29.03.2024

Sarı Bıyık ve Kaleci Saçlı Adam ile hayatın anlamına dair güzellemeler

Kronik iyimserlerin bile şekere bulayamayacağı hakikat, tene dokunan kızgın demir misali orta yerde apaşikar durmakta: Ülkemiz de dünyamız da bariz biçimde yeni bir oluşun eşiğinde. On yıl önce başladı ve daha bir on yıl daha devam edeceğe benziyor.


“Aşk olsun Liath iş mi bu şimdi? Tarihe ‘felaket senesi’ olarak geçmeyi alnının akı, elinin olanca kiri ve dahi bütün azalarına yayılmış her anlamda (menşe, etki, böyle bir garip mendebur gibi hâller, vb. bakımlarından) Çin Malı virüsüyle fazlasıyla hak etmiş tuhaf bir yılı hunharca geride bırakalı çok olmadı. Hatta beterin beterine evrilme yönünde kuvvetli sinyaller veren bir başka senenin ilk ayına veda etme sularını kulaçlamaktayken bu mu senin atacağın başlık?” dediğinizi duyar gibi oluyorum. Hele ki bir de işe güce dalarak dünya gailesine kendimi kaptırıp yekten sırra kadem basmama ramak kala hasret kaldığım hasbihâl ufkundan bir gayret tekrar sökün etmişken belki bu biraz fazla hafif gibi görünebilir ilk bakışta…

…Bakışta da, bir türlü o minval üzere duyar kasamıyorum efendim, şöyle izah edeyim:
Efendim ben de isterdim geçmiş yılın almanağını bağlar gibi şık bir özet geçip işbu senenin aydınlık ufuklarına yelken açacağımıza dair pamuk şekeri pembesi cümleler kaleme almak… Hem böylelikle hepimizin özellikle şu aralar çok ihtiyacı olan o tılsımlı duyguyu, umudu, kabartma tozunu emmiş kaygısız kek pandispanyası gibi hacimlendirmiş ve gerçekten çok özlediğim siz sevgili okurlarıma satır arasından muzipçe göz kırparak gülümsemiş olurdum. Velakin ve maalesef kazın ayağı hiç de öyle değil. Merhum Kemal Sunal’ın varlığıyla klasikleştirdiği yapımlardan önde gidip mizah bayrağını hakkıyla tutup dalgalandıran bir filminde gayet veciz biçimde ifade ettiği gibi;
“Tünelin ucu ziyadesiyle çokomelli bir yere çıktı.”

(Lafın burasına da mim koyunuz; şahit olunduğu üzere işte “çokomel” de dedim; dolayısıyla yazımız ucundan kıyısından teknik olarak “ekonomi” yazısı da olmuş oldu! Kayıtlara geçsin, tutanaklara işlensin.)
Zaten yıl kavuşumunda sosyal medyanın ziyadesiyle mütegeyyik (ben dedim oldu; eski dilde “geyik odaklı” demek, ya da sanırım öyle olabilirdi fî tarihinden bu yana çok değil birkaç defa doğru yerlerde yinelenseydi! Bu vesileyle, onuncu sayfada öldürdüğü karakteri halk çok tutunca otuz ikinci sayfada allem edip kallem edip dirilterek “Ey Kari!” diye başlayan bir tiratla öyküye geri getiren pirimiz Ahmet Mithat Efendi’nin aziz hatırasına hürmetler!) benzetmelerine maruz kaldık. Tam bu umarsız sulu yarenlik bitti derken bu kez de gerçek hayatın tam orta yerinden, dünya gündeminin göbek taşını, yakın gelecekte soğumayacak biçimde ısıtan bambaşka ve beklenmedik olayların anlamsız seyirciliğine düçar eyledi bizi felek.
Dalgasıyla ciddisiyle, acısıyla tatlısıyla işbu dem vurduklarımdan seçme yaptığımızda ele avuca gelen kadroya bir bakar mısınız lütfen?

2020’nin benzetildiği kişi: Biricik Yeşilçamımızın lakabı lazım değil vazgeçilmez karakter oyuncularından sevgili Coşkun Göğen (ki bu gerçek hayatta dünya beyefendisi oyuncumuzla tam yirmi yıl önce Antalya’da bir balık lokantasında “essahtan” tanışıp sohbet etmişliğimiz de vardır. Kalender bir kardeşimiz daha sonra sevabına hatırlatırsa, kendisinden dinlediğim, sinema tarihimize dipnot olacak değişik çap ve ebatta anekdotları da paylaşabilirim.)

2020’den kurtulup da 2021’e sığınıldığında bizi beklediği varsayılanları özetleyen Twitter paylaşımlarındaki görsellerde bıyık altından tebessüm eden vesikalık resmin altın yeleli, altın künyeli ve hatta kostümlerinin değişmez dore tonları göz önünde bulundurulduğunda altın gömlekli sahibi: Sinemamızın bir başka vazgeçilmez, bir noktadan da sonra da kaçınılmaz oyuncusu, Adalar’ında az çiğ börek yemediğimiz güzide Eskişehir’in Mithat Körler ve Cüneyt Arkın’la beraber anılmaya seza bir başka medar-ı iftiharı Nuri Alço.
Tesadüf bu ya, genellikle petrol zengini ülkelere “demokrasi götürmek”ten başını kaldıramadığından olsa gerek, bu kez takımın başındaki evlere şenlik şaşkın teknik direktörün ofsayttan bihaber kara düzen oyun kurmasının önce kaynama ve sonrasında da patlama noktasına ulaşmasının zirvesindeki “Capitol Baskını”nın mahşerin dört atlısını gıdıklayan muhteşem geri üçlüsü:

Nazilli’de el’an “Bizon Reyiz” olarak nam saldığını duymamla bana kahkaha attıran Qanon Şamanı; bir başka deyişle suratı ‘Cesur Yürek’ boyalı, döşü Rock albümü kapağı döğmeli Viking kılıklı Redneck.
Temsilciler Meclisi’nin duvarına kanca atarken kan tere boğulan kovboy aksanlı, ön yıkamasız yıkanmaktan erken solmuş Batman kostümlü geç gelen ergen sıtralı Hill Billy Dayı.

Aynı meclisin kürsüsünü basbayağı çaktırarak sırtlayıp götürürken kameralara “Kaptan bak ne güzel üç sayılık atıyorum!” dercesine baka baka sırıtarak “Lanet olasıca Federaller”e bol bol tutuklanmalık görsel delil veren, zannımca IQ’sunun düzeyi ayakkabı numarasıyla akran, yiğidin bin yıl geçse de asla harman olamayacağı Kuzey Dakota’nın bağrından kopup gelmiş Amerikan sakallı tavernacısı.

Haliyle mütevazı ve fakat dirayetli biçimde iddia ediyorum; benim başlıkta da yer verdiğim kadro, yukarıdaki zevattan daha Dadaist değil. Hem zaten, her şey bir tarafa Sarı Bıyık ve Kaleci Saçlı Adam’ın değişmez ekran mekânı Flash TV’nin yadsınamaz bir “ruhu ve asaleti”nin olması da cabası…

Dadaizm demişken, işte tam da bu anlamda koskoca memleket olarak yirmi birinci yüzyılın başında yakaladığımız tuhaf kafanın işaret ettiği nokta adına çok önemsiyorum bu akımı ve onun farkına varmadan Türkiye şubesi olmak payesini üstlenmiş ifade alanlarını. Şair burada ne mi demek istiyor? İzah edeyim efendim:

Anadolu ve Rumeli’nin ortak özellikleri Türk çarığının değmiş olması olan sayısız farklı noktasında, birbirinden habersiz ve fakat aynı duyarlılık ve istikrarla var olagelmiş halk feylesoflarımızın duru hikmetleri vardır ya hani… Bu erdemli sözleri dağarcığından kulak kabartan herkese bir çırpıda armağan ediveren işbu arif kişilerin sıfatları zaman içerisinde hacı amca, ağır abi, molla kadın, sessiz sakin okey yancısı, kantin bilgesi, “bizim babacan bedenci”, “gerçekten çok kafa çocuk”, vb. olarak değişebilir. Ama sözlerinin özündeki yaşamı can evinden anlayan sade anlayış ve yüksek isabet yüzdesi kolay kolay değişmez, benim diyen fırtınalı zamanlarda bile anlamını yitirmez. İşte bu üst olmaktan ziyade “yukarı” aklın en beğendiğim incilerin birisi de şudur:
“Bin tasa bir borç ödemez.”

Demem o ki, bencileyin kronik iyimserlerin bile şekere bulayamayacağı hakikat, tene dokunan kızgın demir misali orta yerde apaşikar durmakta: Ülkemiz de dünyamız da bariz biçimde yeni bir oluşun eşiğinde. Yaklaşık on yıl önce başlayan ve takriben daha bir on yıl daha devam edip artçı şoklarını sonraki birkaç on yıla da sarkıtacak çalkantılı ve sancılı bir dönemin belki de en keskin dönemecinden geçmekteyiz. Her türden bin bir derdin heyula gibi hayatımızın her alanına çöreklenmesi yolun tam da bu bol virajlı noktasında savrulmamak için sarf ettiğimiz bütün saygıdeğer çabaların altındaki ana neden.
İşte ben de, hazır ezici çoğunluğumuz yarı gönüllü (gönülsüz?) karantina ortamında ve evlerimizde sürgün iken, çarşının hepten karıştığı şu “Ya hocam bir dur ya, zaten ortalık karışık!” düzleminde bir nebze de olsa bir borcun sadrine şifa olmaktan aciz bin tasadan bir nebze olsun uzaklaştırmak istiyorum bizleri.
Allah şahit ki bu konudaki en güvenilir liman da -kendi mütevazı deneyimimden yola çıkarsam- Flash TV’nin Gerçek Kesit’inin epistemolojik ve semantik analizinden kıtalar arası gezi güncelerine, doğruluğuna kalıbımı basıp yemin billah etsem inanılmayacak olmasına zerrece bozulmayacağım ultra fantastik askerlik anılarından Anadolu’da müfettişlik yaptığım dönemin yadigârı ucundan bankacılık hatıralarına ve çok daha ötelere uzanan renkli boyutun kıyılarında yer alıyor.

Öyleyse haydi bakalım Vira Bismillah!
Bu sohbetimiz yeni yayın dönemi öncesi tanıtım babından bir girizgâh olsun.
Yeni yıl boyunca farklı ezgileri beraber terennüm edercesine yaşanmışlıkların paylaşılınca çoğalan keyfini beraber sürmek dileğiyle…
Efendim, Sarı Bıyık ve Kaleci Saçlı Adam ile hayatın anlamına dair güzellemelere ne zaman mı değineceğim?
Dediğim gibi, az sonra, pek yakında, gelecek bölümde!
Buckinghamshire’dan selamlar ve sevgiler herkese efendim.

Yazar

Liath McGorman

Peki ben ne yapabilirim?
Bizi okuyor, beğeniyor ve “Peki ben ne yapabilirim?” diye soruyor musunuz? Bağış yaparak bizi destekleyebilirsiniz. Bağışlarınızla faaliyetlerimiz daha sık, daha geniş ve daha etkili olacaktır. TIKLAYINIZ!

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar