Sonun Başlangıcı, Devletlûların Savaş Çığlıkları, Partal Asarken Düşmek…

Önce rüzgarı anladı, sonra havayı, sonra kokuyu ölçtü ,biçti, sıcaklığı da. Sonra korkuyu ve gözlere yansıyan, vücuda hızla yayılan ölüm dehşetini seyretti.  Ardından umursamayı veya umursamamayı bilmeden, bilemeden yutuverdi herhangi bir lokma gibi… Küçük lokmaydı o yediği. Ama sonra büyüdü lokmalar. Aslında lokmayı da, küçük veya büyük olup olmadığını da bilmiyordu o. Bütün bütün yutardı […]


Paylaşın:

Önce rüzgarı anladı, sonra havayı, sonra kokuyu ölçtü ,biçti, sıcaklığı da. Sonra korkuyu ve gözlere yansıyan, vücuda hızla yayılan ölüm dehşetini seyretti.  Ardından umursamayı veya umursamamayı bilmeden, bilemeden yutuverdi herhangi bir lokma gibi…

Küçük lokmaydı o yediği. Ama sonra büyüdü lokmalar. Aslında lokmayı da, küçük veya büyük olup olmadığını da bilmiyordu o. Bütün bütün yutardı bedenleri. Sonra ıssız bir köşeye sinerdi hep, her yuttuğunu hazmetmek için.

Derken büyüdü de büyüdü… Küçük büklümler halindeki vücudu şimdi okyanusu vatan kabul eden devasa dalgalar gibiydi.

Yedi, yedi, hep yedi. Bütün canlıların görünce irkildiği, kimilerinin donup kaldığı bir  gerçekti o.

Ama… Günlerden bir gün, anlardan bir an hiç tanıyamadığı bir nesneyi algıladı dili, beyni. Sordu kendi kendine:

“Kim bu, ney bu?  Hem de kolsuz bacaksız bir şey bu, ufka uzayan, durmadan yayılan, hatta genişleyen de bir şey bu! Acaba nereden gelmiş, nereye gitmektedir? Canlıya da benziyor, cansıza da. Ya canlıysa, ya nefis bir tadı varsa! Hemen yutmam lazım!!”

Diliyle tekrar tekrar ölçtü, biçti. Çenelerini açtı ve birbirinden çıkardı, dişlerini geçirdi o nesneye. Ama  o an kendi canı  da yandı, sanki birileri de kendini ısırıyordu.

Aslında kimdi o, neyi ısırıyordu o?

Aslında, aslında ejderhaya dönmüş bir yılandı o ve önüne geleni yutmuştu. Öylesine büyümüştü ki artık kendi bedenini unutmuştu, kendini unutmuştu..

Kıvrım kıvrım kıvrılarak geri dönmüş, sonsuzlukta çapı ufuklara uzanan bir daire çizip kendi kuyruğuna ulaşana kadar  kendi bedenini unutmuştu.

Ve…  Artık  tanımıyordu, ısırdığı kendi kuyruğu, yutmaya çalıştığı kendisi idi!

Evet… İfade etmeye çalıştığımız bu küçük kıssadaki  yılanın kendi kuyruğundan kendini  yemeğe başlaması ile ilgili tevatür pek çok kültürde var.  Bilim adamlarının da ilgisini çeken,  felsefenin de yakından ilgilendiği bir kavram. Ünlü Einstein  maddenin ışık hızını aşması halinde zamanın geri kayacağını ve insanın kendini, kendi ensesini seyredeceğinin söylüyor. Yani, artık geriye doğru kaçan zamanda, aynen kendi kuyruğunu gören yılan gibi kendi ensemizi görüp kendi hayatımızı seyredebileceğimizi ifade ediyor.

 

Uzun hikaye…

Kimi kaynaklara göre  kuyruğunu ısıran yılan  hayatın ve zamanın ilanihaye devam ettiğini anlatmaktadır,  kimi kaynaklara göre de hayatın içinde iyinin de kötünün de bulunduğu yer altına ait karanlıklarla ifade edilen kavramların ve yer üstüne ait ışıklı dünyanın, hatta evrenin de hikayesinden söz edilmektedir. Azteklerden tutunuz  Hint  mitolojisine kadar bütün efsanelerde kuyruğunu yiyen yılan var.

Yahudi eksik kalır mı : Siyonist Yahudiye göre daire şeklindeki kendi kuyruğunu yiyen  Sion yılanı ise dünyaya hakim olmayı temsil ediyor!

Ama biz   esas manaya, ne demeye geldiğine bakalım:  Yılanın kendi kuyruğunu  ısırması Sonun başlangıcı demek!

Sonun başlangıcı…   Yani  kendini artık tanıyamamaktan dolayı kendini kendi yapanların ayrışarak kendini yemesi! Yani bünyenin kendine yönelik yamyamlığı…  Bir bakıma kaçınılmaz son, elbette tercihlere bağlı olarak.

İnanılmayacak kadar kocaman bir yılan kafası düşününüz, büyük bir kısmı çürümüş, kokmuş devasa bedenini  artık taşımaya gücü yetmeyen, refleksleri iyice azalmaya başlamış, beyninde bütün enerjisini emen bir parazitle yaşamaya çalışan, kuduza bulaşmış bir kafa. Artık gözleri de görmüyor ve  deli bir yaşama iç güdüsü ile sadece saldırıyor. Saldırdığı her yeri ve her şeyi paralıyor ama yediği darbelerin  farkında değil.

Parazit mi kim, onu biliyorsunuz, hani Greg Felton  ne demişti kitabında: Konak ve Parazit, ABD  ve İsrail Lobisi…

Öteki yılan boydan boya parçalanmaya yüz tutmuş ve dehşet içinde…

İmdi…  Bu yılanın peşine takılıp kendi varlıklarını paylaşmaya ve ona şirin görünüp günü kurtarmaya ve bu sonun başlangıcına gelmiş, ahlaken, erdem açısından ve iktisaden hızla çökmekte olan yılanın dişlerine asılmaya çalışanlara ne denileceğini sizlere bırakıyorum…

Sonun başlangıcı dedik… Evet, sonun başlangıcı… Sadece kuyruğunu ısıran yılanla mı izah edeceğiz sonun başlangıcını? Elbette hayır… Ama  ayrışmayı tanımayan hatta ayrışmayı kendileri yapanların düştükleri hüzünlü  durumu izah etmek için bu misalden yola çıkacağız.

Evvela son hadiselere bakalım, önce iç siyaset:

Evvela Oslo görüşmeleri:

Son günlerde basında son hadiselerle ilgili  ne çok yayın yapıldı, ne çok mugalata ve kıyl ü kal  ortalıklara saçıldı…..

Neler neler söylenmedi ki…

Acaba neden böylesi bir gizli görüşme faş edildi de  utanç verici gizli sırlar ortaya çıktı? Hangi dış dengeler ve şantajlar ile yoğrulmuş bu  kirli ilişkiler ağındaki kimi sırlar ortaya dökülerek aba altından sopa gösterildi?

Devletlularda önce büyük bir şaşkınlık, ardından “denize düşen yılana sarılır” misali  jet hızı ile tayinler, kanun çıkarmalar, ardından tehditler…

Elbette hemen gündem değiştirmek için yeni tartışma konuları medyaya sunuldu! Oslo hikayesi böylece gündemden düştü!

Mesela eğitim ile ilgili o çok tartışılan ve tartışılacak olan 4+4+4 kanunu…

Yine büyük tartışmalar arasında Meclis’ten geçti ve unutulmaya başlandı…

Eğitim ile kavga da artık unutturulmalı idi, çünkü işlevi bitmiş, iş çoktan kotarılmıştı, bu konu da unutturulmalı idi.

Bu konu Türkiye’nin geleceğini etkileyecekmiş, nesilleri perişan edecekmiş, kimin umurunda idi?

Hemen yeni bir gündem maddesi basın toplantısı ile açıklandı:

Baş devletlûnun “Büyük proje, asrın projesi”  diye takdim ettiği paket hikayesi   bir kaç gün kamu oyunu ve basını oyalamaya yetti…

Hülasa: İç siyasette durmadan yapay gündemler icat edilip insanımızın beyni  yozlaşmış medya ile mankurtlaştırılıyor, beyinlerimiz uyuşturulurken  dış politikalarda neler oluyordu?

Neler mi oluyordu, işte olanlar:

Ne dedi gudubet Hilary Nine: “Türkiye’ye Suriye konusunda çok güveniyoruz!”

Bakın ABD basınına : Türkiye’nin Suriye’ye girmesi için elinden geleni yapıyor, neler neler yazılmıyor ki. Sanırsınız ki Türkiye  masaya yumruğunu vurduğu zaman  Çin’i , Rusya’sı, İran’ı hizaya girecek ve Suriye’yi feda  edecek!..

Diş işlerinden mesul Devletlû  çantası dünyayı gezip ikna turları ile meşgul. Neyi ikna? Suriye’yi tepeleme iknası!

Suriye’de demokrasi yokmuş! Breh, breh, breh!  O çok güvendiğiniz Suudi’de mi demokrasi var, para kasası olarak gördüğünüz Katar’da mı, veya yerlere göklere koymadığınız Brunei Sultanında mı?

Allahtan korkun, CİA ,MOSSAD başta olmak üzere Fransız ve İngiliz  istihbaratı Suriye’de!  Halkı kışkırtıy or, Beşar Esad’a karşı muhalifleri eğitiyor, her türlü  silah veriyor, Türkiye  hükümeti  de ABD taşeronu olarak görev yapıyor!  Allah aşkına kimin kanı akıyor  ve kim ellerini keyifle ovuşturup  sinsi sinsi sırıtıyor?

Allah aşkına söyler misiniz Suriye’yi bu kadar küçük görüp tepelemeye kararlı görünen dış işlerinden sorumlu Devletlû sanıyor mu ki Suriye’ye girecek ordudaki vatan evlatlarımız gül ile karşılanacak? Kendi evladını veya en yakınlarının çocuklarını bu savaşa girecek olan askerin arasına koyabilecek mi  bu akademisyenimiz?

Çıkacak savaşa kimin kanı akacak, ABD’li Coni’nin mi, demokrasi palavralarıyla Orta Doğu ve Ön Asya’yı kana bulamaya niyetli NATO devletlerinin mi?

Allah aşkına söyler misiniz, Gazi Antep’te Suriye ile ticaret yapıp işlerini tam yoluna koymuşken şimdi kan ağlayan ve iflas noktasına gelen esnaf  ne olacak?

Ne oldu sıfır sorun politikası, ne oldu ailece görüşmeler? Ne oldu  müşterek Bakanlar Kurulu toplantıları?

Hadiseler öyle hızlı gelişiyor ve öylesine inanılmaz hatalar yapılıyor ki insanın yüreği daralıyor. Durup dururken bütün komşularla kavga edip savaş tamtamları çalmanın manası nedir?

Beşar Esad’ı dar ağacına asmaya kararlı devletlular niye Barzani’ye kızamıyor?

Allah aşkına görmüyor musunuz, elimizde  Büyük Kürdistan’ı kuruyoruz Suriye’yi sıkıştırırken.

Ne Dedi Barzani: Ne dedi Barzani: Suriye’de Kürt otonom bölgesinin kurulması,  Kamışlı merkezli özerk bölge oluşturup Kuzey Irak’a bağlamak!…

Biz Suriye’ye girmeye kalkarsak İran ne yapacak, ya Rusya?

Kimsenin sormadığını soralım artık: Fırsattan istifade deyip çıkarılacak ve bölücü terörün desteklediği isyanda neler olabileceğini ve kimlerden destek alacağını tahmin etmek hiç de zor olmasa gerekir!!!

Kuyruğunu çoktan yutmuş, bedeninin yarısı yemiş, artık sonun başlangıcına gelmiş bir kefere ABD’nin  dişlerinin arasında duran gencecik Sevgili Türkiye!

 

Türkiye’de hükümet eden devletlûlar bu vahim hatayı edip Suriye’ye girerse kendi sonlarını da, devletin sonunu da hazırlayacaklardır. İnşAllah bu hatayı yapılmaz, Batı Türklüğünü  hızla bitiş noktasına gelmekte olan ABD başta olmak üzere keferelere feda edilmez!

Of dediniz değil mi, yüreğimiz daraldı değil mi?

Uzaklaşalım o zaman bu konudan birkaç saniye. Gelin Azerbaycan gazetelerinden bir haberi  aynen verelim:

“2012-02-24 günlü Edalet gazetesi haberine göre:

Paltar asarkən yıhılıb öldü

Bu gün Bakıda bədbəht hadisə baş verib.

Qaradağ rayon Polis İdarəsindən Lent.az-a verilən məlumata görə, Müşfiqabad qəsəbəsi 9/11 ünvanında həmin ünvanda yaşayan, 1981-ci il təvəllüdlü Nurşən Mirzəyeva binanın 6-cı mərtəbəsindən yıhılaraq ölüb.

Qadın eyvanda paltar asarkən ehtiyatsızlıq nəticəsində yıhılıb və həstəhanaya aparılarkən dünyasını dəyişib.”

Sahi Türkiye’nin partalı ne acep ve hangi katta?

 

Yazar

Suzan Çataloluk

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar