Yükleniyor...
İşte tahin ile pekmez uyumunu tanıştıran iki şahane kuşağı birbirinden ayırmak için muhteşem bir turnusol kâğıdı daha!
Zira, melodisini istemsizce dudaklara gelip yerleşiveren bir ıslıkla mırıldanmaya başlamamanın nerdeyse imkânsız olduğu, 80’li yılların marşlarından birisi konumundaki bu unutulmaz Selami Şahin bestesinin nakaratından başlığımıza misafir edilen dizeleri, bizim nesil zihinlerden geçen Ege sahillerinde doğan güneşe karşı denize girmeli manzaraların kaçınılmaz görüntüleriyle şöyle tamamlar iken;
“… Canımdan bir parçasın, söküp atamıyorum”,
Bayrağı büyük bir iftiharla devrettiğimiz bir sonraki kuşak meşhur karikatürdeki espriye ithafen ve bence son derece kararında bir muziplikle “romantik ambiyans”ı yele veriyor olmayı umursamadan şu şekilde tamamlamayı tercih eder:
“… Canımdan bir parçasın, söküp takamıyorum!”
İşte sadece bahsi geçen iki kuşağı değil bütün nesilleri, idrak yollarının yağ damlatan yerlerini söküp takmaktan alıkoyacak ölçüde “saykodelik” bir başka sinema şaheseri ile huzurlarınızdayız. Tırnak içerisinde yer verilen sıfatın pilav üzerine kuru kadar yakıştığı bu filmin tek başına apayrı bir tez konusu olmayı bileğinin hakkıyla hak eden adını paylaşıp irdelemesine başlamadan önce küçük bir anekdotla mütevazı bir açıklama yapmama müsaade ediniz efendim. Ki eserimizi hangi rafa niçin kaldırdığımız gölgesiz biçimde aşikâr olsun.
Bizim vilayetin, adaşından “Büyük” sıfatıyla ayrılmış, en önemli nehrinin adını verdiği ovada yer almayan tek görece yayla konuşlu ilçesi olan baba memleketi kazaya hasat sonrası uğrayan tütün eksperleri, balyaların içerisine soktukları özel aletle seçip değerlendirdikleri ürüne dair yanlarındaki yardımcılarına anlık bilgi ve talimat verirlerdi:
“A Grad… A Grad… Bu balya B Grad…” diyerek.
Nadiren de olsa kimi istisnaî durumlarda, büyük ihtimalle araya karışmış kanyaşı, çakır dikeni, kedi bıyığı gibi farklı türden bir tutam kuru ota denk gelindiğindeyse hiç istiflerini bozmadan aynı seri’likle şöyle deyip bir sonraki balyaya geçerlerdi:
“Belirsiz, bilinemedi, başka yerden bakılacak, not al…”
İşte bizim filmlerimiz de bu türden kalite terazisinin ayarına keman çaldıran, bilinemez etkisiyle eldeki tuhaf biçimli balyanın bambaşka yerlerinden bakılmaya seza, değişik algı kapılarını zorlayan eserler. Bu yönleriyle beylik bir “kötü film” etiketinden çok daha fazlasını hak ettikleri muhakkak. Zaten sinema üstatlarının önde gidip bayrak tutanı, gönüllerin Oscarlısı Orson Welles Reyiz’in de dediği gibi;
“Kötü film düşük bütçeli olan değil, sıkıcı olandır.”
Öyleyse şimdi, hak etmediği tek sıfat varsa o da “sıkıcı” olan, bugünkü sohbetimizin konusu muhteşem esere gönül rahatlığıyla yönelebiliriz.
Efendim, dizi tadında bir girizgâh yapmak gerekirse, hatırlanacağı üzere geçen bölümümüzde kaytan bıyıklı İspanyol Süpermen’i Supersonic Man’e değinmiştik. E tabi hâliyle, İspanyollar bunu yapar da yanık tenli boğa güreştiricilerinin iklim, bitki örtüsü ve bittabi olarak genel bir koyvermişlik bakımından lezzet ikizi olan İtalyanlar “Biz de hırlı ayakkabı değiliz aslında!” mesajını verip de Hollywood’a nanik yaparcasına kendi yan sanayi Süpermen’lerini aynı özensizlikle peliküle aktarmadan rahat edebilirler mi?
İşte bu dizginlenemez itkinin evlere şenlik sonucu olan 1980 yapımı “Pumaman”den bahsediyorum. “Bir rivayete göre de “Pumaman”den. Ya da İtalyanca orijinal adıyla “L’oumo Puma”dan. Hani artık tanık koruma programı kapsamında hangi sahte isimle nerelerde saklandığını bilseydik o adı da kullanırdık. Filmlere farklı ad vermek demişken, araştırmalarım sonucunda filmimizin Türkiye’de vizyona girip girmediğini, girdiyse de hangi isimle oynatıldığını tespit edemedim. Ama ezkaza böyle bir talihsizlik yaşanmışsa adım gibi eminim ki bu artık hangi yere çekerseniz uygun olabilecek biçimde göz yaşartıcı eser “Sarı Pars Güçlü Kahraman Kara Kobraya Karşı” tarzı bombastik bir isimle sinema salonlarımızı onurlandırmıştır!
Şimdi bilemedim ki lafa hangi açıyla girsem… Nereden başlasam acaba? Nasıl anlatsam ki? İşte böylesi bir üst yapımı konu edinince Şekil A’da görüldüğü üzere yarı lâl kesiliyorum umarsızca. Zira askerlik anıları, üniversite yârenlikleri ya da “Geçenlerde yine böyle bir gün arkadaşlarla oturuyoruz” diye başlayan nice anlamsız muhabbet tükenmez birer geyik kaynağı olarak neyse Pumaman de insanın ağzını açık bırakan bin bir yapım, çekim, bakım, takım, tokum, yokum unsuruyla öylesi gümrâh bir (Türkçemize gerek ses tınısı gerekse anlam bakımından en güzel “tırı vırı” olarak çevrilebilecek) “trivia” kaynağı.
O hâlde, bizler iyisi mi konu özetini bir tarafa bırakıp rahmetli Sadri Alışık’ın unutulmaz tiplemesi Turist Ömer’in “Selamünaleyküm ağbilerim!” diyerek ortama destursuz daldığı gibi lafa orta yerinden geleneksel beyin yakıntıları listemizle giriverelim. Yine geleneksel demişken “keyif kaçırıcı ayrıntı” uyarımızı, filmimizin kalite yelpazesinde ikamet ettiği görece noktadan bağımsız olarak, bir kere de burada yinelemeyi ihmal etmeyerek:
Buckinghamshire’dan herkese selamlar ve sevgiler efendim.