Yükleniyor...
Sandık.
Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nde 8 anlamla karşılıyor bizi.
Şu sıralar yoğunlukla ve çoğunlukla kullanıldığı mânâsı şu: Seçimlerde oy pusulalarının atıldığı kutu.
Kutuya atılan şeyin adı pusula olduğuna göre amaç belli; siyasetçilere yol göstermek, yön tayin etmek.
Bu tanım ve gaye ufkumuzu daraltmamalı tabiî ki.
Şayet demokrasiyi zihninizde sadece sandık ile eşleştirdiyseniz yanlış bir sanıya kapılmışsınız demektir.
Çünkü ideal bir yönetim sisteminde demokrasi kavramı, sandıktan ve oy verme seremonisinden ibaret değildir. Toplum eğer sadece beş senede bir defa önüne kurulan sandık vasıtasıyla söz sahibi oluyorsa bunun adı düpedüz, sandık demokrasisidir. Ayrıca sahibi bulunulan sözün etkisi de ancak sinek vızıltısı kadardır.
Demokrasi bilinci gelişmemiş, birey olarak hareket etmenin önünde türlü engellerin olduğu toplumlarda seçimler ölüm kalım meselesidir.
İşin kötüsü şudur ki; bir taraf için ölüm olan diğer taraf için kalım, beridekiler için bahar olan ötedekiler için kara kıştır.
Dolayısıyla seçmenin önüne koyulan sandıktan çıkan sonuç öyle ya da böyle toplumun her kesimini derinden etkilemektedir.
Bu durumun bizatihi içinde yaşadığımızı hatırlatmak ve gelinen noktanın çok olumsuz bir yer olduğunu ifade etmek isterim.
Eğer bir seçim, aylarca tüm gündemi meşgul ediyorsa, ülkenin dışarıdan soyutlanmasına sebebiyet veriyorsa ortada problemli bir durum var demektir.
Hele hele daha üç ay önce tarihinin en büyük depremlerinden birini yaşamış, binlerce canını toprağa vermiş bir toplumda, ‘Kim daha milliyetçi?’, ‘Kim daha vatansever?’ tartışması ve de yarışması yapılıyorsa ahlakî bir yıkımdan bahsedilmelidir.
Söz konusu yıkımın etkisine de artçılarına da yıllar boyu maruz kalacağımızı söylemek yanlış olmaz.
Bu noktada, altını şiddetle çizerek belirtmeliyim; Türkiye, sandıktan da sandıktan çıkacak sonuçtan da büyüktür.
Çünkü herkes gelip geçecek Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.
Atatürk’ün yolunda giden gençliğe düşen, kendilerine ayrılan sürenin sonuna gelene dek yorulmadan, bıkmadan ve usanmadan bilimin ışığında yol yürümektir.
Seçimler üzerine konuşulurken bazen futbol metaforundan yararlanılır. Şu sıralar da 28 Mayıs’taki seçimin 0-0 başlayacağı söyleniyor mesela.
Bu mecaz üzerinden gideyim.
Seçim dediğimiz şey aynı takımda (Türkiye’de) mücadele eden futbolcuların kaptan olmak için kıyasıya yarışıdır.
Dolayısıyla futbolcuların (siyasî partilerin) tek amacı bulunduğu takımın uluslararası arenada başarılı olması için inisiyatif almaktır. Öyle olması gerekir.
Aksi takdirde kendi aralarındaki kaptanlık mücadelesinin takıma çok da bir faydası yoktur. Birbirleriyle giriştikleri haklı rekabetin sadece performanslarını azamiye çıkartmaya katkısı olur.
Süper Lig’de Beşiktaş’ın, Fenerbahçe ve Galatasaray’a karşı galibiyeti sadece kendi taraftarlarını mutlu edecek iken Türk millî takımının yabancı bir ülkeye karşı zaferi tüm yurtta coşkuyla kutlanacaktır.
Kalplerin beraber atmadığı, kamplaşmaların ve kutuplaşmaların zirve yaptığı toplumlarda ise millî maçların (seçimlerin) sonucu bellidir: Hükmen mağlubiyet!
Futbol sahasından siyasî arenaya şu acı veren cümleyle ışınlanalım öyleyse: Aradığınız millî takıma şu anda ulaşılamıyor!
Yazımın, ‘Durun, siz kardeşsiniz!’ tadında, orta yolcu bir bakış açısıyla yazıldığını kabulünüzü rica ederim. Ne yalan söyleyeyim, karpuz gibi ortadan ikiye bölünmüş baş tacı milletimin bir yarısını karşıma almaya gönlüm razı gelmedi.
Zaten, vekâlet verdikleri üzerinden toplumu yargılamak boyumu aşar. Olsa olsa yadırgarım.
Esas ve asıl olan milletin ferasetine itimat ediyor, Atatürk’ün sözüne sonuna kadar inanıyorum:
“Türk milletinin karakteri yüksektir, Türk milleti çalışkandır, Türk milleti zekidir.”
Dost acı söyler madem.
Yazının sonuna şu gerçeği de iliştirivereyim bari: 28 Mayıs’ta halkımızın vereceği karne ne olursa olsun ülkece sınıftan geçmek için yapacak çok ama çok işimiz var.