Yükleniyor...
İran’da Türk’ün varlığını on yıllar boyu yok sayan, aşağılayan Pan- İranist ve ırkçı propagandaya karşı bu ülkede yazılmış onlarca eser arasında Tebrizli Ali’nin Edebiyat ve Milliyet kitabı1 özel önem arz etmektedir. Bu kitap gerici-ırkçı suçlamalara karşı Güney Azerbaycan Türklüğünün ilk genel cevabıdır. Bir ilk olmasına rağmen, bu kitap bugün de Güney Azerbaycan’da Türk milliyetçiliğinin abidesi sayılmaktadır.
Kitabın içeriğinden de anlaşıldığı gibi, rahmetli Tebrizli Ali (1929, Tebriz- 1998, Tahran), Fars şovenizmi ve Ari ırkçılığının sistemli- akademik, bilimsel ve tarafsız eleştirisini amaç edinmemiştir. Yazar içinden yetiştiği milletin tanınmış şairi ve haksızlığa karşı susmayan mücadeleci bir ferdiydi.2 Bundan dolayı, kitabın bazı bölümlerindeki fikirleri duygulara dayanmaktadır, yazar fikrini kanıtlamak için yeterince kanıt öne sürmeyi gerekli görmemektedir. Eksikleriyle, olumlu-olumsuz yönleriyle birlikte bu kitap kendisini idrak etmek isteyen Türklüğün 1960-70’li yıllarda ün kazanması açısından eşsiz bir kaynaktır.
Yazar, kitabın başında amacına açıklık getirmiştir. İran’ın siyasi tarihinde aktif rol oynayan soydaşlarının sağ veya sol ideolojilere aşırı bağlılığından (“sola vurgun, sağa meftun” olmasından) ve benliğini unutmasına dikkat çeken yazar, millî sorunların araştırılması ve ortaya konmasını millî bir görev saymaktadır. Tebrizli Ali, Fars şovenistlerinden çok Farslaşmış Türklere öfke duymaktadır: “Yüz yıllarca, milyonlarca koyun gibi doğup, koyun gibi yiyip ve koyun gibi yaşayan ve sonra koyun gibi ölüp gidenlerimiz ve onların yerine gelenlerimiz, her işle meşgul olup, her türlü oyuna gelip, tarih, coğrafya okuyup ve yazıp, birçok yabancı dil öğrenip ve öğretmiş, hâkim ve mahkûm olup, zengin-yoksul olup, dünya milletlerini ve dillerini tanıyıp, ancak kendisini, milletini, kim imiş ve kimdir ve kim olacağını tanımamaktadır ve halen tanımak istemiyor da.”3
Tractor Futbol Kulübü
Yazar, millî kimlik sürecinin ilk aşamasının “Kimmiş ve kimdir?” sorusuna cevap ararken, tarihi konulara özel yer vermektedir. Tebrizli Ali ve kimliğini arayan her bir Azerbaycan Türkü için “Millet olarak nerede yanlış yaptık ki, şimdi bu haldeyiz?” sorusuna cevap bulmak olağanüstü önem taşımaktadır.
Bu soruya cevap vermek için Tebrizli Ali tarihi geçmişin bazı gerçeklerini hatırlatır. Tebrizli Ali İslâmiyet’e kadar Fars edebiyatının sadece birkaç eserden oluştuğu kanaatindedir: “İslâm’dan önce Acemlerin (Farsların) hiçbir edebi, nazım, roman kitapları olmamıştır ve toprak altından çıkartılan birkaç Sanskrit, Avesta, Mozdesna, Yeşt adlı kitapçıklar varsa da hurafeler ve hayalet için yazılmıştır.”4 O kitapların dili ile çağdaş Fars dili arasında bir ilişki olmadığı birkaç kelime benzese bile günümüz Farslarının onları anlayamadığını savunur. Pan-İranistlerin İslâmiyet’e kadar İran/Pers tarihini göklere yükseltip yalan dolan teoriler uydurmalarını Tebrizli Ali öfkeyle reddetmektedir: “… Bugünün Acemi, o günün, o çirkin ve kanlı günün millî dil ve millî edebiyatından bahsederken ve saçmalarken kendisi ile alay etmekte ve tüm dünyayı kendisine güldürmektedir.5 Tebrizli Ali, Arap ve Türkleri “zalim, yırtıcı ve dilden anlamaz” gibi takdim edenlerin ırkçı anlayışına karşı çıkıyor. O “Peki Firdevsi Şahnamesini neden Arap alfabesiyle Türk şahı Mahmud Gaznevi’ye yazdı? Yüzyıllar boyu Hekim Faruki Sistani, Ünsüri, Enveri, Kaani Şirazi, Hafız Şirazi, Mustafa Şirazi, Sadi Şirazi, (…) Kemaleddin İsmail İsfahani, Meliküşşüara Behar Horasani ve yüzlerce, binlerce şair ve meddahlar sanatlarını ve becerilerini Arap, özellikle Türkler için kaleme almış ve (onlara) ithaf etmişler.” diye yazmaktadır. O, Türk hükümdarlarının Fars dili ve edebiyatına himayesini görmeyen ve bu hükümdarları ilgisizlikle suçlayan, Türk diline nefretle yaklaşan ırkçı yazarları insaflı olmaya davet etmektedir.
Tebrizli Ali ırkçı yazarlara kızdığı gibi, Türk hükümdarlarının millî dil ve edebiyata ilgisiz kalmalarına da içten acımaktadır: “Kuzeyden- Güneye, Doğudan-Batıya kadar devasa imparatorluklar kuran”, “yabancı milletlere dil ve milliyet dayatmayan” Türk hanedanlarının politikasının bedelini çağdaş soydaşları ödemektedirler. Tebrizli Ali bu Türk hanedanlarını kınıyor: hizmetlerinde yüzlerce küçük şahlar, hükümetler, tarih yazarları, edipler ve şairler, mimarlar ve hekimler olan atalarımız, gelecek nesil için, yani biz(ler) için hiçbir güzel millî miras, millî dil ve edebiyat, millî tarih bırakmadılar. Fakat günün kudret ve gücü ile tatmin olup, zamanı ve dünyayı küçük ve kısa algıladılar.”6 Orta çağda da Türk eliti içinde etnik taassubun olmaması (Nevai şaşırtıcı istisnalardan biridir.) 20. yüzyılda ağır sonuçlar verdi. Tebrizli Ali devamında “Mala ve servete, kudrete ve güce, iyi yiyip ve içmeye, ayrıca ev süslerine ve yüzlerce böyle şeylere ve çalışmalara değer biçilmiştir ancak dile, edebiyata, millî kültüre, millî vicdana, kendini ve milletini tanımaya öyle bir gönül ve bağlantı kurulmamıştı. Elde edilen sonuç şu ki, bugünkü neslin elinde öyle bir millî kültür bulunmamakta ve kalanlar da ya gözlerden kayıp veya zaman pası ve tozu ile gözlerden uzaktır” diye yazmaktadır.7
Tebrizli Ali, orta çağda Türk- Fars ilişkilerine açıklık getirmek için Gazneli Mahmud -Firdevsi hikâyesini örnek olarak ele almıştır. Tebrizli Ali önemli bir konuya dikkat çekip şair Firdevsi’ye elde olan az sayıda kaynakları, özellikle şair Esedi’nin yazmış olduğu şiirleri bir araya getirerek, “Sultan Mahmud Gaznevi’nin imparatorluğunda olan milletleri birliğe ve beraberliğe çağırması” tavsiye edildi. Ancak hazırladığı Şahname ile “Firdevsi vahdet ve birlik yerine millî ihtilaflar ve etnik kinlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur”.8 Firdevsi dilsiz (Acem) Persleri yaşatmak için “baştan başa boynuzlu yalanlarla dolu bir çuval” yarattı, Fars olmayanları aşağıladı. Bu yüzden Firdevsi ye vaat edilen bahşiş ödenmedi. Sonraları Persler Firdevsi’nin Mahmud Gaznevi’ye yazdığı hicve dayanarak yalan masallar uydurup yayımladılar.9 Bu tarihi olaya açıklık getiren Tebrizli Ali, Farsların ana kitabı sayılan Şahname hakkında görüşlerini özetleyerek bu eserde esas konular Balkan Albania’sının (Arnavutluk’un) millî destanlarından alınmıştır (1); onu birkaç kişi, özellikle şair Esedi de yazmış (2); Firdevsi yazılmış hazır işleri değiştirerek ona düşmanlık eklemiş (3); Firdevsi şunu onaylamıştır ki, “Farslar, aynı dilsiz acemlermiş ki, O, onları diriltmiştir (Ecem zende kerdem)”(4); “O, şahı yeryüzünün tanrısı, milletleri de onun kulları saymıştır”(5) diye yazmaktadır.10 Tebrizli Ali’nin bu eserinde dikkati çeken bir başka özellik ise Güney Azerbaycan’da ilk kez Türkçü tarih konseptinin yer almasıdır.
Tebrizli Ali eserinin birkaç bölümünü tarihi geçmişe adamıştır. Bu bölümlerin ana gayesi Fars şovenizmi ve Ari ırkçılığının tarihle ilgili yalan tezlerini çürütmek, soydaşlarına doğru, inandırıcı tarih bilinci vermektir. “Türk kimdir?” başlıklı bölümde yazar insanlığın varoluş alanlarının Orta Asya, Kuzey Çin, Altay Dağları, Aral Gölü kıyıları olduğunu iddia etmektedir. Ateşin ilk kez buralarda kullanıldığı fikrini ileri sürmektedir. Dünya biliminin on yıllar boyu müzakere ve münakaşa ettiği bu meseleden sonra günümüz Türklerinin ve onların atalarının yerleşim alanı ve onların nüfusları meselelerine geçiyor. Bize göre, müellif bu meselelere duygusal yaklaşmaktadır. Türk Yaradılış efsanesinin, eski Türk tarihinin açıklanması, Türkoloji bilimine dayanır. Bu, İran şartlarında cesaret gerektiren bir iş olmasının ötesinde soydaşlarına gerekli akademik bilgiyi aktarmak açısından da dikkati çekmektedir. Eski Türk tarihinin Hunlar, Teoman, Mete, Attila gibi konularının incelenmesi aşağılık kompleksi yaşayan soydaşlarının bilgi eksikliğini tamamlamak açısından hayli önemlidir. Burada dikkati çeken özelliklerden bir diğeri de yazarın Moğol konusunun üzerinde yoğunlaşmasıdır. Resmi İran tarih yazımında en çok nefret edilen Moğollar, İran’a huzursuzluk getiren önemli bir faktör olarak kabul edilmektedir. Tebrizli Ali, Türkler ile Moğolların aynı kavim olduğunu düşünmekte ve kahramanlıklarla dolu geçmişini, etnografik özelliklerini gururla açıklamaktadır. Yazarın okuyucusuna ve soydaşlarına verdiği mesaj şudur: resmi İran tarihçiliğinin iddialarının aksine, senin gurur duyacağın bir millî tarihin vardır; bu tarih hancılığın bir parçası değildir, genel Türk tarihinin bir bölümüdür.
Tebrizli Ali tüm çok uluslu devletlerde büyük önem taşıyan millet anlayışı konusuna özel önem vermiştir. Milleti oluşturan geleneksel unsurları (coğrafya, dil, tarih, siyaset, kültür, ayrıca kanun ve medeni hukuk birliği)11 saydıktan sonra onların ülkeden ülkeye, yerel şartlara göre değiştiğini vurgular: “Milliyet, herkesin görüşü ve düşüncesinde ve sahip olduğu, inanç ve değerlerin etkisi altında kalarak farklılaşır.”12 Bu unsurların hepsi olsa bile bunlar ülke nüfusunu tek bir millete dönüştürmek için yeterli değildir, çünkü “dil ve ona bağlı olan edebiyat, folklor, gelenek ve görenek, millî duygular ve millî bilinç ve bunların başında millî kültür”ü göz ardı etmek mümkün değildir. İşte bu yüzden de “Fars kültürü içinde sindirilen gayretsiz Türkler, bu kültürü elli yıl zalim ve sömürücü bilmedikleri halde ve kendilerini tamamen Farslığa adayıp gözden kaybolanların da az bir dikkat ile Fars kavminden olmadıkları göze çarpar.”13 Farslar ve Türkler arasında bu alanda ciddi farklar vardır ve bu, onların ayrı ayrı milletler olduklarını gösterir. Tebrizli Ali “Türkler ile Farsların din birliği, rejim birliği, coğrafya birliği, ekonomi birliği mecburen var. Ancak, hiçbir zaman millî kimlik ve kültür birliği, millî karakter ve millî vicdan birliği olamaz, çünkü toprak (coğrafya) ve iktisat ve rejim bir iken millî psikoloji, millî kültür ve dil ve ruh halleri bir değildir ve olamaz da. Çünkü her birinin kendine mahsus karakteri, ruh halleri, ahlak, sinir ve hatta geni vardır. İşte bu, tüm etnik karakteri ayrı olan iki milletin toprağı, iktisadı, rejimi, toplumu bir olsa da bu iki farklı milleti tek millet edemez ve son aşamada her unsur kendi aslına döner.”14 diye yazmaktadır.
Bilimsel açıdan genellikle objektif olan bu bakış açısı kitabın bir sonraki bölümünde (“milliyet ile etnisite farkı”) karıştırılmış, yani çelişkili fikirler ileri sürülmüştür. Yazar, burada kavim (etnisite, etnik birlik) anlayışını tanımlamıştır: “Her topluluk başka topluluklardan ayrı dil, edebiyat, tarih ve kültür” ile farklılık gösterir.15 Tebrizliye göre, “İran” kelimesi belli bir etnisiteye ait değildir, İran’da Araplar, Türkler, Beluçlar, Kürtler, Türkmenler ve Farslar yaşamaktadırlar ve “bunların toplamına İran milleti ve İran devleti denilmektedir.”16 Ancak birisine (Perslere) ev sahibi, diğerine (örneğin Türklere) kiracı statüsü verilmesini yazar reddetmekte, İran’ı tüm milletlerin ortak vatanı saymaktadır. Görüldüğü gibi, Tebrizli Ali’nin millet ve toplum kavramları, dolayısıyla “Türk milleti” ve “İran milleti” kavramları birbirine karışmakta ve somut anlamını kaybetmektedir.
Yazar, Azerbaycan halkının (daha doğrusu onun çoğunluğunu) “Azerbaycanlı” veya “Azeri” gibi sözlerle tanımlanmanın doğru olmadığını ifade etmektedir: “İran Türklerini sadece Azerbaycan adlı kafeste tutsak edenlerin tuzağı şimdilik tüm İran’da olan Türk kardeşlerimiz için bir tehlikedir. Bugün Rusya’da (SSCB’de), Avrupa’da, İran’da bize Türk yerine Azerbaycanlı tanımını güç ve ısrarla dayatanların hedefi şudur ki, bize telkin etsinler; Türk yalnızca Azerbaycan’da olabilir, sadece o yerde bulunan zaman henüz Türk yok, belki Azeri tanımını alabilir “.17 Kitabın diğer bir bölümünde yeniden bu konuya dönen Tebrizli Ali içi kan ağlayarak şunları yazmıştır: “Yabancılar bize Türk demekten çekinmiyorlar, ama bizimkiler cin bismillahtan korkar gibi çekiniyor, çünkü ya kendilerine özgüvenleri yok veya başka yerlerden emir veya dikte böyledir.”18 Yazarın bu değerli kayıtlarına şunu da eklemeliyiz. Türk kavramının unutturulmasına çalışmak Kuzey Azerbaycan’da olduğu gibi Güney’de de etnosun millî bilincini bulandırmak, onu geçmişinden, Türk dünyasından ayırıp yalnızlaştırmak, böylelikle asimilasyon sürecine yol açmak amacı taşımıştır ve halihazırda taşımaktadır.
Tebrizli Ali’nin bu kitapta üzerinde durduğu temel iddialardan birisi de millî bilince sahip soydaşlarını eski siyasi tecrübelerden ders almaya davet etmesidir.
Yukarıda belirtildiği gibi, Tebrizli Ali’yi bu kitabı yazmaya sevk eden sebeplerden birisi soydaşlarının güncel olan ideolojilere bağımlılığı ve millî sorunlarını unutmalarıdır. Yazar bunun yanında sağ veya sol partilerin faaliyetine katılmamak gibi bir talep ileri sürmemektedir: “Herkes her inanç ve mezhepte ve her partide yer alma konusunda özgürdür ve hiç kimsenin falan görüş ve falan inanç adına skolastik devrinde olan kilise istibdadını yeniden inşa etmeye hakkı yoktur.”19 Ancak “görüş, meslekler ve yasalar milletin hizmetindedir, millet görüşlerin ve yasaların hizmetinde değildir.” İşte bu takıntı ve millî bilincin olmaması nedeniyle yüzyıllarca İran Türklüğü milletler yarışında kaybetmektedir. Tebrizli Ali feryat etmektedir: Bu kadar vahşetten sonra en azından şimdi tarihi tecrübemizden yararlanalım ve hatalarımızdan ders alalım.
Tebrizli Ali’ye göre, milli bilincin olmaması nedeniyle devrimler ve ayaklanmalar döneminde millet olarak çok hatalarımız oldu. “Meşrutiyet döneminde kendi elimizle Türk hanedanı olan Kacar’ı yıktık, ayrıca fırkada millî isimler karşımıza Rus gibi Komünistler çıktı ve sonra Ruslar bizim üstümüzde Amerikalılar ile muamele edip, bizi eski düşmanımızın eline emanet ettiler.”20 Tebrizli başka bir ifadesiyle meselenin dramatik tarafını şu şekilde güzel ifade etmektedir:” Meşrutiyette biz yorga gittik, onlar bindiler, partilerde ve birliklerde bizler üye olduk, onlar başkan.”21
Biz Tebrizli Ali’yi böyle okuduk. Belki bazıları, özellikle Fars kültür yörüngesinde çabalayanlar onu ırkçı sayacaklar, ancak bu yerinde bir tespit değil.22 Bugünkü nesil Güney’de Türk milliyetçiliğinin bu muhteşem kitabını doğru kavrayıp, üstât Tebrizli Ali’ye rahmet dilemekte ve Tebriz, Urmu, Zencan, Erdebil, Tahran’da “Haray, haray, men Türk’em!”(Feryadımı duyun, ben Türk’üm!) diye haykırmaktadır. Önemli olan da budur!
[1] Tabrizli Oli, ddebivyat re milliyyer, Tehran: Atropat Kitabevi, [ilsiz]. Bu kitabın İran’da son baskısı 2010’da “Dil ve Edebiyat” adında, Güneş dergisi elemanlarının çalışmaları sonucunda, Seid Muğanlı’nın editörlüğü ile gerçekleşmiştir. İlk baskıda kitabın kapağında “Dil ve Edebiyat”, titul sayfasında ise “Edebiyat ve Milliyet. Birinci Cilt” yazılmıştır. Yazar galiba “Dil ve Edebiyat” ı iki ciltte planlamış, ancak yalnız birini bastırabilmiştir. Biz ilk baskının titul sayfasındaki başlığı daha uygun gördük.
[2] Bkz: Abdullah Ağcaköylü, ‘Bilinmeyen Büyük Bir Türkçü ve Türkçeci Tebrizli Ali’, Türk Kültürü, sayı 1, yıl 1, Kasım 1962, s. 41-45; Abdullah Ağcaköylü, ‘Tebrizli Ali’den Seçme Şiirler’, Türk Kültürü, sayı 2, yıl 1, Aralık 1962, s. 29-34; H.-THacııösane, A.P.Haûne.ub ıı A.Taûpus.nıı: Gna VKioHa b Hjeo.ıorıtH HannoHa.ibHO-ocBo6ojnre.ibHoro jBH^eHHa asepSaHn^anneB b Hpane’. Azerbaycan SSR Elimler Akademiyasının Xeberleri. Tariz._ felsefe ve hüquq seriyası, 1988, N 2, s. 6066.
[3] Tabrizli Oli, ddsbivyat vs milliyyst, s.3. Alıntılarda orijinalin üslubunu mümkün kadar koruma özen gösterdik.
[4] A.g.e., s. 18.
[5] A.g.e.
[6] A.g.e., s. 101.
[7] A.g.e. Türk hanedanlarının Fars kültürünü himaye etmesi ve Türk dil ve edebiyatına bigâne kalmaları konusunu Ahmed Ağaoğlu ve Mehmed Emin Resulzade de incelemişlerdir. Bkz: Nasib Nasibli, Olımad Ağaoğlu Iran haqqında, hnp://www.gunaz.tv/aze/14/articleCat/1/articleID/2260-RESULZADENIN-CAGDAS-NIZAMΖ SI.html/inner/1; Nasib Nasibli, Rasulzadanin çağdaş “Nizamisi”,
hnp://www.gunaz.tv/aze/14/articleCat/1/articleID/2260-RESULZADENIN-CAGDAS-NIZAMΖ SI.html/inner/1
[8] Tabrizli Oli. Odabiyyat va milliyyat, s.137.
[9] Bu esassız rivayetler Kuzey Azerbaycan’da basılmış edebiyat tarihi kitaplarında da yer almaktadır.
[10] Tabrizli Oli, ddsbiyyat vs milliyyst, s. 135. Fedai örgütünün görkemli üyelerinden Alirza Nabdil (Oxtay) Şüubiyye harekâtını ve Şahname’yi İslâm’dan sonraki İran’da “gövmgerai” (etnikçilik) örneği sayar. (Olireza Nabdel, Azsrbaycan vs msssleyi melli, Tehran: İldırım, [ilsiz], s. 6. Naser Purpirar, Şüubiyye harekatı, Şahname’nin yazılması süreci ve Ferdevsi konusuna meşhur eserinde tam bir bölüm ithaf etmiştir (Naser Purpirar, Poli bar qozaşte, Tehran: Kousar, 1380, s. 229-292.)
[11] Çağdaş etnoloji ilmi, milletin oluşması için iki şartı önemsiyor: l. Etnik birliğin tarihi geçmişi hakkında ortak tasavvurlar; 2. Etnik birliğin geleceği hakkında vatandaşların paylaştığı ortak idealler.
[12] Tabrizli Oli, ddsbryvat vs millivvst, s. 87.
[13] A.g.e., s. 90.
[14] A.g.e., s. 89.
[15] A.g.e., s. 91.
[16] A.g.e., s. 92.
[17] A.g.e., s. 88.
[18] A.g.e., s. 130.
[19] A.g.e., s. 95.
[20] A.g.e., s. 104.
[21] A.g.e., s. 54.
[22] A.g.e., s. 51.