O mu ahlak, bu mu ahlak?

İskender Öksüz, moral çöküntüsüne her gün uğramamızın altında yatan acı hakikatleri(!) ele alıyor... İnsanın masaya yumruğunu vurup, "Ben senin…" diye bağırarak ayağa fırlayacağı geliyor.


Paylaşın:

Her biri tek başına dev skandallar ortaya saçılıyor. Çıt yok. Batı’da her biri birkaç bakan, birkaç iktidar götürecek yolsuzluklar… Tısss. Batı ahlaksızlıktan çökecek ya İşte o ahlâksız Batı’da, neymiş efendim, başbakan, resmî seyahatlerinden biriktirdiği uçuş millerini şahsî uçuşunda kullanmış.. İstifa zorunda kalıyor. Biz Manhattan’da öğrenci yurdu, aile ve sülalemize üniversite kurmak yolunda sükûnet içinde ilerliyoruz.

Bu rezaletlerin failleri ile uğraşan kalemler var. Pek sesleri duyulmuyor ama var. Aynı manşeti birlikte atan ve sorulunca tevafuk diyen basın hâriç… Ne yazık ki mütevafık basın, basının yüzde doksanı.

Benim derdim, bütün bunlara karşı halkımızın tepkisizliği. Batı’nın ahlaksızlığın dibi kabul ettiği şeylerde bizim anketlerde çıt çıkmıyor.

Bunu nasıl açıklayacağız? Üstelik halkımızın “muhafazakâr”lığına dair iddialar var. Demek ki Batı’nın ve Doğu’nun muhafaza etmeğe çalıştıkları aynı değerler değil. Onların ahlâkı başka, bizimki başka.

Casus hatıraları

Bugünlerde casus avcıları Altaylı, Ruzi Nazar falan peşinde koşarken bir isme ve bir kitaba rastladım. Yüksek rütbeli bir CIA görevlisinin hatıralarına: 1968-73 arasında önce İstanbul’da istasyon şefliği yapan, sonra da Ankara’ya tayin edilen Duane R. Clarridge’in “A Spy for all Seasons- My Life in the CIA” (Her Mevsimin Casusu- CIA’deki Hayatım) kitabına… Clarridge’in hatıraları Türkçe de yayımlanmamış.

Yolsuzluk, hırsızlık, aile boyu tayinler ve başka ahlaksızlıklarla bu casusun ne ilgisi var diyebilirsiniz. Şu ilgisi var: Bizim “muhafazakâr” toplumumuzun ahlaksızlık saydığı şeyler, Clarridge’in hatıralarında vakayı adiyeden… Bizde çıt çıkarmadıklarımız da onun bakışıyla bütün doğu toplumlarının ayıbı. Ve bu ayıp hakaret olsun diye değil, herkesçe bilinen yaygın bir gerçeğin dile getirilişi gibi anlatılıyor.

Önce Clarridge’in ayıpları: Türkiye’ye eşi Maggie ile geliyor. İki de çocukları var. Fakat yavaş yavaş birbirlerinden uzaklaşıyorlar. Bizim casus, gönlünü tenis oynadıkları bir arkadaşının eşine, Helga’ya kaptırıyor. Maggie ile boşanıyorlar ve Helga “kız arkadaş” oluyor. Sonra evleniyorlar. Bütün bunlar CIA’nin gözü önünde ve anlaşılan kimsenin çıtı çıkmadan cereyan ediyor. Buna karşılık mesela, bir Polonyalı görevliyi kendi taraflarına çekmek için Ankara’da Polonyalı’nın eşine bebek düşürten ilaç bulması, CIA üst makamlarının tepkisini çekiyor. Evanjelistler o zaman da etkili.

Yalan makinesi doğuda çalışmaz

Doğu toplumları için söyledikleri aşağılayıcı:

Maalesef izleyen yıllarda Gizli Hizmetler (Clandestine Services) yalan makinesine gereğinden fazla önem atfetti ve bunun ceremesini de çekti. Yalan her kültürde aynı değil. Püriten geleneğimizden ötürü Amerikanlar iyi denek oluyor. Fakat mesela Araplar ve İranlılar’ı değerlendirmek pek zor, çünkü onların kültüründe bazı şartlar altında yalan söylemek kabul edilir bir davranış. Bu yine WOG unsurunun bir başka görünümü. Nihayet poligraf (yalan makinesi) Batılılar tarafından ve Batılılar için tasarlanmış bir cihaz. Aleti bu kültür bağlamının dışına çıkarınca sorunlar da başlıyor.”

İki dünya var: Anglo-Saksonlar ve diğerleri

WOG’u merak etmişsinizdir:

Wog, ‘Worthy Oriental Gentleman’ (Değerli Doğulu Beyefendi) demek. 19 asırda bu söz, İngiliz olmaya çalışan yarı-Britanyalı sosyal statüsündeki Hintliler’e göndermeydi. Kısa zamanda aşağılayıcı bir anlam kazandı. Lawrence’ın zamanında bu ifade, Kanal’ın Doğusu’ndaki her şeye küfretmek için kullanılıyordu. ‘Woglar Calais’te başlar’, yani makul olmayan (ve aşağılık) Anglo-Sakson olmayan davranışlar Dover Boğazı’nı geçer geçmez ortaya çıkar diyen sanırım Alec Waugh’du.” (Bu alıntıdaki “kanal”, Manş Denizi’dir: “İngiliz Kanalı”.)

Batı falan değil, İngiliz ve Amerikanlar hâriç herkese tepeden bakılıyor. Aynı özde bir başka pasaj:

Kaldı ki sosyoloji, kişilerin özellikleri, insanlar arası ilişkinin kimyası ve hayat, ölüm, görev, gerçek ve yalan gibi temellere yaklaşım… Bütün bunlar Arap dünyasında ve Latin Amerika’da bir Helen (Yunan) kültür kökü üzerine bina edilmiştir. Bunların üstü de İslam ve Hristiyanlığın çeşitli türleriyle kaplanmıştır. Müslüman Araplar, Hristiyanlar, Osmanlı Türkleri ve başkaları bu inançları ve onlara eşlik eden kültürleri İndüs Nehri’ne ve muhtemelen onun da ötesine, Batı’da Cebelitarık Boğazı’na; Kuzey’de Viyana ve Moskova kapılarına ve Güney Sibirya çöllerine taşıdı. Sonra İspanyol ve Portekizliler hepsini Batı Yarımküre’nin kendi bölgelerine götürdü. Yani temelde bunların hepsi aynıdır.

İnsanın masaya yumruğunu vurup, “Ben senin…” diye bağırarak ayağa fırlayacağı geliyor.

Ama… Ama… Vergiden kaçınarak Manhattan’da yurt açmalar (yersen), sülalece çökülen üniversiteler… Ve en önemlisi bunları ahvalı âdiyeden diye değerlendiren sevgili halkımızı düşününce öfke yerini moral çöküntüsüne bırakıyor.

Yazar

İskender Öksüz

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar