HİKÂYE: ANIKARA

Git deme boş yere, mendil sallayanım bile olmadı. Bomboş tüm istasyonlar… Bu son geliş… Ankara benim olacaksın! Kaçarın yok!


Paylaşın:

 

Sıhhiye Meydanı’nda, köprünün altında, yüzü geyiklere dönük, taşıdıkça ağırlaşan valizinden omuzları çökmüş, endişeli; ama cesur, uzun boylu, siyah mantolu bir kadın duruyor. Kırmızı boyun bağı omzundan geriye doğru saçlarına karışarak uçmakta… Sadece duruyor mu? Hayır! Konuşuyor. Kendisi ile…

Anıkara; Ankara…

Kara anı, Ankara…

Şimdilerde kara çaldığım o anılar bir zamanlarımın vazgeçilmeziydi. Her saniyesi ezberimde…

Hatırladıkça, alelacele içilen salep gibi ta içimi yakıyorlar hâlâ.

Unutulmuş olmanın intikamıyla onları kara anı diye aşağılıyorum.

Yazık ki, ne yazık!

Hiç yakışığı var mı?

Oysa daha yaşarken biliyordum her birinin kelebek gibi acıklı bir ömre sahip olduğunu.

Bildiğimden tükenmesinler diye kımıltısız susuşlara mahkûm etmemiş miydim kendimi?

Sonra unutmamak için saniyelik olanlarını bile bitip tükenmez bir döngü ile defalarca yaşayıp sanki bir ömür yaşanmış hissiyle uçmamış mıydım yıllarca?

O minnacık kırıntılarla kaç zaman avunmuştum da, özlemi kıvrandırmaya başladığında, en tatlıları bile ölümcül birer zehir olmamış mıydı?

Panzehirim, hayal dünyama taze papatyalar serpiştirmekti, kitap sayfaları arasındakileri atmadan…

Bunun için gelmemiş miydim Ankara’ya?

Kaç defa gelip kaç defa döndüğümü unutarak.

Her geliş heybeler dolusu anı kırıntısı, avuntu sermayesi…

Avuntular un ufak olup özlemler şişince, Ankara yolarına düştü gönlüm heybesi sırtında.

Kaç defa doldurup kaçıncı defa boşalttığını unutarak.

Kaç tane kahkaha atıp, ne kadar gözyaşı döktüğünü de bilmeden.

Hey gidinin Ankara’sı hey!

Kâbe oldun, tavafın bitmeyecek anladım.

Hayallerimi sırtlanarak geldim. Gidici de değilim ha! Bu defa unutma…

Keskin bakışlarınla delme boş yere ciğerimi.

Köşe bucak kaçsan da umurumda değil.

Yorgun gönlümün başka limanı yok senden gayri…

Git deme boş yere, mendil sallayanım bile olmadı.

Bomboş tüm istasyonlar…

Bu son geliş…

Ankara benim olacaksın!

Kaçarın yok!

Karartsan da gökyüzünü, gidecek bir yerim yok.

Ve Anıkara benim oldu, ince ince yağan, puslu, soğuk bir Ocak gününde…

İçi boştu moştu ama benim oldu.

Gönlümdeki Ankara’yı bulamasam da benim oldu.

O gökkuşağı renkli bulutlar yoktu yerinde. Demek ki onlar da hayallerimin aldatmacasıydı.

En güzel şiirlerimi söylediğim köşe başları, karışıp gitmişti kalabalığın içine.

Vaat edilmemiş arzulara varıncaya kadar her şey kayıptı.

Söylenmemiş kelimeler, tensiz dokunuşlar, fersiz bakışlar, soluk nefes alışlar, yorgun yürüyüşler, durgun koşuşlar, bağırgan susuşlar…

Işıklar, karanlıklar, aydınlıklar, ayrılışlar, kavuşmalar…

Kayıptı…

Adım adım dolaştım eskilerde dolaştığım yerleri, ne Altındağ kaldı dokunmadığım ne Balgat.

Saatlerce durdum olduğum yerde okşayaraktan anıları, belki bir kelam dökülüverir diye dudaklarımdan.

Yutkundum, düğümlendim, o güzelim türküler yapışıp kaldı boğazıma, yaşanmış ve yaşanası en güzel anıları ile birlikte.

Oysa kaldırım taşlarına kadar her şey aynıydı da eksik olan ruhu hiç bulamadım.

Ankara, eski Ankara değildi.

Koyun koyuna olunca sırtını dönüvermişti bana.

Dokunmam mı bozmuştu tüm büyüyü?

Kara anı olmuştu o güne kadar yaşadıklarım, aynılarını yaşamak için koşup gelmişken. Bir soğukluk, bir dokunulmazlık, bir kopuşluk, kaçışmalar, uzaklaşmalar.

Masal mıydı inanılmış sevgiler?

Hepsi birbiri ardına eklenmiş düzmece senaryo muydu yoksa?

Ya beyaz güllerle süslü, kan renkli rüyalar!

Anıkara, tüm bunların suçlusu sen misin?

Oysa bu güne kadar hiç yalnız bırakmamıştın beni.

Islak sabahlarında kırılgan çınar yapraklarını eze eze yürürken sen vardın kolumda.

Yıldızlı gecelerinde suskunluğunu, kalenin duvarları üzerine oturup da omzuna yaslanarak dinledim.

Kolumdan tutup da çekiverdin kendine, acemi, ürkek, korkak ruhuma, aşkı sen öğrettin. Tenim şehveti sende tattı.

Sana gelmek için duyduğum arzu, yavru kuşun uçmak için günlerce çırpınmasına benziyor.

Senle olmak, uçsuz bucaksız yemyeşil kırlara uzanıp bulutsuz gökyüzünü izlemek kadar dingin ve huzur verici…

Senden gitmek, bir ananın öksüzünü koyuverip de ardına baka baka gitmesinden beter, biliyor musun?

Ayrılık vakitlerinde, el sallayarak, sana döneceğimi bilerek, şefkatle göndermedin mi?

Şimdi neredesin?

Temelli geldim diye mi küstün?

Korkuttum mu seni?

Sözün vardı, hani kül renkli sabahlarında saçlarımı okşayarak uyandıracaktın beni?

Biliyorum aslında tüm bunların nedenini de yapacak bir şeyim yok.

Meğer ben bir çift mühür gözün esiri olmuşum da zincirleri çözecek gücüm yokmuş.

Hiç günahın yokken sana kara anı deyip adını da Anıkara koydum ya!

Bağışla beni.

Şunu da bil ki, her şeye rağmen seni çok seviyorum takım elbiseli şehir. Ne olur beni kucağından atma e mi!

 

Yazar

Reyhan Özçiftçi

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar