Sayın İsmail Kahraman’a açık mektup

"İstanbul'un kurtuluşu 6 Ekim, kim demiş? İzmir'in kurtuluşu 9 Eylül, kim demiş? Ne münasebet. Cihan harbi bitti, müstevliler alacaklarının birkaç kat mislini aldı ve öyle gittiler, çekildiler. Kurşun sıkmadık ki. 2 Mart'ta da aynı şey var..." İ.Kahraman


Paylaşın:

Bu mektubu 9 Eylül günü yazıyorum. İzmir Alsancak, kordonboyunda insan seli…

Ben de İzmirliyim. Ödemiş doğumluyum. Ödemiş’in girişine yakın bir “İlk Kurşun Tepesi” vardır. Ben bildim bileli, ovanın uzak noktalarından da görünen büyük bir albayrak dalgalanır orada. Yunan işgalinde silahlanan mahallî halkın, efelerin düşmana ilk kurşunu sıktığı tepedir. İzmir’in işgalinden iki hafta kadar sonra. Her sene mayısın son pazarında orada tören yapılır. Ödemiş’in kurtuluş günü ise 3 Eylül’dür; 9 Eylül’den altı gün önce.

Anadolu’nun bir çok şehrinde “ilk kurşun” mevkileri vardır.

Ama siz “kurşun sıkmadık ki…” diyorsunuz…

Kurtuluş günlerini değil, fetih günlerini kutlamaktan yanasınız. Kurtuluş günlerinin kutlanıp kutlanmaması ayrı bir konudur, düşünülebilir. Bizim öğrencilik yıllarımızda şehrin kurtuluşunu canlandırmak için kimi öğrenciler düşman askeri kılığına, kimileri ise Türk askeri kılığına girer, küçük bir vuruşma tertip edilirdi. Artık bu yapılmıyor. Bence de yapılmaması doğru olmuştur. Böyle canlandırmalar basit kaçmaktadır. Onun yerine konuşmalar, konferanslar, fotoğraf sergileri tertip etmek, filmler göstermek, kitaplar tanıtmak daha faydalı faaliyetlerdir. Yalnız siz bu dileğinizi akıllara zarar cümlelerinize girizgâh yaptınız. “Kurtuluş günlerini anmayalım.” mı demek istiyorsunuz, “Kurtuluş savaşı yoktur.” mu demek istiyorsunuz?

“İstanbul’un kurtuluşu 6 Ekim, kim demiş? İzmir’in kurtuluşu 9 Eylül, kim demiş? Ne münasebet. Cihan harbi bitti, müstevliler alacaklarının birkaç kat mislini aldı ve öyle gittiler, çekildiler. Kurşun sıkmadık ki. 2 Mart’ta da aynı şey var. Ruslar çekildi gitti. Çarpışmadık, dövüşmedik, vuruşmadık.”

Doğu cephesinde işler 1917 Bolşevik ihtilâli sebebiyle farklı gelişti, Çarlık tarihe karışınca Rusya savaştan çekildi. Topraklarımızdan da çekildi. Topraklarımızdan çekilene kadar Rize dağlarında hiç kurşun sıkılmadı mı Ruslara? Karadeniz’in yiğit insanları boyunlarını büküp oturdular mı? Hayret! Peki diğer bölgeler? Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Anadolu’nun diğer bölgelerinde, özellikle de Batı Anadolu’da neler olup bittiği sır değildir. Çoook kurşunlar sıkıldı! Bizler dedelerimizin, büyükdedelerimizin yaşadıklarını dinleyerek büyüdük. Ama siz “kurşun sıkmadık ki…” diyorsunuz. Çarpışmadık, dövüşmedik, vuruşmadık, diyorsunuz.

Sanki Kurtuluş Savaşımızı, Millî Mücadele’yi küçümsemek ister gibi bir tavrınız var. Hatta yok saymak ister gibi… “Müstevliler alacaklarının birkaç kat mislini aldı ve öyle gittiler, çekildiler.” Kuvva-yı Milliye demek ki koca bir yalan! Erzurumlu Kara Fatma, Gördesli Makbule, Şerife Bacı, Postlu Mestan Efe, Yörük Ali Efe, Gökçen Efe, dökülen kanlar, toprağa düşen canlar… Kağnılarda, sırtlarda taşınan silah ve cephaneler… demek hepsi masal unsurları! O yılların siyah beyaz fotoğraflarını hiç gördünüz mü? Harıl harıl mermi yapan Türk kadınları vardır meselâ… O mermilerle demek ki tavşan avına çıkıldı.

Sevr haritası gözünüzün önüne geliyor mu? Rengârenktir. İngiliz nüfuz bölgesi, İtalyan nüfuz bölgesi, Fransız nüfuz bölgesi, Ermeni nüfuz bölgesi, Yunanistan’a bırakılan bölge… Anadolu paylaşılmış. Lütfen açıklar mısınız, müstevliler niyetlendiklerinden birkaç kat misli olarak neyi, nereyi aldılar da o yüzden kendi kendilerine çekildiler? İstediklerinden daha bile fazlası olarak ne verdik, nereyi verdik? Kim verdi? Sevr haritasında nereleri vermek zorunda kaldığımız, nereleri ele geçirdikleri, nerelere çöreklendikleri ortadadır. O rengârenk haritadan bugünkü tek renkli Türkiye Cumhuriyeti haritasına nasıl geldik? Kurşun sıkmadan mı? Çarpışmadan, dövüşmeden, vuruşmadan mı? Ben gerçekten sizin ne kastettiğinizi anlamadım. Herhangi bir insan değilsiniz. TBMM’nin eski başkanısınız. O TBMM bir millî mücadele meclisi olarak açılmıştı. Sevr’e “hayır” diyen bir meclis olarak.

Kamuoyunda oluşan infial üzerinde twitter hesabınızdan bir açıklama yapıldı, törendeki konuşmanın bir bölümünün, bütünün bağlamından ayrı olarak haberleştirildiği iddia edildi. Bu açıklama daha da gariptir:

“…. Aynı şekilde yurdumuzu işgal eden ve dört sene topraklarımızda kalan müstevliler, Birinci Dünya Harbi’ni sonlandırdıkları için İzmir’i 6 Eylül 1922 Çarşamba günü terk etti. 9 Eylül 1922 Cumartesi günü ordumuz İzmir’e girdi. İşgal kuvvetleri 4 Ekim 1923 Perşembe günü İstanbul’dan ayrıldı, ordumuz ise 6 Ekim 1923 Cumartesi günü İstanbul’a girdi.”

Birinci Dünya Savaşı’nı sonlandırdılar ve ülkemizi terk ettiler. İşgal kuvvetleri ayrıldı, gitti, ardından ordumuz girdi. Öylesine bir barış ortamı içinde, el sallayarak, bu kadar kaldığımız yeter deyip sonlandırdılar, gemilerine bindiler, gittiler…. (Birinci Dünya Savaşı’nın bitiş tarihi zaten 1922 değil, 1918’dir).  Bunlar ne biçim işgal kuvvetleri imiş ki kendi kendilerine çekilip gittiler, ayrılıp gittiler. Neden geldilerdi madem? Dört yıllık tatbikata mı? Hava değişimi için mi? Anadolu’da o kurşunlar atılmasaydı giderler miydi? O mücadele verilmeseydi… Sakarya, Dumlupınar, Kocatepe, Büyük Taarruz… Hayır efendim, alacaklarını alamadan gitti onlar! Gitmek zorunda kaldılar! Ama siz “kurşun sıkmadık ki…” diyorsunuz. Çarpışmadık, vuruşmadık, dövüşmedik, diyorsunuz.

Sahi siz ne demek istiyorsunuz?

Yazar

Ayşe Göktürk Tunceroğlu

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar