Yükleniyor...
AKP Genel Başkanı Erdoğan 5 Şubat (2020) AKP Grup Toplantısında çok önemli açıklamalarda bulundu. Ancak, hafta İdlib’ten gelen sekiz şehit haberi ile başlamıştı. Ardından Van’da çığ felaketi yaşandı. Yetmiyormuş gibi aynı gün içinde İstanbul Sabiha Gökçen Havaalanında bir uçağımız pistin dışına çıkarak parçalandı. Üç vatandaşımızı da orada kaybettik. Bu da yetmedi. İkinci bir çığ geldi ve kurtarma çalışması yapanlar altında kaldı. Asker, görevli ve sivil olmak üzere 41 kardeşimizi kaybettik. Yaşananlar yüreğimizi dağladı. Hâlbuki daha Elazığ’da, Manisa ve civarındaki depremlerin acısı ve etkileri taptazeydi.
Özellikle Suriye için söylenenler bu yoğunluk içinde yeterince değerlendirilemedi. Bütün bu ağır ve üzücü olaylar AKP grubunda yapılan açıklamaları gözden kaçırdı. Ayrıca zaten medya konuşmaların magazin yönünü öne çıkarınca halkın dikkati iyice dağıldı.
Konuşma “Türkiye’nin Suriye politikası hakkında kapsamlı bir değerlendirme yapmak ve önümüzdeki dönemde izleyeceğimiz stratejimizi kamuoyumuzla paylaşmak istiyorum” diyerek başladı. Dolayısıyla 5 Şubat 2020 AKP Grup Toplantısı konuşması mercek altına alınarak dikkatle değerlendirilmek zorundadır.
Cumhurbaşkanı, 1998 Adana Mutabakatı ile Suriye’de olduğumuzu, bu mutabakat ile ilk olarak Fırat Kalkanı Harekâtının yapıldığını ve 3000 civarında PKK/PYD teröristinin etkisiz hâle getirildiğini söyledi. 2011 Nisan’ında başlayan Suriye İç Savaşı’nda, başlarda IŞİD(DEAŞ)’ın hâkimiyetinde olan Fırat’ın doğusunda PKK/PYD unsurlarının yerleşmesi de, 29 Ekim 2014 günü “Biji Serok Obama” saçmalıkları ile Türkiye’den Mürşitpınarı (Ayn-el Arap/Kobani)’ye geçen peşmerge kılığındaki militanlar tarafından sağlanmıştı.
2015’te Rus uçağı düşürüldü, 15 Temmuz 2016 hain saldırısı yaşandı… Fırat Kalkanı (2016), Zeytin Dalı (2018), Barış Pınarı (2019) harekâtları yapıldı… Astana Süreci (Ocak 2017) hayata geçti. Sonrasında Türkiye, Rusya ve İran Liderler zirveleri gerçekleşti.
Astana Süreci ile yeni bir rotaya giren Suriye Meselesi, üçlü liderler toplantıları ile yürütüldü. Bu süreçte imzalanan her sonuç bildirgesi “Suriye Arap Cumhuriyeti”nin egemenliğine ve toprak bütünlüğü ile terörist unsurlara karşı işbirliğine vurgu yapıyordu. Galiba en önemli ayrıntı kim terörist sorusuna herkesin farklı cevap vermesi olsa gerek, tartışma hep devam etti. Türkiye’nin terörist diye ilan ettiklerine ABD, Rusya, İran ve Suriye terörist demiyordu. Elbette biz de onların terörist dediklerine demiyorduk. Ancak Barış Pınarı Harekâtı yapılırken ABD ve Rusya ile varılan mutabakatlarda bu biraz değişikliğe uğradığı görüldü.
Bütün bu süreçte hiç adı anılmayan Adana Mutabakatı, ilk defa, Türkiye ve Rusya arasındaki -23 Ocak 2019- Moskova zirvesi sonucunda konuşulmaya başlandı.
Cumhurbaşkanı konuşmasının başında, Türkiye’nin maddi ve manevi fedakârlıklarla 4 milyon sığınmacıyı barındırdığını ve Suriye’deki milyonlarca insanı canı pahasına savunduğunu vurgulayarak, “Çözümün masumları zalime teslim etmekten değil, zalimleri yok ederek masumların hayat hakkını korumaktan geçtiğine inandığımız için bunca riski göze alıyoruz.” dedi. Eğer biz bu dört milyonun hakkı için Suriye ile bunları yaşıyorsak, bütün bunlar Türk Milleti için çok büyük bedeller.
Astana Süreci ve sonrasındaki mutabakatlarda teyit ettiğimiz Suriye Arap Cumhuriyeti’nin egemenliği ve toprak bütünlüğü Suriye’ye ile doğrudan ilişkiye girilerek daha kısa yoldan sağlanabilir. Dolayısıyla Türk Milleti daha büyük bedeller ödenmeden de bu hedefe ulaşılabilir.
Suriye’de yaşananlara bakıldığında mütemadiyen kesintiye uğrayan ya da yürümeyen süreçler söz konusu. Ancak Cumhurbaşkanı’nın da dediği gibi “tüm bu süreçler ABD ve Rusya ile en üst düzeyde tesis edilen temaslarda varılan mutabakatlarla” kurgulanmıştı.
Astana Süreci, Soçi mutabakatları, lider zirvelerinde alınan kararlar, Barış Pınarı ve İdlib için varılan güvenli bölge mutabakatları… Bu süreçlerin niçin hiçbiri yürümüyor diye baktığımızda akla sorular gelmekte. Acaba, taraflar gerçekte bu mutabakatın hayata geçmesini istemiyorlar da kendi ajandalarına göre mi hareket ediyorlar? Veya hep yanılan, yanıltılan ya da kandırılan biz mi oluyoruz? Zaten Cumhurbaşkanı da “Şayet taraflardan biri uymayacaksa ve bunun bir müeyyidesi olmayacaksa bu mutabakatlar niçin yapılıyor?” diye sormakta.
Cumhurbaşkanı, “Biz Suriye’de rejimin Rusya olmadan havada, İran olmadan karada tek bir çakıl taşı bile oynatamayacağını bilmiyor muyuz?” diye bir soru daha sordu. Gerçi Cumhurbaşkanı “Her kim ‘Türkiye’nin Suriye’de ne işi var?’ diye soruyorsa ya gafildir ya da taammüden bu ülkenin ve milletin hasmıdır” değerlendirmesi yaptı ben yine de soruyorum, bu durumda biz Suriye’de sadece rejim değiştirmek için mi varız? Ya da Suriye’de bundan sonra Rusya ve İran’ı da karşımıza almayı da göze alarak mı hareket edeceğiz?
Eğer böyle ise bütün bunlar sadece 4 milyon Suriyeli evine dönsün diye olamaz, siyasî hedefimiz nedir?