Yükleniyor...
Nevruz (diğer adıyla Ergenekon Bayramı, Bozkurt ve Oğuz Bayramı, Ulu Gün, Yeni Gün, Yaz Bayramı), Türk’ün bayramıdır. Ergenekon’dan çıkışımızın 4661. yıldönümüdür.
Türk’ün Ergenekon’dan çıkışını, yani yeniden tarih sahnesine çıkışını, yeni bir yılın başlamasını ifade eden bir gündür.
Türklerin Ergenekon’dan çıktığı tarih olan 21 Mart tarihinde kutlanır. Yine aynı zamanda baharın ve yazın habercisidir.
12 Hayvanlı Türk takvimine göre bu 21 Mart’ta 4662’inci yıla gireceğiz..
Atalarının bayramına sahip çık ey TÜRK!
Nevruz geleneği ne Sünnilikle, ne Alevilikle, ne Bektaşilikle doğrudan doğuş bağlantısı olmayan, İslâmiyet’ten çok öncelere giden bir gelenektir. Yani bir dinin veya mezhebin bayramı değildir. Bu yüzden de herhangi bir şekilde bir mezhep adına, bir din adına, bir etnik menşe adına bağlı gösterilmesi, istismar edilmesi bir ayrılık unsuru olarak takdim edilmeye çalışılması yanlıştır. Tarihin ve kültürün bütün gerçeklerine aykırıdır.
Nevruz; Türk insanını birbirine kenetleyen, bağlayan, Ergenekon’dan demir dağları eriterek dirilen atalarının ruhlarıyla yanan bir ateştir. Bu ateş, hiç sönmeden binlerce yıl yandı ve gelecekte de kıvılcımlarından binlerce gönlü tutuşturarak ortak kültür ocağında binlerce ruhu ısıtacaktır. Avrasya’nın, Türk âleminin Nevruz toyu kutlu olsun, Nevruz gülleri geleceğe umutlar taşısın…
21 Mart günü, gece ile gündüz eşit olur. Bundan sonra gündüzler uzamaya başlar. Halk arasında bu tarihe gün dönümü denir. O gün bahar başlar ve 92 gün 20 saat, 4 dakika ve 27 saniye sürer ve yaza ulaşır.
21 Mart’a kadar güney yarımküreye daha çok ısı ve ışık veren güneş, bu tarihten itibaren kuzey yarımküreyi daha çok ısıtmaya başlar. Kış mevsimi yerini bahara bırakır. Tabiat canlanmaya başlar.
Bu sebeple 21 Mart, birçok kültürde yaradılışı sembolize eden bir gün olarak kabul edilmiştir. Bazı bölgelerde, Hazreti Âdem’in yaratıldığı gün, Hazreti Nuh’un gemisinin karaya oturduğu gün gibi, başlangıcı esas alan anlamlar yüklenmiştir.
Tabiat ile iç içe, kucak kucağa yaşayan, toprağı ana olarak vasıflandıran Türkün düşünce sisteminde baharın gelişi elbette önemli bir yere sahip olacaktı.
Nevruz, Türk dünyasının kuzeyinden güneyine, batısından doğusuna kadar uzanan engin coğrafyada yaşayan toplulukların pek çoğu tarafından yaygın olarak kutlanan bahar bayramıdır.
Bütün bayramların dinî ve millî bir inanıştan, o toplumu ilgilendiren ortak bir hatıradan, geleneklerden, duygulardan ve tabiatın insanlara tesir eden bir olayından doğduğuna inanılır.
Genellikle Nevruz, yani Farsça Yeni Gün adını taşıyan bahar bayramı, insan ruhunun tabiattaki uyanışıyla birlikte kutladığı bir bayramdır.
Böyle bir bayramın, yani mevsimlerin değişikliğinden doğan özel günlerin, başka başka adlar altında birçok milletin sosyal hayatında yer aldığı da bilinmektedir.
Mesela, Hıristiyan âleminin dinî muhteva ile şekillendirerek ve Noel Baba sembolü ile karlar ülkesinden geyiklerin çektiği kızaklarla neşe ve ümitleri taşıdığı Noel Bayramı bunun farklı bir örneğini teşkil eder. Bu kutlamalarda yine bahara duyulan özlem çam ağacı motifi etrafında şekillendiriliyor.
Aynı zamanda bir takvim değişikliğini de ifade eden bu kutlamalara baktığımızda Türk’ün kutladığı bahar bayramının da bir takvim değişikliğini yansıttığı görülüyor.
Burada dikkati çeken husus baharın başladığı zamandır. Türk, bu takvim değişikliğini toprağın uyandığı gün ile özdeşleştirmiştir.
Çin kaynakları, Hunların milattan yüzlerce yıl önceleri 21 Martta kırlara çıktıklarını, bahar şenlikleri yaptıklarını, Nevruzu kutladıklarını ifade etmektedir.
Bir başka rivayet de bu günün bir kurtuluş günü kabul edilmesidir. Yani Ergenekon’dan çıkıştır. Bu yüzden de kuzeyden güneye, en doğudan en batıya kadar, Türk milletin yaşadığı her yerde NEVRUZ’un kutlanması bu ortak kurtuluşa dayandırılır.
Türk kamları dualarında, niyazlarında baharın ve kurtuluşun coşkusunu:
“…(Türkün Atası), Yüce Gök Tanrı’nın ilk defa gürlediği, yağız yer, altmış türlü çiçeklerle ilk defa bezendiği, altmış türlü hayvan sürülerinin ilk defa kişnediği ve melediği zaman sen yaratıldın!…”
şeklinde ifade ediyorlardı.
Ergenekon’dan çıkış tarihini, yeni yılın da başlangıcı olarak kabul eden Göktürk Hakanları her yıl bu tarihte kızdırdıkları demir, örs ve çekiçle döverek, o günü simgeleştirdiler.
Türkler, İslamiyet’i kabul ettikten sonra da yeni anlamlar yükleyerek Nevruz geleneklerini yaşatmaya devam ettiler. Nevruz gününü, Allah’ın yeryüzünü yarattığı gün, Âdem Aleyhisselam’ın yaratıldığı gün, Yusuf Peygamberin kuyudan kurtulduğu gün gibi İslami motifleri de ekleyerek nevruzu yaşatmaya devam etmişlerdir.
Selçuklu hükümdarı Melikşah zamanında, yine Nevruz gününü yılın ilk günü kabul eden bir takvim hazırlanmıştı. Adına da sultana izafeten Takvim-i Sultani adı verilmişti.
Osmanlı sarayında da Nevruza özel bir önem verilirdi. Müneccimbaşılar yeni takvimler hazırlar, padişaha sunarlardı. Ziyaretler yapılır eğlenceler düzenlenirdi. Şairler tarafından Nevrûziyyeler yazılırdı. Saray hekimbaşıları tarafından çeşitli baharatlardan hazırlanan macunlar saray erkânına sunulurdu. Bugün Manisa’da bu geleneğin uzantısı, halka dağıtılan mesir macunuyla hâlâ devam etmektedir.
Nevruz, Türk dünyasının her yerinde kamların, ozanların dilinde, bahşıların âşıkların sazında, şairlerin mısralarında da günümüze kadar yaşadı.
Nevruz, Türkiye’de Cumhuriyetin ilanından sonra da bir süre resmî bayram olarak kutlanmıştı. 1925 yılında Ankara’da nevruz münasebetiyle Mustafa Kemal Paşanın huzurunda yapılan resmigeçitte, askerî kıtalar başlarında gök sancaklar, al sancaklar olduğu hâlde yürümüştü. 1926 yılında Miladi takvimin kabul edilmesinden sonra nevruz yılbaşı olmaktan çıkmıştır.
Türkiye’de, 1926 yılından sonra halk tarafından yaşatılmıştı. Doğudan batıya, kuzeyden güneye birçok yerde, bahar bayramı olarak nevruz gelenekleri yaşamıştı. Son dönemlerde devlet seviyesinde kutlamalar yeniden yaygınlaşmıştır.
1921 yılında Azerbaycan’ın o zamanki sosyalist devlet başkanı, Neriman Nerimanov, Mustafa Kemal Paşaya çektiği 24 Mart 1921 tarihli telgrafta:
“…..Cenubi Kafkasya Komiseri, Azerbaycan Serbest Harbiye Mektebi talebeleri iki bölüklü Suvari Nişancı Türk Alayı askerleri, Türk Milletinin, büyük Nevruz Bayramını tebrik ediyor ve biz ümid ediyoruz ki Azerbaycan İnkilap Ordusu kahraman Türk ordusu ile beraber garp emperyalizmi tazyikinde bulunan şark milletlerini yakında kurtarırlar. Yaşasın şark inkilap başkanı Mustafa Kemal…”
diyerek Nevruz Bayramı’nı kutluyordu.
Bu bayram, İslamiyet’i kabul etmiş olan ilk Müslüman konargöçer Türk topluluklarında; sürgün avı, toy, şölen, yuğ vb. gibi İslamiyet’le çatışmayan âdetlerden biri olarak devam edegelmiştir.
Nevruz, eldeki tarihi kaynaklardan hareketle en eski Türk âdetlerinden, bayramlarından biri olduğu kesinleşmiştir. Yeni yılın başlangıcı, yenilik, coşku, canlanma gibi nitelikler hiç değişmeden günümüze kadar yaşadığı uçsuz bucaksız coğrafyalarda görülmektedir.
Çin kaynaklarından Kutadgu Bilig’e, Kaşgarlı Mahmud’dan Bîrûnî’ye, Nizâmül- Mülk’ün Siyasetnâme’sinden Melikşah’ın takvimine kadar, Akkoyunlu Uzun Hasan Bey’in kanunlarına kadar gelen bir çizgide Nevruz ile ilgili kayıtlar eldedir.
Diğer taraftan Sivas hükümdarı Kadı Burhaneddin Ahmed, Safevi Türkmen Devleti’nin kurucusu Şah İsmail (Hataî), Osmanlılarda Sultan I. Ahmed ve Sultan Dördüncü Murad gibi hükümdarların, Mustafa Kemal Atatürk’ün; din adamlarımızdan Kazasker Bâki Efendi ve Şeyhülislam Yahya Efendilerin, şairlerimizden Kuloğlu, Pir Sultan Abdal, Kaygusuz Abdal, Şükrü Baba, Hüsnü Baba, Fuzulî, Nevî Efendi, Nefî, Nedim, Hüseyin Suad ve Namık Kemal gibi şairlerimizin Fatih devri vezirlerinden Ahmed Paşa’nın; büyük Azerbaycan şairi Şehriyar’ın ve büyük Türkmen şairi Mahdumkulu’nun uzun bir tarih boyunca Nevruz Bayramı’nın gelişini Nevruziye veya Bahariye denilen şiirlerle kutladıklarını da biliyoruz.
Ayrıca Nevruz’un Türk musikisinin en eski mürekkep makamlarından biri olarak da kültürümüzde yedi yüz yıldan fazla bir maziye sahip olduğunu da biliyoruz. Bu makam ilk defa Urmiyeli Safıyûddîn Abdulmümîn Urmevî (1224-1294) tarafından kullanılmıştır. Bu şekilde elimizde yirminin üzerinde makam bulunmaktadır.
Nevruz geleneği ne Sünnilikle, ne Alevilikle, ne Bektaşilikle doğrudan doğuş bağlantısı olmayan, İslamiyet’ten çok öncelere giden bir gelenektir. Yani bir dinin veya mezhebin bayramı değildir. Bu yüzden de herhangi bir şekilde bir mezhep adına, bir din adına, bir etnik menşe adına bağlı gösterilmesi, istismar edilmesi bir ayrılık unsuru olarak takdim edilmeye çalışılması yanlıştır. Tarihin ve kültürün bütün gerçeklerine aykırıdır.
1990 yılında bağımsızlıklarını ilan eden Türk Cumhuriyetlerinde Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Azerbaycan ile Rusya Federasyonu bünyesindeki Tataristan 21 Mart Ergenekon/Nevruz Bayramı’nı Millî Bayram olarak ilan etmişlerdir. Bu günün coşkuyla kutlanmasına büyük önem vermektedirler.
Azerbaycan’da uzun süre çalışmam ve yaşamam dolayısıyla Nevruz’un Azerbaycan’da kutlanmasıyla ilgili biraz bilgi vermek istiyorum:
Sovyetler Birliği zamanında, Sovyetler bünyesindeki Türk halklarının dinî ve millî geleneklerini yok etmeye yönelik baskılar uygulanmıştı. Buna rağmen, Nevruz Bayramı canlı olarak yaşamaya devam etmiştir.
Azerbaycan Türkleri de adet ananeleri gizli de olsa büyük oranda yaşatmayı başardı. Bugünlere taşıdı.
Azerbaycan’da yılın son ayı olan Boz ayın 4 çarşambasını, yani Nevruz Bayramı’ndan önceki 4 çarşamba akşamını çeşitli adetlerle kutlarlar.
Nevruza giden yoldaki birinci çarşamba ‘Su Çarşambası’ dır. Nevruz’dan 4 hafta önce suyun uyandığına inanıldığı için ‘Su Çarşambası’ denmiştir. Ezel Çarşamba, Gözel Çarşamba, Sular Nevruzu gibi adlarla da adlandırılır.
Eski Türkler akan suyun dertlere derman olduğuna inanırlardı. Bu çarşambada sabah erkenden su başına gidip el ve yüzlerini yıkarlardı. Ayrıca Hızır Aleyhisselam’ın dirilik suyunu bu günde içtiğine inanırlardı.
Akşam aile bir araya gelir. Hazırlanan yemek ve tatlılar yenildikten sonra tongal olarak adlandırılan ateş yakılır, hastalık ve kötülüklerin yok olması için ateş üzerinden atlanır.
İkinci çarşamba ‘Od Çarşambası’ dır. Yine misafirler için yemekler hazırlanıyor, tatlılar yapılıyor. Baklava gibi yaygın tatlıların yanında şora denilen bir hamur tatlısı da bu akşamların özel tatlısıdır. Od Çarşambası’nın değişmeyen töreni yine tongalın başında gerçekleşiyor. Yediden yetmişe ateşten atlanıyor.
Çarşamba akşamlarının ve Nevruz Günü’nün simgelerinden birisi de semeni. Semeni; baharı, yeniden canlanmayı simgeliyor. Çarşamba sofrasında, kuruyemişlerle süslenmiş semeni tepsisi mutlaka bulunur.
İnanışa göre, daha önce uyanmış olan su ve ateşi harekete geçiren yel üçüncü çarşambada uyanır. Türk mitolojisine göre akyel doğudan, karayel batıdan, turkuaz renkli hazri yel kuzeyden ve kırmızı gilaver yel güneyden esmeye başlar ve bütün dünyayı dolaşırlar. İyi insanlara yardım eder, kötüleri ise fırtına olarak cezalandırırlar. Özel yemekler, boyalı yumurtalar, taze suyun bulunduğu akşam sofraları ve yakılan tongal ateşi bu çarşambanın da vazgeçilmez töreni.
Nevruz’dan bayramından önceki haftanın Çarşambası toprak çarşambası olarak adlandırılır. İlaahır Çarşamba, Yer çarşambası gibi isimler de verilmiş. İnanışa göre, daha önce uyanmış olan su, hava ve yel birlik olup toprak ananın uyuduğu yer altına girerek onu uyandırırlar.
Zemzem geldi, ateş geldi, yel geldi,
Taze ömür, taze mahsul, yıl geldi
Manisiyle, su, ateş, yel ve toprak ana ele ele vererek ışıklı dünyaya çıkarlar.
Toprak Çarşambası, son çarşambaların en coşkulu kutlananıdır. Ekilecek tarlalara gidilir, evler süpürülür, temizlenir, kap kacaklar, giyecekler yıkanır.
Akşam, sofra başında eş dost, bir araya gelir, tanrının verdiği nimetler yenir, şükredilir. Bollukla dolu bir gelecek yıl için dua edilir.
Sonra, tongal ateşinin coşkusu yine başlar.
Son çarşamba akşamının ve Nevruz Günü’nün en yaygın geleneklerinden biri (papag atma) diğeri de (kapı dinleme)…
Çocuklar evlerin kapısını çalarak saklanırlar. Ev sahibi kapıyı açtığında kapı önüne bırakılmış bir papag yani şapka görür. Şapkanın içine şeker çikolata para şekerbura kuruyemiş gibi hediyeler koyar ve kapıyı kapatır. Şapkayı kapının önüne bırakan çocuk da kapı kapanınca gelir şapkayı alır, hediyeleri arkadaşları ile paylaşır.
Kapı dinleme geleneğinde de genç kızlar en yakın evin kapısına kulak dayayarak içeride konuşulanları dinler. Genç kızlar duydukları ilk kelimenin kendisine uğur getireceğine inanır ve geleceğiyle, bahtıyla ilgili yorum yapar.
Ve nihayet 21 Mart… Eski Türk takviminin ilk günü… Bu gün Nevruz Bayramı… Kurtuluşun, Dirilişin bayramı…
Azerbaycan’da bu bayramın kutlanmasına Sovyetler Birliği’nin baskıları bile engel olamamış.
Bağımsızlıktan sonra resmî bayram ilan edilen Nevruz Günü, tarihî içerişehrin kale kapısı önünde resmî tören düzenleniyor.
Hayat tarzımızın değişmesiyle birlikte, geleneklerin bir kısmı unutulmuş olsa da Azerbaycan’da Nevruz coşkulu bir şekilde kutlanmaya devam ediyor.
Böylece bu ananeler günümüz Türk dünyasına ortak kültür mirası olarak intikal etmişlerdir. Gelenekler, tarihini kesinlikle tespit edemediğimiz dönemlerden kalmadır. Neden, niçin, nasıl gibi sorular sorulmadan atadan oğula kalmıştır. Gelenekler bu özelliğiyle millet bağını güçlendiren en önemli unsurlardan biridir. Baharın gelişinin kutlandığı bugün de böyle bir gelenektir.
Türk kültüründen kaynaklanan Ergenekon/Nevruz Bayramı, her yönüyle Türk gelenek ve görenekleriyle zenginleşmiş ananevi ve temeli beş bin yıllık Türk tarihine dayalı millî bir bayramdır.
Türkiye’de de 1991 yılında Türk Dünyası ile birlikte ortak bir gün olarak resmî tatil olmaksızın bayram ilan edilmiştir.
Nevruz; Türk insanını birbirine kenetleyen, bağlayan, Ergenekon’dan demir dağları eriterek dirilen atalarının ruhlarıyla yanan bir ateştir. Bu ateş, hiç sönmeden binlerce yıl yandı ve gelecekte de kıvılcımlarından binlerce gönlü tutuşturarak ortak kültür ocağında binlerce ruhu ısıtacaktır. Avrasya’nın, Türk âleminin Nevruz toyu kutlu olsun, Nevruz gülleri geleceğe umutlar taşısın…