28.03.2024

Türk Mukavemet Teşkilatı

Ağustos-Eylül 1974 tarihli Töre Dergisi'nde (Yıl:6, sayı:39-40) yayımlanmış bu makalede Kıbrıs Türkü'nün 16 senelik direnişinden bazı menkıbelere yer verilip ruh ve madde olarak Türk Mukavemet Teşkilatı tanıtılıyor.


 

Töre Dergisi Yıl:6 Sayı:39-40

Anavatan ordusunun 20 Temmuz’da başlayan birinci ve 14 Ağustos’ta sonuca giden ikinci kurtarış harekâtından önce de Kıbrıs’ta Bozkurt vardı: Türk Mukavemet Teşkilâtı; veya kısaltılmış şekliyle TMT. Rumların, devlet desteğiyle kurulan, düzenli orduları Rum Millî Muhafız Teşkilâtı’na karşı TMT pek sınırlı imkânlarıyla düzinelerce küçük Plevne müdafaası yaratmış, ordumuzun kahredici yumruğu düşmanın başını ezene kadar Kıbrıs Türkü’nün canını, namusunu ve şerefini korumuştur. Gönülleri Türklüğün, Türk milliyetçiliğinin en kesif ateşiyle yanan mücahitlerimiz, EOKA tedhişinin ve İngiliz oyunlarının başladığı 1956 – 57 yıllarında önce Volkan’ı kurdular. Bu ilk direnme teşkilâtı, ihtiyacın baskısı ile güçlendi, büyüdü ve 1 Ağustos 1958’de TMT’ ye dönüştü. Volkan da yakıcıydı, Bozkurttu ama TMT daha sağlam bir askerî teşkilâtı, daha güçlü bir merkeziyetçi yönetimi temsil ediyordu. 16 sene çarpışıldı… 16 sene önce Türk’ün kutlu ayında kurulan teşkilât, 16 sene sonra yine aynı kutlu ayın hediye ettiği yeni zafere kadar dövüştü. 20 Temmuz – 16 Ağustos arasındaki dönemde, ordumuzun henüz kurtarmadığı yerlerde Rumların giriştikleri katliamları da kurtuluşa kadar TMT göğüsledi. Hemen her yerde son neferine kadar kırılmayı göze alarak Yunan’ı bölgelerine sokmadılar. Her türlü teknik askerî düşüncenin «imhâ edilmişlerdir» hükmünü verdiği zayıf mukavemet noktalarında bile anavatan ordusu yaklaştığında, imhâ edilmek şöyle dursun, Bozkurtların kat kat üstün düşman birliklerini önlerine katıp kovaladıkları görüldü.

TMT’nin yayın organı «Mücahit» dergisine ve teşkilâtın 14. yıldönümü münasebetiyle yayımlanan kitaba dayanarak hazırladığımız bu yazıda size 16 senelik direnişten bazı menkıbeleri anlatmağa, ruh ve madde olarak TMT’yi tanıtmağa çalışacağız.

Teşkilât, Lefkoşe merkezinden yönetilen 9 sancaktan teşekkül etmişti (Merkezle birlikte 10). TMT kitabından aşağıya aldığımız Lefkoşa sancağının tarihi hakkındaki yazıda bütün teşkilâtı da takip etmek mümkündür:

Kıbrıs Türk toplumunun kalbi ve beynidir Lefkoşe! 120 bin Kıbrıs Türkü ile 36 milyon Türk Milleti’nin ise asıl kalbi ve beyni Ankara’dır. İster en uzakta Gazibaf’ta, ister en yakında Boğaz ve Serdarlı’da olsun, ay – yıldızlı bayrağın gölgesinde hür yaşayan tek bir Türk’ün bile bir yeri kanasa, çevirir yüzünü bakar Lefkoşe, kanayan yarasına çare arar ve bulur! Yara büyükse eğer, bu kez Ankara koşar Lefkoşa’nın imdadına ve bir anda kanayan yarasını sarar!

Aslında 1878’lerde açılan Kıbrıs Türkü’nün yarası, Lozan’la birlikte kanamaya başladı. Düşman bir iken iki oldu, üç oldu! İstanbul fethini beş yüz yıldır hazmedemeyen Yunan ırkı, 1955’Ierde Bizans’a giden yolun Kıbrıs’tan geçtiğine inandı! Kıbrıs Türkü’nün kanayan yarası eğer neşterlenir, hasta ölürse belki Bizans yolu açılmış olurdu!

Lozan’da millî misak hudutları dışında bırakıldığı için 1955’lere kadar kanayan Kıbrıs Türkü’nün yarası, büyüdükçe büyüdü! Ve 1958’lerde, Yunan ırkının Kıbrıs’taki arsız ve küstah bozuntuları, ilk öldürücü neşteri vurdular bu kanayan yaranın üstüne…

Eğer Ankara kulak vermeseydi Kıbrıs Türkü’nün feryadına, yara müzminleşir, hasta ölürdü! Eğer Bozkurt’Iar, rehber olmasaydı Kıbrıs Türklerine…

Rum Tedhiş Teşkilâtı EOKA, 1 Nisan günü Lefkoşa’da patlattığı ilk bombadan sonra hedefini açık açık ilân etmişti: İngilizler adadan çıkarılacak, asıl düşman saydıkları Kıbrıs Türkü bir anda imha edilecek ve Enosis gerçekleştirilecekti.

EOKA hareketiyle İngilizlerin ikiyüzlü politikası su yüzüne çıkınca sıra Türklerin nabzını denemeye gelmişti. İlk defa olarak 1956 ortalarında Abdullah Çavuş Baf’ta, arkasından da Lisani Çavuş Poli’de EOKA kurşunlarının ilk kurbanları oldular. Her iki olay, ada çapında büyük tepkilere yol açtı. Türk gençliği galeyan halindeydi ve Türk halkı heyecandan sokağa dökülüp protesto mitingleri düzenlerken karşısında iki düşman bulmuştu: İngilizler ve Rumlar!

Bu sıralarda İngilizlerin Türklere karşı tutumu yüz kızartıcıydı ve bir nevi hakaret niteliğindeydi. Türk’ün heyecanını anlamak istemeyen İngilizler, nümayişleri önlemek için, topluma söz geçirebileceklerine inandıkları ve lider gözüyle baktıkları bâzı kimseleri, kendi memurlarıymış gibi Landrover’lere bindiriyorlar, ellerinde birer hoparlör, sokak sokak dolaştırıyorlardı.

Halkın ve gençliğin neden coştuğunu, bu hareketlerin ne zaman önlenmesi gerektiğini, öldürücü EOKA silâhı karşısında Türk halkına nasıl bir yön verileceğini oturup düşünecek, karara bağlayacak siyasî ve askerî bir liderlik bu sıralarda yoktu. Bu durum karşısında işin ciddiyet ve vahametini düşünen ilgililer bir araya geldiler ve Türk Mukavemet Teşkilâtı’nı kurma çarelerini aradılar.

İlk olarak 27 – 28 Ocak 1957 tarihlerinde Türk halkı, Lefkoşa ve Magosa’da İngilizlere karşı taş ve sopalarla çarpıştı ve şehit verdi. 1958 Haziran ve Temmuz aylarında ise Rumlarla çarpıştı. Bu safhada TMT kurulmuş bulunuyordu. Lefkoşa’dan başlayarak ada sathında TMT’nin yayılması ve faaliyetleri ise ayrı bir husustur ve bugün için açıklanması sakıncalıdır.

Bir evvelki denemede Enosis’i gerçekleştiremeyen ve Türk – Rum ortaklığına dayalı Cumhuriyet’in ilânı ile Başkanlık koltuğuna oturan Arşövek Makaryos, 1963 yılı içinde Türklerin karşısına, Anayasa’nın 13. maddesinin değiştirilmesi teklifi ile çıktı. Bu olay Türkler ile Rumlar arasında her an patlamaya hazır bir gerginlik yarattı.

Rum polisi marifetiyle ve çeşitli şekillerde Türk halkına yönelen baskı ve tehditler, arttırıldıkça arttırıldı. 21 Aralık 1963 günü, sabaha karşı, Tahtakale Mahallesi’nde iki Türk, makineli tabanca kullanan Rum polisleri tarafından vurulup öldürüldü. Radyo haber bülteninde halka «müessif» olarak resmen takdim edilen bu olay, Rumların Türklere karşı besledikleri kötü niyetlerinin ilk belirtisi olmuştur. Nitekim 22 Aralık 1963 günü Landrover’lere bindirilmiş silâhlı Rum polisleri, Türk Lisesi öğrencilerine ateş açarak öğrencileri yaraladılar. Aynı gün TCM (Türk Cemaat Meclisi) Başkanı R.R. Denktaş’ın çalışma odasını ve Girne Kapısı’nda Atatürk heykelinin kurşunlayıp en ileri derecede tahriklerine devam ettiler. Gece saat 22.30 da ise, Girne Yolu üzerinde Aspava Bar yanında pusu kuran Rum polisi ekipleri, kanunsuz hareketlere yüz vermeyen bâzı Türkleri öldürmeğe ve Yenişehir’le Kızılbaş bölgelerinde Türk semtine ateş açmaya başladılar.

Bardağı taşıran Rum tahrikleri karşısında, 1 Ağustos 1958 tarihinden beri Kıbrıs Türkü adına söz söylemek hakkını elinde tutan TMT, Türk’ün namus ve şerefini korumak, can ve mal güvenliğini teminat altında bulundurmak gibi tarihî görevine başlamak durumundaydı.

23 Aralık 1963 günü sabahtan itibaren Lefkoşe Türk kesimi şiddetli ve sürekli bir düşman ateşi altındaydı. TMT üyeleri, ilk savunma noktaları olan Çetinkaya Spor Kulübü’nden Ledra Palas’a, Viktorya Sokağı’nda Arabahmet Camisi ilerisinde Baf Kapısı’na, Tanti’nin Hamamı kesiminden Ankasiyona’daki Rum kuvvetlerine, Çağlayan Bölgesi’nden bu bölgeye taarruz eden Rum kuvvetlerine, Küçük Kaymaklı’dan Büyük Kaymaklı’da harekete geçen Rum kuvvetlerine, Lefkoşa Erkek Lisesi binasından Buzhane ve Yenişehir’de ateş açan Rum kuvvetlerine, Girne Yolu üzerinde Jandarma Binası’ndan Yenişehir ve Kızılbaş’a, yine Ortaköy’den Kızılbaş ve Dikomo Rum köylerine karşı savunmaya geçtiler.

Lefkoşa Türk kesimini çepçevre ateş altına alan ve Türk kesimine 6 saat zarfında girebileceklerini hesaplayan Rum kuvvetlerine, özellikle Küçük Kaymaklı’ya taarruz eden Rum kuvvetlerine Yunan Kontenjan Alayı’ndan birlikler sevk edilmişti. Sadece Küçük Kaymaklı’ya, Yunan Alayı’ndan da birliklerin katılmasıyla 1000 kişilik bir düşman kuvvetinin hücum ettiği, kat’i rakam olarak sabittir. Bir bilgi vermesi bakımından, Ledra Palas Oteli’nden Türklere karşı muhtelif istikametlere ateş açan Rum kuvvetlerinin 7.7. .Tf., 9 mm.’lik Sten otomatik tabanca, 9 mm.’lik İtalyan yapısı Berata otomatik tabanca, 9 mm.’lik Sterlin otomatik tabanca, M – 1 P. Tf., Vikers Makineli Tf. ve Jungle P. T. gibi çeşitli silâh kullandıklarını belirtelim.

Lefkoşa ve varoşlarında düşmana karşı çarpışan kuvvetlerimiz 400 kadardı fakat hepsi silâhlı değildi. Türk emniyet mensupları ve sivil halktan, ellerine av tüfeği v.s. silâh geçirebilenler, muhtelif cephelere koşmuş, TMT üyeleri ile omuz omuza Lefkoşa’yı savunmuşlardı.

Ateş, 24 Aralık 1963 günü yürürlüğe giren mütareke ile durdu ve 25 Aralık 1963 günü saat 8:30’dan itibaren Rum kuvvetlerince yeniden başlatıldı. Çarpışmalar 26 Aralık 1963 günü, 10: 15’e kadar devam etti ve saat 11.00’de İngilizlerin aracılığı ile ikinci kez müzakerelere başlandı.

Lefkoşa savunmasında, özellikle çarpışmaların en şiddetli olduğu Çağlayan, Küçük Kaymaklı, Yenişehir Bölgelerinde ve yine Küçük Kaymaklı polis karakolunu kahramanca müdafaa eden, cephanesi bittiği için geri alınan komutanlar arasında, gerek bu bölgelerde ve gerekse diğer savunma hatlarında, tarihimizde bu isimsiz kahramanlar şükranla anılacaklardır.

Lefkoşa çarpışmalarında TMT mensubu 6 şehit verdik. Bunların dışında Rumlar, birçok masum vatandaşımızı katletmişlerdir.

Çarpışmalar neticesi Küçük Kaymaklı’nın bir kısmı hariç Lefkoşa ve varoşlarında müdafaa mevzilerimiz süratle ileri alınarak bugünkü hatlarımız teşekkül ettirildi. Cephane yetersizliği dolayısıyla mukavemetçilerimizin geri alınması ve bunların muhafazası altında bir kısım halkın salimen Hamitköy’e taşınması, düşmana aradığı fırsatı vermiş ve ancak 26 Aralık 1963 günü Küçük Kaymaklı’ya girebilmişlerdir. Evlerinden çıkmayan 500 soydaşımızın esir alınması ve bunların arasında bazı gençlerimizin akıbetlerinin hâlâ belli olmaması yanında, Küçük Kaymaklı’nın tahrip ve yağma edilişi, Rum vandalizminin bir abidesi olarak bugün ortada durmaktadır.

Arpalık savunmasında da 6 şehit verdik 6 Şubat 1961 günü. 250 kişilik Rum kuvvetine karşı sadece 6 piyade tüfeği ve sten tabanca ile savunulmuştu Arpalık! Ve Arpalık saldırısı Rum sürülerine karşı bir Plevne müdafaasıdır.

TMT’nin kuruluşu ile birlikte temelleri atılan Lefkoşa Sancağı, bugün ana sancak durumundadır ve merkezde olması dolayısıyla Kıbrıs Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin nüvesini teşkil etmekte, Kıbrıs Türk toplumunun kaderini elinde tutmaktadır. Boğaz ve Serdarlı sancaklarımız da yepyeni tesislere, güçlü birliklere ve değerli komutanlara sahip Lefkoşa Sancağı’nın bağrından kopmuştur.

Anavatan Türkiye’nin kuvvetli pençesi bugün Kıbrıs’ın üstündedir. Millî şuuru, hürriyet aşkını, mücadele azim ve ruhunu bir meşale yapıp Kıbrıs Türk toplumunun eline veren, üstün komutanlık ve liderlik vasıflarına sahip insanların kurduğu, Türk Mukavemet Teşkilâtı sayesindedir ki anavatan Türkiye’nin kudretli pençesi yavru vatan Kıbrıs’ın üstünden ebediyen kalkmayacak, Kıbrıs Türkü bu topraklarda hür ve mesut yaşayacaktır.

«TMT’nin kuruluşunun 14.yılında, TMT’nin oluşturduğu Mücahit Kuvvetleri’ne, onun değerli komutanlarına ve anavatan Türkiye’ye, Kıbrıs Türkü minnet ve şükran borçludur.»

Anavatan’ın Gaziantep’ine, Kahramanmaraş’ına mukabil Kıbrıs’ın da bir Gazibaf’ı vardır. TMT 14.yıl kitabında, Baf’ın bu şeref unvanını nasıl hak ettiği de anlatılıyor:

Yavru vatan Kıbrıs’ın en batısında bir serhat bölgemiz vardır. Başları dimdik ve mağrur, sözünü kimseden esirgemez, demir bilekli elleri tuttuğunu koparan cinsten, ekmeğini taştan çıkaran, çelik yürekli, mert ve yiğit insanların yaşadığı bir diyar.

9 Mart 1964’e kadar bölge merkezinin adı Kasaba’ydı; Baf’tı. Şimdi adı Gazibaf’tır.

9 yıldır hürriyet savaşını açıkta sürdüren Kıbrıs Türkü, ilk kurbanını Gazibaf’ta verdi. Tarihe bir kalleşlik, bir vandalizm, bir korkaklık ve de masum insanların kanına girme hareketi olarak geçecek EOKA, bir Türk polisinin göğsüne sıkmış ilk pis kurşununu. 1956’da Abdullah Çavuş’u Gazibaf’ta, arkasından da Lisanı Çavuş’u Poli’de vurdu EOKA ve serhat bölgemizin, gözünü budaktan esirgemeyen mert ve yiğit insanları, çevirdi yüzünü, baktı Gazibaf’tan Lefkoşa’ya! Kıbrıs Türkü’nün kalbiydi, merkeziydi çünkü Lefkoşa…

EOKA, Türk vuruyordu adanın her yanında! Ve bir ses yükseldi bir anda Lefkoşa’dan! Kıbrıs Türkü’nün sesi Anavatan’dan duyuldu!

Sözde barış geldiydi 1960’ta. EOKA’nın 1959’da biten kanlı ve tiksintili serüveni durdu, Türk halkları tescil edildi, bir Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduydu. İyi niyetliydik ve barışı arzu ederdik. Karşımızdakilerin çatlak seslerine ve kurusıkı tehditlerine rağmen… Ne var ki 3 yıl sinen EOKA sürüleri, 3 yılda, bir kıtal plânı hazırladılar; Lefkoşa’dan başlayıp Türk’ü boğmayı, bir anda Türk toplumunu adadan silip süpürmeyi denediler 21 Aralık 1963’te. Lefkoşa’da dişleri kırılan EOKA çarkı döndü, 9 Mart 1964 günü şafakla birlikte, çelik yürekli insanların yaşadığı Gazibaf’a dayandı.

TMT’nin günlük notlarında Gazibaf savunması ve bölgedeki düşman saldırıları hakkında şu satırlar yazılıdır:

«Düşman», ada sathında Türklere karşı topyekûn bir saldırıya geçmeyi, Lefkoşa denemesinden sonra göze alamamakta, Türk bölgelerini teker teker işgal etmeyi, hiç değilse sindirmeyi hedef saymaktadır.

Bölgede irtibatsız ve mukavemeti zayıf olan Türk köylerini tehdit ve tahrik etmekte, yol serbestisi tanımamakta, günlük maişet peşinde koşarken pusuya düşürdüğü Türkleri öldürmekte, Baf’ın Türk kesimine gelişigüzel ateş açmakta, zaman zaman ateş kesafetini arttırarak mukavemetçileri ateşe ateşle mukabeleye mecbur etmekte, plânladığı Baf işgali için zemin hazırlamaktadır.

Türk mukavemetçilerin uyanık, son damla kanlarına kadar herhangi bir saldırıyı karşılamaya kararlı olduklarını anlayan düşman, günlerden beri aldığı takviye kuvvetini arttırmakta, ağır silâhlarla teçhiz olmaktadır. Düşman bu hazırlıklarını, daha önceki mevziî çarpışmalar sonrası varılan ateşkes anlaşmasından yararlanarak tamamlamış, 9 Mart 1964 günü, gün doğarken taarruza geçmiştir.

Taarruza geçen Rum kuvvetinin personel sayısı 2000 kadardır. Çarpışmalarda, zırhlandırılmış 8 adet dozer, ağır silâhlarla teçhiz edilmiş olarak Rum kuvvetlerine destek vazifesi görmüş, 100’den fazla Bren silâhına ek çok sayıda A – 4 tipi silâh, havan topu, roketatar, tomson ve çeşitli silâhlar kullanılmıştır. Albay rütbesindeki bir Yunan subayının sevk ve idaresindeki muharebeye Yunan Alayı’ndan da subaylar katılmıştır.

Gazibaf’ı, 120 kahraman mücahidimiz savundu. Savunmada, çoğu av tüfeği, 9 adet Bren, birkaç sandık el bombası, piyade tüfeği ve Sten makineli tabanca kullanılmıştır. Silâhların kısmı azamı, taarruzundan kısa bir süre önce Lefkoşa’dan gönderilmiştir. En kritik anda yapılan silâh takviyesini, Baf Türkü her zaman şükranla anmaktadır.

Düşman, bütün imkânlarını kullanması halinde, azamî 2 saatte, Türk kesimini işgal edeceğini tahmin ediyor, karşısındaki Türk Mücahidi’nin ecdadına ve tarihine yaraşır bir şekilde ölüm kalım mücadelesi vermeye hazır olduğunu kestiremiyordu. Plâna göre önce kesif bir roketatar ateşi ile Türk bölgesi ele geçirilecek, kuzey istikametindeki Mavrali semtine, doğudan da dört koldan olmak üzere Dr. Eyyüp, Kemal Atatürk, Namık Kemal ve Talât Paşa sokaklarını takiple, Türk kesimine girilecek, merkezî durumda olan İnönü Meydanı’nda buluşacak Rum kuvvetleri zafer şenlikleri yapacaktı.

9 Mart 1964 günü sabahın erken saatlerinde uygulanmaya başlayan plân, çok şiddetli roketatar ateşi altına aldığı Türk mevzilerini yıkmaya çalışırken kahraman mücahitlerimiz cehennemi ateşe bakmadan sımsıkı yerinde duruyor, elindeki imkânlarla düşmana göz açtırmıyordu. Saat 9: 30’a kadar bir adım bile ilerleyemeyen düşman, bu saatten sonra Termopil sokağındaki Türk mevzilerini daha kesif bir ateş altına almış, buradaki mücahitlerimiz enkaz altında kalmamak için Yeni Cami ile bu sokaktan ayrılmak zaruretini duymuştur.

Bütün gün devam eden muharebe esnasında Çarşı bölgesi büyük bir cesaretle savunuluyordu. Büyük Cami minaresi üzerinden bir mücahidimiz ateş altına aldığı düşman kuvvetlerine kan kusturuyordu. Kudurmuş Rum sürüleri, ihtişamla yükselen minareyi roketatarlarla delik deşik ederken, minarenin yıkılabileceğine aldırmayan mücahidimiz, eşine ender rastlanır bir cesaretle savunmasına devam etti.

Düşman kuvveti üstün, cephanesi boldu. Sadece cesareti yoktu.

Baf savunmasında Türk mücahidi, elindeki kıt imkânlar ve mahdut sayıda silâhlarla savaştı. Elinde en azından birkaç tane roketatar silâhının bulunmayışı, zırhlandırılmış dozerlerin Türk mevzilerine kadar sokulmasına imkân verdi. Noksanların giderilmesi ve bazı imkânların yaratılmasına çalışıldı. Baf Türkü, mücahidiyle el ele verdi; mahallî bir silâh imalâthanesi kurdu. Bu imalâthanede yapılan birkaç havan topu, zırhlandırılmış bir dozer, özellikle sahra topunun taklidi bir top, çarpışmalarda hayli işe yaramıştır. Özellikle sahra topunun ateşiyle Türk bölgesini etkili bir şekilde ateş altında tutan ve iki katlı taş bir binada kurulan bir Rum mevziinin susturulması, mücahitlerimizi ve Baf Türkünü moralman son derece teçhiz etmiş, düşmanın cesaretini sıfıra indirmiştir.

Baf savunmasında bir olay, Türk mücahidinin vatanperverlik ve mukavemet ruhunun yüksekliğine bir delil, Rum barbarlığına ise en isabetli bir örnek teşkil etmektedir. Mavrali’de bir mevziyi, Dipbaf’Iı bir göçmen ve bölge sakinlerinden bir kısım mücahidimiz tutuyordu. Hepsi 13 kişiydi! Düşmanın ateş kesafetinin yüksek olduğu Mavrali bölgesinin bu mevzii, roketatar ateşiyle tahrip edilmesine rağmen mücahitlerimiz savunmaya devam ettiler. Ne var ki mermileri tükenmiş, irtibatları kesilmişti. Mermi tedariki için mevziden ayrılan 3 mücahit geri dönemedi. Bir mücahidimiz, mevzi komutanı Bıyıklı Ahmet’e beyhude öleceklerini söyleyerek, mevziden ayrılmalarını teklif etti. Tüfeğinde tek bir mermi kalan Bıyıklı Ahmet, «Buradan çıkarsak nerede dururuz? Buradan ancak benim cesedim çıkar!» dedi. Bıyıklı Ahmet, düşmana canlı teslim olmanın dehşetini anlattı ve düşmana teslim olmaktansa, tek mermiyi kendi beynine sıkacağını ima etti ve davrandı bile! Arkadaşları mani oldular. Bıyıklı Ahmet, düşman eline düşmenin de ölüm olduğunu biliyordu! 200 kişilik bir Rum kuvveti saldırdı Mavrali’deki mevziye! Ve Bıyıklı Ahmet’i, arkadaşlarıyla birlikte esir alındıktan sonra parmakları kesilmek suretiyle, işkence edilerek, öldürdüler orada.

Rumlar, her türlü hilekârlığa ve moral bozucu harekete tevessül ederek Gazibaf’ın Türk mukavemetçilerine teslim olmayı teklif ediyorlardı. Kasaba, bütün havan topları ve el bombaları ile yıkılan mevzilerin tozu dumanı, yıkılan Türk emlâkinin kesif dumanı içinde yandı, tutuştu.Bu dehşetli muharebede, Gazi Baf’ta hürriyet mücadelesi veren çelik yürekli insanlar, mücahitleriyle el ele, tam bir disiplin ve tam bir dayanışma içinde, en küçük bir panik yaratmadan, düşmana karşı kahramanca savaştı. Talât Paşa Sokağı’ndan Türk kesimine girmeyi deneyen zırhlandırılmış bir dozer, düşmanın ateşi altında bulunan mücahitlerimiz tarafından havaya uçuruldu. Dozer içinden dökülen yaralı Rumlar, çakallar gibi inleyerek kurtuluşu kaçmakta buldular. Dozerdeki 6 adet silâh ve diğer bol miktarda cephane mücahitlerin eline geçti.

Albay rütbesinde Yunanlı bir subayın sevk ve idaresindeki Rum kuvvetleri, birkaç saat içinde Türk mukavemetini kıracaklarını, Gazibaf’ı işgal edebileceklerini hesaplamışlardı. Hesapları yanlış çıktı.

10 Mart günü Rum saldırısı fasılalı olarak devam etti. Ne var ki düşmanın ateş kesafeti azalmış, Rum hayalleri suya düşmüş, Gazibaf’ın kaderi belli olmuştu artık!

Rum sürüleri 1964’ün 1 ve 2 Ocak tarihlerinde, Çınarlı’da, 19 Ocak’ta Kalkanlı’da, 21 Ocak’ta Susuz’da, birinci defa olarak 23 – 24 Ocak’ta Ovalık’ ta, yine ilk defa olarak 2 Şubat’ta Altıncık’ta, 3 Şubat’ta Hulu’da, 4 Şubat’ta Baf Kasabası’nın Mescit Semti’nde, 5 Şubat’ta ikinci olarak Baf’ta Melana Semti’nde, 5 Şubat’ta Akkargi’de, 8 Şubat’ta Karşıyaka Poli’de, 14 Şubat’ta üçüncü defa olarak yine Gazibaf’ta, 14 Şubat günü yine Poli’de, Mart’ta birinci defa olarak Aksu’da, 5 Mart’ta ikinci defa yine Aksu’da. 6 Mart günü ikinci defa olarak Altıncık’ta, 7 Mart’ta dördüncü defa olarak Baf’ta, 8 Mart’ta Bozalan’da, 23 Nisan günü ikinci defa olarak Ovalık’ta, ve 24 Ocak 1964 günü Engindere’ de tahrik, tehdit ve saldırılarda bulundular; savunması zor ve zayıf köylerdeki soydaşlarımız, daha emin yerlere göç etmek mecburiyetinde kalırken, ölüm pahasına olsa bile toprağına bağlı ve kalpleri Türklük ateşi ile, vatan sevgisi ile çarpan bütün köylerdeki mukavemetçilerimiz, bazı hallerde öldüler, fakat düşmana geçit vermediler.

«Gazibaf direnişi, mücadele tarihimizde özel bir yer işgal etmektedir.»

TMT, vuruşa vuruşa, kan ve barutla yoğrularak 16 yıl dimdik durdu. Nihayet Türk Ülküsü, Türk dileği gerçekleşti. Mücahit dergisinin 24 numaralı Mayıs 1974 sayısında, Türk Cemaat Meclisi Başkanı İsmail Bozkurt, «Ordulaşan TMT, Devletleşen Toplum» başlıklı yazısında, iki ay sonrasını âdetâ görerek şu satırları yazıyordu: «Bir toplumun devlet olması için üç vasfı olması gerekir: Ülke, halk (millet) ve egemenlik.

Devlet egemenliğini ise üç ana uzvunun; yani yasama, yürütme ve yargı uzuvlarının oluşması ortaya çıkarır. Devletin varlığı ise Silâhlı Kuvvetleri (Ordu)’nin bekçiliğine emanet edilir.

Kıbrıs Türk toplumu, 20. yüzyıla utanç vermesi gereken barbarca bir saldırı neticesi, bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenliğine katılma hakkından mahrum edildi. Ama Türk’e lâyık şanlı bir direnişle, toplum olarak varlığını korudu; kendi adına egemenliğini kullanacak yasama, yürütme, yargı organlarını oluşturdu; teşkilâtlandırdı. «Yönetim» adı altında bir «devlet» mekanizması ortaya çıkardı.

Yönetimin veya başka bir deyişle «devlet» mekanizmasının ortaya çıkmasında esas rolü oynayan; dünkü TMT’nin, bugünkü Kıbrıs Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin tarihî gelişmesi de Türk tarihinin ananevi gelişmesine paralel ve uygun bir görüntü gösterdi.

Kuvayı Milliye’den kahraman Türk Silâhlı Kuvvetleri’ni ortaya çıkaran Türk Milleti’nin bugünkü çocuklarının, «Volkan» dan TMT’yi; TMT’den Kıbrıs Türk Silâhlı Kuvvetleri’ni ortaya çıkarmasından başka bir şey beklenemezdi.

Kıbrıs Türk Silâhlı Kuvvetleri, bugün çağımızın savaş gereklerine uygun eğitimiyle, mükemmel örgütlenmesiyle ve adanın her tarafına dağılmış tesisleriyle gerçekten «ordulaşma» yolunda istenen ve özlenen hedefe gelmiştir.

Bu gelişme, Kıbrıs Türkü’ne huzur veren, vermesi gereken bir gelişmedir. Çünkü «ordulaşan», ordulaştığı nispette «devletleşen» Kıbrıs Türkü, hedefine hızla yaklaşıyor demektir.

Hedef ise açıktır. Tarih gösteriyor bu hedefi : «Kıbrıs Türkü, ya Kıbrıs Cumhuriyeti’nin eşit egemenlik hakkına sahip bir ortağı olacak; ya da toprağı, halkı; yasama, yürütme ve yargı organlarından oluşan egemenliği ve ordulaşan Silâhlı Kuvvetleri ile bugün zaten «Yönelim» adı ile var olan devletini kuracaktır.

Sonrası mı?…

Sonrasını «Hatay» gösteriyor’…

Bugün ordumuz Kıbrıs’ta kanla bir hat çizmiştir. Çizginin kuzeyi artık anavatan kadar emin, anavatan k adar hürdür… Anavatandır! Fakat güneyde, yaralı bir hayvanın ruh hali içerisindeki Rumların edepsizliklerine karşı TMT hâlâ görevi başındadır. Tanrı Türk’ü korusun.

Yazar

Töre Dergisi

Peki ben ne yapabilirim?
Bizi okuyor, beğeniyor ve “Peki ben ne yapabilirim?” diye soruyor musunuz? Bağış yaparak bizi destekleyebilirsiniz. Bağışlarınızla faaliyetlerimiz daha sık, daha geniş ve daha etkili olacaktır. TIKLAYINIZ!

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar