in müradifi de değildir. Âdem özel isim olarak “ma’rife”, nefs vahide ise “nekire”dir. Âdem müzekker, bu tabir ise müennestir. Abduh ve Akseki gibi bilginler, bu anlamın ayetin kendinden çıkarılan bir anlam olmadığını bilakis, israiliyyat tesirinde olan müfessirlerin, nefs vâhide’yi Âdem olarak yorumladıklarını belirtirler. Menar Tefsiri ayrıca, nefs vâhide’yi Kureyş’in ataları diye yorumlayanların varlığından da bahseder. (Akseki, s. 82 vd. Tefsir el-Menar, IV, 327) Öte yandan Araf Suresi 189-190’ıncı ayetlerde nefs vâhideden yaratılan kişinin Allah’a şirk koştuğundan bahsediliyor. Şu halde nefs vâhide’yi “Hz. Âdem” olarak yorumlamak hiç mümkün değildir.

Fahrettin el-Razî, nefs vâhide’nin “Allah’ın İlmi’nin ve Hikmet’inin kemalini açıklamakta” olduğunu söyler ve bir mutezilî olan Ebu Müslim el-İsfehanî’nin ayette geçen “zevc” kelimesini “tür” olarak yorumladığını da kaydeder. (Razî, Tefsir, IX, 161)

  1. el-İsfehanî “nefs vâhide”nin “kâinat” anlamına gelebileceğini söylerken H. Yusuf Alî de onu “aynı türden” şeklinde anlamıştır.[8] Menâr Tefsiri de bu hususta: “İnsanı meydana getiren mahiyet veya hakikattir ki, insan bununla diğer varlıklardan ayrılır.” diyor. Şu hâlde, nefs vahide kelimesini Âdem’le yorumlamaktan ziyade, onu M. Abduh ve A. H. Akseki’nin anladığı gibi: “el-hakikatu’l-insaniyye” (insanî gerçek) ve hayatın nutfesi veya insanı meydana getiren su veya prensip şeklinde anlamalıdır ki, bu anlam diğer ayetlerle tevfik edilebilsin. (Akseki, s. 82 vd; Menar, IV, 327) Öte yandan, “Allah sizi topraktan (tîn) yarattı.” ayetindeki “kum” (sizi) zamiri bütün insanları ve Âdem’i de kapsamaktadır. Diğer bir ayette de:

يا ايها الناس انّا خلقنا كم من ذكر وانثى

“Ey insanlar! Sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık.” (Hucurat, 49/13) diyor.

Burada kullanılan kelimeler, erkeklik ve dişilik anlamına gelen “zeker” ve “unsa”dır. Adam ve kadın anlamına gelen “racul” ve “imre’e” kelimeleri kullanılmamıştır. Bugün “zeker” ve “unsa”dan sperm hayvancığı ile dişilik yumurtasını anlamak mümkündür. (Yakıt, l’Attitude., s. 148) Ayrıca (x) ve (y) kromozomlarını da düşündürebilir. Sonuç olarak “nefs vâhide”den; insanı meydana getiren ve ona hayat bahşeden sıvıyı veya prensibi anlamak gerekiyor.

Evrimin aşamaları

الذى احسن كل شئ خلقه وبدأ خلق الانسان من طين ثمّ

جعل نسله من سلالة من ماء مهين. ثمّ سوّاه ونفخ فيه من روحه

وجعل لكم السمع والأبصار والأفئدة قليلا ما تشكرون.

“Her şeyin hilkatini en güzel yapan ve insanı yaratmaya çamurdan başlayan O’dur. İnsanın neslini hakir bir sudan yapan, sonra onu şekillendirip ruhundan üfüren ve sizin için kulak, gözler ve kalpler var eden O’dur. Doğrusu şükrünüz pek az.” (Secde, 7-9) ayetinde “insanı yaratmaya çamurdan başladı” ifadesi, yaratmanın aniden olmadığını, merhalelerle meydana geldiğini belirtmektedir.

Bu ayette dikkatimizi çeken bir diğer nokta da kendisine ruh verilene kadar insandan üçüncü şahıs olarak bahsedilmiş, ruh ve idrak verildikten sonra muhatab sıgasının kullanılmış olmasıdır.

İnsanın insan şekline gelişi de muhtelif merhalelerden sonra olmuştur. İnsanın inorganik maddesinin evrimi yedi merhale ile gerçekleşmiştir. Bunlar sırasıyla: toprak (turâb), çamur (tîn), değişken cıvık ve kokulu çamur (hama’in mesnûn), yapışkan çamur (tîn lâzib), pişmemiş kuru çamur (salsâl), pişmiş çamur (salsal ke’l-fahhâr), çamurdan süzülen bir öz (sulâle min tîn).

“Sulâle”, insanın organik evrim döneminin ilk etabı olarak kabul edilebilir. Daha önceki merhalelerden süzülerek gelen bir öz unsuru belirler. “Sulâle” kelimesi aynı zamanda meni (sperme) ve nutfe (spermatozoide) kelimelerinin sinonimidir. Ayrıca buna “protoplazma” da denmektedir. (Menar, III, 320)

İnorganik etaplardan sonra ilk canlı hücre, “Ol” emri doğrultusunda, yeni bir yaratılmaya geçmiş, ilâhî iradenin kontrolü altında çeşitli ayıklama ve değişmeler geçirerek insan olmak üzere oluşa devam etmiştir. Hayatın bu yönelişinde insan, organik âlemin bütün türleriyle bir beraberlik arzetmektedir. Önce ilkel bitkileri, sonra tohumlu yüksek bitkileri meydana getiren hayat, daha sonra da hayvanlar âlemini basitten mürekkebe doğru ortaya çıkarmıştır. “Biyolojik Nesil Ağacı”nın ana gövdesi ve uzantısı olan dal diyebileceğimiz insan, daha sonra akıl ve idrakına kavuşarak, organik dünyanın en mütekâmil varlığı olmuştur.

Ruhun verilişi

Balçıktan süzülerek gelen sulâle, insanın ilk organik maddesi olmuş, aradan uzun bir zaman geçtikten sonra da insan şeklini almış sonra da kendisine aklî melekeler anlamında “Ruh” verilmiştir.

و اذ قال ربك للملائكة إنّى خالق بشراً من صلصال من حمأ مسنون

فإذا سوّيته ونفخت فيه من روحي فقعوا له ساجدين.

“Rabbin meleklere: ‘Ben yeryüzünde balçıktan bir insan türü (beşer) yaratmaktayım, ona insan şekli verip ruhumdan üfürdüğümde ona secdeye kapanın’ demişti” (Hicr, 15/28) ayetinde ruhun verilişinin insan şeklini aldıktan sonra olduğunu belirtiyor. Yani bu canlı varlığa, aklî melekeler kazandırılmıştır. Bu meleklerin insana ilk secdesidir. İkinci secdeleri ise “Esma” (isimler)in öğretilmesi ve bu isimleri Âdem’in tek tek bildirmesinden sonra olmuştur. Melekler dolayısıyla insana iki defa secde etmişlerdir.[9]

Seleksiyon konusu

Seleksiyon (ıstıfa, ayıklama) aynı zamanda Kur’anî bir tabirdir. İlâhî irade onu yönetmektedir. Aşağıdaki ayetten anlaşılan da budur.

وربك يخلق ما يشاء ويختار.

“Rabbin dilediğini yaratır ve seçer.” (Kasas, 28/68)

Bu seçiş veya ayıklama, materyalistlerin iddia ettikleri gibi tesadüf veya tabiatın kör bir oyunu şeklinde olmadığını, bunun Tanrı’nın tabiata bahşettiği bir kanundan ibaret olduğunu Kur’an belirtmekle beraber, bu seleksiyona Tanrı’nın dilemesiyle gerekli ilaveler de yapıldığını söyler.

.يزيد فى الخلق ما يشاء ان الله على كل شئ قدير

“Hilkate dilediğini ilave eder. Şüphesiz Allah her şeye Kâdir’dir.” (Fatır, 35/1)

Bu hususta ayrıca biyolistlerin Darwin’den kaynaklanan “tabiî ve sun’î ayıklama” fikirlerine dahî Kur’an’da rastlamaktayız.

سبحان الذى خلق الأزواج كلها مماتنبت الأرض ومن أنفسهم ومما لايعلمون

“Arzda kendiliğinden biten, sizin kendinizin yaptıklarından ve daha bilmedikleri şeylerden çift çift yaratan Allah noksanlıktan münezzehtir.” (Yasin, 36/36)

İnsan kelimesinin anlamı

İnsan türü geçirdiği seleksiyonla diğer türlerden ayrılmış ve kendine özgü bir şekli aldıktan sonra, ruhla idrak eden bir varlık olmuştur. İnsan adını bu etaptan sonra kazanmıştır. Burada insan kelimesinin kökeninden ve semantik analizinden bahsetmekte yarar görmekteyiz.

İbn Manzûr, insan kelimesinin aslının “insiyân” olduğunu, bunun da unutmak anlamına gelen “nisyân” ile irtibatını belirterek İbn Abbas’ın şu sözünü nakleder: “İnsana insan adının verilmesi kendisiyle yapılan anlaşmayı unutmasından dolayıdır.” İbn Manzûr, ayrıca “ins” kökünün insan kelimesine asıl teşkil ettiğini belirtiyor ve bu kökün bir diğer çoğulunun “enes” olduğunu söyleyerek, bunun da insanlar topluluğu, yerleşik bir kabile veya bir yerin ahalisi anlamında olduğunu kaydediyor. “Enes’in ayrıca, vahşetin zıttı, alışma, evcilleşme ve uysallaşma” anlamında olduğunu da söylerken, “ins” kökünün diğer anlamlarını da sıralamıştır. Ona göre “ins”: “beşer, Âdem oğulları, evlere alışan varlık, nefs, görme, işitme, duyma ve herhangi bir fert.” anlamına gelmektedir.[10]

İbn Fâris ise “E-N-S” kökünden, “bir şeyin zuhuru ve vahşileşme yolundan ayrılan her şey” anlamında olduğunu söyler.[11]

İbn Miskeveyh, Kınalızâde Ali ve Erzurumlu İbrahim Hakkı gibi düşünürler, varlıkların sınıflamasını yaparken; insanla hayvan arasında maymunu ve “nesnas” adını verdikleri insan öncesi henüz uysallaşmamış vahşi bir yaratığı da koyarlar (Yakıt, l’Attitude., s. 288-289)

Evrim hattı açısından, paleontolojistler insan ırkının, hayvan flum (phylum)larından sapması (déviation phylogénétique) ve insan öncesi (préhumain) varlıkları tasnif ederek onları “Homo erectus-Homo habilis-Homo sapiens” adını vermişlerdir. Bugünkü anlamda modern insanı karşılayan tabiri de “sapiens-sapiens” olarak belirtmişlerdir (Yakıt, l’Attitude., s. 272)

Bütün bu açıklamalardan anlaşılıyor ki; İnsan, aklî melekesine kavuşarak ve metafizik anlamda hayr ve şerri ayırabilen ve Tanrı’nın kendisine muhatap kıldığı bir varlık olmasından ve düşüncesiyle davranışlarını kontrol edebilecek bir seviyeye gelip vahşiliği terk etmesinden sonra “insan” adını almıştır.

Maymun meselesi

Darwin’e atfedilen aslında J. Huxley’in fikri olan “insanın maymundan gelmesi” nazariyesine gelince; bu hususun ilmen çürütüldüğünü doktora çalışmalarımız boyunca açıkça tespit ettik. Artık birinin diğerinden gelmesi söz konusu değildir. Her iki tür, “Biyolojik Evrim Ağacı”nın veya başka bir tabirle memeliler grubunun iki ayrı dalını teşkil etmektedirler. (Yakıt, l’Attitude.)

Kur’an’da bu hususu açıkça görmek mümkündür. Her şeye hilkatinin verildiğinden bahseden ayetten, her varlığın kendi türüne ait bir yaratılması olduğunu anlıyoruz.

. . .قال ربنا الذى اعطى كل شئ خلقه ثمّ هدى.

“(Musa): ‘Rabbimiz her şeye hilkatini veren ve ona yol gösterendir.’ dedi.” (Taha, 20/51)

Her türün kendine ait bir hilkatinin olması, bizde, türler oluştuktan sonra her tür kendini meydana getirecek bir tohuma sahip oluyor ve hepsi kendi türü içinde kemale eriyor şeklinde bir fikir hasıl ediyor. Şu hâlde insan türü kendine has bir hilkati izlemiştir. Maymun türü de kendine has bir hilkat izlemiştir. Bu yorumların ışığı altında şu ayeti nasıl açıklayabiliriz.

. . .فقلنا لهم كونوا قردة خاسئين.

“Onlara ‘zelil maymunlar olun’ dedik.” (Bakara, 2/65)

İbn Cerîr’de geçen bir hadisten: “kalplerinin değiştiğini” anlıyoruz. (Alusi, Tefsir, I, 234; Kutub, Tefsir, I, 159; Ateş, Kur. Gör. Evr. Teo., s. 131) Ayete biyolojik bir yaklaşımda bulunmak istersek, bunun (régression) adı verilen geriye yönelik evrime bir örnek teşkil ettiğini görürüz.[12] Başka bir memelinin adından ziyade maymunun zikredilmesi, insanla maymunun yakın türler olduklarını ve ortak bir ataya sahip olabileceğini de düşündürmektedir.

Yaratılış ve evrim şeması

الذى احسن كل شئ خلقه وبدأ خلق الانسان من طين ثمّ جعل نسله

من سلالة من ماء مهين. ثمّ سوّاه ونفخ فيه من روحه وجعل لكم

السمع والأبصار والأفئدة قليلا ما تشكرون.

“Her şeyin hilkatini en güzel yapan ve insanı yaratmaya çamurdan başlayan O’dur. İnsanın neslini hakir sudan yapan, sonra onu şekillendirip ruhundan üfüren ve sizin için kulak, gözler ve kalpler var eden O’dur. Doğrusu şükrünüz pek az.” (Secde, 32/7-9)

“…insanı yaratmaya çamurdan başladı” kısmı inorganik devir,

“…onun neslini hakir bir sudan yaptı” kısmı organik devir,

“…onu tesviye etti, ona ruhundan üfürdü, ve sizin için kulak, gözler ve kalpler var etti” kısmı da insanlaşma devri, bir diğer tabirle hominisation devridir.

Aynı devirleri bir diğer ayette de görmek mümkündür.

أكفرت بالذى خلقك من تراب ثمّ من نطفة ثمّ سوّاك رجلا.

“.  Seni önce topraktan sonra nutfeden yaratan sonra da seni insan şekline koyanı mı inkâr ediyorsun?” (Kehf, 18/37)

“…önce topraktan” kısmı, inorganik devir, “…sonra nutfeden yarattı.” kısmı organik devir, “…sonra da seni insan şekline koyan.” kısmı hominisation devrini verir. İnorganik devir daha önceki sayfalarda sıraladığımız etapları içerir. Organik devir de ana karnındaki geçirilen etaplardan ibarettir. Kur’an’a göre[13] bu etaplar: “spermatozoid (nutfe), döllenmiş yumurta (embriyon veya zygotte), fötüs (mudga), kemik dokularının teşekkülü (ızam), et dokuları ve kasların teşekkülü (lahm), başka bir yaratma (halkan ahar), çocuk (tıfl) ruhun verilişi ve insanlaşma devri, organik devrin “başka bir yaratma” adını alan etabından sonradır. Biyolojik tabirle bu déviation ontogénétique’dir.

 

 

[1] Bkz. Yakıt (İ.), I’Attitude du Christianisma et de I’Islam en Face du Darwinisme-Etudes Comparées-, Doktora Tezi, Paris, 1979, s.2 ve 185 vd.

[2] Bkz. Izutsu (Dr. Toshihiko), Kur’ân’da Allah ve İnsan, çev. Doç. Dr. S. Ateş, Ankara, 1975, s. 68-9.

[3] Bkz. Razi (F.), el-Tefsir el-Kebîr (Mefâtih el-Gayb), mukaddime ve muhtelif ayetlerin yorumu.

[4] Bucaılle (M.), La Bible Le Coran en La Science, s.188 vd., Paris, 1976.

[5] Akseki (A.H.), “Âdem” adlı makale, İslâm-Türk Ansiklopedisi, c.I, s.82, İstanbul, 1935; Bkz. Yazır (M.H.), Hak Dini Kur’ân Dili, c.2, s.118 vd. İstanbul, 1935.

[6] Yaratma (halaka) kelimesi yoktan var etmek değil, var olan bir şeyden bir şey yaratmak demektir. Bu itibarla “min” harf-i ceriyle kullanılır. Yoktan yaratmanın fiili (bere’a)dir.

[7] Arapçadan “baba” kelimesinin yalnız, maddî varlığın sebebi olan biyolojik anlamda bir baba olmadığını, bunun çoğu kez, liderlik, yaşlılık, öncülük veya bir vasfa sahiplik anlamında kullanılan bir lakap olduğunu görmekteyiz. Ebû Cehl(=cehaletin babası), Ebû Leheb(=ateş babası), Ebû Lahm(=et babası=şişman), Ebu Hureyre(=Kedi babası) vs. Keza Kur’an’da “millete abîkum İbrahim” “babanız İbrahim’in dini” (Hac, 22/78) tabiri geçmektedir. Burada Hz. İbrahim’in Müslümanların biyolojik babası anlamında değildir. Aynı şekilde, Kur’an’da sunulan ilahî senaryoda melekler ibadete ait, İblis şeytanî, Âdem de beşerî vasıfları temsil etmektedir. “Ebû’l-beşer” tabiri de bu şekilde anlaşılmalıdır.

[8] İsfehanî (R.), Tafsilu’l-Nes’eteun ve Tahsilu’s-Sa’adeteun, çev. L. Doğan, Mutluluğun Kazanılması, s.43, Ankara, 1974; Bkz. S. M. Ali, The Holy Quran, s.198.

[9] Bu iki secdenin namazların her rekâtında yapılan iki secde ile metafizik bir irtibatı olduğu kanaatindeyiz.

[10] İbn Manzûr, Lisan el-Arab el-Muhit, C. I, s.112-113, Beyrut, 1972.

[11] İbn Faris, Mu’cemu Mekayıs el-Luğa, C. I, s.145, A. Selam M. Harun tahkiki, 2. Bas., Kahire, 1969.

[12] Geriye yönelik evrim için bkz. Yakıt (İ.), A.g.t., s.163 vd., Genel Biyoloji, s. 716, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1979.

[13] İnsanın ana karnındaki teşekkül devri ve etapları için bkz. Kur’an 22/5 ve 23/12-5 embriyolojik ve histolojik yorumları için bkz. Yakıt (İ.), A.g.t., s.237-270; Yakıt (İ.), Analyse sémantique et sens scientifique du mot alaqa dans le Coran, bu makale Dr. Z. M. el-Hudeyri tarafından Arapçaya çevrilmiş ve “El-Urva el-Vuska”da basılmıştır. Kahire, 1982, s.1-6 Burada “alaqa”nın “kan pıhtısı” olmadığını “döllenmiş yumurta=zygotte veya embriyon” olduğunu ispata çalıştık.

 

Kaynaklar

Akseki (A. H.), “Âdem” maddesi, İslâm-Türk Ansiklopedisi, c. I, s. 82, İstanbul, 1935.

Alusi, Ruhu’l-Meânî fî Tefsiri’l-Kur’âni’l-Azîm ve’s-Seb’il-Mesânî (I-IX), Bulak, 1301.

Ateş (S.), Kur’an-ı Kerim’e Göre Evrim Teorisi, A. Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, S. XX, Ankara, 1975.

Bucaille (M.), La Bible Le Coran en La Science, s. 188 vd., Paris, 1976.

Genel Biyoloji, S. 716, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1979.

Izutsu (Dr. Toshihiko), Kur’an’da Allah ve İnsan, çev. Doç. Dr. S. Ateş, Ankara, 1975.

İbn Faris, Mu’cemu Mekayıs el-Luğa, A. Selam M. Harun tahkiki, 2. Bas., Kahire, 1969.

İbn Manzûr, Lisan el-Arab el-Muhit, Beyrut, 1972.

İsfehani (R.), Tafsilu’l-Neş’eteyn ve Tahsilu’s-Sa’adeteyn, çev. L. Doğan, Mutluluğun Kazanılması, Ankara, 1974.

Kutub (S.), Fi-Zılâli’l- Kur’an, (I-IX), 7. Baskı, Beyrut, 1971.

Razi (F.), el-Tefsir el-Kebîr (Mefâtih el-Gayb), (I-XXXVI), Tahran, ts.

Reşit Rıza, Tefsir el-Menar (I-IV).

Yakıt (İ.), Analise sémantique et Sens scientifique du Mot alaqa Dans le Coran, Arapça terc., Dr. Z. M. el-Hudeyri “El-Urva el-Vuska”. Kahire, 1982.

Yakıt (İ.), I’Attitude du Christianisme et de I’Islam en Face du Darwinisme-Etudes Comparées-, (Doktora Tezi), Paris, 1979.

Yazır (M. H.), Hak Dini Kur’an Dili, (I-IX) İstanbul, 1935.

Yazar

İsmail Yakıt

Peki ben ne yapabilirim?
Bizi okuyor, beğeniyor ve “Peki ben ne yapabilirim?” diye soruyor musunuz? Bağış yaparak bizi destekleyebilirsiniz. Bağışlarınızla faaliyetlerimiz daha sık, daha geniş ve daha etkili olacaktır. TIKLAYINIZ!

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar