Nasılız? İyi miyiz?

Bu son seçim ülkeden önce aileleri böldü.Sonra ne oldu? Hepimiz, seçim sonrası sürekli level atlayan ekonomik sıkıntılar nedeniyle büyüyüp çoğalan kazıkların “minik” dokunuşlarıyla ürpermeye devam ediyoruz. Nasılız? İyi miyiz?


Paylaşın:

Üç kardeş

Üç kardeştiler. Tıpkı rahmetli Ozan Arif’in Sürgün adlı şiirindeki gibi. Ama bunlar gerçekten kardeştiler. Evlerinden, köylerinden uzak; birbirlerinden de ayrı üç delikanlı. Birisi üniversitede, biri lise diğeri de henüz ortaokulda yatılı okuyan, anne-babalarının kıymetlisi üç kardeş. Ayrı ayrı yerlerde de olsalar yürekleri bir atan, aynı ülküye inanmış kardeşler. İnandıkları yüzünden aynı sıkıntıları çeken, aynı zorlukları yaşayan, bazen dayak yiyen, arkadaşları gözlerinin önünde şehit edilen, arada bir köylerine kaçıp gelmek zorunda kalan gençler. Gece yarısı kapı vurulmasıyla anne-babalarının yüreğini hoplatan, stresten kurdeşen döktüren evlatlar.

Dünden bugüne

Zaman geçti hepsi büyüdü ev bark, çoluk çocuk sahibi oldular. Anne babalarının gözünde herkes sürekli çocuktur ama olsun. Aradan geçen onca yıl sonra yine fikirleri, ülküleri hep aynıydı. Hep aynı partiye oy veriyorlar, birlikte otururken aynı konuları konuşuyor, aynı şeylerden yakınıyorlardı.

Destekledikleri parti hiçbir zaman tek başına iktidar olamadı. 1999 ‘da oldukça iyi bir oy oranıyla iktidar ortağı oldu. Uzun soluklu olmasa da bir sevinç yaşadılar. Daha sonra ortaya yeni bir parti çıktı, epey şişirilip pohpohlandı ve iktidar oldu. O zaman da birlikte bu yeni partiyi eleştirdiler. Uyguladıkları gayri millî politikalara birlikte kızdılar.

FETÖ’ye övgüler düzüldüğünde, akil adamlar sahaya sürüldüğünde, düzmece çadır mahkemeleri kurulduğunda, teröristler dağlardan davul zurnayla indirilip ovalara salındığında, okullarda andımız yasaklandığında, T.C.’ler silindiğinde hep birlikte çileden çıktılar.

Liderlerine, partilerine hakaretler edilip “O aile nedir, çoluk çocuk nedir bilmez… Bunlar kandan besleniyor, vampirler.” vb. sözler sarf edildiğinde yine birlikte çıldırdılar.

Hep beraberlerdi

Ne zamana kadar? Gönül verdikleri partileri, söz söyletmedikleri liderleri, o güne kadar onları çıldırtan eylemlerde bulunan iktidar partisine sonuna kadar, kayıtsız şartsız destek vermeye başlayana kadar. Kendilerine yapılan bütün hakaretleri ve Türk milletine yapılan bütün kötülükleri yalayıp yutmasına kadar. Gönül verdikleri partinin bölünerek çoğalmasına kadar.

Bu desteklerden sonra parti içindeki bir kısım muhalifin ayrı bir parti kurmasıyla üç kardeş arasında da ayrışmalar, ufak tefek tartışmalar başladı. Daha sonra yeni kurulan parti de bölünerek çoğalmaya başladı ve bizim kardeşlerde de iyice ayrışma yaşandı. Son seçimler öncesi üç kardeşin üçü de ayrı havalardan çalmaya başladı. Birisi Cumhur İttifakı’nı, birisi Millet İttifakı’nı destekledi. Diğeri ben bunlara karşıyım sandığa gitmeyeceğim derken, sonradan kurulan Ata İttifakı adayı için “İşte benim ve bütün Türkçülerin, gerçek milliyetçilerin adayı.” dedi. Sonra düşüncelerinden dolayı birbirlerini suçladırlar. İkisi, Cumhur İttifakı’nı destekleyeni, Türk milletine ihanetle suçladı; Millet İttifakı’nı destekleyen Ata İttifakı’nı destekleyeni, muhalefeti bölmekle suçladı… Yani bu son seçimler ülkeden önce aileleri böldü. Millet bütünlüğünden önce aile bütünlükleri bozuldu. İnşallah bu ayrılıklar uzun sürmemiş, seçimden sonra tekrar üç kardeş olmuşlardır.

Sonuçta ne oldu?

Seçim bitti. Cumhur İttifakı yine kazandı. Muhalefete göre, Erdoğan’ın karşısına saksıyı bile aday diye koysalar oy verecek tonla seçmen vardı. Anketörler de hep bu seçmenlerin arasında dolansa gerek, anket sonuçlarına göre şu an cumhurbaşkanımız ya bir saksıydı ya da Kılıçdaroğlu.

Mini mini AKP artığı partiler, ana muhalefet partisinin sepetinde meclise taşındı. Meclise girdikten sonra da hadi eyvallah, tak sepeti koluna sen yoluna ben yoluma, dediler. Anacık yorulduğu, yıprandığıyla kaldı.

Yeni kabine açıklandı. Sağlık bakanı dışında bütün bakanlar değişti. Seçim öncesi çeşitli mecralarda ifşaları çıkan bakanlar, yeniden milletvekili oldu ve dokunulmazlık zırhına büründüler.

Daha önceden yol verilen ithal bakanımız tekrar hazinenin başına oturtuldu. Merkez Bankası’nın başına da ilk defa bir kadın atandı. O da dışarıdan getirildi ve hakkında bir bankayı batıran CEO diye dedikodular var.

Dolar ve Euro el ele verdi, aldılar başlarını gitmeye doyamadılar. Tabii benzinle motorin durur mu, onlar da tuttu yolu gidiyor. Ev, araba fiyatları da cabası.

Milli Eğitim Bakanlığı okullarında sarıklı, cübbeli “manevi danışman”lar, “değerler eğitimi” vermeye başladı. Tarikatlar, Cumhuriyet döneminin en parlak zamanlarını yaşıyor sanırım. Bu arada, intihar eden ya da ettirilen çocuklarımızın çığlıklarına kulak tıkamaya devam ediliyor. Deistim, ateistim diyen gençlerimizin, ülkemizi terk edip gitmek isteyen her yaştan vatandaşımızın sayıları da artmaya devam ediyor.

Üçlü beşli, farklı sayılardaki çetelerimiz ile ilgili kopartılan fırtınalar da dindi. Herkes işine gücüne, kaldığı yerden tekrar başladı. Bize karanlık günler yaşatan deprem felaketinin üstüne hasır çekildi; o kadar canın gitmesinde kim suçlu, cezası ne oldu bilen yok! Bir de bir kısım kendini bilmez muhalifin, deprem bölgesindeki oylardan duydukları memnuniyetsizlik sebebiyle yaptıkları densizliklere şahit olduk. Bunlar da yaralarımıza tuz oldu.

Devlet eliyle ayrımcılık

Dün, benimle aynı işyerine yeni başlayan 4-B’li bir arkadaşa “Sorması ayıp ne kadar maaşla başladınız siz?” diye sorma gafletinde bulundum. Söylediği rakam hemen hemen benim aldığım maaşla aynı. Ben, istese emekli olabilecek durumda bir memurum. Ne yazık ki kamu çalışanlarının arasındaki ayrım ve maddi açıdan makas gittikçe açılıyor. Seçimden önce kamu işçilerine yapılan zamlarla vasıfsız bir işçi, yıllarını okumaya vermiş, devlet memuru olabilmek daha sonra da yükselebilmek için sınavdan sınava girmiş profesyonel bir memurdan daha fazla maaş alır oldu. Bazı memur sendikalarının başkanları da milletvekilliğine aday oldu dışarıda alamadıkları hakları mecliste alacaklardı ama o da olmadı! Sonra tekrar başkanlıklarına döndüler…

Memurlara o kadar zam vermiyorlar. Çünkü okumuş kesime siyasi anlamda güvenmiyorlar. Ama işçiler öyle değil. İşçiler işe girmek için önce partiye uğramak zorunda. İşe girdikten sonra da çoğu öğle arası ya da iş çıkışı soluğu yine partide alıyor. Oralarda gönüllü çalışıyor. Memurlara siyaset yasağı da var. Yani toplumun her kesiminde ayrımcılık, kutuplaşma seçimden sonra da artarak devam ediyor. Buna başka bir örnek de muhalif sanatçılardan bazılarının daha önceden ilan edilmiş konserlerinin iptal edilmesi.

Daha daha neler oldu?

AKP, kazandık rehavetine kapılmadan, önümüzdeki yerel seçimler için hemen kolları sıvayıp sahalara döndü. Peki, çok değerli ana muhalefetimiz ne yapmakta? Başkan kim olacak onu tartışıyorlar. Ona bir karar verseler, onlar da çalışacak inşallah. Yavrular zaten anaya tekmeyi vurmuştu. Eski yuvalarından bir el etseler, herhâlde koşarak giderler.

Seçimden önceki bir yazımda demiştim ki “…kim kazanırsa kazansın, kazıklar biz değerli vatandaşlar için hazır, bekliyor.” Şimdi o kazıklar, seçimden seçime değer kazanan biz sıradan vatandaşlara küçük dokunuşlar yapıyor. İlerleyen zamanda ne olur bilemem. Ama yine aynı yazıda dediğim gibi “Siyasilerimize bir şey olduğu yok.” Yazıyı buradan okuyabilirsiniz.

Peki, üç kardeşimize ne oldu? Bütün bu olanlardan hiç etkilenmeyen hangisi? Tabii ki üçü de etkilendi. Şimdi yine üçü de aynı sıkıntıları yaşıyor. Hepimiz, seçim sonrası sürekli level atlayan ekonomik sıkıntılar nedeniyle büyüyüp çoğalan kazıkların “minik” dokunuşlarıyla ürpermeye devam ediyoruz.

Nasılız? İyi miyiz?

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yazar

Umay Gökçe Lilith

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar