Yükleniyor...
Erzincan’ın arsenik faciasını unutacağım en kısa zamanda.
Tıpkı; Kaz Dağları’nı, Ege’deki arsenik riskini unuttuğum gibi.
Akkuyu’nun risklerini unuttuğum gibi.
Ege’deki termik santralin çevre katliamını ve risklerini unuttuğum gibi.
Afşin Elbistan Termik Santralinin çevre kirliliği, tarıma zararı, insan sağlığını yok etmesini unuttuğum gibi.
Maraş’ta Aksu Çayı’na, Sır Barajı havzasına akıtılan zehirli sanayi atıklarını görmekten vazgeçip unuttuğum gibi.
“Unutmayanların yaşadıklarını yaşamak korkusuyla kulaklarımı tıkayıp, sesimi kısıp unuttuğum gibi” diyebilirsiniz. “Korkunun ecele faydası yok” derler size.
Arazilerimizin, sularımızın, tüm tabiatın “çıkar” denilen şeytan aleti uğruna, zehir katılarak hayatın vazgeçilmezi olmaktan çıkartılıp; adeta zehirle mayalandığını unutacağım söz veriyorum.
Bu olanları da Maraş merkezli depremlerde on bir ilde kaybolan insanları görmezden geldiğim gibi unutacağım, söz veriyorum.
Tarsus kazılarını, Maraş Kalesi’nin yıllarca tadilat adı altında kapatılmasını ve kazılmasını, söz veriyorum unutacağım.
Salda Gölü katliamını unutacağım.
Ülkemin her yerindeki zeytin ağacı katliamlarını, sözüm söz, unutacağım.
Muhsin Yazıcıoğlu’nun öl(dürül)mesini unutacağım, sözüm söz.
Uçak kazasında (kaza mı bilmiyoruz) yok olan toryum araştırmacısı ekibi unutacağım.
Milletimin düşmanlarıyla sahnede “megri” söylenmesini unutacağım.
İmar aflarıyla ölüme bilet kesildiğini unutacağım.
Hatay’da, Hatay’a yapılan hatayı unuttuğum gibi tüm deprem bölgesini ve depremi unutacağım.
Tarımda ithalatçı duruma düştüğümüzü unutacağım.
Hayvancılığın köküne kibrit suyu döküldüğünü unutacağım.
Tank Palet Fabrikası’nın yok pahasına satılmasını unutacağım.
Türkiye’de üretim yapan kamu kuruluşlarının yabancılara satılmasını unutacağım. Bu tesislerin aynı yabancılar tarafından derhal kanunlara uygun kapatılarak ülkemin o ürünleri ithal eder duruma düşürülmesini unutacağım.
T.C. harfleri kaldırılırken aslında devletimin ve maneviyatımın silinmeye çalışıldığının çaba ve başarısını unutacağım.
“Ne mutlu Türk’üm diyene!” diyenlere kem gözle bakılmasını unutacağım.
Andımızın yasaklanmasını, her yerden Atatürk adının silinme çabasını görmezden gelip unutacağım.
Emeklinin dilenmez dilenciye dönüştürüldüğünü unutacağım.
Dünyanın kabul etmediği insan yığınlarına ülkemin kaynaklarının sonuna kadar sunulmasını ve vatanımda üçüncü sınıf vatandaş haline getirilişimi unutacağım.
Dün söylenenlerin bugün tersinin söylenmesini görmeyeceğim, duymayacağım ve hatırlamayacağım, sözüm söz.
“Bana dokunmayan yılan bin yaşasın.” diye diye büyüttüler bu nesli. “Bal tutan parmağını yalar.” dediler.
“Güçlülerle uğraşılmaz gözünü yum, kulağını tıka.” dediler bu nesle.
Şimdi duyarsız ve ölü toprağı altındaki derin uykusunda gibi bir nesil var ortada.
Hani 6 Şubat 2024 sabahı Hataylılar Hatay’da diyorlardı ya “sesimi duyan var mı?” Her enkazın başındaki kurtarma gruplarının yaptığı gibi, milletimize seslenen, bürokrat ve politikacılara yüksek sesle soran, mağdur olan depremzedelerin çığlığını temsil eden bir avuç depremzede gibi şu soruyu soruyorum: Sesimi duyan var mı?
Yoksa bunu da sümen altı mı edeceksiniz?
Yine halının altına mı süpüreceksiniz?
Ne yaptık? Nasıl bir nesil yetiştirdik ki; hançerin kahpe sivri ucu ve her gün yaladığı keskin yüzeyi bedenini yarana kadar hep unutkan.
Söz veriyorum, Kastamonu selini, Ege yangınlarını unuttuğum gibi unutacağım mı diyoruz?
Ege adalarına yerleşen, babasının çiftliği gibi bir de belediye başkanı seçen, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına “vizesiz seyahat” lütfeden Yunan’ı unuttuğumuz, yuttuğumuz gibi.
Demokratik usullerle itiraz etmeyi unuttuğumuz gibi unutacak mıyız?
Evet, unutacaksınız ve yarın bir gezi için gidip bu siyanür ile yoğurulmuş yörelerde su içip yemek yemeyecek misiniz?
Havayı solumayacak mısınız?
Çocuklarınızı ve torunlarınızı üniversite eğitimi için o bölgeye göndermeyecek misiniz?
O bölgeden gelen bulutlar ve hava ile çok uzakta olanlarımıza ulaşmayacakmış gibi unutmalı mıyız?
Bazen unutmak; canınıza ve sağlığınıza, evladınıza, kardeşinize, ananıza, babanıza, kedinize, köpeğinize, ormanınıza kurulan en kahpe pusudur.
Bir gün berberim saçımı tıraş ederken “bak Yıldırım!” dedi. “Dün akşam rakı şişesini karşıma aldım. Ulan rakı dedim. Seni artık içmeyeceğim dedim ve bıraktım. Artık içmeyeceğim.” dedi.
“Rakı sana ne cevap verdi biliyor musun?” dedim. Gülerek “Ne dedi ki?” dedi.
“Kapağıma iç kapağıma içme demiştir.” dedim. Bir yandan yaş farkımız çok olan ağabey önce şaşırdı. Çünkü ben ona normalde çok saygılıydım. Cevabımla şoke olmuştu. Sonra da katıla katıla güldük birlikte.
Bu yazıyı okuyan değerli insanlar, bu örneği seviyesizlik olsun diye yazmadım.
Yarın hastalıklar arttığında, çocuklarınız ve torunlarınız kuru yaprak gibi bir bir dökülürse ve siz kaderinize isyan ederseniz, bu fıkra gibi yaşanmışlık suratımıza çarpan sert tokat olacaktır.
Biz evimizde sıcak odalarda yaşarken, çorbamızı içerken halen hapisteki askerlerimizi nasıl unuttuysak, deprem bölgesinde çadırlarda ilkel şartlarda yaşayan depremzedeleri unuttuğumuz gibi, kaderin de bizi bir gün unutması ve unutturması normal bir sonuçtur.
Bu yazıda yer almayan yüzlerce önemli konu bile “unutacağım” sözünü tuttuğumu göstermiyor mu?
Çok acı bir gerçek de var ki, bizim unuttuğumuz olaylar bizi unutmaz. Tıpkı bizi 500 yıl kadar sonra hatırlayan, kendini en acı biçimde 6 Şubat 2023’te Maraş’tan hatırlatan deprem gibi.
4 Yorum