Yükleniyor...
Üniversiteler, ülkenin akademisyenlerine ve yükseköğretim gençliğine bilimsel ve eleştirel düşünme alışkanlığı kazandırarak, toplumdaki bilimsel zihniyetin gelişmesine katkıda bulunurlar. Bu anlamda, üniversiteler, düşünen, bilgili, yüksek kültürlü, bilinçli ve tavırlı insanlar yetiştirmek suretiyle toplumsal varlığın bağımsız ve özgür bir biçimde gelişmesine süreklilik kazandırmış olurlar.
Üniversitelerin varlık nedenlerinden biri de hiçbir otoritenin baskısına aldırmadan, doğadaki ve sosyal yapılardaki gerçekliği aramak, bulmak ve toplumla paylaşmaktır. Üniversite mensubu akademisyenler, kendi araştırma alanlarına ilişkin çeşitli bilimsel bilgilerin bir kısmını, başka bilim insanlarının çalışmalarından öğrenirken, bir kısmını da mevcut bilgilerin farklı bilgi bileşenleriyle bir araya getirilmesi suretiyle yeni düşüncelere ulaşmaya çalışırlar. Akademisyenlerin asıl görevleri öğretmek, üniversite öğrencilerinin asıl görevi de öğrenmek değildir. Üniversite akademisyenleri ve öğrencilerinin evrensel görevi, ‘gerçekliği’ aramak ve gerçekliğin tanınmasına ve tanıtılmasına aracılık yapmaktır. Bu bağlamda, üniversitelerin toplumdaki eleştirel ve yaratıcı düşünceyi önceleyen ve önemseyen belirli bir entelektüel kesimin doğuşunu hazırlamak görevi de vardır. Üniversitelerde yetişen entelektüeller, değerler çarpışmasında en güçlü, en popüler, en kandırıcı, en çok taraftarı olanın yanında değil; bilimsel, ahlaki ve vicdani olarak sadece gerçekliğin yanında olmak durumundadır (Özakpınar, 1998,9).
Halkın önemli bir kesimi, gündelik yaşamlarını kendilerinin topluca alıştırılmış oldukları sıradan bir bilinçle yaşamayı sürdürürler. Entelektüeller, toplumdaki en güçlü, en zengin, en yalancı ve en ‘uyanık’ kesimlerin, halk üzerindeki aldatma düzenlerine ve her türlü otoriteye karşı, sadece gerçekliğin peşinde olan insanlar olarak muhalif olurlar. Toplumsal düzenlerde, son derece önemli ‘uyarıcı’ ve ‘aydınlatıcı’ rol oynayan entelektüellerin yetişmesindeki en ideal ortam üniversitelerdir. Bu anlamda, üniversiteler, bilgi ve düşüncenin üretim merkezi olduğu kadar, kendini güçlü kesimlere karşı yeterince savunamayan insanların da savunucusu kurumlardır.
Entelektüel kavramı, öncelikle Fransa kültür coğrafyasında doğmuştur. Orta çağ Avrupa’sının yaşadığı tarihi süreç ile son derece ilgili bir kavramdır. Orta çağ Avrupa’sında din adamlarının, derebeyliğin ve krallık rejiminin baskısı altında ezilen toplumu, haksız iktidarlardan korumak ve özgür düşüncenin önünü açmak maksadıyla başlatılan aydınlanmanın ilk adımları Fransa’ da atılmıştı. Bu hareket, sanayi devriminden sonraki dönemde üniversitelerin bu yöndeki işlevlerinde gerçekleşen gelişmeyle birlikte etkili bir toplumsal muhalefetin önünü açmıştır. Tarihsel süreç içinde güçlü otoritelerin haksızlıkları karşısında toplum içinden bireysel anlamda tavır koyan entelektüel insanlar çıkmıştır. Ancak, 1789 Fransız Devriminden itibaren 19 ve 20. Yüzyıl boyunca, gelişmiş toplumlardaki gelişen üniversite olgusunun da katkısıyla entelektüel düşüncelerin toplumsal tabana yayılması sonucunda, güçlü siyasi ve iktisadi iktidarlara karşı demokratik hak ve özgürlüklerde ciddi bir ilerleme gerçekleşmiştir.
“Entelektüeller, sosyal olay ve olgulardan elde ettikleri çıkarımlardan bir takım soyut ilkelere ulaşabilen; toplumun temel yapısı, meseleleri ve değerleriyle meşgul olup, bunlar hakkında düşünebilen; başlıca sosyal, ekonomik ve siyasi oluşumları eleştirebilen; genellikle kabul edilmiş görüş, izah tarzları ve varsayımları analiz ederek değerlendirebilen; bunlara bir şeyler katma veya hiç olmazsa bu görüş, izah tarzları ve varsayımları yorumlayabilme gücüne sahip bulunan kimselerdir (Dereli, 1975, 31).
İnsan topluluklarının, yaşadıkları hayat içinde davranışlarına yön veren çok sayıda bilgi çeşidi mevcuttur. Bunlardan, doğal güdüler ve reflekslere bağlı biyolojik kökenli bilgiler ile toplumun kişilerden beklediği ve öğrettiği sosyolojik kökenli bilgiler sıradan bir yaşam sürülmesine yarar. İnsanların kendi tavırlarında, yetenek ve iradeleriyle kazandıkları nitelikli bilgileri (bilimsel bilgi, felsefe, sanat ve edebiyat, etik bilgisi) fiilen uyguladıkları zaman birer entelektüel olma kapasitelerinin olduğu varsayılır. İşte, bu nitelikli bilgileri, düşünce hayatının vazgeçilmez değerleri yapmak, bu düşünceler üzerinden her türlü iktidar ve otoriteyi eleştirmek ve sorgulamak suretiyle haksızlık ve adaletsizliklerle savaşmak insanları “entelektüel” kişi haline getirir.
Entelektüel kişinin, yaşadığı hayattaki davranış ve tutumların çoğunu, kendi zihin süreçleri üzerinden ortaya koyduğu duygu ve düşünce eksenli bir hareket tarzı oluşturur. Sıradan ve ortalama bir insanın davranış ve tutumlarının kaynağı, çoğunlukla kendi bedeni ve içerisinde yaşadığı sosyal çevrenin dışsal etkileridir. Buna karşılık, entelektüel kimsenin tavır ve hareketlerinin asıl esin kaynağı, kendi iradesini biçimlendiren akıl ve bilime dayalı zihin süreçleridir. Entelektüel insan, ‘hak ve hakikate’ iman eden ve düşünen insan olarak, yaşadığı hayatın anlam ve amacına yönelir; o anlam ve amaç çerçevesinde tasarlar ve düşünür; bu tasarımlar ve düşünceler ölçüsüyle kendi tavır ve hareketlerini tayin eder (Topçu, 2005, 56).
Entelektüel düşüncenin iki temel boyutu vardır. Birincisi, yüksek nitelikli bilgi setine dayanan düşünce sahibi olmak; ikincisi, bu bilgi ve düşünceleri kullanarak her türlü otoriteyi eleştirmek ve haksızlıklara karşı çıkmak tavrıdır. Geleneksel bilgi kaynaklarıyla ve sıradan bilinçle yaşanan kültür ortamlarında, yeterince nitelikli bilgi birikimi oluşmaması, yeterli ölçüde entelektüel düşüncenin ortaya çıkmasına fırsat vermez. Ayrıca, otoriter ve hiyerarşik yönetim ilişkilerinin gölgesi altında yürütülen geleneksel ve ideolojik eğitim sistemlerinden geçen insanlardan, güçlülerin haksızlıkları ve yalanları karşısında etkili bir duruş ve tavır da beklenmez. Entelektüel kavramı ile bilim insanı, felsefeci, sanatçı, hukukçu, gazeteci ve ‘aydın’ kavramları arasındaki ince çizgi, çeşitli otoriteler karşısındaki duruşlarda kendini gösterir. Bu bağlamda, ortalama bilim insanı ve aydın entelektüel sayılmaz; entelektüel olmak için nitelikli bilgilerden oluşan düşüncelerin gerektirdiği hareket içinde, kendilerini savunma imkânları olmayan insanların ve canlıların haklarının korunması bağlamında tavırlı olmak gerekir.
Gerçek entelektüeller, kişisel çıkar gözetmeden, hak, hakikat ve adalet değerlerinin etkisiyle zayıfları savunan, her türlü haksızlığa ve ahlaksızlığa karşı çıkan; ayrıca, hiçbir otoriteye boyun eğmeyen ve hatta meydan okuyan kimselerdir (Said, 1995, 23).
Entelektüel kavramı ile aydın kavramları birbirinin özdeşi değildir. ‘Aydın’ denilen kişiler, kendileri doğrudan bilimsel araştırma ve inceleme yapmaksızın, çoğunlukla üniversite eğitimlerinin desteği ile nitelikli bilgi ve düşünceleri öğrenen, bunları aktaran, bu görüş ve düşünceler üzerinden bir kısım sosyal olay ve olguları yorumlamaya çalışan kişilerdir. Aydınlar, çoğunlukla derleme bilgilerden meydana gelen düşünceleri açıklamaya ve bu yönde toplumu ‘aydınlatmaya’ çalışan kişilerdir. Türkiye’deki aydınların, güçlü ve haksız otoritelere karşı, hak, hakikat ve adalet adına ortaya koymuş oldukları birkaç örnek dışında, fazla bir tavır ve hareketleri de yoktur. Bu anlamda, ülkemiz çok ciddi bir entelektüel yoksunluğu çekmektedir.
Otoriter yönetim sistemleri ile güçlü cemaat oluşumlarının ve siyasette otoriter genel başkanlık olgusunun yaşandığı toplumlarda, entelektüel düşünceye olan ihtiyacın çokluğuna karşın, paradoksal olarak entelektüellerin varlığına pek tahammül edilmez. Bu toplumlardaki, güçlü kişilerin (egemen yönetici sınıf, şeyhler ve tarikat önderleri, parti-dernek ve sendika genel başkanları vb.), zayıf kişilikli kitleler üzerindeki tahakkümleri kendiliğinden ortadan kalkmaz. Zayıf kişi ve toplulukların, başkan ya da şeflerine mutlak ‘biat’ etme alışkanlıklarının kırılması ve kişilerin özgür iradelerinin açığa çıkmasında mutlaka entelektüellerin demokratik ve tavırlı yol göstericiliğine ihtiyaç vardır.
Sivil ve demokrat bir toplum düzeninin henüz kurulamamış olduğu toplumlardaki entelektüel düşüncenin ve tavrın gelişmesinde, her şeye rağmen en uygun kültürel ortam üniversite kurumlarıdır. Çünkü, entelektüel düşünce için kaçınılmaz bir biçimde gerekli olan nitelikli bilgilerin kaynağı da, düşünen insanların düşünceleri doğrultusunda ‘tavırlı” birer davranış sergilemeleri de, nispeten özerk üniversite kurumlarında ‘yeşerebilir’ ve yaşanabilir bir olgudur. Ancak, üniversitelerin siyasallaşması ve birtakım cemaat ve tarikat oluşumlarıyla birlikte anılması bile, entelektüel yokluğunun bir işareti sayılır.
Ülkemizdeki üniversitelerin mevcut otoriter ve hiyerarşik yönetim yapısı, nakilciliğe dayalı egemen bilgi sistemleri ve kitlesel öğretim tarzı; bağımsız ve özgür düşünce temelli yüksek kültür olgusunun eksikliği, özgün bir Türk entelektüelliğinin doğmasına ket vurmaktadır. YÖK üniversitelerinin mevcut aşırı hiyerarşik yapısı ile nakilci ve tercümeci bir bilgi yönetimi anlayışı, entelektüel yetiştirmekten çok, güçlü ve zengin toplumların çekim alanından kendini kurtaramayan güdümlü bir yönetici ve sözde aydın sınıf üretmektedir. Geçmişte, Türk akademik ve kültür hayatında, az da olsa bazı Türk entelektüellerinin yetişmiş olduğu görülmüştür. Bunlardan, Nurettin Topçu, İdris Küçükömer ve Erol Güngör’ü anmak gerekir. Ancak, bu entelektüellerin ortak kaderi, yaşadıkları zamanın yönetimleri tarafından, görmezlikten gelinmek, hafife alınmak veya haklarında sağlam hukuki gerekçeler olmaksızın ‘yıldırma’ amaçlı kovuşturmalara uğramak olmuştur.
Bireysel hak ve özgürlüklerin yeterince bilinmediği ve fiilen yaşanmadığı toplumlarda, her şeye rağmen hem nitelikli bilgilerin kaynağı, hem de akademisyenlik ruhuna en uygun yüksek kültür ortamı üniversiteler ve akademik çevrelerdir. Türk Üniversitelerine, Türk entelektüel düşüncesinin beşiği ve kalesi olmak yaraşır!
Dereli, Toker (1974), Aydınlar, Sendika Hareketi ve Endüstriyel İlişkiler Sistemi, İstanbul Üniversitesi Yayınları: 1923, İstanbul
Özakpınar, Yılmaz (1998), Kültür ve Medeniyet Üzerine Denemeler, Ötüken Neşriyat:417, İstanbul
Said, Edward (1995), Entelektüel, Sürgün, Marjinal, Yabancı, Ayrıntı Yayınları:119, İstanbul.
Topçu, Nurettin (2005): İslam ve İnsan, Mevlana ve Tasavvuf, Dergah Yayınları :173, İstanbul