29.03.2024

Türkçülük ve Güney Azerbaycan Millî Hareketi

Globalizm geldi milliyetçilik bitti dediler. İslam devriminde milliyetçiliğe yer yok dediler. Tam tersi oluyor. İran’da Türklük ve Türkçülük önüne geçilmez bir dalga hâlinde yükseliyor. İran milliyetçiliğin yükselişinin laboratuvarı gibi.


Tiraxtor Sazi- Güney Azerbaycan'da Türk Milliyetçiliği yükselirken

Tiraxtor Sazi- Güney Azerbaycan’da Türk Milliyetçiliği yükselirken

23 Aralık 2015’te Millî Düşünce Merkezi 311. Bilgi Şöleninde İran Türklüğü ve Güney Azerbaycan tartışıldı. Stratejist Arif Keskin, konuşmasında hem bir genel Türkçülük tarifi yaptı hem de Güney Azerbaycan Türklerinin durumuyla ilgili önemli bilgiler verdi.

Hakan Paksoy: Bugünkü konumuz, ‘Güney Azerbaycan ve İran Türklüğü Millî Hareketi’. Bu coğrafya açısından çok önem arz eden, Türk milleti açısından çok önem arz eden bir konu ve bu konuyu da gerçekten bu konuda uzman olan kendisi de İran Türkü olan değerli uzman arkadaşımız Arif Keskin Bey sunacaklar. Hem salonumuzun kendisi yabancı değil hem salondakiler Arif Bey’in yabancısı değil. Çok fazla tanıtmadan mikrofonu Arif Bey’e veriyorum.

Arif Keskin:

Efendim merhaba. Ben de teşekkür ederim geldiğiniz için. Birkaç tane soru ve girişle konuya başlamak istiyorum. Milliyetçiliği daha önce İskender Hoca burada tartıştı. Milliyetçilik literatüründe belli sorular var. Belli soruları soruyorlar. Belki en önemli sorulardan birisi şu: Neden bazı etnik gruplar milletleşmiş unsur olmuyor? Neden sadece belli etnik gruplar milletleşebiliyor? Dünya tarihine şu anda da baktığımızda beş bine yakın dilin olduğu iddia ediliyor ve çok çeşitli etnik gruplar yaşıyor dünyada. Ama baktığımız zaman kaç tane devlet var… Bu etnik grupların çok azı milletleşme sürecine girebiliyorlar veya milletleşme sürecini tamamlıyorlar.

Neden? Hangi etnik grubu nasıl milletleşmeyi başarıyor ve bazıları neden bu sürecin dışında kalıyor, eleniyor ve tarih sahnesinden silinip gidiyor?

Bu bir.

İkincisi, bazen aynı milletin parçaları farklı yerde farklı kaderleri paylaşıyorlar. Aynı millet bir yerde hâkim olabiliyor, bir yerde mahkum pozisyonunda olabiliyor. Yani aynı milletin parçaları da aynı kaderi, aynı siyasi pozisyonu paylaşmıyorlar.

Burada aslında ben birinci soruyu yanıtlamayacağım ama ikinci sorudan Türk dünyasına girmek istiyorum. Aslında şu anda 250-300 milyon civarında Türk olduğu iddia ediliyor. Doğal olarak tahminî rakamdır. Kesin bir rakam söyleyemiyoruz. Hatta bazı yerlerde baktığımız zaman 500’ün üzerine de çıkartılan iddialar var. Ama belki en makulü 250-300 milyon civarında olabilir, bütün dünyada yaşayan Türkler. Ancak bu kadar Türk içerisinde şu anda Kıbrıs’la birlikte 7 devlet var ve Rusya’da, Çin’de belli federe cumhuriyetler var ve birçok yerde de başka esir pozisyonda olan Türk grupları var. Yani baktığımız zaman evet Türkler bir yerde bir devlet kurmuşlar. Ama dünyanın birçok yerinde de ondan yoksunlar. Bu 250 milyon 300 milyon Türk baktığımız zaman ben dört yere ayırıyorum. Dört Grup görüyorum. Birisi bağımsız devletler kuran Türkler. Şu anda  devlet kuran 7 tane Türk grubu var. Bunun altısı BM tarafından kabul ediliyor. Bunlardan biri olan Kıbrıs’ın biraz problemleri var. Ama 7 tane bağımsız devlet var. Bunun yanı sıra devlet olmayan federe cumhuriyetler var. Özellikle Rusya’nın bünyesinde ve Çin’de Doğu Türkistan diye bildiğimiz federe devletler var. Bu da ikinci bir grup. Üçüncü bir grup var ki, bunlar belki bir dönem baskı altında olmuşlar. Hakları ellerinden alınmış. Ama siyasetteki belli gelişmeler sebebiyle belli küresel veya bölgesel gelişmeler sebebiyle belli fırsatları elde etmişler. Mesela bugün Irak’taki Türkmenler veya Avrupa’da yaşayan, Balkanlarda yaşayan Türkler. Bunların devletleri yok. Bir federasyona da sahip değiller. Ama göreceli olarak kendi kimliklerini koruyabilecek veya kendi haklarını savunabilecek bir olanak elde etmişler. Dördüncü bir Türkler var ki bunlar aslında tam anlamıyla bir baskı altındalar. Bütün Türklük hukukundan yoksunlar.

Bağımsız devlet kuran devletlerin dışında kalan iki tür Türk grubu var. Birincisi devlet kurabilecek potansiyeli olanlar, biri de kesinlikle devlet kurabilecek potansiyeli olmayan ve bu devlet kurma şanslarını kaybedenler. Baktığımız zaman mesela bugün Suriye’deki Türkmenlerin devlet kurma veya bir federe bir yönetim elde etme olanakları var mı? Bana çok düşük bir ihtimal olarak geliyor veya bugün mesela Irak’taki Türkmenlerin bir devlet kurma veya federe bir yapıda olma olanakları ne kadardır? Bu da tartışılabilir veya baktığımız zaman Avrupa’daki Türkler ve birçok yerde zaten iddia edebilecekleri toprakları bile yok. Yani burası bizimdir, biz hak istiyoruz diye çok böyle Türk grupları da söz konusudur böyle bir Türk grupları var ki bunların potansiyel olarak bir devlet kurma şansları da yok. Olanakları söz konusu değil. Ama bu Türklerin içerisinde devlet kurma potansiyeli olanlar da var. Evet şu anda 7 tane devlet söz konusu.

Sadece bağımsız devlet sahibi Türklerin varlıkları garantide

Ancak Rusya’daki Türklere baktığımız zaman, Çin’e baktığımız zaman birçok yere baktığımız zaman devlet kurma potansiyeli olan Türkler de var ve aslında biraz önce saydığım dört gruba geri dönüp baktığımızda şöyle bir soru sordum kendime. Bu dört grubun içinde hangisi daha fazla kendi kimliğini koruyabiliyor, savunabiliyor ve kendisini idare edebiliyor? Sadece bağımsızlıklarını elde edenler. Onun dışında kalan isterse federe cumhuriyete sahip olsun isterse belli göreli olarak az bir haklar elde etsin kesinlikle kendini koruyabilecek bir pozisyonda değil. Bunu en net olarak Kırım’da yaşadık. Kırım’da gözünüzün önünde yaşandı. Şu anda Irak’ta Türkmenler yaşıyor. Suriye’deki Türkmenleri de net olarak görüyoruz. Başka yerde de Türk gruplar tam anlamıyla kadere bırakılmış gibi bir durumla karşı karşıya kalıyorlar. Yani aslında sadece bağımsız devlet kurabilenler birçok sorun yaşasalar da en azından kendi kimliklerini koruyabiliyorlar ve besleyebiliyorlar ve ileri götürebiliyor. Ama onun dışında kalan gruplar potansiyel olarak tehdit altındadırlar. Bazıları da fiili olarak tehdit altında ve bazıları da yok olma sürecine girmiş.

Bu Türk gruplarının bazıları yok olma sürecinden geri dönüp yeni bir direniş harekete geçiriyor ve yeniden kendisini bir şekilde tarih sahnesine geri getirmek istiyor.

İran Türkleri devlet kurma potansiyeli en yüksek gruptur

Şimdi tabii bütün bu girişimlerle birlikte İran’daki Türkleri söylemek istiyorum. İran’daki Türkler saydıklarım içerisinde baskı altındalar. Ama en önemlisi bütün bu Türk gruplarının içerisinde devlet kurma potansiyeli olarak en yüksek olan Türk grubudur. Buna Doğu Türkistan dahil olmak üzere hepsini birlikte söylüyorum. En fazla devlet kurabilecek bir potansiyeli var ve bu nedenden dolayı bu devlet kurma potansiyeli nedeniyle Türk dünyası açısından kilit bir önem arz ediyor. Yani oralı olduğum anlamında söylemiyorum, oranın propagandasını da yapmıyorum. Yani potansiyel olarak devlete dönüşebilir. Ben bunu tarihçesinde anlatacağım. Yani ne demek istiyorum pratik ve somut olarak İran tarihi ile ilgili. Ama en önemlisi bunun oranı nedir? Ne önemi var? Ne anlam ifade ediyor? Oradaki Türkler bu devlet kurma potansiyeli olabilen Türkler, Türk dünyası açısından nasıl bir anlam ifade ediyor?

Şimdi net olarak şudur, bir defa İran coğrafyası Türkiye’den sonra Türk’ün en fazla yaşadığı bir yerdir ve bütün asimilasyona rağmen 1924’te asimilasyonu bütün veçhesiyle, bütün süreçleriyle karşı karşıya olmalarına rağmen, Türklük hala orada zindedir, diridir ve sadece siyasal anlamda söylemiyorum, kültürel anlamda, sosyolojik anlamda da varlığını ciddi bir biçimde sürdürüyor. Böyle bir potansiyel var.

Bunun yanı sıra jeopolitik olarak baktığımız zaman çok farklı bir tablo çiziyor. O tablo nedir? Aslında Türklerin en büyük tarihî talihsizliklerinden birisi Osmanlıyla Safevinin kavgasıydı. Osmanlıyla Safevi sadece bir mezhep çatışması değil, jeopolitik olarak da bir çatışmaydı. Bu durum Türkleri iki yere böldü. Bir bıçak gibi kesti ve doğal olarak Türk dünyasının birleşme, bütünleşme olarak bütün olanaklarını elinden aldı.

Türk coğrafyasını kesen de birleştiren de İran’dır

Coğrafi olarak bu bütünleşmeyi kesen neresidir? Şu anda İran Türklerinin yaşadığı coğrafya yani o coğrafyada bir taraftan ben sadece Türkiye merkezi olarak söylemiyorum. Sadece burada olduğumuz anlamında söylüyorum. Türkiye ile Türk dünyasını karasal olarak birleştiren alandır. Bugün mesela Türkiye’de yıllık bütün tırlar Kafkasya ve Türkistan dediğimiz o topraklardan geçerek gidiyor. En önemlisi o toprağın yine jeopolitik olarak çok önemi var. Bugünkü Azerbaycan’ın, hepimiz biliyoruz Bakü ile Nahcivan’ın kara sınırı yok. Nahcivan Bakü’den kopuktur. Bakü ve Nahcivan’ı da birleştiriyor. Bakü ve Nahcivan’ı da birleştiren alandır. Yani yine o karayı birleştiriyor. Bakü’yle Nahcivan’ı birleştirmenin, Türkiye ile Azerbaycan arasındaki ilişkileri ve Kafkasya’daki jeopolitik dengeyi de hesap ettiğiniz zaman nasıl anlam ifade ediyor?

Başka bir şey söyleyeyim, önemi açısından. Biz hep Türklerin Türkistan’da olduğunu düşünürüz. Türk dünyası denildiğinde akla hep orası gelir. Ama şöyle bir şeyi rahatlıkla söyleyebiliriz. Türklerin ekseriyeti Ortadoğu’da yaşıyor. Sayı olarak Türklerin Ortadoğu’daki sayısı bütün coğrafyadakinden daha fazladır. Ama genellikle de baktığımız zaman hatta Türk milliyetçiliğinin ilk doğuşu olarak baktığımızda da genellikle yüzleri Türkistan’a dönük olduğu için Ortadoğu unutuluyor. Biraz Ziya Gökalp’in Oğuz Birliği’nde oraya dönük bir atıf var. Onun dışında genellikle Türkistan hedefleniyor. Ortadoğu’daki Türkler unutuluyor. Ama Ortadoğu’daki Türklere baktığınızda Suudi Arabistan’dan tutun Irak’a kadar, Suriye’ye kadar geniş yelpazede Türk nüfusu yaşıyor. Bu Türk nüfusu son 1990’lardan sonraki süreçte Suriye’de, Irak’ta daha farklı bir biçimde, daha ciddi bir biçimde bu düşünceye dahil edildi. Yani İran’daki Türklerin kaderi sadece Türkistan’la ilgili değil, Ortadoğu’daki Türklerle daha sağlıklı, daha doğru ilişki kurabilme olanağı da sağlıyor.

Kerkük’ten Tebriz’e kadar Türk coğrafyası bölücülerin hedefinde

Ayrıca en önemlisi hepimiz biliyoruz tırnak içinde bir büyük “Kürdistan” hayali var ve burayı destekleyen birçok grupları var. Bu hayalin önü nasıl kesilebilir? Nereden kesilebilir? Nasıl bunu daha jeopolitik olarak kuşatma altına alınabilir? Bu Sadece Ankara’da oturarak değil, baktığımız zaman o hayalin kendisine sınır çizdikleri neresidir? Kendisine sınır çizdikleri yer, tarihî Türk topraklarıdır. Kerkük’tür, Musul’dur, Urmiye’dir. Yani sadece bunları elde ederek o hayale doğru gidebilirler. Orayı elde edebilir ve bugün mesela bakınız Demirtaş Amerika’ya gitmiş. O, Tolga Tanış Hürriyet’ten diyor ki: Ben izledim. Demirtaş Amerika’da sadece PYD’yi konuşmuş. Buradan gidiyor sadece PYD’yi konuşuyor. Bugün Rusya’ya gidiyor. Bütün her şeye rağmen önceliğimiz PYD diyor ve PYD’yi konuşuyor. Türkiye’den birileri neden bunu yapıyorlar? Bunu net olarak Irak’ta tecrübe ettiler. Kuzey Irak’taki kazanım, Türkiye’de kazanımdır. İran’da kazanım anlamını ifade ediyor. Tabii Suriye’deki kazanım, Irak’taki kazanım Türkiye’de ve başka bir yerde kazanım olarak var. Onların haritalarına bakıyorsunuz tırnak içinde büyük “Kürdistan” haritası Tebriz’e kadar uzanıyor. Tebriz’e kadar ellerinde bulunduruyor onlar. Neden? Çünkü jeopolitik olarak o coğrafyayı net olarak biliyorlar. Neden orası? Dediğim o coğrafya Ermenistan’la da sınırdır. Hazar havzası ile de sınırdır. Türkiye ile de sınırdır. O sınır kesildikten itibaren kolayca hem Ermenistan sınırı olabiliyor hem de Türkiye’yle olan oradaki Türklerin ilişkisini kesilebiliyor. Azerbaycan dedik, Bakü’yle Nahcivan’ın hattını da kırabiliyorlar.

Türk dünyası için de kırılma noktası Orta Doğu’dur

Jeopolitik olarak buraya baktığımız zaman ve en önemli başka bir konu daha da bu anlamda söylememiz lazım. Bunu hepimiz biliyoruz. Doksanlarda, siz yaşadınız bunu. Ben sadece kitaplardan okuyarak öğrendim. 90’lardan sonra Sovyetler Birliği’nin dağılması, Türk cumhuriyetlerinin ortaya çıkması Türkiye’de milliyetçiliğin daha da büyümesine sebebiyet verdi. Halkın içinde çok ciddi bir heyecan yarattığını da biliyoruz O zaman hatta milliyetçi olmayanlar, onu eleştirenler de bunları kabul ediyorlar. Evet 90’lardan sonra Türkiye’ye farklı bir ruh geldi. Bu aslında Sovyetlerin dağılışı, oradaki cumhuriyetin kuruluşu Türk milliyetçiliğine burada bir güç verdi. Yani neyi söylemek istiyorum? Aslında yeni bir güç Ortadoğu’dan gelebilir. Yeni bir güç, yeni bir takviye moral takviyesi olarak da, ideolojik takviye olarak da bu Ortadoğu’dan gelebilir. Eğer yüzleri o tarafa doğru çevrilirse ve oradaki potansiyel ve oradaki imkan ve oradaki jeopolitik olarak gözükebilir. En önemlisi bütün petrol hatları, bütün transit hatlarının ana unsurları olarak aynı coğrafyadan bahsediyoruz.

Baktığımız zaman hem enerji anlamında hem transit anlamında jeopolitik olarak çok önemlidir ve kişisel olarak kanım şudur ki bundan sonraki yani bugün Suriye’deki kazanımla Irak’taki kazanımla veya Türkiye’de herhangi bir şey elde ederler etmezler onu söylemiyorum. Ama son çatışma nihai kerte bu Ortadoğu’daki son savaşın ve oradan sonra bütün bir kırılma, tarihi kırılma diyebileceğimiz, jeopolitik kırılma diyebileceğimiz yeni bir dengenin ortaya çıkabileceği sadece şu anda İran’daki Türklerin yaşadığı coğrafyayla en son orada belli olacak. Yani kavgayı orada kimin kazanıp kazanmayacağı önemlidir. Bunu bugün belki göremiyoruz. Ama bunu daha sonra net olarak yaşayacağız ve göreceğiz. Zaten Kuzey Irak’taki Kürtlerin de Türkiye’deki grupların da o tarafa nasıl yatırım yaptığını, neler ettiğini orayı yakından izleyenler net olarak biliyorlar. Zaten onlar bu kavgaya, bu savaşa hazırlanıyorlar.

Baktığınız zaman böyle bir önemli bölgeden bahsediyoruz. Yani bana göre bölgemizin jeopolitik kaderinin son kertede belirlenebileceği bir yerdir. Belki bugün göremiyoruz, konuşmuyoruz. Ama o günün gelmeyeceği anlamına gelmediğini biliyoruz. Suriye’de yaşadıklarımız, Irak’ta yaşadıklarımız hiç hayal etmediğimiz şeylerdi ve Ortadoğu’nun nasıl bir kaygan zemin olduğu, nelere gebe olabileceği ve hatta sürecin kesinlikle kestirilemez hızda ve farklı boyutlarda gidebileceğini de son 20 yıl içerisinde net olarak gördük. Bunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Şimdi önemi ile birlikte bir soru daha sorarak tarihçeye girip ve oradaki Milliyetçi Hareketi anlatmak istiyorum. O da şudur. Bu meclisin problemi bu değil. Ama burada Türkiye’de karşılaştığımız problemlerden biridir, bu söyleyeceğim şey.

Türk milliyetçiliği nedir?

Şöyle bir temel soruyu sorarak başlamak istiyorum. Türk milliyetçiliği nedir? Yani bunu size kusura bakmayın ders verme niyetinde değil, sadece kendi görüşümü anlatmak için bunu sorarak başlıyorum. Şimdi baktığımız zaman Türk milliyetçiliğinin ortaya çıktığından günümüze kadar bir sürü tanım var. Herkes kendine göre bir tanım ortaya atmış ve dile getirmiş. Ama en basit anlamıyla nettir. Türklük, Türk milliyetçiliği aslında Türk kimliğini, ona ait olan toprağı, dili, tarihi ne varsa onu korumayı, geliştirmeyi, beslemeyi amaçlıyor. Ona ait ne varsa, ona ait toprak da olabilir, ona ait dili de olabilir, tarihi de olabilir. Ne varsa onu birinci öncelikle korumayı, geliştirmeyi, beslemeyi daha yükseklere çıkarmayı amaçlayan bir hareketin adıdır. Bunun net olarak nasıl ortaya çıktığını da zaten biliyoruz. Şimdi bu tanımı neden söyledim? Çünkü bazıları oradaki hareketin bazı nedenden dolayı milliyetçiliğe, Türk milliyetçiliğine ait olmadığını iddia ediyorlar. Mezhep farklılığını öne sürerek, farklı şeyleri öne sürerek bunu bir şekilde ‘Evet bunun Türk milliyetçiliği ile bir ilgisi yoktur. Orada bir Türk milliyetçi hareketi yoktur’ diye iddia eden insanlarımız da var. Bunlarla da çok karşılaşıyoruz bu toprakta. Yani ben bu biraz önce söylediğim bu nedenden dolayı Türk milliyetçiliği her coğrafyada farklı renklere bürünebilir, farklı unsurları esas alabilir, temel alabilir diyorum.

Mesela bizim ilk Türk milliyetçileri olarak bildiğimiz İsmail Gaspıralı benim okuduğum kadarıyla bütün yazılı eserleri çevrilmemiş. Ama yazılı bütün eserlerinde bir defa Türk milliyetçiliği sözü geçmiyor eserlerinde. Baktığımız zaman o coğrafyada milliyetçiler genellikle Rusya Müslümanları Kafkasya Müslümanları terimini kullanıyorlar. Ama bu terimden kasıtları Türklerdir. Baktığınız zaman farklı tarihî aşamalarda, farklı coğrafyalarda farklı renk daha öne çıkabiliyor. Başkası daha önemsizleşebiliyor. Örnek vereyim. Mesela bugün Doğu Türkistan’la mesela diyelim şu anda bahsedeceğimiz İran’daki Güney Azerbaycan milliyetçiliğini karşılaştırdığınız zaman net olarak belirgin bir fark ortaya çıkıyor. O da din konusu. Doğu Türkistanlılar Çinlilerle karşı karşıya oldukları için dinî kimliklerini daha fazla önemsiyorlar. Ama İran’daki Türklerin karşısındaki bir Müslüman. Karşındaki bir Müslüman ve doğal olarak öncelikleri değişebiliyor. Mücadele öncelikleri değişebiliyor. Yani bu nedenlerden dolayı bu önceliklerin değişmesi o grupları Türk milliyetçiliğinin dışına çıkartmaz. Burada temel olarak bakılacak şey, o Türk kimliğini korumaya dönük, beslemeye dönük, ileri götürmeye dönük bir çaba var mıdır, yok mudur ? Onun içinde belli unsurlar daha düşük bir profil izleyebilir. Bazıları belli dönemlere göre daha fazla yükselebilir. Bu net olarak, rahatlıkla bütün Türk milliyetçiliğinin seyrine baktığımız zaman da görülebilir. Mesela Kıbrıs’taki milliyetçiliğin, Türk milliyetçiliğinin Anadolu’nun bir uzantısı olmasına rağmen Anadolu’daki milliyetçilikle belli farkları var. Bu farklılıklar onları bu sürecin dışına itmiyor. Bu sürecin içinde tutuyor. O nedenden dolayı tek rengi tanımlar ve oradaki Türkleri belli mezhebi nedenlerden dolayı veya belli öncelikleri nedenlerinden dolayı Türklüğün dışına itmek, Türk milliyetçiliği açısından doğru değil. Onlar bir Türk milliyetçiliği hareketidir. Ama Türk milliyetçiliği hareketi belli evrelerde belli şeylere bürünerek devam edebilir. Önceliklerine göre devam edebilir.

İran’da kilit unsur Azerbaycan

Şimdi buradan yola çıkarak İran’da çok farklı Türk grupları yaşıyor ve İran biraz önce söyledim Türkiye’den sonra en fazla Türk’ün yaşadığı bir yerdir. Hatta bazıları biraz daha bunu ileri götürerek: ‘Aslında İran Türklerindir’, ‘Türklerin İran’ı’ diye bir terim de son zamanlarda çok dolaşır. Yani bu İran’ın neresine giderseniz orada kesinlikle Türk grubuyla farklı Türk gruplarıyla karşılaşabilirsiniz. Türklerin ayak basmadığı, yaşamadığı İran coğrafyasının hiçbir yeri yok. Hatta daha önceleri daha fazla dağınık ve birçok yerde yaşıyorlar. Baktığınız zaman Türkmenler, Azerbaycan Türkleri, Halaçlar, Kaşgaylar hatta Kazaklar, Kırgız dahil olmak üzere çok çeşitli Türk grupları yaşıyor, o coğrafyada. Ancak biz hep Azerbaycan Türklerini mercek altına alıyoruz ve diğer Türk grupların siyasi ve milliyetçi mücadelesini biraz daha analizin dışında tutuyoruz. Bunun çok ciddi bir nedeni var. O da şudur: Azerbaycan Türklerinin hem Türklerin kendi içlerinde hem İran’da yaşayan bütün etnik gruplar içinde farklı özellikleri var. Bu özellikler nedeniyle şu rahatlıkla söylenebilir:

İran’daki Türklük mücadelesinin kaderini belirleyen grup Azerbaycan Türkleri olacak. Azerbaycan Türklerinin içerisinde milliyetçiliğin yükselişi aslında o coğrafyadaki Türk milliyetçiliğinin yükselişinin kaderini de belirleyen bir şekilde bize belli ipuçları da verdiği anlamına geliyor.

Nedir ayrıcalıkları?

Mesela ben birkaç tane ayrıcalıklarını size söyleyeyim. Bir defa sayı olarak İran’da herkesten daha fazladırlar yani yaklaşık 30 milyon civarında bir nüfus olduğu söyleniyor En azından 25-30 milyon civarında bir Azerbaycan Türkü o coğrafyada yaşıyor. Bu çok çok önemlidir. Farslardan da daha fazladır. İran Ahmedi Nejat dönemi İran Dışişleri Bakanı Türkiye’de olduğu zaman ne söyledi? Dedi: “İran’ın en az yüzde 40’ı Türk’tür.’ 80 milyon İran’ın en azından %40’ını İran Dışişleri Bakanı kendisi itiraf etti. İran’ın% 40’ını, en büyük nüfusunu Azerbaycan Türkleri oluşturuyor. Bunu sadece Türkler için de söylemiyorum. İran’ın bütün etnik grupları manzarası açısından, kompozisyonu açısından da bu böyledir.

İkinci en önemli etmen, tek gruptur ki merkez ve çevrede gücü olan bir gruptur. Bakınız mesela Türkmenler sadece Türkmenistan ve Hazar havzası sınırında yaşıyorlar. İçeriye doğru yoklar. İran’ın merkezine doğru geldiği zaman Türkmenler yoktur. Araplara bakıyorsunuz Araplar sadece güney sınırında. Ama Araplar İran’ın merkezinde yoklar. Baktığınız zaman Kürtler sınırdalar, merkeze doğru hiçbir şekilde yoklar. Ama Azerbaycan Türklerine bakıyorsunuz, hem Türkiye-Azerbaycan sınırından İran’ın merkezine kadar uzanan yelpazede dağılmışlardır. Bunun siyasal anlamda ne anlam ifade ediyor? Araplar itiraz ettiği zaman Tahran’da herhangi bir yaprak kıpırdamıyor veya Kürtler itiraz ettiği zaman Tahran’da herhangi bir yaprak kıpırdamıyor. Ama Türkler bir hareket ettiğinde Tahran’da bir deprem oluyor bu nettir. Bu nedenden dolayı çevreden merkeze kadar uzanan anlamda yelpaze, siyasi olarak dalgayı hareketlenmeyi merkeze kadar uzatabiliyor.

Azerbaycan ve Tebriz, İran ekonomisinin kalbidir

Bu sadece demografik yerleşim anlamında böyle değil. Mezhepsel anlamda büyük çoğunluğu Şii olduğu için İran’ın zaten büyük çoğunluğunu Şii oluşturuyor. En azından yüzde 85 civarında. Ayrıca baktığımız zaman çoğunluğun Şii kimliği olduğu sebebiyle devletin askerî, bütün bürokrasisinde ekonomik olarak da ciddi bir biçimde yükselebiliyorlar. Böyle bir potansiyelleri var. Bugün mesela İran ekonomisinin büyük pastası Türklerin elindedir. Tahran’a gittiğiniz zaman zaten bu hissediliyor. Özellikle de pazar geleneksel olarak pazar genellikle de Türklerin iradesine bağlıdır. O nedenden dolayı Tebriz’de bir hareket olduğunda rahatlıkla bu, Tahran’da hissediliyor. Ama siz mesela İran diyelim İran sermayesi içerisinde Arap sermayesi çok fazla görmezsiniz veya Kürtler o kadar güçlü değiller. Ama Türkler çok güçlüler. Hatta öyle güçlüler ki birçok Farslar diyorlar ki: “Siz neden itiraz ediyorsunuz? Hatta bizi siz yönetiyorsunuz.” Yani bu kadar güçlüler. Bu anlamda söylüyorum. Kimlik olarak da merkezdeler. Güç olarak da oradalar ve doğal olarak her türlü hareketlenmeleri merkezde bürokratik olarak, siyasi olarak ciddi şekilde dalgalanmaya yol açıyor.

Başka bir özelliği var. Biraz önce saydım. Genellikle ayrılıkçılığa veya bağımsızlığa doğru devletleşmeye doğru giden bütün şeylere baktığımızda nerede oluyorlar? Genellikle sınırda ve sınırın diğer tarafında soydaşların olduğu bir yerde. Bu da Azerbaycan Türkleri açısından önemli bir imkan. Bir taraftan Türkiye ile sınırdaşlar bir taraftan Azerbaycan’la sınırdaşlar. Bu tarihî olarak oradaki Türklere farklı olanaklar sunuyor. Farklı olanaklar nedir? Eğer İran tarihini biri izlerse şunu görür. 1924’ten önce orası ekonomik olarak 1. merkezdi. 1928’de Türkiye’nin Genelkurmay Başkanlığı o dönem bir tane istihbarat raporu yayınlıyor. Bu istihbarat raporu hem batılıların hazırladığı rapordur hem Türkiye’den gidenlerin raporudur. Orada şöyle bir cümle kuruluyor. “Tebriz Ortadoğu pazarının dinamizmidir, kalbidir.”

İran’da hürriyet ve demokrasi fikirlerinin taşıyıcısı Türklerdir

Çok renkli, çok çeşitli bir pazarın olduğu iddia ediliyor. Neden? Çünkü bir taraftan Rusya ile Kafkasya üzerinden Rusya ile ilişki kurabiliyor. Diğer taraftan da Trabzon üzerinden rahatlıkla da Osmanlıyla ilişki kurabiliyor ve bu nedenden dolayı 1924’ten sonra Fars milliyetçileri iktidara geldikten sonra iki sınırı da kapatıyor. İki sınırı kapatarak Azerbaycan sermayesinin daha çok Tahran’a akmasına sebebiyet veriyor. Yani baktığımız zaman bu ne olanak veriyor Azerbaycanlılara? Türkiye’de olup biten, Azerbaycan’da olup biten, Rusya’da olup biten kolayca Azerbaycan’da hissediliyor ve kolayca merkeze taşınabiliyor. Bunu iddia olarak söylemiyorum. İran’a liberal değerleri temsil eden kavramların taşıyıcıları Türkler’dir Osmanlı üzerinden. Bunu da söyleyen Seyid Hasan Tagızade. Kendisi bir Fars milliyetçisi. Osmanlı’dan meşrutiyet kavramı, meclis kavramı alınıyor. Bunların hepsi Osmanlı’dan İran’a geliyor ve bunları oraya taşıyan Türkler oluyor.

Aynı şekilde sosyal demokrasi düşüncesi, sol düşüncesi de Kafkasya’dan Rusya üzerinden yine oradaki Türkler vasıtasıyla içeri taşınıyor.

İlk okulu, ilk basım evi, ilk modern ordu yine orada kuruluyor. Yine Azerbaycan’da kuruluyor ve hatta ilk demokratik düşünce de yine oradadır. Fars milliyetçileri kendileri de Tebriz ekolünü benimsiyorlar. Tebriz ekolü ne demek? Tebriz ilk defa biraz önce saydığım değerlerin ilk evi. Hatta komünistlerin o coğrafyayla ilgili yazdığı yazılara bakarsanız; ilk işçi hareketleri, ilk işçi örgütlenmeleri falan orada olduğunu söylüyorlar. Bu da yine Türkiye ile olan sınır Kafkasya ile olan sınırının en önemli özelliğidir ki ona ciddi şekilde bir önem verir. Bu nedenden dolayıdır ki hem sayıları çoktur hem kültürel, ekonomik olarak daha fazla güçlüler. Sınırda yaşıyorlar ve sınır bir tarafta Türkiye bir tarafta Azerbaycan Kafkasya ile birlikte siyasi de ciddi şekilde açıklar, hassaslar.

Şimdi Türk kimliğine dönülüyor

Bu nedenlerden dolayı İran’da Azerbaycan’ın o coğrafyanın kuvvetli bir karizması var. Kuvvetli karizması şudur. Bu cümleyi rahatlıkla duyabilirsiniz. Azerbaycanlıların istemediği değişim İran’da olmaz ve bütün 20. yüzyıldan günümüze kadar bütün değişikliklere baktığımız zaman son hamle ve belirleyici hamleyi genellikle Azerbaycanlılar yapıyorlar. 1906 Meşrutiyet devriminde de böyle oldu. 1979 İran İslam Devrimi’nde de böyle oldu. 2009 yeşil hareketi oldu. Tahran da çok güçlüydü. Ama Tebriz yani Azerbaycanlılar desteklemediği için yenildi. Nettir bu. Biraz önce saydığım bu özellikler. Nedeni şimdi bu grup ki İran’ın çağdaş tarihinde bu kadar önemli bir yere sahipler ve İran’ın tarihini belirleyebilmişler ve hâlâ da belirlemektedirler. Bu grup uzun bir tarihî süreç içerisinde kendi Türk kimliklerine öncelikle öncelik olarak vermemişlerdir, öncelik olarak hareket etmemişlerdir. Genellikle başka unsurları desteklemişler, o motivasyonla birlikte hareket etmeye başlamışlardır. Ama 1979’dan sonraki süreçte biraz önceki saydığım o özelliğe sahip olan grup şu anda çok açık olarak kendi Türk kimliğine geri dönüyor. Şimdi neden buraya geri dönüyor? Bunun tarihi temelleri nedir? Nedene geleceğim.

O coğrafya bütün bu özelliği ile birlikte 20. yüzyıl boyunca merkezden sürekli olarak belli oranda ayrılma isteği oldu. Ayrılma iradesi de belli noktalarda tarihî olarak da ayrılma isteğini de ortaya koyuyor. Hatta Canhoran diye bir tane batılı bir yazar var. Şöyle söylüyor: “İran’da ne zaman merkezî hükümet zayıflıyorsa Azerbaycan kendisine başka bir yol arıyor” diyor. Yani bu 20. yüzyıldan günümüze kadar bir tarihî olay. Şu anda var olan hareketin tarihî temellerine baktığımız zaman 1906’da İran’da Meşrutiyet Fermanı ilan ediliyor ve Azerbaycan bu meşrutiyet hareketine ciddi şekilde katılıyor ve destek veriyor ve özellikle de 1908’de neredeyse Tebriz, Rus ve merkezî irade tarafından kuşatılıyor. Ama Tebriz teslim olmuyor. 1909’da Meşrutiyet yeniden geri geliyor ve meşrutiyetin geri gelmesiyle birlikte Tebriz ve Azerbaycan, o coğrafya, meşrutiyetin kahramanı ve belirleyici gücü oluyor.

Çilovluluk

Şimdi o dönem Azerbaycanlıların siyasi isteğine baktığımız zaman milliyetçi mi, değil mi? Bana göre milliyetçi ögeler var o dönem. O dönem Tebriz’den yazıldığında Türk sözü kullanılmıyor. Ama Azerbaycan milliyeti ifadesi var. Bu birkaç defa kullanılıyor ve Azerbaycanlılar o dönem 1906, 1911’deki İran’da meşrutiyet bitiyor. O dönem Encümen Eyaleti Vilayeti yasasını istiyorlar. Diyorlar ki, bu coğrafya kendisini idare etmeli ve kendisini yönetmeli. 1906, 1911’de bunu istiyor. Ama 1911’de meşrutiyet yeniliyor.

Meşrutiyet yenildikten sonra çok ciddi bir karmaşa dönemi başlıyor. Bu karmaşa döneminde, hatta o 1917-18’lerde orada Asurilerle ve Ermenilerle birlikte olup oradaki Türkleri de katlediyorlar. Türkiye’de bu çok fazla bilinmiyor. Ama orada Türklerin ciddi bir katli söz konusu. 1917-18’de. Rusya da destekliyor, Ermenilerle, Asurilerle birlikte. İran’daki bu olaya bizim tarihte Çilovluluk hareketi olarak deniliyor. Hatta zamanında ben ASAM’da çalışırken, ASAM varken orada bir enstitü kurulmuştu ve enstitüye ben zorla bunu da dahil edin dedim ama yapamadım. Burada bunu yapmışlar dedim. Bunu da dahil edin. Bunu da mantığa dahil edin dedim. Ama kabul ettiremedik. Yani yapmadılar. Aynı 1917-18 Çilovluluk hareketini, belki uzmanların biri bir gün gelir burada bu süreci anlatır. Neler yaşandı orada? Çok büyük bir katliam yaşanıyor. Osmanlı destek veriyor. Osmanlı’nın desteğiyle bitirilebiliyor. Ama o dönem Osmanlı da yanlış bir şey yaptı.. Osmanlı o zaman İsmail Simko’yu destekliyor. İsmail Simko üzerinden olayları bastırıyor. Ama o da farklı bir sorun doğuruyor. Günümüze gelen bu Batı Azerbaycan dediğimiz Urmiye’deki şu anda tartıştığımız durum Kürt Türk jeopolitik kavgasının temeli zaten o dönemden günümüze kadar atılıyor. Aynı dönemde çok büyük bir karmaşa var. Meşrutiyet yenilmiş ve doğal olarak merkezî devlet hiçbir yeri idare edemiyor.

Türk idaresinin sonu- Fars milliyetçiliği başlıyor

1920’de orada bağımsız bir küçük devlet kuruluyor. Devletin adı Azadistan Devleti ve kurucusu da Şeyh Muhammed Hıyabani. Şeyh Muhammed Hıyabani 1920’de diyor ki: “Biz zaten meşrutiyeti İran’a getirmek istedik. Tahran’a getirmek istedik. Merkez bize ihanet etti ve doğal olarak biz merkeze güvenemeyiz. Merkeze güvenemeyeceğimiz için buradaki Azerbaycan Türklerinin kendi kaderlerini belirlemesi lazım. Kendi yollarını ayırmaları lazım” ve doğal olarak 1920’de Azadistan Devleti aynı dönemde de 1918-20’de de kuzeyde de Mehmet Emin Resulzade’nin kurduğu bir Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti var. Aynı dönemde de Tebriz’de de Şeyh Muhammed Hıyabani liderliğinde de bir Azadistan Devleti kuruluyor. Bu Azadistan Devleti çok uzun süre yaşamıyor. Altı aylık bir ömrü var. Altı aydan sonra devriliyor ve Şeyh Muhammed Hıyabani, Tebriz’in caddelerinde süründürülerek öldürüyor ve Tebriz, Şeyh Muhammed Hıyabani öldürülüp ve Tebriz bir şekilde siyasi iradesi elinden alındıktan sonra 1924’te Kacar hanedanı lağvediliyor. 1924’te Pehlevi  hanedanı orada şahlık ilan ediyor ve Pehlevi iktidara geldikten sonra 1924’ten sonra Fars milliyetçiliği iktidara geliyor ve Fars milliyetçiliğinin en önemli kuruluşu ideolojik olarak da, fikir olarak da baktığımız zaman iki tane ötekisi var ve şu anda da iki tane ötekisi var. Biri Araplar. En başta Araplar ve sonra Türkler.

Fars milliyetçiliğinin eserlerine bakıldığı zaman en çok Araplardan nefret ederler ve Arapların aleyhinde yazarlar ve ondan sonra Türkler ve İran tarihi ile ilgili yaptıkları yorumda şöyle diyorlar ki “Sasani dönemi İslam öncesi tarih devam etseydi bugün İran denilen o coğrafya dünya uygarlığının birinci merkezi olurdu.” Ama neden devam etmedi. Önce Araplar saldırdı. Araplar zaten o tarihî hattı kesintiye uğrattı. Araplar bir şekilde uzaklaştırıldıktan sonra, Arap’tan sonra Moğollar ve Türkler geldi. Moğollar ve Türkler ikinci en büyük yıkımı onlara yaşattılar. Yıktılar, yaktılar, götürdüler. Böyle de bir cümle yazılır. ‘Geldiler, yağmaladılar ve gittiler’ ve öyle bir şey olarak söyleniyor ve Türklerin İran’a girişini onlar, tarihsel bir kriz olarak adlandırılıyor. Tarihsel krizi ki İran’ın gelişimini ve doğru ilerlemesinin önündeki en büyük kesinti, en büyük buhrandır deniliyor. Böyle adlandırılıyor ve bu nedenden de baktığımız zaman Fars milliyetçiliği ötekisi Araplar ve sonra Türkler ve şu an itibariyle de baktığımız zaman ne olarak söylüyorlar. Sanki Türkiye’de İttihat ve Terakki iktidardadır ve İran Türkiye’yle ilgili yazılan bütün yazılara bakarsanız sanki Türkiye devlet odur  ki Turancılığı destekliyor. Sanki İttihat Terakki oturur burada. Sanki Teşkilatı Mahsusa’dır. Sanki Ruğşen gidiyor Tebriz’e ve böyle görüyorlar veya böyle gösteriyorlar ve milliyetçiliğin ötekisini Türkler olarak gördükleri için ne yapıyorlar?

Asimilasyon ve bölme

En önemli şeylerden birisi eğer bu İran coğrafyası Fars kimliğiyle, ari kimliği ile ayakta kalacaksa ve bunun ötekisi bir ötekisi Araplar diğer ötekisi Türklerse bunları ehlileştirmek lazım ve bu güvenlik tehdidinin yok edilmesi lazım ve bütün asimilasyon süreçleri 1924’ten sonra bu Türklerin üzerinde oluyor. 1924’ten önce dört tane eyalet var. En büyük eyalet Azerbaycanlıların yaşadığı coğrafyadır. Şu anda 31 tane il var ve en büyük kesilme de Azerbaycan Türklerinin yaşadığı bölgedir ve kestiler bir bölümünü Kürtlere verdiler. Bakınız mesela Mahabad Cumhuriyeti olarak biliyoruz değil mi? Mahabad ismi. Mahabad baktığınız zaman Türkiye’de literatürde de ‘Kürtlerin bölgesi’ olarak geçiyor. Kesinlikle böyle değil. Gerçek ismi Soukbulak’tır. Ama daha sonra bunu değiştiriyorlar, Mahabad olarak ve birçok yerleri Pian şehri olsun Urşabi olsun baktığınız zaman Kürtlerin yaşadığı bölge olarak biliniyor. Ama bunlar Türk bölgeleridir. 1924’ten sonra isimleri de Türkçedir.

Türkleri silmek için Azerî deyin: “Türkler eşektir”

Birçok yerde dilekçe veriyorlar. Farsların yakın olduğu bölgeler Farslaştırıyorlar. Bu şekilde parçalıyorlar ve bölüyorlar ve en önemlisi başta ne söyledim. Ekonomik olarak Azerbaycan’ı yok etmek istiyorlar. Sınırı kapatıyorlar. Kafkasya’yla sınır kapanıyor. Türkiye Cumhuriyeti ile sınır kapanıyor. Ekonomik güç merkeze taşınıyor ve Azerbaycan bu şekilde de yoksullaştırılıyor ve Azerbaycan’a en ağır şekilde de hakaret ediliyor. O dönemden başlayarak Türklere xer(eşek) denmeye başlanıyor. Eşek metaforu kullanıyorlar. Sonradan Türkler de o zaman itiraz edince; “Siz Türk değilsiniz ki” diyorlar. Ondan sonra ‘Azeri’ terimi ortaya atılıyor. Türkiye’de de Azeri sözü kullanılıyor. Onlar diyorlar ki “Azeri aslında bir İrani kavimdir. Bunlar zaten Türkçe konuşuyorlar. Ama Türk değiller” diyorlar ve bu nedenden dolayı Türklere en ağır şekilde hakaret ediyorlar. Hatta Abdullah Mossofi  diye o dönemin bir Azerbaycan valisi var. Buna geliyorlar, diyorlar ki: “Senin getirdiğin bu tahılı biz valiliğin atlarına yediremiyoruz. Bunu yemiyorlar.” Ne diyor biliyor musunuz? “Verin bunu Tebriz’deki eşekler yesin”. Bir kentin valisi bunu söylüyor ve bu hakareti diğer hakaretler izliyor. Neler yazıyorlar? Nasıl, bu Türk çocuklarını Türklükten uzaklaştıralım? Hatta bazıları yasa teklifi veriyor meclise o dönem. Türk çocuklarını 8 yaşına kadar annelerinden uzak tutalım. Türk dilini yasaklayalım ve okullarda Türkçe sözü söyleyen, sözlü olarak söyleyeni kağıdı yalatıyorlar ve 1924’ten sonra gerçekleşiyor ve bunu hepimiz biliyoruz.

2. Dünya Savaşı başladığında o zaman İran’da Pehleviler Alman Hitler’e biraz daha ilgi duyuyor. Çünkü Aryayi deniliyor. Onu desteklemek istiyor. Yakın durmak istiyor. Aynı dönemde Almanya, Rusya’ya giriyor. Sovyetler Birliği’ne giriyor. Müttefikler İran’a, “Sınırı aç. Biz Sovyetler Birliği’ne destek vermek istiyoruz” diyorlar. 1940’larda baskı uygulamak istiyorlar. Ama Rıza Şah sınırı açmıyor. Sınırı açmadığı için 1941’de İran işgal ediliyor. 1941’de İngiltere güneyden ve Sovyetler Birliği de kuzeyden İran’a giriyor ve Rıza Şah, Güney Afrika’ya sürgüne gönderiliyor.

Türklük tekrar canlanıyor

O andan itibaren İran’da yeni bir hareketlenmeler başlıyor. Özellikle Azerbaycan coğrafyasında ve 1941’de merkezi hâkimiyetin çöküşünden sonra ilk bir Azerbaycan cemiyeti kuruluyor. Bu Azerbaycan Cemiyeti’nin yazdığı bütün maddelere baktığımız zaman dilini korumak, kültürünü korumak, tarihini korumak, Türkçe kitap çıkartmak ve bunları söylüyorlar ve bunları temel alıyorlar. 1945’te bu sürecin sonu olarak bir hükümet kuruluyor. Azerbaycan Birliği Hükümeti olarak Seyyid Cafer Pişeveri liderliğindeki bu hükümet 12 Aralık 1945’de kuruluyor. 12 Aralık’ta da devriliyor. Yani tam aynı ayda devriliyor ve bu devrilmesi de Amerika’nın askerî müsteşarları danışmanlarının komutanlığında Tebriz’e giriliyor ve çok ciddi bir katliamlar yaşanıyor 1946’dan sonra. Bu grubun kaldığı yerde yavaş yavaş Türk kimlikleri, Türkçe şiir yazmaya, kitap çıkartmaya falan başlıyorlar.

Şiilik üzerinden siyaset yapılması Şiiliği zayıflattı

Şimdi bu kültürel faaliyet 1979’dan sonra da yavaş yavaş siyasi bir harekete çevriliyor ve özellikle devrimin ilk başlarında değil ama İran-Irak savaşı bittikten sonra 1988-89’dan sonra bu hareket açık şekilde kendini siyasal alanda hissettiriyor, hissettirmeye başlıyor. Nedir? Ben başlıca nedenlerini söyleyeyim. Birincisi ve en önemlisi İran İslam Cumhuriyeti’nin en büyük etkisi buradaki Şiiliği bir siyasal unsur olarak zayıflatmasıdır. İran’ın en önemli İranlılık kimliğinin tutkalı Şiiliğidir. İran İslam Cumhuriyeti siyasal anlamda Şiiliği sarstı ve insanların bugün İran’da Şiilerin ekseriyetiyle ilgili söylüyorum. Bunu Türk, Fars, Arap olarak söylemiyorum Kesinlikle Şiilik öncelikleri değil. Hatta rahatlıkla söyleyebilirim, Türkiye İran’a göre daha dindar bir toplumdur. Onun İslam Cumhuriyeti olmasına bakmayın, toplumda çok farklı bir süreç yaşanıyor. Bu İran İslam Cumhuriyeti’nin ideolojik olarak çökmesi, Şiiliğin özellikle siyasal anlamda sarsılması, bu tutkalın ortadan kalkması ve onun sarsılması ile de birlikte Türk kimliğinin biraz daha belirmesine yol açıyor.

Dini ayakta tutan laiklikmiş

Bununla birlikte rejimin İran İslam Cumhuriyeti’nin ekonomik olarak, siyasi olarak, ideolojik olarak, ahlaki olarak iflası söz konusu. Bunu kendileri de net olarak söylüyorlar. Biz devrimi neden yaptık? Hangi amaçlarla bu devrimi yaptık? Devrim amacına ulaştı mı? Devrim ideal bir insan, ideal bir toplum yaratmak istiyordu. Kendi dinî inancımıza göre ideal bir toplum, ideal bir insan yaratmak istiyordu. Ahlakın egemen olduğu, maddiyatın değil, nefsaniyetin değil, hürriyetin, ilahiyatın egemen olduğu bir toplum arayışı içerisindeydi. Ama şu andaki toplumda nasıl bir toplumla karşı karşıyalar? Kendileri net olarak söylüyorlar ki “her konuda başarılı olsak da toplum ahlaki olarak başarılı olamadı.

Camiye insanlar gitmiyorlar. Gençler camiye gitmiyorlar. Gençler namaz kılmıyorlar. Gençlerin yani daha öyle bir dinî kaygıları yok. Bunu net olarak söylüyorlar. Bunu da yazıyorlar. “Çok farklı bir şey yaşattık.” Çünkü neden o devrim iddia ettiği hiçbir şeyi gerçekleştiremedi? O yüzden ideal toplumu, ideal insanı yapamadı. Bunu gerçekleştirememesi toplumda çok büyük bir ideolojik bunalıma yol açtı. Bugün rahatlıkla bunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki bugün İran toplumu en büyük ideolojik bir bunalım ve en büyük ahlaki buhran içerisindedir. Uyuşturucudan tutun da başka şeylere kadar en fazla tüketilen yer burasıdır. Dönemin Tahran belediye başkanı yardımcısı net olarak söyledi. “Tahran’a her gün 5 ton esrar giriyor, uyuşturucu giriyor.” Bunu itiraf ediyorlar. Yani düşünün böyle bir topluma sebebiyet verdi. Yani laikliğin burada önemi de anlaşılıyor.

Dinî devrim insanları dinsizleştirdi

Böyle bir devrim, toplumu dindarlaştırmadı. Tam tersine dinsizleştirdi. Azerbaycan ilk devrimin başbakanı Humeyni’ye bir mektup yazıyor ve diyor ki: “Kur’an’da böyle bir ayet var. Peygamber seviniyor.” Neden seviniyor. Diyor ki: “Kur’an’da grup grup insanlar dine dahil oluyorlar, dine giriyorlar. Buna seviniyor. Bugün siz öyle bir yönetim yarattınız ki Allah’ın dininden grup grup insanlar çıkıyorlar.” Misyoner faaliyetin en çok başarılı olduğu yer İran’dır. Otobüsle Türkiye’ye geliyorlar. Onun rakamını istatistik resmî bir rakam burada çıkartsak anlaşılır. Din değiştirmelerin çoğu orada yaşanıyor.

Yani baktığınız zaman çok ciddi bir dinî ahlaki bir buhran yaşanıyor ve devletin bunu yönetebileceği, bunu idare edebileceği bir ideoloji üretmekten de yoksun olduğu görülüyor ve rahatlıkla söyleyebilirim ki size garip gelebilir ama hoşunuza da gitmeyebilir ama yine söylüyorum. İran toplumu kesinlikle en fazla İsrailleri, Yahudileri seviyor, şu an itibariyle. En fazla batıcıdır. Amerika’yı en fazla seviyorlar ve batıyı ideal bir yer olarak, bir ütopya olarak görüyorlar ve kesinlikle eleştiremiyorsun, konuşamıyorsun. Böyle bir şeye dönüşmüş ora ve bu böyle bir alan.

İran’ı tutan tutkallar çözüldü

Buna ek olarak bu siyasi İslamcılığın başarısızlığı, mezhepçiliğin başarısızlığıyla birlikte diğer ideolojiler de başarısızdır. Komünizm de başarısızdır. Komünist zaten en azından Sovyetler Birliği’ndeki model olarak hiç çekici değil. Bu çekiciliği sadece orada küresel anlamda kaybetmiş. Aynı ölçü bu nedenden dolayı bir tarafta mezhepçi bir İslamcı anlayışın siyasal anlamda başarısızlığı, komünizmin başarısızlığı gibi nedenlerden dolayı bir merkezî İran’ın bütünlüğünü amaçlayan ideolojiler çöküyor ve çökmek üzere. O tutkallar yok. Tutkalları olmadığı dönemde özellikle de 1988-89 dönemini söylüyorum.

Aynı döneme baktığınız zaman Sovyetler Birliği çöküyor Türk cumhuriyetleri ortaya çıkıyor. Karabağ Azerbaycan çatışması ortaya çıkıyor. Ebulfez Elçibey faktörü var. Baktığınız zaman Karabağ önemli bir faktör. O zaman ben bir öğrenciydim. Tebriz’deydim o zaman. Bunu net olarak görüyordum. Yani Karabağ’daki savaş daha fazla devam etseydi, Türkler İran’ı yakarlardı ve İran bu nedenden dolayı en fazla çaba harcadı ki en azından sıcak çatışma dursun. Çünkü bütün ilk isyan devrimden sonra ilk hareketlenmelere baktığımız zaman İran’da Karabağ’dan sonra Karabağ nedeniyle gerçekleşti. Ondan sonra baktığımızda 90’lardan sonra gerçekleşti ve Karabağ nedeniyle ve bu Karabağ’da özellikle de İran’ın Ermenistan’ı desteklemesi algısının yayılması, insanların böyle düşünmesi onları Türklüğe daha fazla itti.

Küreselleşme milliyetçiliği tetikliyor

Buna paralel olarak küresel anlamda da trend var. Mesela küreselleşme hakkında şöyle bir şey uyduruyorlar. Küreselleşme milliyetçiliği bitirdi. Milliyetçiliği yok ediyor. Bu kesinlikle doğru değil. Bununla ilgili şu anda da küreselleşme ve milliyetçilik ilişkisiyle ilgili bir sürü makaleler var ve hatta bazılarına göre küreselleşme milliyetçiliği birçok boyutta hem tetikliyor hem büyümesine sebebiyet veriyor ve en önemlisi daha küçük milliyetçileri alana itiyor. Farklılıkları daha da tetikliyor. Daha fazla öne çıkarıyor. Tabii küreselleşme ile birlikte bunun yanı sıra mesela postmodern tartışmaları, makro ideolojilerin çöküşünün ilan edilmesi, ideolojilerin çöküşü gibi iddialar bütün hepsi bu sürecin önemli parçasıdır. Tabii bu orayı da etkiledi. Oradaki Türklerin kendi kimliklerine geri dönüşüne en önemli katkı sağlayan bir unsur oldu.

Buna paralel olarak en önemli unsurların biri devlet ekonomik olarak başarısız oldu. Devletin ekonomik olarak İran’ın anayasasına bakıldığı zaman temel anayasası devrimin Mustazaf Devrimi olarak adlandırılmasına ‘zayıflar devrimi, zayıf bırakılmışlar devrimi’ olduğu gözlendi. Devrimin temelinde adaleti yayma olarak iddia ediliyor. Ama devrim adaleti değil, yoksulluğu yaydı. Yoksulluğu yayma çok çeşitli alanlarda itirazlara sebebiyet verdi. Bugün İran’daki Türk milliyetçiliği hareketi genellikle alt orta, orta sınıf ve yoksul hareketidir. Orta sınıfın üzerindeki gruplar hâlâ bu harekete katılmış değil. Yani yoksullaştırılma orada aslında dinî ve siyasi bir harekete katkı sağlamak yerine tam tersine milliyetçiliği besledi, destekledi. Baktığımız zaman hareket net olarak orta sınıfın alt orta sınıfın altındadır. Orta sınıf ve üzerindekiler hâlâ harekete katılmış değil.

İslam milliyetçiliğe karşıdır deyip Türklerin aleyhine Fars ırkçılığı yapıyorlar

Bütün bunlarla birlikte 1979’dan sonraki süreçte devlet; “ben milliyetçi değilim” diyor. Şu anda İran resmî literatürüne bakarsanız İran resmi literatürü tamamıyla milliyetçiliğe karşıdır ve İslam’da milliyetçilik yoktur deniyor İslam milliyetçiliğe karşıdır deniliyor sürekli televizyondan da propagandası yapılıyor bunun. Ama pratikte milliyetçiliğin en babasını yapıyorlar. Ama pratikte tam milliyetçi olduğu herkesin gözü önünde de rahatlıkla yaşanıyor. Yani bir Türk rahatlıkla bunu hissediyor. İslami kardeşlik üzerine inşa edildiğini öne sürüyorlardı. Ama 1979’dan sonra edebiyatta, sinemada, matbuatta her yerde Türklerin aşağılanması görülüyor ve İslami İran’da milliyetçilik yoktur deniliyor. Ama Türk sözünü, devlet resmî olarak bütün organlarında yasaklamıştır, söylemiyor. ‘Azeri’ diyorlar. Siz İran televizyonunda Türk sözünü duyamazsınız. Resmî organlar Azeri sözünü kullanıyorlar. Türk yasak. Ama ‘ben milliyetçi değilim’ diyor. Ama Fars milliyetçiliğinin Azerbaycanlıları asimile ettiği terimi kullanıyor ve bunlar insanların gözleri önünde cereyan ediyor.

Merkezin ekonomik olarak sürekli refaha kavuşması ve Azerbaycan’ın sürekli olarak yoksullaştırılması söz konusu. Ben Tebriz’de öğrenciyken o dönemin Azerbaycan valisi mühendis Abdulalizade diye bir adam vardı. Ben onun konuşmasını birebir kendim dinledim. Dedi ki: “1979’da biz iktidara geldiğimizde İran İslam Devrimi olduğunda Azerbaycan, Tebriz ekonomik olarak İran’ın üçüncü bölgesiydi. Ama şu anda on üçüncü bölgesidir” diyor. Bu kadar gerilemiş diyorlar. Bu kadar geriletilmiş ve bunu net olarak görüyoruz ve bu ekonomik anlamda, bölgesel anlamda eşitsizlik, adaletsizlik, bilinçli yoksullaştırma kültürel anlamda çok açık şekilde hakaret ediliyor.

“Türkler diş fırçasıyla tuvalet fırçasını ayıramaz”

Kısa süre önce bir televizyon programında Fitile adında bir televizyon programında Türklerin nasıl aşağılandığını net olarak hepimiz gördük. Şöyle bir şeydir. Bilmeyenler için söyleyeyim. Bu söylediğim de İran’ın resmi televizyonunda oluyor. Şunu söyleyeyim İran’da televizyon, cumhurbaşkanına bağlı değil. İran’da radyo televizyon dinî lidere bağlıdır. En üst makama bağlıdır ve cumhurbaşkanına da bağlı değil. İstediği zaman cumhurbaşkanının açıklamasını bile yayınlamayabilir. Daha güçlü bir yere bağlı. O televizyonda şöyle bir tane skeç yayınlanıyor. Şöyle bir şey oluyor. Çocuklar için bir program bu. İki tane Türk otelden ayrılmak istiyor, baba ile oğul. Diyorlar ki: “Otelden ayrılmak istiyorum. Çünkü otelden çok kötü koku geliyor.” Otelin müdürü diyor ki: “Siz oturun. Ben şimdi size bu kokunun kaynağını öğreneceğim, kokuyu gidereceğim ve siz de burada kalın”, “Tamam” diyorlar. Onlar da oturuyorlar. O sırada Türkçe konuşuyorlar. Adamlar oturuyor. Bu otel müdürü daha sonra diyor ki: “Bu koku senin çocuğunun ağzından geliyor. Türk çocuğunun ağzından geliyor.” Buraya kadar hiçbir kabahat yok. Her şey bundan sonra başlıyor. Çocuğa diyor ki: “Sen dişini fırçalamadın mı?” Diyor ki: “Fırçaladım” “Ne ile fırçaladın? Diyor ki: “Orada iki tane büyük fırça var ya ben onunla fırçaladım.” Diyor ki: “O tuvalet fırçasıdır. Onu ağzına mı soktun? O da diyor: “Evet.” Sonra babası da diyor ki babası da aynen şöyle söylüyor:  “Yani diş fırçasıyla tuvalet fırçası aynı değil mi?” Bunu bir baba ve Türk oğlu söylüyor. Bu da resmî televizyondan yayınlıyor ve konuşanlar da Türkçe.

“Böcekler Türk, Türkler hayvan”

Bundan önce de 2006’da İran gazetesi cumhurbaşkanına bağlı… Orada da şöyle bir yazı yayınlamıştı. Sadece örnekler veriyorum. Resmî olarak devlet nasıl ve açık bir biçimde Türklere aşağıladığına misal veriyorum: İran gazetesinde bir yazı çıkıyor: ‘Böcekleri öldürmenin 7 yöntemi’. Böcekleri nasıl öldürebiliriz? Bu böcekler, hamam böcekleri ve buna yöntemler sayıyor. 7, 8 tane yöntem sayıyor. Sonra bir tane bir yerde karikatür var. Karikatürde böcekle bir çocuk konuşuyor. Böcek çocuğa diyor ki: “ne mene?” Hamam böceği çocuğa diyor: “Ne mene?” Azerbaycan Türklerinde ‘nedir’ anlamında kullanılır. Yani ne mene, nedir bu yani? Nedir, bu nedir anlamında kullanılır. Sürekli böceğin Türk olduğu imasını veriyor. Ama önemli 7, 8 tane yöntem yazıyor. Yöntemin birisi mesela ben okuduğumda o zaman irkildim. Diyor ki: “Bunlar insan dışkısından besleniyorlar. Eğer istiyorsanız ki bunlar sizden uzaklaşsın. Siz gidin normalde lavabolara değil, dışarıda dışkınızı yapın. Bunlar beslenmesinler” diyor. 2006’da çok büyük bir isyan patladı bundan dolayı.

Filmlere bakıyorsunuz burada söyledim ya Türklere hakaret ediliyor ve bu televizyonda yayınlanıyor. Bir tane Türk evine telefon açıyor diyor ki: “Ben gelemiyorum. Hastayım.” Normalde kabinde insanların konuştuğu kabinde konuşuyor. “Ben gelemiyorum. Hastayım” diyor. Dışarıda, kapının dışında da bir adam duruyor. Hemen içeri giriyor. Telefonu bunun elinden alıyor. O Fars’tır. Diyor ki: “Evet sizin adamınız eve gelemiyor. Hasta.” Telefonun diğer tarafından soruyor: “Sen kimsin?”Ben hayvan doktoruyum” diyor ve bunu televizyonda yayınlıyorlar ve bütün bunlar o kadar geniş ki ders kitaplarına yayılıyor. Fıkralara yayılıyor.

İslamî kardeşiz deyip Türkler aşağılandıkça Türkçülük yükseliyor

Gündelik bütün hayat zaten bununla inşa ediliyor ve doğal olarak bu da Türkleri ciddi şekilde incitiyor ve bu nedenden dolayı kültürel anlamda İslami kardeşiz diyordun en azından televizyonu buna uygunlaştır. Ders kitaplarını buna uygunlaştır. Sinemayı buna uygunlaştır. Bütün kültürel mekanizma, devletin elinde olan bütün kültürel mekanizma bir taraftan hem asimilasyon hem aşağılama yapıyor. Türk kimliğini aşağılayarak uzaklaştırıyor ve Türklerin bu nedenden dolayı baktığımız zaman gitgide ciddi şekilde bir yükselişiyle karşı karşıyayız.

Şimdi diyorlar ki bu hareketin ciddi bir siyasal hareketliliği yok. Ama ben örnek vereyim. 1991-95 arasında rahat 7, 8 tane gösteri çok büyük bir protestolara sebebiyet verdi. Bu hareket ve en önemlisi 1995-96’da Tebriz’de ve birçok yerde seçimde belirleyici olduğu hâlde adaylarının meclise girmesine izin verilmedi. Orada da yine ciddi hareketlenmeler oldu. Ondan sonra en büyük hareket 1997-2005 Reform Hareketi döneminde kendisini yine ciddi bir biçimde hissettirdi.

Babek Horremdin var. Belki biliyorsunuz. Abbasi dönemlerinde o zaman Abbasi halifesi ile çatışmış. 23 yıl çatışmış. Onun bir kalesi var Azerbaycan’da. O kale ziyaret edilmeğe başlandı. Binlerce insan yıllarca oraya gittiler ve o kale bütünüyle Türklük şölenine dönüştü. Müzik okumaları, insanların birbirlerine şiir okumaları yapılıyordu. Daha sonra gördüler ki böyle olmayacak. Bu Babek Kalesi’ni kapattılar. Ardından Traktör Takımı fenomeni ortaya çıktı ki onu zaten biliyorsunuz. Burada zaten sunumu da yapıldı ve ondan sonra defalarca ve en son geçen süreçte de aynı şey yaşandı.

Güney Azerbaycan Millî Hareketi vardır ve amacı Türklüktür

Bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Orada bir hareket var. Bu hareket kendisini Güney Azerbaycan Millî Hareketi olarak tanımlıyor. Ama temel amacı Türklüktür. Türklüğün dilini, tarihini, toprağını neyi varsa koruyor ve baktığınız zaman ve belki de Anadolu’dan sonra en fazla Türklüğün daha fazla saf ve temiz halde yaşamaya başladığı bir yerdir. Suriye’de Türkmenler ile ilgili olay oluyor. Duygudaşlar. Balkanlar’dan tutun Rusya’dan tutun rahatlıkla nerede duygudaşlık oluyor rahatlıkla onların protestolarını duyabiliyorsunuz. Mesela size garip gelebilir ama mesela Eher’de ve Tebriz’de Doğu Türkistan plakartlarının açılması. Ama Doğu Türkistan’da Tebriz plakartı açılmaz. Ama Tebriz’de açılır. Yani baktığınız zaman mesela Tebriz, Irak Türkmenlerini ciddi bir şekilde destekler. Yani bu hareketin Türklüğünü sadece o coğrafyada sınırlı olarak görmeyin. Türk Dünyası’nın neresinde problemi varsa takip ediyorlar. – Kendi problemi olan bir hareket olduğu anlamında söylüyorum. Tabii ki burada Elçibey’in öğretilerinin veya Türkiye’de olan Türk milliyetçilerinin bir şekilde oraya fikir olarak etkisinin de çok büyük olduğunu da rahatlıkla söyleyebiliriz ve bu her gün gittikçe büyüyor. Her gün gittikçe de toplumun geniş tabanları tarafından da destekleniyor. Övgü ve ilgi görüyor. Hatta bir moda hâline geliyor. Yani baktığınız zaman bugün mesela Türk ismi, çocuklarına Türk ismi koymak bunlar bir moda halinde ve en önemli şeylere baktığınız zaman özellikle de son dönemde Türkiye’ye olan ilgi ciddi bir biçimde artıyor. Türkiye’de olup bitenleri sanki burada yaşamış gibi en yakından izlediklerini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Teşekkür ederim.

 

Soru-cevap bölümü

Hakan Paksoy: Gerek verdiği bilgilere, gerekse de anlayışına Arif Bey’in çok teşekkür ediyoruz. Gerçekten bizler için özel şeyler söylüyor. Özel bilgiler aktarıyor. Yüreğinin en ücra köşesinden gelen o sıcaklıkla da aktarıyor ki bu duygu, salonu hakimiyetine alması da bu duyguları ne kadar içten yaşadığını, kalpten yaşadığını da anlatıyor bize. Evet arkadaşlar buyurun.

Soru: 30-35 milyona yakın Azerbaycan Türkü nüfusu var ve geçmiş bir tarihleri var. Dili ve edebiyatı var. Ama bu kadar büyük bir topluluk bir Fars egemenliği altında yaşıyor. Bu çok garip bir şey. Günümüze gelirsek millî bir hareket var. Peki bu millî hareketi yönlendirecek, örgütleyecek Azerbaycanlı aydınlar üzerine düşen görevi yapıyor mu?

Arif Keskin: Şimdi aslında bu Güney Azerbaycan Millî Hareketinin en önemli sorunlarından birisi. Belki de en başlıca sorunlarından birisi örgütsüz ve lidersiniz olmasıdır ve bazılarına göre aslında bu örgütsüz ve lidersiz olması onun daha da büyümesine ve daha fazla ilerlemesine zemin de yaratıyor. Çünkü diyorlar ki o coğrafya totaliter bir rejimdir. Diktatör bir rejimdir ve doğal olarak her tür hareketi en ağır bir biçimde bastırıyor ve bitiriyor. Ama bu hareketin örgütsüz olması, lidersiz olması bir şekilde bunu daha fazla koruyor. Çünkü yakalayıp içeri atabileceğiniz bir örgüt söz konusu değil veya lider yok ve doğal olarak her insanı içeri attığınız zaman onun yerini başkaları doldurabiliyor. Bir örgütü bitirebilirsiniz. Ama bir hareketi tam anlamıyla bitirme şansınız yoktur. Kimi kirleteceğinizi, kimi yok sayacağınızı bilemiyorsunuz. Bu nedenden dolayı baktığınız zaman birçok kişi içeride olurken biz çıkarsak hareket biter. Ama dışarı çıkıyorlar. Hareket bitmedi tam tersine de büyüdü. İran rejiminin o diktatör ve geniş polisiye sistemine karşı bir direniş olarak böyle görüyorlar.

Ama başta örgütsüzlüğün ve lidersizliğin çok ciddi şekilde de sorununu yaşıyorlar. Çünkü siyasi hareket ister istemez kolektif bir harekettir, örgütlü bir harekettir ve lidere ihtiyacı var ve bu örgütsüzlük ve lidersizlik, harekete belli dönemlerde ciddi zarar veriyor. Mesela 2006’da biraz önce söylediğim o hamam böceği olayında diyorlar ki: “Eğer örgütün lideri olsa hareketin lideri olsaydı veya hareket, bütün herkese hitap edebilecek bir örgütü olsaydı, belki şu anda oradaki Türklerin kaderi farklıydı.” Sonuçta örgütsüzlük ve lidersizlik hareketi bir şekilde heyecan ve duygusal anlamda bir patlamaya yol açıyor ve belli bir noktadan sonra o duygu duruyor ve hareket belli bir noktadan sonra ilerleyemiyor.

Soru: Çok teşekkür ederim. Çok güzel bilgiler dinledik, öğrendik. Benim şahsen merak ettiğim İran’da Selçuklulardan sonra Safeviler, Avşarlar, en son Kacarlar hep Türk hanedanlarıydı. O devrede mesela Safeviler zamanında Şah İsmail’in çok iyi Türkçe şiirler yazdığını biliyoruz. Yavuz Sultan Selim Farsça şiir yazarken İstanbul’da, O, Türkçe şiirler yazıyor 16. yüzyılda. Ama mesela ilk okullar olsun diğer okullar olsun mekteplerde Türkçe eğitim var mıydı? Mesela Safeviler zamanında Avşarlar zamanında sonra Kacarlar zamanında 1924’e kadar tedrisatta Türkçe bir eğitim var mıydı? Eğitim, mektepler kültürü besleyen en önemli unsur. Şu anda 1979’dan sonra Fars devriminden sonra yine Türkçe mektepler açıldı mı? Liseler, üniversitelerde enstitüler falan var mı? Mesele kuru kuruya Türk adını söyleyip söylememek meselesi değil. Eğitime etki ediyor mu? Şu anda mesela Azerbaycan Türklerini oradaki diğer Türklerin Türkçe eğitim hakkı gibi bir talepleri var mı ve onu ne ölçüde tahakkuk ettirebiliyorlar? Bir de siz anlatırken dikkatimi çekti. 1903’te 1905’te Türk devrimleri var. Ama baştaki hanedan Kacar hanedanı Türk devrimine karşı mı çıkıyordu?

Arif Keskin: Evet karşı çıkıyor. Çünkü onun demokratik talebi vardı. O, demokratik talebini merkezî Kacarlar kabul etmiyor. Son sorunuzla ilgili, aslında bizim orada da ciddi bir tartışmanın kaynağı. Şimdi şöyle bir tartışma var. Diyorlar ki: “Eğer bu hareket Türkçü bir hareketti ise, neden 1906’da Türk hanedana isyan etti ve onun yok oluşuna sebebiyet verdi. Yani Tebriz başarmasaydı, Kacarlar iktidarda kalırdı” diyorlar ve doğal olarak Tebriz meşrutiyete destek verdi. Merkeziyeti sarstığı için Kacarlar devrildi. Böyle bir iddia var. Bu ciddi şekilde de tartışılıyor. Bir grup bu nedenden dolayı söylüyorlar ki meşrutiyet devrildi. Benim söylediğim Şeyh Muhammed Hıyabani. Aslında bunu söyleyenler anti Türkler. Bunu söyleyen Türkçüler de var bizim içimizde. Ama ben kişisel olarak bunun tersini düşünüyorum. Çünkü benim fikrim şöyle: Eğer Kacarlar Tebriz’in önerisini kabul etseydi, bugün Kacar hanedanı kolaylıkla iktidar olurdu. Çünkü bunu Tebriz ve Azerbaycan bunu net olarak görüyordu ki eğer Kacarlar belli bir değişikliğe gitmedikleri sürece bu hanedan yok olacak. Ama Kacarlar bunda direndi. Kacarların bunda direnmesi ve en önemlisi iç savaşa götürüp bu iç savaşta da en büyük tahribin Azerbaycan’ın alması, Azerbaycan enerjisini tüketmesi, merkeziyetteki Fars kimliğin iktidara gelmesini kolaylık da sağlıyordu. Bunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Eğer meşrutiyet döneminde Kacar’la Tebriz anlaşsaydı ve geçiş konusunda belli bir anlaşma sağlansaydı, Tebriz’in enerjisi tükenmeseydi, kesinlikle orada Türk devleti demesek de, Türkler oranın bir parçası hâline gelebilirdi bu dönüşüm sürecinde. Ama Kacar hanedanıyla Tebriz arasındaki ihtilaf ve Tebriz’in bir şekilde siyasi enerjisinin 1908’de 9 ay kuşatıldı. 1911’de bomba tutuldu. 1920’ye kadar Ermeniler, Asuriler oradan gelen Kürtler hepsi yağmaladı ve Tebriz’i tüketti. Oradan Rusya’nın bıraktığı 1917’de orada devrim oldu. Rusya her şeyi çekti. Kozakları orada bıraktı, Rus ordusunu bıraktı. Onların yağmalamasıyla da birlikte Tebriz’in Azerbaycan’ın enerjisi tükendi. Azerbaycan’ın enerjisinin tükenmesiyle birlikte o zaman İngiltere’nin yeni bir oyun kurmasına da fırsat sundu ve Azerbaycan hiç bir direnç de gösteremedi. Çünkü zaten direnebilecek bir gücü de kalmamıştı. O zaman neydi durum? İngiltere şöyle düşünüyordu. Rusya çekti gitti. Rusya karışmıyor. Lenin karışmıyor buraya. Onlar çektiler gittiler. Bir tarafta Türkiye var. Diğer tarafta Sovyetler Birliği var. Bir tane merkezî yönetim burada olması lazım. Merkezî yönetim Türk kimliğiyle olmaz. Çünkü burada Türk kimliğiyle birisi iktidara gelirse Türkiye ile birlikte bu mümkün değil ve doğal olarak bir taraftan Türkiye’ye sınırlandırabilmek diğer taraftan Sovyetleri de sınırlandırabilecek bir kimliğin buraya egemen olması lazım. O da neydi? O da Rızahan üzerinden Fars milliyetçiliğinin iktidara getirilmesiydi ve Tebriz hiçbir şekilde itiraz edemedi. Hatta küçük bir isyan bile olmadı, yaşanmadı. Çünkü iradesi zaten kırılmıştı. Yani sizin sorunuzun böyle bir tartışması var.

Eğitime gelince o zamanlarda medrese eğitimi vardı. Medrese eğitiminde de Türkçe yoktu. Arapça ve Farsça belli bölgelerde vardı. Ama eğitim olarak Türkçe eğitim yoktu. Türkçe eğitimi İran’daki ilk modern okulu Azerbaycan’da Mirza Hasan Rüşdiyye diye bildiğimiz bir adam başlattı. Mirza Hasan Rüşdiyye iki dilli hem Farsça hem Türkçe okul başlattı. O da meşrutiyet dönemiyle birlikte başladı. Yani 19. yüzyılın sonu 20. yüzyılın başında bu oldu. Ama o da kısa ömürlü oldu. 1924’ten sonra Vahdet-i Tedrisat diye tümüyle Fars dilinde eğitim oldu ve hiçbir şekilde Türk dilinde eğitim olmadı. Sadece bir yıl 1945-1946 yılında Azerbaycan Millî Hükümeti kurulduğunda sadece bir yıl Türk dilinde eğitim oldu. Millî Hükümet devrildikten sonra o Türk dilinde eğitim de kaldırıldı. Şu an itibarıyla şu ana kadar Türk dilinde kesinlikle okul yok. Enstitüsü de yok. Sadece belli üniversitelerde var. O da son yıllarda bir veya iki kredilik ders var Türkçe. Onun dışında Türkçe eğitim hiçbir aşamada yok. Zaten hareketin dışında kalanlar da bütün insanların en önemli isteklerinden biri zaten ana dili ve dil eğitimi. Hatta diyorlar ki İran Anayasası’nın 15., 19. maddesi buna izin de veriyor. Çünkü İran Anayasası’nın 15. maddesinde anadilde eğitim olmasa da anadilde eğitime izin vermeseler de ama o dilin edebiyatına şunu, bunu bir şekilde okuma izni veriyor. En azından diyorlar. Ama en azından Türkçe edebiyatı okutulsun. O da okutulmuyor. Yani anayasa buna izin veriyor. Ama ona izin verdiği halde bunu uygulamıyorlar. Hatta Hasan Ruhani 2015 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Azerbaycan’a geldiğinde birkaç tane vaat verdi. Vaatlerinden biri Türk Dil Kurumu’nu kurmaktı. Vaatlerden biri buydu ki evet Türk Dil Kurumu’nu kuracağım ve o Türk Dil Kurumu vaadi verdiği için de oradan oy aldı. Ama iktidara geldikten sonra O, Türk Dil Kurumu’nu kuramadı. Daha sonra da ne oldu? Azerbaycan dili ve edebiyatı diye dönüştürüldü. Azerbaycan Dili ve Edebiyatı dönüştürüldüğünde asimilasyon anlamında siyasete kaydılar. Türkçeyle herhangi bir şekilde eğitmek istemiyorlar. Ama ana dilde Türkçe’nin eğitimi konusunda ciddi şekilde istek var. Yani hatta traktör takımının oyunlarında gösterilerde şöyle bir şey söyleniyor. ‘Anadilde medrese, olmalıdır herkese’. Yani bunu sloganlarda seslendiriyorlar anadilde eğitimi istiyorlar.

Milliyetçilik durdurulmaz bir dalga hâlinde ve sanki yeni başlıyor

Soru: Hocam teşekkür ederiz. Konuşmalarınızın içinde kısmen yer alsa da geleceğe yönelik strateji olarak ağırlıklı olarak Azerbaycan Türkü olmak üzere Türk kimliği, Türk varlığı orada kendi varlığını yaşatacak bir dönüşümü sağlayıp devlete belli ölçüde sahip olma noktasında bir strateji veya politika başarılı olabilir mi yoksa güçlenme ile beraber belli olanlar neler, belli dış güçlerin desteğiyle bağımsızlık noktasına doğru giden bir strateji mi öngörülebilir?

Arif Keskin: Şimdi mesele nereye gider? Nasıl bir sonuç alınır? Bu konuda çok spekülasyon yapılabilir. Ama ben o bağımsızlık şu bu şeyine girmeden önce rahatlıkla şu söylenebilir. İran’daki Türklerin kendi kimliklerine dönük bakışları değişmiştir. Kendi kimliklerine dönük bakışları değişiyor. Bunu sadece hareket anlamında söylemiyorum. Kendi kimliklerini bundan sonra sahiplenecekleri ve böyle görüleceği çok açıktır. Bundan sonra İran’da herhangi bir değişimde Türk kimliğinin o değişimin bir parçası olacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bölünür mü, bölünmez mi? Bunlar farklı bir tartışma. Bundan sonra her bir değişimde Türkler kendi kimlikleriyle hareket edecektir. Bu değişim isterse İran merkezî demokratik herhangi bir harekette olsa yine Türklerin kimliği oraya net olarak yansıyacak. Nedeni şudur: Bu Türklük kimliği herkes için, bütün insanlar için somuttur. Anlaşılır bir konudur ve kendi yaşamıdır. Kendi hayatta birebir yaşayıp ve gördüğü insanlar. Mesela burada biz bazılarıyla tartışıyorduk Sen Türk kimliğini niye önemsemiyorsun Ne önemi var  falan.. Ama aynı adam gitmiş. 1 yıl İran’da yaşamış. Buraya geri döndükten sonra eve telefon açıyor, diyor ki: “Siz doğru söylüyorsunuz. Biz oraya gittik. Anladık ki bizim kimliğimiz önemli.” Yani bir tane orada askeri de öğretmeni de üniversite hocası da bir tane zengini de herkesin bu kolaylıkla kabul edilebilir bir siyasi istektir. Nasıl diyeyim her yere bir şekilde girebiliyor. Yani onun sınıfına, rengine, şuna buna bakmaksızın bu milliyetçi istek de aynıdır. Aynı gücü var ve doğal olarak kolaylıkla bunun önü kesilemiyor. Türkler için şu anda sosyolojik ve tarihî bir zorunluluk gibi görünüyor. Yani şu var. Diyorlar ki: “19. yüzyıldan 20. yüzyıl içerisinde milliyetçiler dönemiydi. Şimdi milliyetçiler savunmadadır.” Ama bu böyle değil. Bu kesinlikle böyle değil. Şu anda özellikle de yirminci yüzyılın sonundan günümüze kadar baktığımız zaman Kafkasya’dan Türkistan’dan Balkanlar’a Ortadoğu’ya baktığımız zaman aslında birçok yerde milliyetçilik yeni başlıyor ve orada da yeni başlıyor o milliyetçilik. Sadece Türklerle de ilgili değil. Farslarda da aynı milliyetçilik. Mesela İran’daki Farslar aşırı bir milliyetçiliğin içine girmiş durumdalar. Yani Arapları da öyle. Belucileri de öyle. Yani orada bir milliyetçilik bir güç olarak bir tarihsel sosyolojik zorunluluk olarak var ve Türkler de bu kimliklerini sahiplenebileceklerini ama onu ya öyle ya da böyle ya o ideolojiyle ya bu istekle ama yön oraya doğru gidiyor ve işin ilginç tarafı bunu önceden kabullenmiyorlardı. Önceden şöyle bir istek vardı. Siz de sürekli duymuşsunuzdur. Türkler oraya entegre olmuş gruplar. Türklerin zaten sistemle problemleri yok. İran’la ilgili milliyetçilik veya etnik problemle ilgili sadece Kürtlerden bahsederlerdi. Hiç Türklerden konuşulmazdı. Ama şimdi çok şey değişmiş. Şu anda bunu net olarak biliyorlar ki, evet Türkler de sisteme entegre değil. Onların da problemleri var. Onlar da değişimi istiyorlar. Onlar da kendi kimliklerine saygılı olunmasını ve kendi kimliklerinin en azından sosyolojik anlamda kültürel anlamda yaşamasını istiyorlar. Bu siyasi olarak nerelere gider? Bu farklı bir tartışma.

Başlıktaki fotoğrafın videosu.
Traktör Futbol Takımı Güney Azerbaycan’da Türklüğün sembolü.

Yazar

Arif Keskin

Peki ben ne yapabilirim?
Bizi okuyor, beğeniyor ve “Peki ben ne yapabilirim?” diye soruyor musunuz? Bağış yaparak bizi destekleyebilirsiniz. Bağışlarınızla faaliyetlerimiz daha sık, daha geniş ve daha etkili olacaktır. TIKLAYINIZ!

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar