29.03.2024

Seçilmişler ve Oligarşinin Tunç Yasası

Demokrasinin ruhuna aykırı olarak güçlendirilen genel başkanlık ve genel merkez yönetimi, çeşitli propaganda teknikleriyle kendi “anti demokratik” tutumlarını ve ’başarısızlıklarını’ örtme imkânlarına sahiptir.


Yönetim otoritesinin, tepe yönetiminden alt kademelere doğru dağıtılan örgütlere bürokratik veya hiyerarşik örgütler adı verilir. Yönetim yetkisi, üst kademelerde yoğunlaşır ve görevlendirmeler ‘atama’ yöntemiyle yapılır. Buna karşılık, nihai otoritenin örgüt üyelerine ait olup belirli sürelerle yönetici seçilen kişilere geçici olarak verilen yönetim tarzına ‘demokratik örgütler’ denilir. Görevlendirmeler ‘seçim’ yoluyla gerçekleşir ve denetim yetkisi alt kademelerde yoğunlaşır.

Demokratik örgüt olarak  siyasi partiler

Siyasi partiler, dernekler, sendikalar, meslek kuruluşları, kooperatifler gibi örgütlerde nihai yönetim ve denetim otoritesi, bu kuruluşların üyelerine aittir. Siyasi partiler, siyasi katılımın en kapsamlı ve yaygın demokratik kuruluşlarıdır. Siyasi partilerin üyeleri, delegeler aracılığı ve ‘kongreler’ yoluyla aşağıdan yukarıya doğru partiyi kendileri adına yönetecek olan kişi ve kurulları seçerler. Üyeler, delegeleri; delegeler, kurul üyelerini seçer ve en üst organ olarak genel kurul ise genel başkan ve genel merkez yöneticilerini seçerler. Belirli yasal sürelerde yenilenen bu seçim döngüsüne, ‘parti içi demokrasi’ denilir.

Siyasi partilerde bürokratikleşme

Demokratik düzenin bütün ilke ve kurallarına göre işlemesinin ana şartı, siyasi partilerin kendi içlerinde demokratik ilke ve kurallara uymalarıdır.  Ülkede, özellikle siyasi iktidarı temsil eden siyasi partinin, bütün vatandaşların yasalardan doğan hak ve özgürlüklerine saygılı olacaklarının en iyi göstergesi, kendi içlerinde parti içi demokrasiye ne derecede uymuş oldukları gerçeğidir. Kendi içlerinde demokrat olmayanların, farklı düşüncedeki vatandaşlara saygılı olmaları beklenemez. Uygulamada, belirli bir zümrenin demokrasinin kurallarından yararlanarak siyasi partinin genel başkanlık ve üst düzey yöneticiliklerini ele geçirdikten sonra, sürekli kendilerinin seçilecekleri oligarşik ve hiyerarşik bir yapı oluşturmaları çok sık görülmektedir. Bu durum, aslında demokratik bir kuruluş olan parti örgütünün bürokratikleşmesidir.

Siyasi partiler ve Oligarşinin Tunç Yasası

Robert Michel, 20.Yüzyılın başlarında yaptığı “Political Parties, A Sociological  Study of the Oligarchical  Tendencies of Modern Democracy” adlı çalışmasında, siyasi partilerin birer bürokratik yapılar hâline gelmesine,  “Oligarşinin Tunç Yasası” adını vermiştir. Michel’e göre, demokrasi uygulamalarında demokratik ilke ve kurallara göre yönetilmesi gereken kuruluşlarda zamanla oligarşik eğilimler güçlenmektedir. Michel, bu durumu, üç temel eğilimin kaçınılmaz bir sonucu olarak görmektedir: Birincisi, bireylerin doğası (güç tutkusu); ikincisi, siyasi rekabetin ve mücadelenin doğası (kaynakların paylaşımı); üçüncüsü, örgütsel yapıların işleyişinden doğan gücün etkisidir (daha fazla güç devşirme) (1).

Siyasi partilerin, bir yönetim patolojisi olan “Oligarşinin Tunç Yasası” tuzağına düşerek bürokratikleşmesi, seçilmişlerin zamanla kendilerini seçen seçmenlerden kopmalarına yol açmaktadır. Seçilmişler, kendilerini seçerek yüksek statü ve gelirler elde etmelerine imkân sağlayan seçmenler üzerinde psikolojik ve algısal bir egemenlik kurmaktadırlar.  Seçmenlerin çoğu, oy verdikleri siyasetçileri eleştirmekten ve onlara kendi görüş ve düşüncelerini bildirmekten çekinir olmaktadır.

Seçilmiş siyasetçiler, fiilî bir durum olarak örgüt gücünü ‘şahıslarında’ toplarken, bu gücün asıl sahipleri olan seçmenler ise bilgi, düşünce ve özgüven eksikliğinden dolayı siyasal sürece çoğunlukla aktif bir biçimde katılamamaktadır. Ayrıca, diğer demokratik kuruluşlarda da, çoğunlukla tabandaki üyelerin ‘kayıtsızlıkları’ ve ‘ilgisizlikleri’ yüzünden nihai gücün tepe yönetim birimlerinde toplanması bir süreklilik kazanmaktadır.

Parti içi demokrasi tehlikede

Ülke demokrasisinde, başarılı olanların devam ettiği, başarısızların siyaset alanından çekildiği demokratik bir döngü, büyük ölçüde parti içi demokrasinin varlığına bağlıdır. Siyasi partilere, birer aktif üye veya seçmen olarak katılan kişilerin, yetki ve güç verdikleri siyasetçiler tarafından kendilerinin nasıl temsil edildikleriyle ilgili bilgi ve vicdani duyarlılıkları yoksa, seçilmişlerde partinin geçici yöneticisi değil de sahipleriymiş algısı egemen olur.

Parti içi demokrasiyi çalıştırmayan siyasi partilerin yöneticileri, her daim kendi konumlarını güvence altına almak maksadıyla taşra örgütlerine çok sıklıkla müdahale edebilirler. Ayrıca, seçimle iş başına gelen parti il ve ilçe başkanlıklarını iptal edebilir, eleştiri ve tartışma haklarını kullanma eğilimi olan parti üyeliklerine son verebilirler.

Bir 12 Eylül kaldıracı olarak siyasi partiler yasası

12 Eylül öncesi Türk siyaset kültüründe, geleneksel “karizmatik liderlik” özelliklerine rağmen, hiçbir parti lideri kolay kolay kendi seçmenlerini büyük ölçüde hayal kırıklığına uğratacak bir siyaset anlayışı içinde bulunamazdı. 12 Eylül İhtilali ile Türk siyasetinde meydana gelen en çarpıcı kırılma noktalarından birisi, seçmenlerin kendi partileri üzerindeki siyasal denetim güçlerini kaybetmeleridir. 12 Eylül öncesinde, desteklenen bir siyasi partinin, seçmen görüş ve düşüncelerini temsilde başarısız olduğu algılanırsa, ilk seçimlerde ‘oy kaybı’ ile parti yöneticilerine ayar çekilirdi. Türk toplumunda, şimdilerde seçmenler, siyasette doğrudan bir özne olmaktan çok, çok güçlü propaganda ve telkin teknikleriyle çılgın taraftarlar yığınına dönüşmüş gözükmektedirler.

12 Eylül İhtilaliyle 2820 sayılı siyasi partiler yasasının kurduğu yeni siyaset formatında, siyasi partilerin genel başkanları, genel merkez birimleri ve disiplin kurulları aşırı bir şekilde güçlendirilmiştir. Aslında, bürokratik yönetim tarzında yönetim gücünün örgütün tepesinde yoğunlaşması ne kadar işlevsel ise siyasi partilerde ‘güçlendirilmiş genel başkanlık’ o kadar demokrasinin ruhuna aykırıdır.

2820 sayılı siyasi partiler yasasının fiili işleyişinin sonucunda, ülkedeki düşünen, sorgulayan ve sorun çözmeye odaklı nitelikli insanlar siyasetten uzak durmayı tercih etmektedirler. Böyle bir ortamda, siyaset sahnesini ve partileri, siyasete olumlu katkı sağlayacak nitelikli insanlardan çok; çoğunlukla siyasetten nemalanacak, çıkar ve statü sağlayacak, kendine güç devşirmek isteyen kişiler doldurmaktadır.

Demokrasi teorisinin ve pratiğinin temel örgüt yapıları olarak siyasi partilerde ‘parti içi demokrasinin’ olmayışı, ülkeye demokrasi getirmesi beklenen milli iradeyi sakatlar. Seçim yoluyla yönetim katına çıkmış olan siyasi topluluk, kendilerini serbest seçimle iktidara taşıyan demokrasi ‘merdivenini’ atarak, adeta yerlerine muhaliflerinin çıkmasını zorlaştırıcı antidemokratik tutumlar oluştururlar. Demokrasinin ruhuna aykırı olarak güçlendirilen genel başkanlık ve genel merkez yönetimi, çeşitli propaganda teknikleriyle kendi “anti demokratik” tutumlarını ve ’başarısızlıklarını’ örtme imkânlarına sahiptir.  Demokratik düzende, eğer seçilmişler olmaları gerektiği ölçüde yetkin ve nitelikli değillerse, onların atadıkları ve birlikte çalışmayı tercih ettikleri kamu görevlileri de, çok büyük bir ihtimalle yetersiz ve liyakatsiz kişiler olacaktır.

Demokrasinin kalitesini parti içi demokrasi belirler

Siyasi partilerin demokrasi taleplerinin samimiyet ölçüsü, büyük ölçüde 12 Eylül zihniyetini temsil eden mevcut 2820 sayılı siyasi partiler yasasının, gerçek anlamda ‘demokratikleştirilmesi’ yönündeki iradeleridir. Türk demokrasisinde, demokratik bir kültür yaratılmasının temel şartı, öncelikle ve ivedilikle mevcut siyasi partiler yasasının düzeltilmesidir. Siyasi partilerin ‘tek adam’ inancına göre yapılanması, parti içindeki demokrasiyi yok ettiği gibi, zamanla ülke yönetimini de ‘tek adam’ rejimine götürür. Ayrıca, ‘tek adam’ her türlü dış etkiler tehdit ve baskılara açıktır. Uluslararası ilişkilerde, ‘dış güçlerin’ en olmayacak istek ve zorlamalarına karşı, borçlu ülke yöneticilerinin en güçlü direnme tezi, ‘bunu kendi halkıma anlatamam’ savunmasıdır. Siyasette ‘tek adam’ olup seçmenini ve halkını çok kolay ikna edebilen siyasetçilerin, daha güçlü ‘dış güçler’ tarafından çok kolay ikna edildikleri çok görülmüştür!

Genel başkanlık ve merkez yönetiminin aşırı yetkileri, yasal olarak örgütün yönetim kurullarına devredilmelidir. Nihai otoritenin gerçek sahipleri olan siyasi parti üyeleri ve delegeler, kendilerini düşünce ve bilgi yönünden güçlendirerek siyasi bilinçlerini yükseltmelidir. Milletvekili adaylarının belirlenmesi, mutlaka ön seçim yoluyla seçmenlere bırakılmalıdır.

 

Yazar

Feyzullah Eroğlu

Peki ben ne yapabilirim?
Bizi okuyor, beğeniyor ve “Peki ben ne yapabilirim?” diye soruyor musunuz? Bağış yaparak bizi destekleyebilirsiniz. Bağışlarınızla faaliyetlerimiz daha sık, daha geniş ve daha etkili olacaktır. TIKLAYINIZ!

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar